RSS Feed for This Post

Hikmetler Kitabı (Hz Gazâlî)

  • – Bütün bu yediklerimiz kaka !
  • – Evlâdım, öyle şey söylenir mi ? Hem sofradayız.
  • – Hepsi kaka. İçtiğimiz su da çiş!
  • – Güzel kızım, ALLAH’ın nimetleri bunlar, hamd ediyoruz. Hem bak annen ne güzel pişirmiş, uğraşmış.
  • – Evet ama sonunda …
  • – Tamam da sen nasıl büyüyorsun? Vücudun gerekli olanı alıyor, gereksizi atıyor. Yoksa boyun hep aynı kalırdı.

O zamanlar sanırım 4 yaşında olan ufak kızımla “terleten” mülakatlarımızdan birini daha yapıyorduk. Bütün söylediklerimize rağmen “evet ama sonra? Ya sonra? En sonunda?” deyip konuyu aynı yere getiriyordu. Israr etmedik.

Kalplerin Keşfi’nde Hz Gazâlî’nin aktardığı bir başka mülakatı okuyunca kızımın haklı olduğunu düşünmeye başladım:

“Ebu Hüreyre Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: ‘Ey Ebu Hureyre! Sana dünyanın tamamını, içindekilerle beraber göstereyim mi?’ Ben ‘Evet ey Allah’ın Rasûlü!’ dedim. Bunun üzerine elimden tuttu ve beni Medine’nin derelerinden birine götürdü. Baktım ki bir mezbelelik… O mezbelelikte insanların kafatasları, pislikleri, paçavra ve kemikleri vardı. Sonra bana şöyle dedi:Ey Ebu Hüreyre! Şu kafa tasları sizin harisliğiniz gibi (dünyaya karşı) harîs idiler. Sizin umduğunuz gibi umarlardı. Sonra onlar bugün derisiz kemik kesilmişler, sonra da toprak olmaya yüz tutmuşlar. Şu pislikler, yemeklerinin çeşitleriydi. Kazandıkları kaynaklardan kazandılar. Sonra karınlarına attılar. İşte öyle bir hale gelmiş ki insanlar onlardan korunup kaçıyor. Şu çürümüş paçavralar onların kılları ve elbiseleriydi. Öyle bir hale gelmiş ki esen rüzgârlar onları alt üst edecek derecede evirip çevirir. Şu kemikler bineklerinin kemikleridir ki o bineklerin sırtında dünyanın dört bucağını gezerlerdi. Bu bakımdan dünya için ağlayan ağlasın.” (Dünyanın zemmi)

Bize haz veren, görüntüsüyle bile ağzımızı sulandıran lezzetli yemeklerin akıbetinin 3 saat sonra insanı tiksindirici ve hatta hasta edici bir maddeye dönüşmek olmasının da bir hikmeti vardı! Hz Gazâlî’nin yine Kalplerin Keşfi’nde buyurduğu gibi ölüm düşüncesi bir insanın dünya nimetlerine bağlılığı ölçüsünde ızdırap verici oluyordu…

Kâinat’ta olup biten her şeyin ve hatta olma şeklinin, hızının, yavaşlığının, güzelliğinin, çirkinliğinin, hoş veya pis kokmasının bir hikmeti var. Güney Amerika’da yaşayan bir sineğin bacağındaki kılların rengi? Onun da var bir hikmeti. Kâinat bir kitap. Karanlık, okumayı bilmeyenlerin cahilliğinden geliyor, Kitap’tan değil!

Hikmet… Hikmet… Hikmet… Bu kelime çok özel bir kelime. Bu kelime bir insanın hiç seyahat etmeden, hiç kitap okumadan, evinin penceresinden bakarak bulutlar, rüzgârın kıpırdattığı yapraklar ve kuşların uçuşu üzerine tefekkür ederek bir çok şeyi öğrenebileceğinin müjdesini taşıyor!

“Bazı eserler vardır, okuyup anlaşılmak için yazılmıştır. Bilgi verir. Ya da bildiklerinize yeni bir bakış açısı sağlar, yeni pencereler açar size. Başka bazı kitaplar vardır. Sanki bir mızrap, bir arşe olmak için yazılmıştır, çalar sizi. kitabın anlamı yazandan değil okuyandan kaynaklanır:

“Roman bir arşedir, sesi çıkaran kemanın gövdesidir. O gövde okuyucunun ruhudur.”  (Stendhal, Henry Brulard’ın hayatı)

Kuşlar da kanaatimce Bir’lik gözüyle bakanlar için Stendhal’ın bahsettiği romanlar gibi bir arşe, bir mızrap görevi yapıyorlar. Ses bizden çıkıyor, bir kaç kanat çırpmada ağaçların, evlerin hatta dağların tepesine yükselebilen Kuş’un Mânâ’sı bizde saklı“( Bkz. Kuşların sırrı)

İslâm’ın bir kimlik, bir aidiyet ya da bir folklor, babadan geçen bir gelenek gibi yaşanması büyük bir tehlike ümmet için. Bu bağlamda Kimlik Müslümanı olmak ile Müslüman olmak arasında çok fark var. (Bkz. Akıl-Vahiy uyumu ve İman Kitabı – Gazâlî Hazretleri ) Dilimizde ve dudaklarımızdaki Kelime-i Tevhid’in kalbe, gözlere, bütün uzuvlara ulaşması, İslâm’ın eylemlerimizden bile önce içimize işlemesi gerçekten büyük önem teşkil ediyor. Haramdan sakınmak değil haramı istemeyecek noktaya gelmek… Bu bakımdan tefekküre çok büyük bir önem atfediyorum. Doç. Dr. Şadi Eren‘in sözleriyle  açacak olursak, Tefekkür Nedir? İsimli yazısından:

Kâinat, muazzam mânâların ifade edildiği muhteşem bir kitap; insan ise, bu kitabın en anlayışlı muhatabıdır. Bir arının çiçekten çiçeğe konup bal yapması gibi, insan dahi kâinat kitabının sayfalarında seyahat ederek, tefekkür balı yapar.

Tefekkür, varlıklara Allah namına bakmaktır. Şüphesiz, pencereye bakmakla pencereden bakmak bir değildir. Pencereye bakanlar lekeleri görür, pencereden bakanlar ise, güzellikleri seyrederler. Tefekkür, mevcudat pencerelerinden Allah’ın isim ve sıfatlarına nazar etmektir. Her bir varlık, Allah’tan bir mektuptur. Bayrak, bir bez olmanın ötesinde devleti sembolize eder; dalgalandığı yerlerin, o devlete ait olduğunu haykırır. Onun gibi, her bir varlık dahi, Allah’ın Rububiyet saltanatını ilan etmektedir.

Yeryüzü ve semavattaki varlıkları tefekkür nazarıyla temaşa edenler, İlâhi sanatın mükemmelliği karşısında hayret secdesine varırlar. Kalplerindeki iman coşar, yakînleri ziyadeleşir. İnce tefekkür duygularına, hislerini de katabilirlerse, İlâhî sanatı seyir ve temaşadan, tarifin fevkinde bir zevk alırlar. “Her şey bana Seni hatırlatıyor” derler.

Peki burada anlatılan coşkuya nasıl erişebiliriz? En başta ilmine, mertebelerine özendiğimiz alimlerin edebine, ahlâkına talip olarak. (Bkz. Yeni Başlayanlar İçin Mesnevî) Az veya çok, ama gücümüz yettiği kadar onlara benzemeye çalışarak. Belki ayaklar kayacak, belki gündüzleri 3 metre tırmanıp gece uyurken 1 metre geri kayan salyangoz gibi vakit ve enerji kaybedilecek. Ama nefsinizin sizi ASLA VE ASLA alıkoyamayacağı bir şey var: Büyük Cihad ile geçmiş bir ömür! “Gayret benden, netice ALLAH’tan” diyerek yola çıkan, haddini bilen kul en azından iki menzilden birincisine ulaşır, o da yolun kendisidir, bu garanti:

Böyle cesaret kırıcı bir ortamda Müslümanın dinine dört elle sarılmaktan başka yolu yok zannederim. Zira cehd etmek bizim tasarrufumuzda ama neticeler değil. Özgürlük kulun haddini bilmesinde saklı. Her şeye başkaldıran insan değil dünyayı kabul eden ve kulluk mertebesine razı olan insan GERÇEKTEN özgürdür. İsyan eden ise resmî otoriteden önce tutkularının ve vehminin kölesidir diye düşünüyorum.  Konfiçyüs’ün isabetle teslim ettiği gibi: “Ok ile hedefi vurmak istemek ne büyük bir kibir göstergesi, esas olan okun DOĞRU atılması değil midir?”“(Karamsar Müslüman olur mu?)

Peki bu şekilde teslim olup yüz görümlüğünü verdikten sonra tefekkür ile kapıların açılmasını nasıl sağlayabiliriz? İşte bunun için Hikmetler Kitabı‘ndan bahsetmek istiyorum bu hafta. Kuşların sırrı isimli makalemi yazarken “Kuşların yaratılmasındaki Hikmetler” (sf. 79) isimli bölümden istifade etmiştim.

Öncelikle bu mükemmel tercümeyi yapan Halil Kendir’e hayır dualarımızı okuyalım. ALLAH kendisinden razı olsun. ilmini arttırsın. Nice hayırlı kitaplar çevirmesini ve yazmasını Nasib etsin. İslâm uygarlığının her alanda, bilimde, felsefede, hukukta, ticarette ve savaş meydanlarında yenilmezlik sancağını taşıdığı asırlarda tercümanlara ne büyük itibar gösterildiğini hatırlamak gerekir. Bazı Müslüman hükümdarlar tercümanların çevirdikleri kitapların ağırlığınca altın vermişler onlara. İlime önem vermeyen halkların, ümmetlerin diğerlerinin ayaklarının altında paspas olması da ayrı bir tefekkür konusu değil mi? Bu ilişkide de nice hikmetler saklı değil mi?

Artık Hikmetler Kitabı konusunda sözü Hz Gazâlî’ye bırakalım. Bu büyük zât şiir gibi güzel önsözü ile müstakbel okuyucuya söylenmesi gerekeni söylemiş zaten:

“Hamd ALLAH’a mahsustur. O nimetini kendisine yakınlaştıranların gönül bahçelerine yerleştirmiş ve bu üstünlüğü de kullarından sadece tefekkür edenlere özgü kılmıştır. Yarattıklarında tefekkür etmeyi ise sağlam gözlemlerde bulunup derin düşünen kullarının kalplerinde (en küçük bir şüphe bulunmayan) yakîn derecesinde bir imanın sapasağlam yerleşmesinin aracı kılmıştır. Bu kullar ALLAH’ın yarattıklarında tefekkür ederek O’ndan başka ilâh olmadığı, O’nun Bir olduğu gerçeğini idrak ederler. O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini gözlemleyip O’nu bütün eksikliklerden uzak tutarlar. ALLAH her durumda işleri adalet ile yürütür ve bu kullar gözlemleri sonucu elde ettikleri deliller ile bu gerçeğin şahitleri olurlar. […]

Ey Kardeş! ALLAH sana ariflerin başarısını nasib etsin ve sana hem dünya hem de din hayrını versin. Eksikliklerden uzak olan ALLAH’ı tanımaya çalışmak, yarattıklarına bakıp O’nun bûyüklüğünü düşünmek eserlerindeki insanı hayrete düşüren ve hayranlığa sevk eden hususlar üzerinde tefekkür etmek, benzersiz ve örneksiz yaratmasını anlamaya gayret etmek, işte bütün bunlar yakîn derecesindeki imanın sağlamlaşmasının yollarıdır.  […]

Bu kitabı akıl sahiplerini uyandırıp akıllarını harekete geçirmek amacıyla Kur’an ayetlerinin büyük bir bölümünün işaret ettiği hikmetlerin ve nimetlerin farklı yönlerini tanıtmak için yazdım.

ALLAH aklı yaratmış, doğruya ulaşması için vahiyle onu kemale erdirmiş, ve akıl sahiplerine de yarattıklarını gözlemleyip incelemelerini ve eserlerindeki insanı hayrete düşürüp hayranlık uyandıracak üzerinde tefekkür etmelerini emretmiştir. Şu ayetlerde ifade edildiği gibi:

‘De ki göklerde ve yerde neler var? Bakın da ibret alın. (Yunus 101) Her canlı şeyi sudan yarattığımızı düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (Enbiya 30)’

[…] Zaten kullarına vaad ettiği mutluluğa ulaşmanın ve nimetleri elde etmenin tek yolu da O’nu bilip tanımaktır. […] ALLAH’ın yarattıklarının tamamı sadece yarattıklarının birindeki hikmetleri söylemek için bir araya gelseler buna güçleri yetmezdi. Dolayısıyla yaratılmışların bu konudaki idrakleri ALLAH’ın onlara bahşettiği akıl ve anlayış ölçüsünde olur. ALLAH rahmeti ve cömertliği ile bize fayda vermesini isteyeceğimiz tek makamdır”

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:789 Tarih: May 5, 2010 | Reply

    Aidiyetle, taklidin; hele baskı için maske olrak kullanmanın hep farklı haller olduğunu düşünüyorum. Müslüman’ın vakur olması bir aidiyet bilincinin neticesidir. Müslüman aidiyetinin makbul oluşu ahlaki easaların üstünde yükselmesindendir. Ahlaki esasların dışına çıktığında, çıkar adına kimlikleşmeye başladığında her aidiyet(buna taklidi aidiyet demek belki daha doğru olur) gibi tepeden bakıcı, baskıcı olabilir. Sanırım İnançer’in dilinden düşürmediği ince müslümanlık buralarda bir yerlere denk düşüyor.

  1. 2 Trackback(s)

  2. May 31, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  3. Haz 25, 2011: İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(3) : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin