RSS Feed for This Post

Saat 18.30, Şimdi Gerçekler!

Benim çocukluğumda tek kanallı siyah beyaz televizyonlar akşam sadece belli saatler arası yayın yaptığı için henüz insanların hayatını bu kadar rehin almamıştı. Biz de o zamanın ruhuna uygun olarak radyo programlarını takip ederdik. Çok iyi hatırlıyorum TRT Ankara radyosunun haber cıngılı önce bir saat sesinin elektronik dııt dııtları ile başlar saniye tam saatine geldiğinde bir gong sesi işitilirdi. Tokmakla vurulan bir gong çınlamasının ardından; saat 18.30 şimdi haberler diye soğuk mekanik bir ses duyardık sonra. Çıkan şiddetli gong sesi dinleyenleri nasıl ilahi, insanüstü bir olaya hazırlanmaları gerektiği hakkında uyarır, ciddiyete davet ederdi. Zaten haber bültenleri de bugünlerde alabildiğine sululaşmış, magazinleşmiş bir teatral düzeneğin tersine büyük bir ciddiyetle ikinci kurtarıcımız Evren Paşa’nın bilmem nere beyanatlarından derlenmiş ‘kupleler’ ile başlar, sonrasında Toprak Mahsulleri Ofisi’nin o yılki hububat satış fiyatları, sürekli bir şeye endişelenen yetkililerin haberleri gibi elzem konularla devam ederdi.

 Nice zamandır kirli bir savaşın acıları ancak belki de daha çok korkusu ve öfkesi ile kendini kaybeden bir toplum bir türkü tutturmuş dönüp duruyor.Nereye baksanız kan, kahramanlık, hamaset edebiyatı. Ben artık bu kaçıkça modern ayinleri takip etmekten yoruldum, usandım. Sabırsızlıkla bir mucize olsun ve masal saati sona erip bir gong sesi çalsın istiyorum. Gong! Saat 18.30, çok masal dinlediniz bu ülkede, şimdi gerçekler diye kulaklarımızı tırmalasın, mümkünse bir çizik kalbimize bir çizik de beynimize atıversin hayallerindeyim.

 Son otuz yıldır hangi masalları dinlediniz hangi ninnilerle uyuttunuz yüreklerinizi. Devletimizin son derece haklı ve ahlaklı bir savaş (terörle mücadele) yürüttüğünü söylemediler mi size de? Batılı şehirlerde 12 eylül sonrası gençleri, gençlik dergileri, Madonna, Heavy Metal konserleri, çok kanallı renkli televizyonların hayatımıza kazandırdığı Brezilya dizileri, Beyaz Gölge imrenmeleri ile başka bir dünyaya gözünü açarken, Tunalı Hilmi, Bebek, Bağdat Caddesi gezintileri, Tarkan mı yoksa Tayfun mu tartışmaları, ÖSYM kaygısı, T cetvel ve lineer cebir telaşı arasında, Nurculara ve solculara sürünmeden ama çok da yaşamaktan vazgeçmeden geçirirken günlerini ve on binlerce insan faili meçhul me’fulu belli bir şekilde buhar olup giderken, gitmesek de görmesek de bizim köyümüzdür dediğimiz yerlerden, 4000 köy yakılıp yıkılır, 1,5 milyon insan yaşadıkları topraklardan def edilirken, hep devletimizin koruyucu ve kollayıcılığından, şefkatli kollarından dem vurmadılar mı?… Onlar ermemiş muradına biz ise çıkamamış mıydık yoksa kerevetine. Gökten düşen heronlar da mı üç tane değildi yoksa biri “şehit asker” diğeri “etkisiz hale getirilen gerilla” öbürü de ‘normal bir ülke’ hayallerimizin başına.

 İşedim diyordu o köylülerin suratlarına mahalle arkadaşım ben henüz lisedeyken. Daha seksenlerin ortasıydı. Pek bir haberim yoktu neler oluyor neler bitiyordu bu ülkede. Tek bildiğim sitenin hayta gençlerinden biri askerliğini komando olarak yapmış bir daha da döndüğünde o eski neşeli, hayata düşkün delikanlıdan eser kalmamıştı. Geceleri balkona çıkıyor bas bas bağırıyordu. Anlaşılmaz kırık dökük cümleler… Yanında arkadaşın ölüyor her an sen de ölebilirsin. Korku içerisindesin (Türk milleti asker doğar korkmaz oysa) evet köylüleri dövüyorduk, konuşturmaya çalışıyorduk. Dövmek zorundaydım! Sırayla suratlarına işedik. Ben de işedim. Sizler o psikolojiyi bilemez, anlayamazsınız. Nerden bileceksiniz ki. O cehennemi yaşamayan kimse bilemez nasıl olduğunu. (hadi canım Kahraman Türk Milleti düşmanına dahi alicenaptır. Hiç suratına falan işer mi Türk ordusu ‘vatandaşlarının’. Hiç gerilla cesetlerini yakar, zehirli gaz filan kullanır mı? Ormanları yakmış ta asit kuyularına atıvermiş insanları peh!)

 Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

 Hep bir kanıtlama çabası içerisinde bulduk kendimizi bu ülkede. Her şeyi kanıtlamamız gerekiyordu. Söylemesi zor ama obsesif kompulsif bir hastalık halini andırıyor gitgide yaşadığımız topraklarla ilişkilerimiz. Önce durmadan kendini tekrar eden, içine girdiği bünyeyi yiyip bitiren obsesif düşünceler geliyor aklmıza. Gelmese de birileri zaten annemizin elini bırakıp ‘çiçekli okul bahçelerine’  koştuğumuz günlerden itibaren başlıyor bize bu gerçekleri hatırlatmaya. Heey küçük asker, toprak uğrunda ölen varsa vatandır. Öyle mi? Evet şüphesiz. Bakalım günü gelince göreceğiz bu toprak senin için vatan mı değil mi? … Küçük Sezerciği izledin değil mi akşam televizyonda, nasıl da öldü yavrucak vatanını kurtarmak için. İzledim öğrtmenim. Aferin! Şimdi beslenme çantandakileri yiyebilirsin ama sakın aklından çıkarma bayrakları bayrak yapan da kandır. Ona göre! Unutmam örtmenim…

 Sonra Kompulsif davranışlar başlıyor. Hele şu bayrakları bir bayrak yapalım günü gelince ne biçim ölünebileceğini… affedersiniz şehit olunabileceğini de kanıtlarız elbette. Ama önce bayrakların bayrak olduğunu kanıtlamak gerek. Kanıt yoksa kendini de aklayamazsın ne de olsa. Ve başlıyor lise sıralarına yeni oturuvermiş gençlerimiz acil eylem grupları oluşturarak kompulsif reaksiyonlar vermeye. Mesela topladıkları kanlarıyla bir Türk bayrağı yapıp eski Genelkurmay Başkanına gönderiyorlar. Genelkurmay Başkanı ağlıyor tabi bu durumda. Ağlamaz mı? Nihayet kanıtlanıyor galiba bayrakların bayrak olduğu. Hayatımızın ızdırabı sona ermek üzere. Bu şüphe yiyip bitirdi milletçe hepimizi nice zamandır. Varolun çocuklar. Varolun, bravo, işte budur, bir kez daha gurur duyduk sizinle. Basın, haber altı yorumlar, tezahüratlar. Gerçekten az zamanda büyük işler başardı gençlerimiz. Kolay mı bu hissiyatla yaşamak bayrak bayrak mıdır, vatan vatan mıdır, ben ben miyim neyim ayrıca?

 Bir başka gencimiz (ya da her neyse) bir adım öteye gidiyor. Ataya bağlılığımızı da kanıtlamak gerekmez mi? Başlıyor kanıyla bir Atatürk portresi oluşturmaya. Kırık bir jilet ile kestiği parmağından Allah için hakkını teslim etmek lazım piyasadaki Atatürk resimlerinin % 90 ından güzel bir ata portresi yapıyor. İnternette görüntü altı yorumlar yine; bravo, gurur duyduk, işşte Türk milleti. ‘Ey Türk gençliği muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur vecizesi’ ni yazmış bir yorumcu da. Allah’tan sadece kudret demiş yüce önder, renk, yaratıcılık, olmaz ama suluboya vs. bir şey dese bir damla kan kalmayacak o damarlarda. Kolunu kesip hepsini kullanacak resamımız zaar.

 Şehitler ölmez vatan bölünmez.

 Ve bir iki sene sonra gencimizi davul zurna ile yolluyoruz askere. Vatan borcu namus borcudur (bakalım namuslu musun zamanı geldi şimdi göreceğiz. Unutmadın değil mi toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. )

 Ne kadar şehidin varsa o kadar haklısındır bu yolda. Kanla kanıtlar herkes haklılığını.

 “Kandan işaretler yazarlardı yürüdükleri yola ve ahmaklıkları onlara gerçeğin kanla kanıtlanabileceğini öğretirdi.

  Oysa kan, gerçeğin en kötü tanığıdır; kan en arı öğretiyi bile zehirler, onu yanılgıya yürek kinine dönüştürür.

  Biri öğretisi uğruna ateşten geçtiyse bu neyi kanıtlar?

  Doğrusu, kendi öğretisinin kendi yangınından çıkması!”(Nietzche)

 Giden asker geri gelir. Bazen cansız bir beden olarak! Yalan makinesi girer devreye yeniden. Şehitler ölmez vatan bölünmez. Senin oğlun da ölmedi…Herkes bir gün ölür oysa. Üstelik üzerindekiler mutlu değilse, adaletle insanca yaşamıyorlarsa, sadece güç zoruyla sürüyorsa kardeşlikleri her vatan bir gün bölünür. Binlerce yıldır böyle bölünmüştür tüm vatanlar. Oluk oluk kan aksa yine bölünür yine bölünür.

 Annelere ağlamak yasaklanır, “ağlamayacağım, on çocuğum daha olsa vatan yolunda yine veririm, vatan sağ olsun” demesi beklenir tüm acılı ana babaların. Çocuklarının öldüğünü düşünmek haramdır bu acılı insanlara. Niye öldüklerini sormak en büyük suç. Vatan borcu kapanmıştır işte kapanan gözleri ile bu çocukların.

 Bir de bu savaşın öbür cephesi vardır: Daha on altısında dağlara çağırılan gerilla çocuklar. Onların pek hikayelerini görmeyiz ama çoğu eline silah alamadan, varacağı mezile varamadan dağ yolunda zihinleri adaletsiz bir dünyada ne olursa olsun onurla yaşayabilecekleri bir vatan özlemi ile dolu veda ederler bu dünyaya. Onların ‘devletleri’ de böyle buyurmuştur çünkü. Halkının haklı mücadelesinde her biri bir kahramandır, dilini, yaşam tarzını aşağılayan bir toplumda zaten yaşamıyorlardır. Bir özgürlük türküsüdür yürüyüşleri. Haklı bir davada ‘düşünülebilecek’ yegane yoldur. Böylece dağa çıkmaya çalışırken lise çağında zehirli gazlar ile son bulan hikayelerini  Evrim Alataş’ın kitaplarında, tek bir kurşun atmadan donarak ölen bedenlerini Bejan Matur’un yazılarında okuduğumuz bu çocuk savaşçılar da düşerler yollara. Kaçı sağ kalır kaçının bir daha özledikleri ülkede yaşayabilecekleri bir hayatı olacaktır bilemeyiz hiçbirimiz.

 Ölen gerillanın cansız bedeni de gelir annesinin babasının yanına eğer şansı varsa ailesinin. Orda da bir başka yalan yaşanmaktadır şimdi:

 “…Bugün âdeta bir düğün gibi yaşanan Kürt cenaze törenlerine binlerce kişi katılıyor. Eğer ölü bekârsa eline kına yakılıyor. Ölen kadınsa, ‘Kürdistan’la evlendiği’, erkekse ‘Kürdistan’ın oğlu’ olduğu söyleniyor. Törene katılanlar rengârenk giysilerini giyiyorlar, zılgıtlar eşliğinde halay çekiyorlar. Zılgıtlara, ‘şehitler’ için yakılmış özel şarkılar veya ‘milli’ marşlar ekleniyor. …

Bu düğün/cenazelerde anne dışındakiler ağlamamaya çalışıyor ya da hıçkırıklar gülme sesleri ile örtülmeye çalışılıyor. Çünkü düşmana koz vermemek gerek diye düşünülüyor. Cenaze gömüldükten sonra bu seremoni ‘Taziye Evi’ denen yas evlerinde sürdürülüyor. Sonra da annelerin dilinde, yüreğinde… Şehitlerin Berivan, Zilan, Siyar, Welat, Rojhat, Zozan, Newroz gibi kod adları yeni doğanlara veriliyor. Böylece aynen Türklerde olduğu gibi, kişisel acılar ‘şehitlik’ söylemiyle milliyetçi söyleme katılıyor, şehitle vatan, bedenle toprak, ölüyle yaşayan, geçmişle gelecek yek vücut oluyor.” (Ayşe Hür şehitler, etkisiz hale getirilenler)

 O cenaze gömüldükten sonra ve taziye çadırları kaldırıldıktan sonra neler yaşanmaktadır on çocuğum olsa onunu da gözümü kırpmadan bu yola veririm demesi istenen, cansız bedeni ve kınalı elleri ile ölmediği Kürdistan’ın gelini ya da oğlu olduğu düşünülen cenazelerin ailelerinin evlerinde.

 Ne diyordu acaba? Çok mu canı yandı yavrumun. Annem mi dedi. Beni kurtar mı dedi. Beni mi çağırdı. Üşüyor muydu ölürken. Ah anam mı dedi.

 Ahhh!

 Kimbilir kaçıncı kez tekrarlıyordu yanımdaki kadın bu sözleri. Kimbilir kaçıncı kez gitgide daha şiddetli yaşlar akıyordu gözlerimizden. Geçen sene bir psikiyatri servisinde refakatçi olarak beklediğim sırada görmüştüm onu. Epeyce yaşlı gelmişti bana. Oysa benden sadece üç dört yaş büyüktü.

 -Oğlum şehit olana kadar hiç hastalık çekmedim ben. Öyle güçlüydüm ki. Sonra o şehit oldu. Her şey değişti. Geçirmediğim hastalık kalmadı.  O günden beri defalarca yattım bu hastanede. Defalarca psikiyatrik tedavi aldım. Tam 12 yıl oldu. Başka hiçbir şey düşünemiyorum. Gülemiyorum. Kızım bana kızıyor. Anne diyor ağabeyim seni görüyorsa o da üzülüyordur böyle yapmanı istemez. Bak torunların oldu. Onları da sev onlar da üzülüyor. Ama elimde değil. Sürekli kabus görüyorum. Hep aynı rüya. Oğlum gözlerini kocaman kocaman açmış bana bakıyor. Hep son anında ne düşündüğünü düşünüyorum. Annem mi dedi, Canım yanıyor mu dedi. Beni kurtar mı dedi. Ne dedi?

 Yeniden başlıyor ağlamaya…

  12 yıl dile kolay. 12 yılda bir insanın yarasının nasıl hiç soğumayacağını anlayabilirim ben de biraz. Üç kere çocuklarım çok ciddi tehlike atlattılar hayatta. Ölüm ile hayat arasında, varolmak ile kaybolmak arasında geçen o kısacık 3-5 dakika kadar süre içinde çektiğim acı kadar hayatta hiç acı çekmedim. Milyarlarca hücrem her biri ayrı ayrı acıdı. O üç beş dakika içinde hissettim ki eğer çocuğuma bir şey olursa bu dünya asla bir daha benim için eskisi gibi olmayacak. Artık bambaşka bir hayat olacak önümdeki.Bu kadının da 12 yıl geçmesine rağmen gözlerinden oluk oluk süzülen yaşları, dünmüş gibi yaşadığı belki de vakit geçtikçe katlanarak büyüyen acısını o anda anlamanın ötesinde hissettim. Tıpkı Başbakanın hafta sonundaki toplantısında beş çocuğunu yitirmiş Kürt annenin isyanını öfkesini de hissettiğim gibi.

 Umarım insanlar bir gün kafamıza çaka çaka öğretilmiş tüm ‘gerçeklere’ karşı koyabilecek cesareti bulduğunda,  intikam ve kan söylemcilerinin kaldırdığı toz toprak inip de göz gözü, kalp kalbi görmeye başladığında bu gerilla ya da asker gençlerin  hakiki hikayeleri anlatılmaya başlayacak: Öylesine canla başla ölmek mi istediler gerçekten. O dağların soğuğunda açlıkla susuzlukla mücadele ederken tek düşündükleri vatan borcu ya da Kürdistan’ın gelini olmak mıydı? Hep başı dik korkusuzca mı yürüdüler ölüme. Hiç pişman olmadılar mı? Vicdan azabı çekmediler mi elleri kana bulanınca. Geri dönmek kaçmak istemediler mi ve her şeye bir daha bambaşka başlamak.  Annelerini aramadılar mı son anlarında? Peki ya son sözleri gerçekte neydi?

 Ve bir gong sesi çalmak geliyor içimden.

 Yeter artık hepinizi bu defa gerçekten ciddiyete davet ediyorum demek. O oğlunu kaybeden annenin yattığı yer değil tımarhane. Bütün bu ülkeyi elbirliği ile bir tımarhaneye çevirdiniz. Kanlarınızla bayraklar, resimler çiziyorsunuz, gerilla cenazelerine işkence ediyorsunuz, cenaze törenlerinde tabutlara girip intikam yeminleri ediyorsunuz. Farkında mısınız cenazelerinizin ellerini kınalayıp zılgıtlar eşliğinde halay bile çekiyorsunuz!

 Ey anneler babalar bırakın sizden beklenen ‘onurlu’ tavırları. Terk edin on çocuğum da olsa bu vatana feda denilen kurban törenlerini. Terk edin kızın Kürdistan’ın gelini oldu denilen taziye çadırlarını. Gerçek hikayelerini anlatın yakınlarınızın. “Tersinden hikayeleri.”

  Kimseye borçlu değilsiniz evlatlarınızı. Vatan üstünde o çocuklarınız yaşıyorsa  vatandır. Yoksa bir cinnet ve ahmaklık kuyusudur.

 Kürt ve Türk anneler yürüyün şehirlerin merkezlerine, silahlar sussun, hepiniz susun diyerek. Hiçbir slogan, serhildan, vatan, bayrak, kahraman, şehit, önder, serok söylemi olmasın ağızlarda.

 Sadece bir ninniyle yad edin onları kendi dilinizde. Evlatlarımızın hiçbiri ne kahraman, ne emanetçi, ne vatana borcu olan birer asker ne de Kürdistan’ın bir şeyisiydiler. Bir zamanlar sadece bebektiler.

 Bizim bebeklerimizdiler!

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 30 Yorum

  2. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Tem 29, 2010 | Reply

    Savaşın anlamsızlığı üzerine bir film izlemiştim bir zamanlar.Uzun süre etkisinde kalmıştım,insan denen varlığın masumuyiteni yitirişine içten bir ağıttı film.

    Hikaye kahramanın iç monologları,insan insandan,insan canavara dönüşün hikayesini resmiyordu tüm çarpıcılığıyla.Kahramanlık ve onur adına başlayan serüven,çaresizlikle karışık bir iç çatışmaya ve en nihayetinde bir cinnet haline dönüşüyordu.Kahramanın ağzından içerdeki altüst oluşlara tanıklık ederken,kopan bacaklar,dökülen bağırsaklardan can pazarına dönüşen dışarıdaki cehennem eşlik ediyordu tüm dehşetiyle.

    İşte ölüm,korku ve çaresizliğin ruhları kıskıvrak yakaldığı bir dehşet anında şu sözcükler kopuyordu iç dünyasından kahramanımızın”Sanki karanlık bir mezara hapsedilmiştim,üstüme kapatılmıştı kapağı…ve kaldıramıyordum…Bu ben miydim yoksa başkası mı?artık kestiremiyordum”

    Sevgili Özlem Hanım,vicdanınızdan kopan bu duygulu yazıyı okuduğumda o filmindeki subayın sözlerini anımsadım.Bir çukura itilmişti(öyle hissediyordu),çaresizdi ve bundan kaçış yoktu.
    Bazen düşünüyorum da acaba bizler de toplum olarak kapağını kaldıramadığımız bir çukura mı gömüldük?

    Kapatıldığımız yerden ışığa kavuşacağımız günler de gelecek,bu acı bir gün dinecektir.Her zaman bir umut vardır elbet,olmalıdır da.Ama keşke bu kadar can yanmadan,bunca göyaşı dökülmeden kendimize gelebilseydik demekten alamıyorum kendimi.

    Fazla söze gerek yok.Fazlası bu şiir gibi yazıya haksızlık olur.Yüreğinize ve temiz kaleminize sağlık diyorum.
    Saygı ve selamlarımla.

  3. Yazan:özlem Tarih: Tem 30, 2010 | Reply

    Aziz Bey sanırım ben de hiç bu kadar umutsuz olmamıştım. Eskiden birileri parmak sallardı postal sesiydi, cumhuriyet mitingleriydi vs. hiç bir şey bu kadar beni ürkütmezdi. Ama son zamanlarda gerçekten iki halkın birbirinden hızla koptuğunu ve milliyetçilik denilen şeyin ilk defa bu kadar karşılıklı olarak maya tuttuğunu düşünüyorum. Nabi Yağcı da son yazılarında iç savaş tehlikesinden bahsetmiş.
    Gerçekten insanların “tersinden hikayelerini” anlatmaları gerekiyor. Ezber bozan hikayeleri.
    Militarizmin diline karşı uyanık olmak gerekiyor. Bazen o kadar masumca sızıyorki bu dil ağızlara farkında bile olmuyoruz. Her iki tarafta artık belli bir pozisyondan konuşuyor. Bir olayı gösterdiğinde sana inanmıyorlar baştan yayınlandığı tarafın hangi yayın organı, gazete vs. olmasına göre yalanlıyor ya da tepki gösteriyorlar. Söylenen sözün doğru olup olmadığı olayın doğru olup olmadığını gerçeklik değil artık karşısındakinin kim olup kiml olmadığı belirliyor her iki taraf için de. Artık konuşmanın sözün anlamı kalmıyor. Bence bu noktadan sonra Türkler kendi ezber bozan hikayelerini Kürtler kendi ezber bozan hikayelerini anlatmalılar. Hep karşıdakine ait hikayelmerimizi anlatıyoruz. Bu ise baştan red ediliyor. ben çok merak ediyorum. Bunca zulmün bunca yapılan kötülüğün kürt ve türk şahitleri nerede. Korkuyorlar mı? Mesela Hüseyin Yıldırım çıkmış cesaretle PKK nın geçmişini anlatmış eleştirmiş tarafta. Bu anlatıların her iki taraf için de çoğalması küçük hikayelerin de anlatılması şart.
    Yazı hakkındaki yorumlarınız için teşekkür ederim. Ben bir iki anı ile aslında bir başlangıç yapmak istedim. Belki başkaları da kendi yaşadıkları olaylar ile yüzleşmeler ile ezber bozan hikayelerini anlatırlar. Umarım…

  4. Yazan:ismi lazım değil Tarih: Tem 31, 2010 | Reply

    ben çok merak ediyorum. Bunca zulmün bunca yapılan kötülüğün kürt ve türk şahitleri nerede. Korkuyorlar mı?

    Evet korkuyorlar.

    Dikkat ettiniz mi? PKK’nın bilinmeyen karanlık yüzüne dair gerçekler hep Avrupa’nın bir kentinden ulaşır buralara.Neşe Düzel’in çarpıcı gerçeklerin yer aldığı röportajlarına bakın,konuştğu kişilere ya Zürih’te,ya Stokholm’de,ya da Brüksel’de ulaşabiliyor.Neden?

    Çünkü bir Kürd’ün Türkiye’de olumsuz yönden PKK’yı konuşma şansı yoktur da ondan.

    Daha önce de yazmıştım üst düzey kadrolardan 250’nin üzerinde insan katledildi.Anı sanı duyulmayan zavallı kürt gençlerinden ne kadarı yok edilmiştir varın siz karar verin.Silahlı örgütlerde “aykırı fikirler”e yer yoktur çünkü.”Davadan döneni vurun”düsturu vardır.Muhalefet etmeyi bırakın,örgütten ayrılmak bile ölümle cezalandırma nedenidir.Ayrıca,örgütle bağı olan insanları değil,PKK,Kürt halkının özgür düşüncesine de ipotek koymuştur.

    Bu teksesliğin sebebi elbette sanıldığı gibi PKK’nın Kürt hareketinde tek etkin siyasete sahip olduğındandan değildir.Nedeni korkudur,PKK’nın yarattığı sindirmedir.Düşünün,BDP dışında kayda değer alternatif bir oluşum gelişmiyor.Peki PKK ve uzantısı olan BDP’den farklı düşünen Kürt’ler yok mudur?Elbette vardır ama bu haydut çete Kürt halkının iradesini silah zoruyla ipotek altına almıştır.Dolayısıyla Kürt sorununa,barışa,birlikte yaşama iradesine farklı pencerelerden bakanlar bu tehditin etkisiyle orta yolculuğu daha bir selametli görmek durumunda kalıyorlar.Kısacası farklı seslerin çıkmayışı bundandır.Tabii bunun dışında çatışmalı ortamın yarattığı atmosfer var bir de.Yani etki-tepki sonucu,yöntemlerini benimsememkle beraber PKK’ya sempati düzeyinde bir bağlılık yaratıyor ve bu da kollektif algıların oluşmasına zemin hazırlıyor.Özellikle de dinmeyen devlet terörü,antidemokratik uygulamalar ve PKK saldırılarıyla yükselişe geçen milliyetçilik bu anlamda toplumsal bir reflekse dönüşebiliyor.

    İşte tam da bu karmaşadan ötürü Türküyle,Kürdiyle memleketi tımarhaneye çevirmiş bulunuyoruz.Zira aynı şekilde “karşı tarafta”da benzer refleksleri harekete geçirecek “nedenler” vardır.Öyle ki Ergenekon gibi yasa dışı silahlı örgütler bile toplumun bazı kesimlerince saygınlık görebiliyor.

    Kısacası aynı virüs,aynı,salgın,aynı hastalık!Ve bu salgın dalga dalga yayılıyor.Şiddet şiddeti,milliyetçilik karşı milliyetçiliği besliyor.Şiddet dilinin bu denli ruhları teslim almasının ardındaki gerçek budur.Gerçeklere şahit olanlar da maalesef susmayı tercih ediyorlar.Çünkü ya Ergenekon ya da PKK’nın korkukularını hissediyorlar enselerinde.Bakın ben bile kimliğimi gizlemek zorunda kalıyorum.Stokholm,Zürüih ya da Paris’te yaşamıyorum buradayım ve kimliğimi gizleyecek kadar tehdit altında hissediyorum.

    Yine de bu korku atmosferi yavaş da olsa aşılıyor.En azından yüzleşme ve özeleştiri örneklerine tanıklık edebiliyoruz kısmen.Ve bence bu insanlar çoğalacaktır.Çoğalmalılar. Başka çözüm yok çünkü.

    Dilerim saklı kalan tüm gerçek hikayeler bir bir anlatılır.Sizinki güzel bir başlangıç olmuş.Yürekten kutluyorum.
    Saygılarımla.

  5. Yazan:sevim Tarih: Tem 31, 2010 | Reply

    son günlerde okuduğum en güzel yazı.iyi ki varsınız sevgili özlem ablacığım.kucak dolusu sevgiler.

  6. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply

    Elinize, yureginize saglik Ozlem hanim. Tamamen safi, insani duygularla yazilmis olduguna en ufak bir suphe olmayan, bilgisayarima kaydedip, yillarca tekrar tekrar okuyacagim, son derece kaliteli bir yazi.

  7. Yazan:durhat Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply

    Nice zamandır kirli bir savaşın acıları ancak belki de daha çok korkusu ve öfkesi ile kendini kaybeden bir toplum bir türkü tutturmuş dönüp duruyor.Nereye baksanız kan, kahramanlık, hamaset edebiyatı. Ben artık bu kaçıkça modern ayinleri takip etmekten yoruldum, usandım. Sabırsızlıkla bir mucize olsun ve masal saati sona erip bir gong sesi çalsın istiyorum. Gong! Saat 18.30, çok masal dinlediniz bu ülkede, şimdi gerçekler diye kulaklarımızı tırmalasın, mümkünse bir çizik kalbimize bir çizik de beynimize atıversin hayallerindeyim.(yazıdan bir paragraf)

    hayalleriniz bir gün gerçeğe dönüşür inşallah.

    bu anlamsız gavga bir çoğumuzu yordu.bu duruma nasıl geldik?neden bu düşmanlık?bu ölümcül serüvene nasıl itildik?

    geriye dönüp baktığımda,sağlıklı bir insanın aniden enfeksiyon kaparak hastalanmasına ve ardından kangren olmasına benzetiyorum toplumca yaşadığımız bu ruh halini.

    oysa henüz hasta olmadığımız günlerimiz de olmuştu.benim gibi 50’sini aşan insanlar bilir.henüz tv denen teknolojik aletle tanışmadığımız günleri bugün gibi hatırlıyorum.merakla bekliyorduk bu teknolojik mucizeyi.tıpkı VİZONTELE filmindeki gibi insanlar fikir yürütüyordu.”yok daha neler?”diyordu yaşlı teyze ve amcalar.ve sonunda gerçekleşti mucize.önce sayılı zenginlerin evlerini süsledi.tek tek de kahvehanelerde rastlanıyordu.hele büyük futbol takımlarının musabakaları canlı yayınlandığı günlerde mekanlar tıklım tıklım doluyordu…kapılara kadar yığılırdı kalabalıklar.

    ama bir de öncesi vardı.yazlık sinemaların dorukta olduğu yıllardı.Cem,Neşe,Yayla…her semtte en az iki üç tane yazlık sinema olurdu.akşam serinliğine doğru sinema hazırlığı başlardı,hele yeni bir film gelmişse heyecan daha da artardı.evlerden minderler götürüdük.hoş parayla satılıyordu ya sinema girişinde ama tasarruf olsun diye hazırlıklı olunurdu.ya o ayçiçek çekirdeği,Cincibir,Sen-sun gazozları.

    ne güzel günlerdi.türk,kürt,arap ve roman…aynı semti aynı mahalleyi paylaşırdık.akşam serinliğinde demli çaylar beraber yudumlanırdı evlerin önünde.sohbetler karışırdı birbirine ve o güzelim çocuk oyunları.kimsenin aklına gelmezdi kimliği,adiyeti…arada bir çocuk kavgalarından ufak tefek cıngarlar çıkardı ama üzerinden bir gün geçmeden barışırlardı aileler.küslük olmazdı bu semtlerde.
    hayat bambaşkaydı.kaynamış mısır satıcıları,siyah bardacığı eski el tarzisinin kefelerinde satan köylülerin sesleri karışırdı birbirine…omuzunda taşıyordu sevimli bir ihtiyar…kefenin birinde siyah bir diğerinde yeşil incir olurdu.bazı eski çin filmlerindeki görüntü gibi anımsıyorum.beraberindeki çocuk tartı için başka bir teraziyle eşlik ederdi.hâlâ hatırlıyorum sevimli ihtiyarın”soğuk soğuk bardacık,ballar akıyor bardacık”tekerlemesini.
    ama artık bunlar yok.o görüntülerin yerini polis panzerleri almış.çocuk oyunları yerine de molotoflar geçmiş.sokakta beraber çekirdek çitleyen insanların yerini birbirine güvensiz bakan insanların bakışları almış.neşe öfkeye,sıcak dostluklar buz kesen düşmanlıklara dönüşmüş.aynı sokaklar,aynı mahalleler şimdi bölünmüş,birbirine bilenen insan süretleri var artık.ve korku salmış ortalığı.gece yarılarına kadar süren fısıltılardan geriye akşam 11’den sonnra boşalan ölü sokaklar var artık.

    demek ki kaderimizde bu da varmış.her nasıl olduysa o masumiyet kirlendi bir şekilde.içimize yerleşen virüs her şeyi yerle bir etti.neyimiz var neyimiz yok,içimize düşen bu ateşle kül oldu.küllerimizden tekrar doğar mıyız bilmiyorum.belki hâyâl gibi geliyor.ama her sonun başlangıcı olduğu gibi,her başlangıcın da bir sonu vardır.hayat bunun deneyimleriyle doludur.insanlık varolduğu sürece umut da varolacaktır,kurtuluş da.yeterki sarhoşluğuna kapıldığımız bu modern ayinlerden kurtulalım.yeterki acılarımızla birbirimizi yaralamayalım.bunu başarabilirsek kurtuluş yakındır.

    yüreğinize sağlık Özlem hanım.bu güzel yazınızla barışa susayan tüm insanların duygularına tercüman oldunuz.inançlı biri değilim ama Allah sizden razı olsun diyorum.takdir ve saygıyı fazlasıyla hakediyorsunuz çünkü.

  8. Yazan:özlem Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply

    Teşekkür ederim dostlar.
    Korkuyoruz.Evet kim korkmuyor ki bu ülkede:( Ama bir şekilde yine müstear isimlerle anlatmak paylaşmak mümkün değil mi bu hikayeleri. hem çok büyük anlatılara gerek de yok bir “şehit” ya da “gerilla” annesinin babasının bile kendisine dayatılmış sloganların ötesindeki gerçek duygularını paylaşmaları bir şeydir bu ülkede. Varlığım Türk varlığına ya da Kürdistan’ın ideallerine feda olsun demeyen yaşayan yaşamak istiyorum diyen gerçek insanlardan söz ediyorum.

    basit safiyane düşünceler yaşanmış hikayeleri paylaşabiliriz derin dusunce de belki…

  9. Yazan:kerem Tarih: Ağu 1, 2010 | Reply

    Dostoyevski, Suç ve Ceza romanında, “Bir yerde cinayet işlenmişse, herkesin eline kan bulaşmıştır” der. Evet, bu topraklarda durmayan kandan herkes sorumludur. Kan durmadıkça öfkeler, nefretler daha da kabarıyor.
    Hele ateşin düştüğü ocaklar bir ömür boyu bu acıyla yaşıyor/kahroluyor… Aslında her an intikam duygularıyla yanıp tutuşuyor. Bir yanda bütün korku ve acılarıyla çocuklarını davullu zurnalı askere gönderenler, diğer yanda intikam duygularıyla nefret ve öfke tohumlarını dağlarda yeşertmeye koşanlar…
    Bu savaşın bitmesini istemeyenler mecburi olarak askerlik yapmak zorunda olan gencecik çocuklar değil, bu akan kanın durmasını istemeyenlerdir.
    Aslında eskiden beri düşündüğüm bir şey var; bu güzelim ülke jeopolitik konumu, tarihi ve dini özelliği, müthiş yeraltı zenginlikleri nedeniyle hiçbir zaman huzur bulamayacak bir ülke gibi görünüyor. Uluslararası ajanların en fazla cirit attığı bir ülke. Daha geçen gün , sadece bir havaalanında, ismi lazım değil, bir ülkenin bin tane ajanının olduğu söyleniyordu.
    Bu ülke galiba huzuru hak etmiyor. Ama her ne hikmetse, ne öldürüyorlar, ne de güldürüyorlar…
    Galiba uzattım.
    Özlem Hanım, hep güzel yazıyordu, bu kez daha güzel yazmış. Ellerine sağlık…

  10. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Ağu 2, 2010 | Reply

    80 oncesi sag-sol meseleleri yuzunden binlerce insan oldu, curudu gitti. Bugun bakiyoruz ki, sag ile sol arasindaki fikir ayriliklari birer birer yok oluyor. Bir solcu kadar sosyal demokrat oldugumu iddia edebiliyorum bugun.

    90’larin baslarinda futbol fanatizmi iyice azmisti. Haberlere halk cok fazla provoke olmasin diye yansimazdi ama, bircok futbol macinin oynandigi gunun ertesi sabah mezarliklarda sabahlanilirdi. Alkolden ayilan cilgin holigan, sansliysa kendini arkadasinin cenazesini defnederken; degilse, gomulurken bulabilirdi.

    Malesef, bu topraklarda siddet ve teror kendine hep bir bolucu bahane buluyor. Bircok kisi farkinda degil ama neredeyse bir asirdir birileri israrla kadin-erkek savasi yaratmaya calisiyor. “Feministler” var. Ayse Arman mesela. Cinsel perhizler tavsiye ediyor. Erkekleri faka bastirmanin yollarini anlatiyor. Birileri erkeklere surekli kadini asagi goren bir dili dayatiyor. Kahvehane kulturunu asiliyor. Evde bekleyen kadinina karsi sorumsuzca davranip, erkek erkege takilmayi ogretiyor. Kadinini tavlayana kadar ince, nazik; ama evlenip kadinin basini bagladiktan sonra hayvanin birine donen erkek cok. Kadindan, asktan, seksten uzaklastirilmis bir erkek, eninde sonunda siddete meyledecektir. Erkegin icindeki o Allah vergisi ask ve sehvet duygularini yok edip, o enerjiyi baska yonlere kanalize edenler de az degil. Inanilmaz adice oyunlar oynaniyor uzerimizde. Malesef, biz de canak tutuyoruz bu oyunlara.

  11. Yazan:tayfun_korkut Tarih: Ağu 2, 2010 | Reply

    Erkegin icindeki o Allah vergisi ask ve sehvet duygularini yok edip, o enerjiyi baska yonlere kanalize edenler de az degil.

    Bunun en yogun ve sistemli bir sekilde yapildigi yer de zorunlu askerlik…

  12. Yazan:ismi lazım değil Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Sayın Özlem Yağız,

    Bir baba tanıyorum.4 oğlu vardı.Geçmiş zaman kipi kullanıyorum çünkü şu anda üçü hayatta.Aslında sadece ikisinin hayatta olduğu söylenebilir.Zira dağa çıktığı tahmin edilen ve bir daha asla dönmeyen bir oğul şu ana kadar kayıp.Akibeti bilinmiyor yani.En büyük oğul ise Öcalan’ın yakalandığı dönemde kendini yakarak hayatına son vermeyi seçmişt.

    Bu babaya yaklaşık dört yıl kadar önce misafir olmuştum.Dağda bildiği oğlu kayıpken en küçük oğlu askerdeydi o zaman.Konu döndü dolaştı Kürt meselesine geldi.Yaralarını deşmemek için özel durumuna girmekten özellikle kaçınıyordum.Ancak zihnimden kovadığım bir acı gerçek meşgul ediyordu beni.Zira iki oğlu,birbiriyle çarpışan iki farklı cephede yer alıyordu.Belki de dünyada eşi benzeri olmayan ender bir durumdu.Düşünceleri bilirsiniz,bir kere sökün ettiler mi uzaklaştıramazsınız.Söyleyip söylememek arasında kararsızca gidip geldim.Sonunda dayanamayarak dayanılmaz hale gelen soruyu sordum.Peki Allah gecinden versin askerdeki oğlun yaşamını kaybederse ne olacak?Bir anda bu soruyu nasıl sordum,neden sordum diye kendime kızdım.Acısını deşmeye,yarasına tuz basmaya ve daha da önemlisi her gece ağırlığı altında ezildiği bu soruyu kendisine hatırlatmaya ne kadar hakkım vardı,hiç bilmiyorum.Bir anda çıkıvermişti ağzımdan.Soruyla beraber bir sessizlik hakim oldu.Biz değil içinde oturduğumuz oda,eşyalar,duvarlar…buz gibi soğuk bir suskunluğa kesti bir an.Adamcağızın içinde biriktirdiği fırtnılara dokunmuştum elimde olmayarak.Anlamını o an çözemediğim bir mahcubiyet duyarak yüzümü kendisinden yana çeviremiyordum.Sanırım o da bakışlarını çevirmişti ya da ben öyle düşünmüştüm.Oysa asıl derdi gözyaşlarını gizlemekmiş.Sessizce yaşlar dökülüyordu gözlerinden.Benden gizlemek istiyordu meğersem.Sarıldık birbirimize ve uzun zaman hıçkırarak ağladık.

    Oysa kimbilir kaç kez tekrarlamıştı “dört oğlum daha olsa hepsini feda ederim”demeyi.

    Peki gerçekten böyle midir?Bu analar,bu babalar için hiç mi çocuklarının değeri yoktur?Evlat acısı hepten mi vicdanlarından silinip gitmiş?Hiç sanmıyorum.Aynı acı Ege’de,İstanbul’da dağlıyor anaların,babaların yüreğini.

    Ne var ki içten gelen duygular da açık edilemez oldu bu topraklarda.Hiç kimse kendisi değildir,kendisi olamıyor.Çünkü öyle belletildi.Öyle olması isteniyor.Onun için de aşina olduğumuz o kahramanlık nidaları gerçeği yansıtmıyor.Asla iç fırtınaların,saklı tutulan sarsıntıların gerçek yansıması değildir.

    Lakin bizlere acımızı,yasımızı yaşamak bile çok görülüyor.Cesaretle çıkıp içimizi boşaltamıyor,kendimiz olamıyoruz.Ağlamaktan utanan bir millet olup çıktık.Yitirdiğimiz ve her an yitireceğimiz düşüncesiyle bize uykuyu haram eden evlatlarımıza ancak dört duvar arasında ağlayabiliyoruz.Oysa evladını kaybeden ya da kaybedeceğim diye geceleri kabus yaşayan ana-babaların omuzuna şöyle bir dokunmanız yeterlidir gerçek duyguların sökün etmesi için.

    Artık geride kalanlar yaşasın istiyorsak izin vereceğiz gözyaşlarına.Ölmek ve öldürmekten gururlanarak değil,yaşatmak için birbirimize sarılıp ağlayacağız.Budur kurtuluşumuz.Rehberimiz hamaset ve kahramanlık değil;sevgi,vicdan ve merhamet olacak.

    İşte o zaman…”Saat 18:30 Şimdi Gerçekler!”diyebileceğiz.Yani insan olduğumuzu hatırlayacağız “o gün”ve “o saat”.

  13. Yazan:Tayfun Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    @ ismi lazım değil,

    Benzer durumlar 80 öncesi de yaşandı. Aynı evde, aynı sofrada, aynı akşam yemeğine diz çöküp yemek yiyen iki kardeş neden savaştığını bilmediği bir ”sağ-sol” mücadelesinde ellerinde kasaturalarla birbirine saldırırdı.

    90’larda maçlarda biri FB’yi tutan, biri GS’ı tutan iki kardeş birbirlerini tanımayarak birbirlerine döner bıçaklarıyla saldırdılar.

    Amigolar servetine servet katarken, profesörler pipolarını tüttürürken bu zavallı gençler birbirlerini kesti. Şimdi de bir tarafta Kürt mafyası, bir tarafta Türk mafyası, gençleri yeni bir savaşın içine çekmeye çalışıyor. Bunlar, çatışmadan, kandan beslenen vampirler.

  14. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Vatan Sana Canım Feda

    Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez

    Vatan Sağolsun

    Daha neler neler…

    Ha bir de “Vatan Sevgisi İmandan” ile takviyesi de var.

    Artık “Vatan” diye diye istediğiniz gibi kullanın insanları.

    Buna eşlik eden “Bayrak” edebiyatı da var.

    Bu ikisini alın elinize, cahil kitleleri köle gibi kullanın.

    “Ne oluyor burda?” diyene de “Hah, işte vatan haini!” diye saldırın.

    Açıkçası, insana insan olarak saygınız yoksa, insanları kullanmaktan sıkılmıyor ve hatta bundan haz alıyorsanız, bunu bir de “dünyanın düzeni” deyip alçakça içselleştirmişseniz, bu yol son derece akıllıca bir yol.

    Ve bunu farkedip oyununuzu bozmaya kalkanları da elinizdeki her fırsat ile etkisiz hale getirmelisiniz.

    İnsanoğlu böyle bir şey.

    İnsanlıktan çıkmayagörelim, akıl bize her türlü hile ve entrikada yardımcı olur.

  15. Yazan:ismi lazım değil Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Tayfun bey,çok doğru söylüyorsunuz.Bir zamanlar sağ-sol olarak kamplar yaratıldı.Büyük bedel ve acılardan sonra bu şikeli kırdırtma metodu gün yüzüne çıktıktan sonra tabii başka yollar denendi.

    Misal 70 yıllarda mafya baronları sağ-sol’la nifak tohumları ekiyordu.İktidarlaının devamı buna bağlıydı çünkü.80 sonrası ise bu kez kürt-türk kamplaşması devreye sokuldu.Öyle ki yaratılan bu hayali düşmanlıklar oligarkları kesmemiş olacak ki,90’larda bir başka kamplaşma ve düşmanlığı yedeğe aldılar.Bu da laik-antilaik söylemiydi.Biliyorsunuz 100 milyar doların iç edilmesi için bir senaryo gerekiyordu.Böylelikle Müslüm Gündüz,Fadime Şahin,Ali Kalkancı üçlemesiyle “irtica geliyor”yaygarası kopararak çağın en büyük talanı gerçekleştirildi.Bankalar hortumlandı.Yani anlayacağınız bu vampirlerde oyun,senaryo her türlü katakülli bitmez.Biri biter diğeri devreye sokulur.Şu anki kürt-türk çatışması da bu oyunların son versiyonudur.

    Ancak bizler toplum olarak neden bu kadar kanabiliyoruz,asıl bunu sorgulamak gerekir.Sanırım bugüne kadar kayda değer bir toplumsal bilinç uyanışı gerçekleşmediğinden bu kadar senaryo oynanıyor.Zamanında dur diyebilseydik çoktan bu asalakları sırtımızdan atardık.Yine de olumlu gelişmeler olduğunu düşünüyorum.Enazından bu derin yapılanmaları sorgulama cesareti gösterebilen bir hükümet var.Taraf gibi ilkeli ve sorgulayabilen gazeteler var.Alternatif medya gün geçtikçe gelişiyor.Net üzerinden sayısız bloglar oluşuyor,insanlar pek çok şeyi sorgulayabiliyor.Bu da az bir şey değildir.Dikkat ederseniz anne-babalar da artık evlatlarımız yaşasın diyor.
    Sanırım toplum biraz daha kararlılık gösterirse oligarklar artık istedikleri gibi at koşturamayacak.Nitekim de direnmelerine karşın kapana kısılmışlar.Tabii biraz sancılı geçiyor ama bu memleket düzlüğe çıkacaktır bir şekilde.
    Saygılar.

  16. Yazan:Tayfun Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    Ancak bizler toplum olarak neden bu kadar kanabiliyoruz,asıl bunu sorgulamak gerekir.

    Sürü halinde gezmeyi tavsiye eden ”sürüden ayrılanı kurt kapar” tarzı sözlerimiz var bizim. Bir okul gezisini, okul takımını, bir konseri vs. gençlerin sosyalleşmesi için düzenlenen organizasyonları kendilerine militan toplamak için fırsat olarak görenler var. Her tarafta bir tuzak! ”Ücretsiz Rusça kursu” diye bir gidiyor zavallı, kendini komünist evinde buluyor. ”Türk kültürü araştırmaları merkezi vs.” birşey var bir gidiyor, ırkçıların arasında buluyor kendisini. Kendilerini de ”STK” olarak adlandırıyor bunlar. Bunların arasından toplum için, insanlık için faydalı işler yapanları seçmekte zorlanıyor insan. Yanlış gruplara giden birçok zavallı var. ”Bir kız arkadaş buluyum, sosyal ortam edineyim” diye safi, insani amaçlarla giderken, zamanla kendini polisle çatışırken, kavga ederken bulabiliyor. İlla kendine bir kabuk arıyor bizim gencimiz. Kendi ayaklarının üzerinde durmak öğretilmemiş. Çocukluğundan itibaren babaya saygı, öğretmene saygı, Allah korkusu (Allah’tan niye korkulur ki, sevilse olmaz mı? Takva, bizim anladığımız anlamda korkuya mı tekabül eden birşeydir acaba?), itaat kültürüyle yetiştiğinden, kendisine birşey söyleyen kişi statü olarak, yaş olarak kendinden üstünse malesef inanıyor ona. Batıda, 18 yaşında kıçına tekme vurularak evden atılan genç, 20-25 yaşlarında artık kişiliği oturmuş, aklı başında bir insan haline geliyor. Bizde 20-25 yaş arası henüz çocuk gibi… Her yalana kanabilecek durumda…

  17. Yazan:özlem Tarih: Ağu 4, 2010 | Reply

    İsmi lazım değil,
    ben de zaman zaman tanıştığım insanları dinliyor sorular soruyorum. Çok acı hikayeler var. Yan yana bir zamanlar dağlarda beraber arkadaşlık edip çobanlık yaparken birbirlerini çoluk çocuk demeden katletmiş köyler. Biri korucu biri PKK lı olmuş. Orada da bambaşka bir dram yaşanıyor. Bu insanlar birbirlerini tek tek biliyorlar. kim kimi öldürmüş ne yapmış. Bir gün her şey bitti desek bile hesaplaşmalar başlayacak diye korkuyorum. Bir de insanlar silaha kan dökmeye alışmış sıradanlaşmış ve ruh sağlıklarını kaybetmişler bir yerde.
    Umutsuz olmmak lazım ama şu anda daha hiç sıra gelmemiş farkında bile olmadığımız bir çok sorun da kapıda gibi geliyor. Oralara hiç gelemiyoruz bile zaten:(

  18. Yazan:ismi lazım değil Tarih: Ağu 5, 2010 | Reply

    Yan yana bir zamanlar dağlarda beraber arkadaşlık edip çobanlık yaparken birbirlerini çoluk çocuk demeden katletmiş köyler. Biri korucu biri PKK lı olmuş. Orada da bambaşka bir dram yaşanıyor. Bu insanlar birbirlerini tek tek biliyorlar. kim kimi öldürmüş ne yapmış. Bir gün her şey bitti desek bile hesaplaşmalar başlayacak diye korkuyorum.

    Acı ama bütün bunlar gerçek maalesef.PKK’nın ortaya çıkışıyla,bölgede-zaten önceden varolan-hakim feodal/aşiretçi yapı daha da derinleşti.

    Bakın 70’lerin ortasında örgütün “ideolojik savaş”diye tanımladığı bir geçiş dönemi var.PKK’nın güya “partileşme süreci”ne henüz geçmediği dönemdir bu.PKK,bu aşamada kendi dışındaki tüm fraksiyonlara(ALAZIRGARİ,KAVA,KUK,DDKO vd) savaş açmıştı.Amaç,PKK ideolojisi dışında hiç bir siyasi görüş ve faaliyete geçit vermemekti.Bunu kısmen başardı da.Zira binlerce insan katledildi.Özellikle de KUK üzerinde bir imha başlatıldı.Öyle ki bir yıl kadar süren bu şiddetli çatışmalar sonucu KUK siyasi alanı terketmek zorunda kaldı.Akabinden diğerleri de yeraltına çekildi(PKK’nın gazabından korunmak adına).İşte,PKK’nın Kürt halkı üzerinde hakimiyet kurduğu,Kürt halkını tek sesliliğe mahkum ettiği bu yıllar,sizin de değindiğniz husumet ve korkunun miladıdır aynı zamanda.Zira 12 Eylül darbesinin de etkisiyle geriye kalan tüm siyasi unsur ve fraksiyonlar tasfiye edildiler…Üst düzey yöneticiler çareyi Avrupa’ya kaçmakta buldu,ülke içinde kalanlar ise bir daha asla seslerini çıkaramayacak bir suskunluğa itildiler.

    Ancak,burada önemli bir gerçek daha saklıdır.Site yorumcularından sn. Ali Duman bey de aynı konuya dikkat çekmişti bir yazısında.Neden diğer tüm Kürt fraksiyonlar tasfiye edildi de PKK bu denli palazlandı?Elbette bunda PKK’nın sindirme ve yıldırma stratejisinin önemli bir payı var.Ancak bu ucube örgütü bilinçli olarak kurduran derin devletin politikası sonucu olmuştur.Zira derin devletle işbirliği yapacak yegane örgüt PKK’dır,diğerleri pek işine gelmez.

    İşte dikkat çektiğiniz noktanın tarihçesi böyle başlamıştır.30 yıl sürecek bir iç çatışma ancak derin odakların işbirliği yapmasıyla sürebilirdi.Derin devlet,PKK ve Korucular’ı bölgeye musallat etmekle gizli iktidarını sürdürebilirdi ve bunu yaptı.Böylelikle muazzam bir uyuşturucu trafiği yaratıldı,suç şebekeleri oluşturuldu.Ayrıca yukarda da değindiğim gibi bu gizli ortaklık ve danışıklı dövüşle tüm feodal kalıntılar diri tutularak düşmanlık ve husumet derinleştirilmiş oldu.

    Kısacası,bütün bunlar sürecin kendiliğinden gelişmesiyle oluşmuş değildir…Bilinçlice tezgahlanmıştır.Sistemli ve programlıdır.Zira bu yolla ülkenin batısında alabildiğine Türk milliyetçiliği pompalanacak,fakat diğer yandan PKK aracılığıyla Kürt milliyetçiliği tırmandırılacaktı.Hesap buydu.30 yıldır devam eden çatışmalı ortamın arkaplanı budur.Yoksa PKK’da mayın döşeyerek,karakol basarak bir “başarı”elde edemeyeceğini pekâlâ biliyor.Biliyor ama şiddette ısrar ediyor.Neden?Çünkü amacı Kürt halkının haklarını savunmak değil.Aksine bu çatışmalı ortamın devam etmesinde bir piyondur.Ağababaları Ergenekon’nun hedef ve strateji bunu gerektiriyor,PKK’da bu emellere hizmet ediyor.

    Sonuç:

    Kürt halkı PKK belasına kararlılıkla karşı çıkmadığı,PKK şiddetini redetmediği sürece bu sorun çözülmeyecektir.Çözüm noktası budur.Diyarbakır’da,Van’da,Mardin’de…Kitleler PKK şiddetini protesto edecek kitlesel eyemler yapacaklar,batıda da insanlar devlet şiddetine,savaşa,milatirizme kararlıca dur diyecekler.Bu savaş,bu dram,bu travmatik durum başka türlü son bulmayacaktır.

    Umutsuz olmamak lazım ama şu anda daha hiç sıra gelmemiş farkında bile olmadığımız bir çok sorun da kapıda gibi geliyor.

    Zaten asıl sorun tam da bu “farkında bile olmadığımız”kısmında saklı.PKK,ancak “saldırılar sonucu Kürt sorunun konuşulabildiği”algısını hakim kılıyor toplumda.Bu algıyı yaratmada da başarılı oluyor kısmen.Zira bu algı yerleştikçe-PKK’ya muhalif Kürtler de dahil-farklı çevreler “bir taraf”olarak görmeye başlıyor terör örgütünü.Açıkçası bir meşruyet zeminine ikna olma durumu var.Ya da en azından çözüme dair “olmazsa olmaz”bir anahtar gibi zihinlerde oluşuyor.

    Oysa bu çok tehlikeli bir durumdur.Bir kere federatif ve/veya özerk bir yapı dahi talep etmeyen bir örgütün silaha sarılarak kan dökmesi dünyanın hiçbir yerinde görülmüş değildir.Demokratik talepler için silahla mücadele mi olurmuş!Bakmayın siz son dönemdeki yapay gündemlerin federasyon,özerklik vb tartışmalara evrilmesine.Ne zaman örgütün talep ve amaçlarıyla(!),başvurduğu yöntemler arasındaki tezatlık sırıtmaya başladı;ergenekon basını “bölünmeyi tartışmaya açalım”diyerek imdada yetişmiştir.Zira amaç,”bakın kürtler demokratik haklarını değil,bölünmeyi istiyorlar”algısını yaratmaktı.Bunda kısmen başarılı da olundu,olta atılır atılmaz balıklama atlayanlar oldu zira.Kısacası silah seçeneğinin toplumca sorgulanmaya başlanmış olması bazı kesimleri tedirgin etti,böylece bu seçeneği canlı tutacak bir şeyler yapılmalıydı.İşte bölünme tartışmaları bunun için dolaşıma sokuldu.
    Neyse konuya dönelim.Anlayacağınız alttan alta ayrılık fikri ortaya atılarak PKK’ya bir misyon biçilmeye çalışılıyor ve bunu teşvik eden de derin devletin kendisi.Diyeceğim o ki sözünü ettiğiniz derin düşmanlıkları daha körükleyecek yeni yollar deneniyor.Oysa her şeyden Kürtlerin PKK’dan kurtulması gerekiyor.Ergenekon Türkiye için ne kadar tehlikeli ise PKK da-hem Türkiye hem de savunduğunu iddia ettiği Kürtler için o kadar tehlikelidir.
    Dolayısıyla Türkiyenin hızla demokratikleşebileceği bir toplumsal uyuma,yeni sivil bir anayasaya,bir hukuk devleti olmasına ihtiyacı vardır.PKK gibi kanlı terör örgütlerinin gölgesinde bölgede eski düşmanlıkların son bulması mümkün değildir.

  19. Yazan:ismi lazım değil Tarih: Ağu 5, 2010 | Reply

    Bu arada unuttum,Batman Barosu eski başkanı Sedat Özevin,pkk’nın döşediği mayın patlamasında hayatını kaybetti.Buna tepki olarak Batman Barosu avukatları sessiz bir protesto eylemi düzenlediler.Sezgin Tanrıkulu’nun da konuyla ilgili yazısı var Radikal’de.
    Bir önceki yorumumda “pkk şiddet ve yöntemlerine en çok itiraz edenler kürtler olmalıdır”görüşüyle yakından ilgili olduğu için ileve etmek istediğim bir iki husus var.

    Pkk’nın yöntemlerine yüksek sesle itiraz edilmeye başlanması elbette barış ve demokrasi adına önemli bir adım ve başlangıçtır.Bu anlamda Batman’da avukatların protestosu da,Sezgin Tanrıkulu’nun feryat niteliğindeki yazısı da fevkalede anlamlıdır.

    Ne var ki önemli bir adım olmasına karşın bir çok eksiklik de içeriyor.

    Birincisi,mayın patlamalarında yaşamını yitiren askerler için de aynı tepki gösterilmeliydi.Gerçi Sezgin Tanrıkulu yazısında bu eksikliğe dikkat çekmiş ancak yeterli değil.En azından “Batman halkı neredesiniz”diye haklı olarak isyan ederken;”ey avukatlar,aydın ve yazarlar askerler ölürken neredeydiniz?”diyebilmeliydi.Ya da “biz neredeydik”diyerek özeleştiri verebilirdi.

    İkincisi,eksik yanlarına karşın barış adına önemli olan bu girişime avukatlar dışında Batman’lılardan destek gelmemiştir.Yani bırakın asker ölümlerine tepkisizliği,Tanrıkulu’nun yazısında değindiği gibi sorunlarına koşan,enerji harcayan bir insana da sahip çıkamamışlardır…Suskun ve tepkisiz kalmışlardır.

    İşte asıl sorun da buradadır.Şiddet eylemleri pkk’dan gelince derin bir suskunluk alıyor ortalığı.

    Oysa tarihe Pınarcık Katliamı olarak geçen pkk’nın kanlı eylemine Kürt halkından tepki gelseydi bugün çok daha farklı olabilirdi.Coluk,çocuk,kadın…onlarca insan roketarlarla katledildi ve kürtler buna ses çıkarmadı.

    PKK’ya tam 20 yılını adayan Hikmet Fidan örgüt tarafından infaz edildiğinde de kimsenin sesi çıkmamıştı.Tek suçu artık örgütün kanlı eylemlerini benimsemeyişi ve yollarını ayırmasıydı.Bunu hayatıyla ödedi arkasından kalleşçe vurularak.

    Ve bunlar gibi sayısız daha pek çok olay daha yaşandı.Ama korkudan ama anlamsız ve körü körüne bağlılıktan;Kürt halkı,aydını,hukukçusu…susmayı yeğledi.

    Şimdi yeni yeni itirazlar yükseliyor.Bu da hiç yoktan iyidir ancak kitlesel bir tepki ve itiraza dönüşmelidir.Ancak bu şekilde PKK denen lanetli örgüt yalnızlaşarak Kürt halkının ve diğer tüm insanların yakasından düşebilir.

    Buradan bütün aydınlara,kürt/türk/arap/müslüman…tüm insanlara sesleniyorum bu artıkları nedeni her ne olursa olsun artık sırtımızdan atmalıyız.Ne ergenekon,ne pkk ne de militarist odaklar halkımızın kurtuluşuna çare değildir…Bu yasa dışı silahlı yapılanmalar asla demokratik haklar,adalet,hak-hukuk için bir mücadele amaçlamıyorlar.Tek dertleri toplumsal kargaşa yaratmak,halkı birbirine kırdırmak ve bu kaostan rant ve iktidar sağlamaktır.Bunu artık anlayalım ve görelim.Yoksa yarın artık çok geç olabilir.

  20. Yazan:özlem Tarih: Ağu 5, 2010 | Reply

    İşin ilginci ölenlerden birisi dayısı olmasına rağmen Orhan Miroğlu öyle muğlak anlaşılmaz bir yazı yazdı ki sanki mayını oraya derin devlet döşemiş izlenimi oluşturuyor. Olmayacak şey değil bu da olabilir bu ülkenin tarihi düşünüldüğünde ama insanın hiç mi bir acabası olmaz ona hayret ediyorum.
    Bu gün muhsin kızılkaya’nın oldukça ilginç ve içten bir röportajını okudum. Bir yanımla mantıklı geldi son kısmı bir yanımla ben de bu muhataplık konusuna takıldım isyan ettim. Bu kadar basit mi dedim. Yani sanki apo nun ve pkk nın istek ve tasfiyesini çok kolay basit bir kaç işleme bağlamış da bu yapılmıyormuş gibi bir izlenim var. linki paylaşmak istedim.
    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1008429&title=evet-demedigin-zaman-diyarbakir-cezaevinde-olmus-insanlarin-cigliklari-sizi-bogar&haberSayfa=0
    Sezgin tanrıkulu nun röportajını ise merak ettim şimdi arayacağım. Siz gene de link verirseniz sevinirim.

  21. Yazan:ismi lazım değil Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply

    Özlem hanım,geç döndüm size özür dilerim.İşten güçten daha yeni geçtim b.sayarın başına.Öncelikle verdiğiniz linkler için teşekkür ediyorum.Bu arada ben aynı şekilde yardımcı olamayacağım çünkü teknik konularda çok zayıfım:)Umarım yazıya ulaşmışsınız.Radikalın haber panosundan ulaşabilmeniz çok kolay.

    Kızılkaya’nın röportajına gelince,bence teşhisiniz yerinde.Bu işler öyle sanıldığı gibi basit değil.Yalnız dediğiniz gibi oldukça içten ve safiyane bir niyet var.Her şeyden önce çok yapıcı bir dil kullanılmış.Oldukça da tarafsız ve umut verici ayrıca.

    Çözüme dair aşırı iyimser kısmına tekrar gelirsek.Bence Kızılkaya meseleye kendi iyi niyet çerçevesinde yaklaşmış.Madalyonun diğer yüzü hiç de öyle değil çünkü.Bir kere PKK tek başlı değil.Kararlar sanıldığı gibi tek merkezden yönetilmiyor.Tabii bu çok başlılığın içinde binbir türlü hizip var.Buna bağlı olarak süren örgüt içi hesaplaşmalar ve çekişmeler de cabası.Apo’nun bu keşmekeş içerisindeki konumu ise başka bir muamma.Zira her ik taraf da Apo’yu kullanıyor.Dolayısıyla da Apo mu örgütü yönetiyor,yoksa örgüt mü Apo’yu yönlendiriyor bu pek net değil.Birileri konuşturuyor ama ne konuşuyor,kendi insiyatifiyle mi haraket ediyor,bütün bunlar oldukça karışık.Biraz klişe bir belirleme olacak ama pkk’yla derin devlet güçlerinin içiçe geçmiş çok gizli kapaklı ilişkileri söz konusu.Diyeceğim,Apo’nun,bugüne kadar Neşe Düzel’e röportaj vermiş eski örgüt mensupları,itirafçılar vs gibi konuşabileceği bir zemin yok.Açıkçası kendisi konuşuyormuş gibi habire kukla gibi ipleri başkalarının elindedir Aponun ve aynı şekilde “neleri konuşmayacağı”da kendisini yöneten ve yönlendirenlerce belirleniyor.Oysa gizli kapaklı olmayacak şekilde konuşabilseydi ya da konuşturulabilseydi kara kutu çözülmüş olacaktı.Fakat bu sırlar dikkatle kamuoyundan gizleniyor.

    Toparlayacak olurak ortaya çıkan sonuç şu:Devlet,gizli kapaklı dosyaların açılmasından pek yana değil.Bu bir.
    İkincisi,bu içiçe geçmiş ilşki ağı aynı zamanda pkk’nın istek ve taleplerinin ne olduğu konusunda da net veriler vermiyor.Örgüt ne istiyor,nasıl bir hedef belirliyor bu belli değil.Belli değil çünkü her kafadan bir ses çıkıyor.Ve her kafanın kendine göre bir hesabı var.

    Bu parçalar bir araya getirildiğinde:
    1-Bir kere Kürt halkının haklarıyla bir ilgisi yok pkk’nın.Misyonu sadece Türkiye içinde ve dışında faaliyet halinde olan odaklara paravan olarak hizmet etmek.Tüm kirli ilişkiler bu örgüte ihale ediliyor,terör saldırıları bu örgüt üzerinden gerçekleştiriliyor.İşin ilginç yanı ise gerçekleştirmediği eylemleri de üstleniyor olması.Zira tıpkı reklam verir gibi eylemlerden sorumlu tutulması örgütsel bir getiri olarak değerlendiriliyor.
    2-Pkk asla tutarlı bir çizgiye de sahip değil.Başlangıcından bu yana bu kaypak yapısı hiç değişmedi.Bağımsız Kürdistan diye ortaya çıktı.Sonra federasyon/özerklik falan dedi.Ardından “yerel yönetimler güçlendirilsin”e geçildi.Apo yakalandığında da-uçakta,Türk devletini kasderek-hizmet etmeye hazırım dedi,Anam da Türk’tür dedi.Asılmak korkusuyla bir iki sene silahları gömdürdü.Derken “demokratik cumhuriyet”replikleri başladı.Marksist-Leninist tanımdan en pespaye aşiretçiliğe geçiş yapıldı.Talepler sıradan her insanın demokratik kurallar çerçevesinde talep edebileceği minimum sınıra çekildi,ama ne hikmetse daha çok kan dökülmeye hız verildi.Barış dedi ardından mayın kurarak resmi sivil ayırmaksızın insan katletti.Olmadı din sömürüsüne sığınıldı,uyuşturucu ticareti, haraç-gasp ne kadar adi suç varsa bulaştı.Simdi de terörü sokaklara taşıyarak barış nutukları atılıyor.Say say bitmez.Yani neresinden tutulsa elinde kalıyor insanın.Her role,her maskeye girebiliyor,her kirli taşın altından çıkıyor.
    3-Böyle başı boş,tutarsız,ordan oraya savrulan bir örgütün ciddiye alınacak tarafı olmadığı gibi,ne istediği ve ne için mücadele ettiği de anlaşılamıyor.

    Ayrıca bu denli kabarık kirli sicile sahip bir örgütle ne tartışılabilir,hangi müştereklerde uzlaşılabilir?
    Bütün bunlar dikkate alındığında “hadi silahları bırakın gelin”gibi bir tablo bulunmuyor.Ne karşı tarafın bu yönde bir isteği var ne de pkk buna istekli.Zira örgütün kendisi ne istediğini bilmiyor ki ortada böyle iyimser bir tablo çıksın.Eğer gerçekten ne istediğini bilseydi ya da bunda net olsaydı,çıkıp şunları şunları istiyorum demesi gerekirdi açık açık.Nasıl olsa birileri mikrofunu verip konuşturuyor;bugün Pkk’nın bile hayal edemediği tabular bile konuşulabiliyorken neden hala net değil.Çünkü bir çizgisi yok.Çünkü samimi değil.

    Ayrı devlet istemiyorum diyor,Türkiyeden ayrılmak da istemiyorum diyor.E peki bu kadar kışkırtma provokasyon,saldırı,mayın vs neyin nesidir?Neden Kürt halkını bunca ateşe atıyor,neden yığınları metrapollerde sefalete terkediyor?Neden her türlü povokasyon ve kışkırtmayı yaratarak Türk ırkçılarını azdırıyor?Var mıdır bunun mantıklı bir izahı?Yok.İzahı varsa o da şudur:PKK,en başta Kürt halkının düşmanıdır ve ne kadar melanet varsa icra ediyor,çünkü sorumlu tutulduğu görevi budur.
    Kısacası bu örgütle hiç bir noktada uzlaşılamaz.Uzlaşacak bir durum da yoktur.
    Kürt halkının aklını başına toplayarak bu çapulculara bel bağlamması gerekiyor.Hükümetin de icraatlarını bu örgütün eylemlerine endekslemeden demokratikleşmeye hız vermesi gerekiyor.Sorunun çözümü budur.Haa,eğer ayrı devlet falan hedeflenseydi yöntem yanlış olmasına karşın belki biraz kendi içinde tutarlı olabilirdi.E bu da istenmiyor,peki ne diye hala çözümün bir parçası olarak görülsün.
    Bu bağlamda Kızılkaya’nın görüşü bana göre oldukça naiftir,yani bir çözüm olacaksa başta pkk marjinalize edilmeli ve halkla tüm bağları koparılmalıdır.
    Ne var ki,statukocu derin devlet güçlerince pek rağbet görmüyor bu yöntem.Çünkü pkk’nın bitirilmesi değil varlığınının sürmesi isteniyor.Can yeleği gibi yedekte tutmak isteniyor çünkü onlar için bir ekmek kapısıdır ve bu kapıyı kapatmaya hiç de niyetli değiller.Hal ve vaziyet budur.

  22. Yazan:özlem Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply

    Ben yazıyı bulup okudum. google dan araştırınca geliyor. lanet olsun yazısı.

    Dediklerinize katılmakla beraber çözümün kürt halkının bilinçlenip pkk yı başlarından atması olarak düşünülmesi de kısa vadede gerçekçi gelmiyor. pkk nın en çok kürt halkını katlettiği günler 86-89 arası yüzlerce kadın çoluk çocuk insanı yok ettiği dönemde bile böyle bir itibar kaybı yaşamadı. bu günkü mayın patlaması ne ki resmen bebek çocuk demeden köyleri basıp katlediyordu. Buna rağmen varolan konjonktür de halk arasındaki “meşruiyeti” güçlendi. Bugün o yıllardan çok daha fazla itibar sahibi. Dolayısı ile durup dururken böyle bir uyanışın gerçekleşeceğini düşünmüyorum. hele ki Türklerin bu kadar aymazca faşizme omuz verdiği bir ortamda.
    Bir noktada kızılkaya haklı. Silahlı bir güç var ve silah bırakmasını istiyorsunuz. bunu kimle konuşacaksınız meclisteki zevatla değil tabi ki?
    Ama bu o kadar kolay mı? PKK yı kuran irade onlar varolsun diye kurmuş yok olmasını istemez. Yine aynı röportajda geçiyor galiba. adam 30 yıldır dağda yaşamış kurt olmuş. orada komutan köyünde basit bir adam. sonra korkuları var, nasıl dönecekler silah bıraktıklarında neler olacak, korucularla neler olacak?
    Normal şartlarda pkk silah bırakmaz. Kürt halkı artık eleştirip itibar kaybettiklerini hissettirdiği noktada uygun koşullarda oluşmuşsa bırakır belki. yine de savaşı sürdüren gruplar kalacaktır.

  23. Yazan:Mustafa Demircioğlu Tarih: Ağu 6, 2010 | Reply

    “Evet” demediğin zaman Diyarbakır cezaevinde ölmüş insanların çığlıkları sizi boğar”diyor Muhsin Kızılkaya.

    Siyaset mekanizması,çözüm üretmek yerine kısır çekişmelere alet edilecek bir araca dönüştürüldüğünde akıl sınırları ortadan kalkar.Kör ideolojiler üzerinden yürütülen,insan merkezli olmaktan çıkıp siyasi çıkarlar üzerine kurulan sığ siyaset mantığı tabir caizse ahmaklağa dönüşür.

    Anayasa oylaması eşiğinde maalesef ahmaklığın siyaset ilkesi haline getirildiği siyasi bir anlayış ortaya çıktı.Böylesi bir ilkesizlikte tabii ki Diyarbakır Cezaevindeki çığlıklar duyulmaz olur.

    Bu çığlıklar zerre kadar umursansaydı en başta solcuların,kürt siyasetçilerin ve mhp’nin 12 Eylül Anayasasına itiraz etmeleri gerekirdi.

    Gelin görün ki cunta anayasına sarılanların başında,bundan en çok çekenler geliyor.Solcu olarak kendilerini tanımlayanlar,kürtlerin hakkını savunma iddiasında olanlar ve en az bunlar kadar mağduriyet yaşamış dünün ülkücüleri bugünün mhp’lileri.

    Kısacası bu çığlıklar anılan çevreleri pek boğmuyor anlaşılan.Rahatsız bile etmiyor.Çünkü asıl boğuldukları ve dert edindikleri şey bu ülkeye adalet gelmesi.Kaygıları budur.

    Onun için büyük bir panik ve telaşla 12 Eylül Anayasasına dört kolla sarılıyorlar.
    **********
    Düşünmek lazım,ÇİAÇ(Çocuklar için adalet çağrıcıları)onurlu ve demokratik bir mücadeleyle bir ilki gerçekleştirdiler.Çalıştılar,didindiler,çalmadık kapı bırakmayarak sonuna kadar adaletin takipçisi oldular ve başardılar.
    İdeolojilere batmadan,siyasi hesap kaygılarına düşmeden,kırıp dökmeden başardılar bunu.

    Bence bunu örnek almak gerekir.Artık adalet aramanın zemini doğmuştur Türkiye’de.Bunun yolunu da beğenmezsek de bugünkü hükümet açmıştır.Eksikleri,olumsuz icraatlerine rağmen gerçek budur.

    Ancak bu gerçeği ısrarla görmekten kaçınan çevreler var.O çevreler ki,derin devleti,resmi ideolojiyi,yıllarca süren ve halen devam eden askeri vesayeti,statukocuları değil hükümeti rakip görüyorlar.Tek dertleri bir cephe oluşturup hükümeti alaşağı edip eski düzene geri dönmek.

    Hükümeti daha çok demokrasi içine çekmek için mücadele edip eleştirmek ile bu tavır birbirinden farklıdır.Ergenekoncuları,balyozcuları,mafya ve çeteleri görmezden gelerek sırf iktidar ve ideolojik takıntılar nedeniyle hükümete bilenmek,gerçekleri saptırmak;kimse kusura bakmasın demokratlık değildir,solculuk değildir,muhalefet etmek hiç değildir.

    Var mı böyle yaman bir çelişki?Varlığına katlanamıyorlar diye akp’ye karşı şer odaklarını savunacaksınız,en ufak bir demoktatik adımı daha başlamadan baltalayacaksınız,sonra da buna insak hakları,adalet savunuculuğu diyeceksiniz.

    Böyle bir akıl tutulması dünyanın hiç bir yerinde görülmemiştir.Ne kabile devletlerinde,ne de totaliter rejimlerde.Bu bize mahsus bir siyaset biçimidir.Ama bu artık böyle gitmeyecekir.Bu çelişkiler gün geçtikçe daha çok sırıtıyor ve toplum da geç de olsa bunun bilincine varıyor.

    Zira nasıl sahte etiketlerin ardına gizlenerek sağcısı,solcusu,kürtçüsü bir araya gelip demokrasinin yerleşmesi için olmadık barikatlar kurulabiliyorsa,aynı şekilde farklı ideolojilere sahip insanlar da bu şer ittifakına karşı kendi birlik ve dayanışmasını inşa ediyor.Ve bu demokratik blok gün geçtikçe daha da büyüyor.İslamcısından solcusuna,liberalinden muhafazakarına kadar ideolojilere saplanmadan demokrasi ve adalet talep eden bir kitle oluşuyor.Bu da son derece umut vericidir.Bence enseyi karartmamak gerek,her zaman hak ve adalet kazanmıştır;biz de kazanacağız.Haklıyız ve kazanacağız.
    Tüm adalet ve eşitlik yanlılarına selam olsun.

  24. Yazan:Ahmet Demir Tarih: Ağu 12, 2010 | Reply

    Bu ülkenin bir ülküsü, bir amacı yok. Amaç olmayınca toplanan kalabalık güruh oluyor, it gibi birbirini yiyor işte.
    Bir amaç olsaydı mesela: Türkiye’yi bilimin, teknolojinin beşiği yapmak gibi. Medeniyet merkezi yapmak gibi. Ezilenlerin, zulüm görenlerin sığınağı yapmak gibi. Üstünlüğümüzü kanla boyadığımız bayrak yerine, aldığımız patent sayıları, durdurduğumuz savaşlar, önlediğimiz dünya çapındaki insanlık kıyımları, Afrika’da kurtardığımız aç insan sayısı gibi şeylerle, pozitif şeylerle değerlendirseydik daha iyi olmaz mıydı?!

  25. Yazan:ismailş Tarih: Ağu 13, 2010 | Reply

    Belki de artık sloganlara duyduğumuz inancı terk etmeliyiz… Onlarcası söylenmekte her iki taraf içinde de…
    Hayatın kutsallığını haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle eşder olduğunu anlatabilmeliyiz kendimize ve herkese…
    Vatan sana canım feda diye bağırdık askerde hiç sorgulamadan hiç düşünmeden… Neden vatan için kan akıtmamız gerektiğini oturup düşünemedik.Bizim yapabileceğimiz ülkeye topluma verebileceklerimiz kan akıtmaktan mı ibaret… Neden daha iyi yaşamanın yollarını aramadık toplumsal gelişmişlik düzeyini nasıl arttırabileceğimiz ekonomik ve sosyal olarak nasıl daha müreffeh olabileceğimizi hiç düşünmedik… Şirketlerimizin daha iyi daha kaliteli ürün ya da hizmet üretebileceğine nasıl daha çok ihracat yapabileceğimize hiç olmazsa bir tane ciddi dünya markası çıkarabileceğimize vatan dediğimiz bu topraklarad bilimde teknolojide ve sanatta nasıl daha ilerde olabileceğimize kafa yormadık…
    Tek bildiğimiz bizim gibi olmayanı ötekileştirmek bizim gibi olmaya zorlamak nefreti büyütmek olmuş…
    Bazen anlamlandıramıyorum dahi nasıl bu kadar büyüyebildiğini nefretin…
    Bu ülkenin dindar insanları buna nasıl katlanabildiler belki de katkı da bulundular ama neden Cennet hayaliyle yaşayan dindar insan nasıl bilemez Cennette öteki olmadığını milliyetin beş para etmediğini yaratıcının katında bunu nasıl bilemez nasıl göz ardı eder…
    Ya din adamlarına ne demeli bizi ötekileştirirken ayırırken birbirimizden bu sisteme nasıl itaat edebildiler kulluk sisteme değildi halbuki…
    Kanımın donduğunu hatırlıyorum cami cemaatinden insanların bir muhabbet esnasında Peygamber Efendimizin güya ben de Arabım ama Arabı sevmem dediğine inandıklarını Kürtleri de Araplar gibi sevilmeye layık olmayan ötekiler olarak gördüğüne şahit olmuşluğum var…
    Umutsuz değilim ama galiba Engin Ardıç ın dediği gibi büyük bir felaket belki bir büyük savaş bizi kendimize getirecek çünkü herkes çok emin kendinden inancından sarsılmaz bir inanç bu hem de körü körüne ya da birkaç nesil heba olacak bu fasit daire içinde de öyle çıkabileceğiz çemberin dışına…

  26. Yazan:turkforce Tarih: Kas 22, 2010 | Reply

    Türkiye ismi Bayrak Ay Yıldız Vatan Askar Atatürk Milliyetçilik kavramları sizi çok rahatsız ediyo di mi beyler??? Vatan hainleri ve bir kaç liboş burda atıp tutun işte.

    Merak etmeyin daha çok rahatsız olacaksınız 🙂

  27. Yazan:inferiority complex Tarih: Kas 22, 2010 | Reply

    Türk Force? Air Force gibi mi? yani ABD ordusunun bir kolu mu?

    inferiority complex var sende 🙁

    kuvvayi Türkiyye mi? Türk gücü desen olmaz miydi?

    Türklügü ile gurur duyan(?) bir adam neden ingilizce takma isim kullanir?

    Gavur(!) milletlerce sayilip sevilmek ister, “dünya atamiza hayran” filan diye sallar… Eurovizyonda 50 kere telefon eder oy vermek için, Türk kizi dünya güzeli seçilse sevinir… Hep avrupalinin, amerikalinin madalyalarini özler,onlarin kürsülerine tirmanmak ister…

    çünkü övünecek hiç bir seyi olmayanin fantezileri vardir, hiç olmamis safkan atalari vardir,
    irki vardir, eti, kemigi, kani vardir en son kalan.

    Türk Force? Do you understand canim?

    bu ne yaman çeliski anne… Türk Force? Türk Force? Türk Force? Poor Türk Force?

    inferiority complex var sende 🙁

  28. Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Kas 22, 2010 | Reply

    Türkiye ismi Bayrak Ay Yıldız Vatan Askar Atatürk Milliyetçilik kavramları sizi çok rahatsız ediyo di mi beyler??? Vatan hainleri ve bir kaç liboş burda atıp tutun işte.

    Merak etmeyin daha çok rahatsız olacaksınız 🙂

    İlk paragraftaki öfke dolu ruh halinden birkaç saniye içinde 2. paragraftaki gülücükler saçan moda geçebilmek ne kadar büyük bir meziyettir. Keşke biz de becerebilsek böyle öfkeliyken bir anda gülebilmeyi. Aklıma nedense sunrooflu arabalarının üzerinde 3 hilalli bayraklar sallayarak ”şehitler ölmez vatan bölünmez” diye sloganlar atıp, 5 dk. sonra müziğin sesini sonuna kadar açıp cadde boyu hava atanlar, sonra kız arkadaşlarıyla buluşup geceleri eğlenenler geldi. Şehite ağlayan moddan çıkıp, 5 dk sonra böylesine eğlenebilmek de büyük meziyet. Tabi o 3 hilalli bayraklı ve ayrıca modifiyeli arabalarının sağına soluna da arabalarını bilmem ne Tuning, NOS, Alpine gibi yabancı firmaların reklamları süsleyince daha da bir korkuyor dağdaki teröristler… Terörizme karşı son derece caydırıcı bir yöntem. Bence herkes bir an önce sunrooflu araba almalı ve cadde boyu konvoylar oluşturulmalı ki terör bitsin.

  29. Yazan:logic Tarih: Kas 22, 2010 | Reply

    Türk Force? Air Force gibi mi? yani ABD ordusunun bir kolu mu?

    inferiority complex var sende 🙁

    kuvvayi Türkiyye mi? Türk gücü desen olmaz miydi?

    Türklügü ile gurur duyan(?) bir adam neden ingilizce takma isim kullanir?

    Gavur(!) milletlerce sayilip sevilmek ister, “dünya atamiza hayran” filan diye sallar… Eurovizyonda 50 kere telefon eder oy vermek için, Türk kizi dünya güzeli seçilse sevinir… Hep avrupalinin, amerikalinin madalyalarini özler,onlarin kürsülerine tirmanmak ister…

    çünkü övünecek hiç bir seyi olmayanin fantezileri vardir, hiç olmamis safkan atalari vardir,
    irki vardir, eti, kemigi, kani vardir en son kalan.

    Türk Force? Do you understand canim?

    bu ne yaman çeliski anne… Türk Force? Türk Force? Türk Force? Poor Türk Force?

    inferiority complex var sende 🙁

    güldürdünüz beni 🙂

    bir de turkishforce değil turkforce. İngilizceyi bilmeyip böyle garabet ifadeler üretirler bu cahiller. şaka gibi.

  30. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Kas 22, 2010 | Reply

    Milliyetçilikten dem vuranların bu ikiyüzlülüğüne hayranım. “Turk force”… Forsunu seveyim. Kaç paraysa bu milliyetçilik söyle biz de alalım. Bir de tehditler filan. Gören de bilgisayarının başından scud füzesi fırlatacak zanneder.

  31. Yazan:hasan hüseyin Tarih: Ara 11, 2012 | Reply

    güzeldir

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin