RSS Feed for This Post

Herşeye üzülmek ama hiç bir şeyle tam olarak ilgilen(e)memek*

(*) Amin Maalouf

…Bu makale ilginizi çekti ise…

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 25 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Mar 12, 2010 | Reply

    mardin katliamı üzerine bir yazı yazmıştım. o yazının girişindeki bölüm şöyleydi:

    “Ödüllü bir doğa fotoğrafçısı, hayvanat bahçesinde gezerken, bir kız çocuğunun hemen arkasında bir kaplanın ona pençesini uzatmak üzere olduğunu görüyor. Hemen fotoğraf makinesini çıkarıp, eşsiz ve bulunmaz diye tanımladığı anın fotoğrafını çekmek üzere deklanşöre basıyor. Fotoğraf makinesinin flaşı patlayınca küçük kız korkup geriye dönüyor ve kaplanla burun buruna kalıyor. Ancak fotoğrafçı deklanşöre bastığında kızın kıyafetinin arkadaki cama yansıdığını görüyor. Meğer arada bir cam varmış!”

    sanırım herşeye üzülmek ama hiçbirşeyle tam olarak ilgilen(e)memek yaşadığımız çağın en büyük hastalığı. üzülmelerimiz de kısa sürüyor aslında. anlık zevkler ve anlık üzüntülere mahkum bir hayat yaşıyoruz. “turist hayatına” ek olarak post-modern hayat daha çok da “fotoğrafçı hayatı” bana kalırsa.

    çok güzel bir film vardı bosna katliamlarında çok az süre sonra makedonya’da çatışmalar başlamıştı. ve film o çatışmaların doğası üzerine nefis bir hüzün ağıtıydı. yağmurdan önce…milcho manchevski’nin bu başyapıtında da bir fotoğrafçıydı başrolde. birgün bosna’dan dönüyor londra’ya ve herşeyi terk ediyor. çünkü “öldürdüm” diyor. öldürdüm, fotoğraf makinemle öldürdüm. birgün militanlardan birisine hiç çarpıcı birşey olmadığından dem vuruyor. o da çarpıcı bir olay yaratıyor. esirlerden birisini çekiyor ve fotoğrafçının gözünün önünde kafasına sıkıyor…

  3. Yazan:Gürhan Tarih: Mar 12, 2010 | Reply

    Öncelikle şunu belirterek başlamak isterim.Videoyu izlediğimde o son sahneyi görünce adeta kanım çekildi,başım döndü ve sarsıldım bir müddet.Konu çok derin bir vicdan muhakemesi ve içsel bir hesaplaşma gerektirdiğinden, ben de diğer yorumcu eg gibi bir film ve yönetmen üzerinden durumun arkeolojisini gerçekleştirmeye çalışacağım.Yönetmen:Michael Haneke…Film:Benny’s Video.Özetle filmin ana karakteri ergen genç,kendisine sağlamaları gereken ilgi ve sevgiyi,tamamen maddi araçlara yükleyip işin içinden sıyrılmış olan orta sınıfa ait ebeveynlerinin bu ilgisizliğini en son teknoloji ürünü audio-visual gereçleriyle telafi etmeye çalışan,odasında 24 saat açık bir video düzeneğinde sürekli B filmleri seyreden ve saplantılı bir şekilde kayda aldığı tuhaf görüntüleriyle hemhal olan “sorunlu” bir karakter.Babasının çiftliğinde bir domuzun basınçlı hayvan silahıyla öldürülüşünü kayda alıp çıplak bir gerçeklik olan ölümü sürekli izliyor ve geri sarıp domuzun canlı halini görünce aslında hayatın bir illüzyon olabileceği düşüncesiyle sarsılıyor.Daha sonra video dükkanında tanıştığı bir genç kızı evine davet edip,bu duyguyu uygulamalı olarak yaşamak için kızı aynı silahla öldürüp cesedini dolapta saklıyor.Haneke sinemasına biraz aşina olanlar bilir;O’nun sineması kesinlikle “entertainment” değildir,bilakis izleyeni çarpar,afallatır ve yönetmen birçok şeyi izleyicisine bırakır.DVD’nin ek bölümlerinde Haneke’yle yapılmış olan röportajı izlediğimde,yukarıdaki yoruma çok benzer bir tesbitini gördüm;filmin başındaki cinayeti öğrenen orta sınıf aile çocuğun suçuna bir anlamda ortak oluyorlar,baba cesedi yok ederken,anne de katil oğulla Mısır’a seyahate gidiyor,burada sanki hiçbir şey olmamış gibisürekli kamera çekimi yapan iki turist görünümündeler.İşte bu noktada Haneke bunun had safhada bir sinizm ve ahlaksızlık olduğundan dem vururken,Mısır’da elde kamera ve olanca oryantalistlikleriyle çekim yapıp,hakir gördükleri bu üçüncü dünya yaşamını bir anlamda kameraları vasıtasıyla sahiplendiklerini belirtiyor.İşte bu noktada yukarıdaki yorumda bahsi geçen “turist hayatı” anlamlanıyor,kendi steril dünyalarında her türlü ahlaksızlığı ve erdemsizliği sergilemeyi meşrulaştıran medeni dünyanın hükmeden sınıfları,”hayali cemaatleri” dışında cereyan eden tüm gerçekliği yine kendi yaratımları olan teknolojinin sağladığı sonsuz imkan ve araçların içine hapsedip onların ebed müddet sahibi oldukları illüzyonunu yaşıyorlar.Bu riyakarlık batağında ise;sevgisiz,inançsız,amaçsız bir biçimde korunaklı sandıkları hayatlarının fiktif sarmalayıcılığında yiyor,içiyor,ruhsuzca sevişiyor ve her geçen gün balçığın daha derinine çekiliyorlar.Ama bizler de bundan çok farklı şeyler yapmıyoruz bana kalırsa,en fazla sıradan orta sınıflara göre biraz daha duyarlıyız belki,ancak eylem anlamında hiçbir reaksiyonumuz olmadığı bir vakıa iken,bu çok da önemli bir fark değildir.Haneke’nin sözünü ettiği o sinizme daha nereye kadar ortak olabiliriz ki.Bu dünyadaki sınırlı yaşam süremizi bir fotoğrafçı olarak mı tamamlamayı düşünüyoruz,bu acı gerçek içimizi,vicdanımızı vahşi bir hayvanın pençeleri gibi deştikçe o katharsis anı belki de çok uzak olmayacaktır.

    Diye düşünüyorum

  4. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 14, 2010 | Reply

    Gürhan bey,

    Haneke’nin sözünü ettiği o sinizme daha nereye kadar ortak olabiliriz ki.(Gürhan)

    Sinizme ortak olduğumuzun farkına varana dek!

    Bu farkındalığı, mutfağımızdaki musluktan akan suyu evimize taşıyan borulardaki suya banyo ve tuvalette kullandığımız pis suyu toplayan borulardaki suyun karışmadığından emin olabilme halimize ve bunun için yapacaklarımıza da benzetilebiliriz.

    . …Haneke sinemasına biraz aşina olanlar bilir;O’nun sineması kesinlikle “entertainment” değildir,bilakis izleyeni çarpar,afallatır ve yönetmen birçok şeyi izleyicisine bırakır….(Gürhan)

    Ürünlerin etiketine itimat etmek ve bu itimada, şüphe edip sorgulamaksızın “teslim olmak”! İzleyiciye bırakılan sadece bu “teslimiyet” duygusu olabilir; kendinizi bize bırakın, duygu ve düşünceleriniz size hiçir zararı olmayacak şekilde bir süreliğine kiralanır!

    Babasının çiftliğinde bir domuzun basınçlı hayvan silahıyla öldürülüşünü kayda alıp çıplak bir gerçeklik olan ölümü sürekli izliyor….(Gürhan)

    Yönetmen:Michael Haneke…Film:Benny’s Video Özetle filmin ana karakteri ergen genç,kendisine sağlamaları gereken ilgi ve sevgiyi,tamamen maddi araçlara yükleyip işin içinden sıyrılmış olan orta sınıfa ait ebeveynlerinin bu ilgisizliğini en son teknoloji ürünü audio-visual gereçleriyle telafi etmeye çalışan,… (Gürhan)

    Sinema filmi sektöründe(babanın çiftliği!) teknolojik gereçleri kullanan bir yönetmen olarak Haneke ile onun filminde konu edilen kendi filmini kayda alan hastalıklı karakter arasında sizce nasıl bir fark var?

    ”Çıplak bir gerçeklik olan ölüm”!(Gürhan)

    Ergen gencin kurgulayıp kayıt ederek tekrar tekrar izlediği video filmi ile dvdsi satın alınarak tekrar takrar izlenebilir Haneke filmi arasında nasıl bir gerçeklik farkı var?

    Sinizme ortaklık etmek!(Gürhan)

    Bu durumda Haneke filmi izleyicilerinin de Benny den farklı olarak tanımlanabilmesi mümkün mü?

    “Entertainment değil” demişsiniz. Neresinden bakarsanız bakın vicdanımızı vahşi bir hayvanın pençeleriyle deşilmesi için bir bilet/dvd parasına satıyoruz!Ve hatta öyle ki ardından ödül vererek alkışlıyoruz. Sebep? Sinema sanatı!

    Simülasyon yöntemiyle tavan yaptırtılmış kötülüğün izleyicisi olunarak ondan kurtulmak mümkün değil.

    Gişe hasılatı ve ödül(!) hedeflemiş bir film için akıl almaz işkence yöntemleri hayal edenlerle bu işkenceyi uygulayanların eylemleri arasında önem atfetmemiz gereken fark ne olmalı?Çıplak gerçeklik!

    Acı veren, insan faaliyetleri tepkisizliğe yol açan bir uyuşturucu gibi ele alınıp, şiddetle pazarlanıp, satılıyorsa eğer o bir ticari simülasyon işidir yani “entertainment”dır.

    …çıplak bir gerçeklik olan ölümü sürekli izliyor ve geri sarıp domuzun canlı halini görünce aslında hayatın bir illüzyon olabileceği düşüncesiyle sarsılıyor. ….(Gürhan)

    Sinema filmi aracılığı ile kurgulanarak takdim edilen başa sarılabilir çıplak gerçekliğe filmdeki cesedi yok eden baba, oğulla tatile giden anne kadar duyarsızlaşabilmemiz mümkün hale gelebiliyor..”Sinema sanatının başarılı yapıtı”nı alkışlayan anneler ve ödül takdim eden babalar; sanatı tanımlayıp, sanat ürününü teşhis edip, sanatçıyı taktir edebilen arınabilmiş, erdemli insanlar!

    Ama bizler de bundan çok farklı şeyler yapmıyoruz bana kalırsa, en fazla sıradan orta sınıflara göre biraz daha duyarlıyız belki,ancak eylem anlamında hiçbir reaksiyonumuz olmadığı bir vakıa iken,bu çok da önemli bir fark değildir…. (Gürhan)

    Alkışlayıp, ödüllendirdiklerimizin ne olduklarının bile farkında değilken eylem anlamında etkili nitelik taşıyan bir reaksiyonumuz nasıl olabilir? Temiz ve pis suyun iki ayrı boruda olduğu düşüncesi ile iç içe geçmişliği yadsıma tembelliğinde oldukça sinizm ortaklığı daha çok uzun süre devam edecek demektir.

    Bu dünyadaki sınırlı yaşam süremizi bir fotoğrafçı olarak mı tamamlamayı düşünüyoruz,bu acı gerçek içimizi,vicdanımızı vahşi bir hayvanın pençeleri gibi deştikçe o katharsis anı belki de çok uzak olmayacaktır.(Gürhan)

    İnsan gözleri bir vizör, vicdan ise o vizör aracılığı ile şahitlik edilen görüntünün kadrajı .O kadraja sığdırdıklarımız kendi insan olma halimiz. Deklanşör ise insanın vicdanı;İlgi!

    Not: Gürhan bey, sizin yorumunuzdan alıntılar yaptığım için bu özellikle size yöneltilmiş sivri bir eleştiri değildir. Yazmış olduklarınızdan faydalanarak bir özeleştiri yapmaya çalıştım sadece.

  5. Yazan:eg Tarih: Mar 14, 2010 | Reply

    haneke hemen hemen tüm modernist sanatçılar gibi modern batı toplumunun iç çelişkilerinin, hastalıklarının velakin durumun fotoğrafını çeker. bizi çıplak gerçekliğimizle, vicdansızlığımızla yüzyüze bırakır. aynanda kendimizi gösterir bize. bu anlamda benny’nin videosundaki baba ile haneke’nin izleyicileri aynı şeyi yapmazlar. haneke’ye ödül verenler (ki ben haneke’nin hak ettiği ödülleri alamadığını düşünenlerdenim aslında) haneke’nin gösterdiği sorunu anladıklarını ima ederler en azından. baba gibi sorunu örtmek yoluna gitmez, tam tersi bu sorunun çözümü ne olabilire kafa yorarlar. haneke fotoğrafını çektiği sorunların çözebilebilmesi için – çoğunlukla – birşey de önermez. hatta bir çözümün olabilecğeinden kuşkuludur. aynen kriz düşünürleri gibi…(heidegger vs. )ama modern dünyanın bunalımının fotoğrafını çekmek de az iş değildir bence. haneke’ye haksızlık etmeyelim derim ben:))

  6. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 15, 2010 | Reply

    Merhaba Enver bey,
    Gürhan beyin sinizm ve katharsisi vurgusu yaparak vermiş olduğu örnek üzerinden yazdım çünkü bu şekilde bir sorun için yapılmaya çalışılan durum analizi Mehmet beyin bir yazısında kullandığı, “duvarda asılı duran resimdeki pencereden duvardaki resme bakan kendine bakan adam”ın durumunu anımsatmıştı.

    Haksızlık olarak gördüğünüzün tam olarak ne olduğunu doğrusu anlayamadım!

    Haneke’nin istisna gösterilmeshaksızlık edilmesini istediğiniz “özelliği”
    bir kriz düşünürü gibi çözümün olabileceğinden kuşku duyarak modern dünyanın bunalımının sadece fotoğrafını çekmek gibi hiç de az olmayan bir yapıyor olması mı?

    Haklısınız Enver bey. Mesele derin bulunup, vicdan merkezli muhasebesi yapılmadan, sinema ve yönetmen üzerinden analiz edilmeye çalışılınca, haliyle asıl ilgiyi hak eden konu; “her şeye üzülmek ama hiçbir şeyle tam olarak ilgilen(e)memek” ve bunun nedenleriyle birlikte sebep olduğu sorunlar, göz ardı edilebiliyor ve tartışılan bir yönetmen,bir film, bir kare fotoğraf ya da bir fotoğrafçı oluyor.
    Kötülüklerin oluşmasında bireysel sorumluluklarımız ne düzeydedir; ya da bu kötülüklerin mümkün olabildiği, yeşerebildiği bir iklim, bir ortam mı söz konusudur?

    Bilmediğimden dolayısı ile de anlayamadığımdan dolayı size aşağıdaki soruyu sormak istedim.Yanıtlarsanız çok sevinirim.
    modern dünyanın bunalımı !(eg)

    Modern dünyanın bunalımları ile Lût,Ad,Hûd,Samed kavimlerinin,Medyen halkının bunalımları niteliksel olarak sizce farklılık arzediyor mu?

    Modernlik bu kendini tekrar eden dünya hayatının(akletmeyen insan özelinde)neresinde?

  7. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 15, 2010 | Reply

    düzeltme;
    Haneke’nin istisna gösterilmeshaksızlık edilmesini istediğiniz “özelliği”…cümlesinin doğrusu;

    Haneke’nin haksızlık edilmemesini istediğiniz “özelliği”…

  8. Yazan:eg Tarih: Mar 15, 2010 | Reply

    çuvaldız hanım,

    “Bu durumda Haneke filmi izleyicilerinin de Benny den farklı olarak tanımlanabilmesi mümkün mü?

    “Entertainment değil” demişsiniz. Neresinden bakarsanız bakın vicdanımızı vahşi bir hayvanın pençeleriyle deşilmesi için bir bilet/dvd parasına satıyoruz!Ve hatta öyle ki ardından ödül vererek alkışlıyoruz. Sebep? Sinema sanatı!”

    demişsiniz ya; bunu haneke’ye haksızlık olarak gördüm doğrusu.haneke’nin istisna kabul edilmesi gibi bir talepte bulunmmadım. haneke’nin gerçek bir sanatçı olarak insanlara bulundukları konumu hissettirebildiğini, düşündürtebildiğini düşünüyorum. o yüzden alkışlıyorum haneke’yi. sinema sanatı adına değil, sanat adına…zira haneke bir sanatçı vicdanı sahibi bir insan olarak kendi bulunduğu topluma kendi bildiği dille itirazlar yöneltiyor. ve evet bu hiç de az birşey dğeildir. ve maalesef kendine sanatçı diyen çoğu kişide bu özellik yoktur.

    modern dünyanın bunalımı ile lut, semud kavminin bunalımı farkı nedir diye sormuşsunuz. doğrusu bu soruyu bir kez daha sormuş ve ben uzunca bir cevap yazmıştım diye hatırlıyorum. yazdığım cevap hangi yazının altındaydı hatırlamıyorum, bulursam onu da kopyalarım buraya. ama zaten modern bunalımlarla, modern-öncesi bunalımlar arasındaki farkları anlatan çok şey yazdığımızıyazıldığını düşünüyorum burada.

    son tahlilde şu ayrımı yapmak isterim: örneğini verdiğim “fotoğrafçı” bakışı ile haneke’nin bakışı hiçbir şekilde benzerlik göstermez. aslında haneke’nin yaptığı şey, o “fotoğrafçı bakışını” teşhir etmektir aslında.

  9. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    Peki Enver bey. Haneke’yi bir kenara alalım sadece bir an için yukarıdaki videoda anlatılan üzerinden birbirimizi anlamayı deneyelim;

    Doğru ve yanlış keskinliğinde detaylarına müdahale edilerek alnının ortasından akan kanın da siyaha dönüştürüldüğü, öldürülen bir çocuğun fotoğrafını, kan kırmızı perde ile çerçeveleyerek sunmanın “insanlara bulundukları konumu hissettirebildiğini, düşündürtebildiğini” söyleyebilmek mümkün mü?

    Ya da toprakla karışarak koyulaşmaya yüz tutmuş kan gölünün ortasında bir bombanın parçaladığı insan bedeninden dışarı fırlamış organları, geri plandaki savaş yıkıntılarını da kadraja alarak fotoğraflayan kişi ne kadar sanatçıdır?
    * * *

    Kendi bildiği dil !

    Sanat’ın dinle kardeş olabilmesi için aynı rahimde filiz vermesi doğduktan sonra da aynı memeden süt emmesi,aynı anneden terbiye alması ve benzer niyetlerle amel edip, yetişkinler olması gerekir.(kullanacağı dil dahil olmak üzere her ayrımda bir tercihte bulunmak!)

    Sanatçı, iyi, güzel ve doğru olana direk ya da semboller aracılığı ile vurgu yaparak da insanı kendi konumu üzerine düşündürtebilir. Bu şekilde tüm bunların tezatlarının dolayımlı yoldan keşfini de izleyicisine bırakmış olur.

    Beklenen sorgulama, düşünme eylemini harekete geçirebilmek için çirkinliği, kötülüğü, iğrençliği en akıl almaz şekilde tahayyül edip iyilik için hiçbir boşluk bırakmaksızın birbirine bağlamak, ağır bir balyoz gibi olabildiğince yukarı kaldırıp sonra da birdenbire izleyicinin tepesine bırakıvermişçesine ruh ve düşünce dünyasına kusuvermek sanat mıdır?

    Birinci Dünya Savaşı başlamadan az önce, bir Kuzey Almanya köyünde geçen film, bu köyde gelişen bazı garip olayları çıkış noktası yapar. Köyün doktorunun bindiği atın ayağı “görünmez bir tele” takılır ve doktor yaralanır. Bir işçinin karısı nasıl olduğu anlaşılmayan bir kazada ölür. Köyün yarısından fazlasını elinde tutan Baronun küçük çocuğuna işkence yapılır. Baron’un lahana tarlası tarumar edilir. Köyün ebesinin (ve doktorun metresi) “garip” çocuğunun gözleri oyulur. Bunlar ve bunlar gibi bazı başka garip olayların failleri ise hiçbir şekilde bulunamaz

    * * *
    zira haneke bir sanatçı, vicdanı sahibi bir insan olarak kendi bulunduğu topluma kendi bildiği dille itirazlar yöneltiyor.

    Ayna tutmakla, ayna olmak arasında oldukça büyük bir fark var.

    Büyük insanlar filmde sadece “görevleriyle” adlandırılırlar. Rahip, öğretmen, doktor, baron, ebe… Sadece çocukların isimleri vardır. Onlar da omuzlarına takılan ve masumiyeti simgeleyen beyaz kurdeleyi çıkardıkları zaman isimlerini de kaybedeceklerdir.

    Haneke filmini seyrederken onun omzundaki beyaz kurdeleyi görebiliyor musunuz? Yoksa bir izleyici olarak kendi omzunuzdaki beyaz kurdelenin hala orada olduğunun yeniden farkına vararak mı seyredyorsunuz? İzleyici konumu!
    İçinde bulunduğumuz modern dünyanın bunalımlı toplumun masumiyetinin kaybolduğu düşüncesiyle ve yukarıda yer alan satırları yazdıran perspektiften bakarak tutmak ve olmak arasındaki o farkı Haneke özelinde nasıl izah edebilirsiniz?

    Kötü olan topluma arzu ettiği kötülük yemeğini envai çeşit garnitürle süsle,sosla ve servis et! İçinde asla iyilik tadı olmasın yoksa bu üretken lokanta müşterisini kaybeder!

    …….gerçek bir sanatçı olarak insanlara bulundukları konumu hissettirebildiğini, düşündürtebildiğini düşünüyorum.

    Zygmunt Bauman’ın hemen hemen tüm kitaplarında açıklamaya çalıştığı şey; yani modernitenin, kötülük yaratma kapasitesi ve bu kötülüklerin sahiplenilmesi konusunu müphem ve uçar halde bırakması, Haneke’nin Beyaz Kurdele filminin de ana çerçevesini belirliyor bence. Köyde birçok kötülük meydana gelir. Bu kötülüklerin faili olarak, başta köyün çocukları olmak üzere herkesten şüphelenilebilir; ancak ortada bir sahip yoktur aslında. Ortada bir fail olmadığı gibi, çocuklar dâhil bir mazlum da yoktur.

    Bu kadar kendisini andıktan sonra Haneke bir yerlerden kafasını uzatarak ABD başkanı gibi “sadece görevimi yaptım, ben suçlu değilim” der mi acaba?

    Hoş böyle derse filmlerinde yönelttiğini söylediğiniz şu sorunun da cevabını vermiş olur;kötülük bireyin mi yoksa toplumun mu?
    son tahlilde şu ayrımı yapmak isterim: örneğini verdiğim “fotoğrafçı” bakışı ile haneke’nin bakışı hiçbir şekilde benzerlik göstermez. aslında haneke’nin yaptığı şey, o “fotoğrafçı bakışını” teşhir etmektir aslında.

    Tamam o zaman .Benim Haneke üzerinden yapmaya çalıştığım itirazımı da fotoğrafçı bakışının teşhirinin teşhiri olarak kabul edebilirseniz eğer ortada ses edilmesi gereken bir haksızlık olmadığında anlaşabiliriz belki, ne dersiniz? Dediğiniz gibi Haneke istisna değilse tabi 🙂

    Bir çözümün olabileceğinden kuşku duyan vicdanlı bir insan, bir sanatçı olarak kendi dilinde itirazlar üretmek “her şeye üzülmek ama hiçbir şeyle tam olarak ilgilen(e)memek” durumunun nedenlerini izah etmiyor mu sizce? Ve öyle bir yaklaşım nedeniyle sorunlar bir sinsile halinde oluşmuyor mu zaten?

    Not 1: Onun hak ettiği ödülleri almadığını düşünen bir alkışlayanı olarak hala Haneke’ye haksızlık ettiğimi düşünmeye devam ediyorsanız eğer derdimi hiç mi hiç anlatamadığımı düşünüp gerçekten çok üzülürüm.

    Not 2:Bu yorumda kötülüğün teşhiri için ne düşündüğümü tam olarak ifade edebilmek için bazı irite edecek kelimeleri özellikle seçerek kullanmaya çalıştım.Tartışılan durum teşhir edilenin teşhiri ise böyle bir seçimin de kimseyi rahatsız etme ihtimali olmayacaktır herhalde!

  10. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    Bu kadar uzun olmasını istemediğim yoruma şunu da ekleyeyim ki tam olsun 🙂

    Sanatçı dediğimiz bir insanın her eseri elbetteki sanat eseri değildir.Hepsinde aynı kaliteyi veya görmeyi beklediğimiz aynı ilhamın izlerini bulmamız mümkün olmayabilir.

    Bir insanın da tüm eylemlerinde vicdan’ın izlerini görmeyebiliriz.

    Neyse daha fazla uzatmayayım bu defa ne demek istediğimi anladığınızdan yana bir kaygım yok çok şükür 🙂

  11. Yazan:eg Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    çulvaldız hanım sanıyorum arada bir yanlış anlaşılma problemi var.

    “Onun hak ettiği ödülleri almadığını düşünen bir alkışlayanı olarak hala Haneke’ye haksızlık ettiğimi düşünmeye devam ediyorsanız eğer derdimi hiç mi hiç anlatamadığımı düşünüp gerçekten çok üzülürüm.”

    doğrusu hala haksızlık ettiğinizi, dahası tam da neyin üzerine tartıştığımızda anlaşamadığımızı düşünüyorum.

    “Ya da toprakla karışarak koyulaşmaya yüz tutmuş kan gölünün ortasında bir bombanın parçaladığı insan bedeninden dışarı fırlamış organları, geri plandaki savaş yıkıntılarını da kadraja alarak fotoğraflayan kişi ne kadar sanatçıdır?”

    kim demiş ki o fotoğrafı çeken sanatçıdır diye? kim demiş ki yanında küçücük bir kız çocuğu vurulurken, onu kurtmarmak için çabalamak yerine onun vurulmasının fotoğrafını çeken sanatçıdır diye? hayır değildir.

    ama bu “fotoğraflama” ile haneke’nin yaptığını nasıl aynı kefeye koyabildiğini tam anlayamıyorum üzgünüm. birincisi haneke bir “kurmaca” yapıyor. gerçekten kafasına kurşun sıkılan birisine o fotoğrafçının yaptığı gibi onu kurtarmak yerine fotoğrafını çekmekle meşgul olmuyor. kurmaca, aynen bir hikaye, bir roman gibi, bir hakikatin sanatçının kendi prizmasından yandığı haliyle yansıtılmasıdır.

    eğer itiraz ettiğiniz şiddetin gösterilmesi ise şayet, haneke’nin bunu yapma tarzının da sizin şikayet ettiğiniz türde olduğunu düşünmüyorum. mesela haneke’nin “saklı-cahce” adlı bir filmi vardır. cezayirli göçmenlerin paris’te toplu kıyıma uğratıldığı bir olayı bir burjuva ailesinin vurdumduymazlığı ve bencilliği üzerinden anlatır.

    son tahlilde haneke konusunda sizinle uyuşabildiğimizi sanmıyorum. zira videodaki fotoğrafçı kadınla haneke’yi aynı kefeye sokuyorsunuz. ben bu tip fotoğraflar çeken kişilerin sanatçı olduğunu da düşünmüyorum açıkçası. fotoğrafçılığın sanatçılıkla da pek ilgisli olduğunu sanmıyorum. ama sinema=fotoğrafçılık diyenleri de pek destekleyemeyecğeim açıkçası.

    haneke’yi kötülük yemeğini afiyetle sunmakla suçluyorsunuz. iyi de bu insanın yaşadığı toplumda bundan başka da birşey yoksa ne olacak. vicdanlı bir insan olarak yaşadığı toplumda gördüğü sadece iki yüzlülük, cilalı görüntüler arkasında vicdansızlıklar ise ne oalcak? elbette bir sanatçı duyarlılığı ile bunu teşhir edecek. ama haneke bu teşhiri pornografi (pornografinin bin türlüsü vardır) düzeyine indirgemeyecek kadar da önemli bir sanatçıdır. eğer pornografi görmek istiyorsanız mesela gidip spielberg gibi hollywood yönetmenlerine falan bakmanız lazım!

    haneke beyaz perdeden başını uzatıp “ben suçlu değilim görevimi yaptım” der mi? demez; çünkü kendisi dahil herkesin bu durumda suçlu olduğunu gösteren filmler yapıyor haneke.

    “Haneke filmini seyrederken onun omzundaki beyaz kurdeleyi görebiliyor musunuz? Yoksa bir izleyici olarak kendi omzunuzdaki beyaz kurdelenin hala orada olduğunun yeniden farkına vararak mı seyredyorsunuz? İzleyici konumu!
    İçinde bulunduğumuz modern dünyanın bunalımlı toplumun masumiyetinin kaybolduğu düşüncesiyle ve yukarıda yer alan satırları yazdıran perspektiften bakarak tutmak ve olmak arasındaki o farkı Haneke özelinde nasıl izah edebilirsiniz?”

    son derece basit! haneke modern çağlarda bu beyaz kurdelenin, bir daha dönmemek üzere yitme tehlikesi içinde olduğunu anlatıyor daha çok. o yüzden haneke’nin omzunda beyaz kurdele olup olmaması çok da önemli dğeil. ama şunu söyleyebilirim; sizin ya da benim omuzmda bryaz kurdele olması olasılığından çok daha büyük olasılıktır haneke’nin omzunda beyaz kurdele olma olasılığı. en azından biliyoruz ki beyaz kurdelelerin yitirilmesinden ızdırap duyan birisi haneke. ızdırap duyuyor ki bütün filmlerinin konusu aynı şey oluyor!

    son tahlilde evet haneke’ye haksızlık yapıyorsunuz. birincisi videodaki fotoğrafçı ile aynı kefeye koyacak kadar haksızlık ediyorsunuz. ikincisi haneke’yi çok seyirci çeksin diye (haneke filmlerini çok izlenen filmler mi sanıyorsunuz acaba merak ettim?) yapılan şiddet ve pornografi dolu filmler yapan sinema esnafları ile bir tutarak haksızlık ediyorsunuz…

  12. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    Burada eleştirilmesi gereken videodaki fotoğrafçı mı?

    Fotoğrafçının o küçük kız çocuğunu silahlı bir adamın elinden fotoğraf makinesi marifetiyle kurtarmasını mı bekliyorsunuz?

    O fotoğrafçı o anki trajediyi, haksızlığı, vicdansızlığı ya da korkaklığı, o adamın o kız çocuğunu alnından vurmasına sebep olan ve olmayan her şeyi kaydediyor, ve suçlu duruma düşüyor. Çünkü o bir Kara Murat değil, Resident Evil’deki Alice de değil, bir mucize yaratıp o kızı kurtaramaz.

    Nedir bu beş dakikadan sildiğimizde bütün eleştirilerinizi de silecek şey sizce? Bence ödül törenindeki kanlı sırıtışları silsek yeter. Birilerinin, kendi içlerindeki ve gözlerindeki kendine dair resmi parçalamak pahasına, kimliklerinden bir parçayı kaybetmek pahasına bu kareyi hayattan çalıp bize sunmaları değil sorun, bu kareye bakan bakışların kendilerince sanatsal yargılara ve kaygılara saplanmaları bence bütün mesele. Bence mesele sizin fotoğrafçının ızdırabını ve değişimini görmemeniz… Ah peşin hükümleriniz…

    Olayın öncesi neydi, o fotoğrafçının orada bulunma sebebi neydi bilemem. Ama sonrasında her anında o saniyenin yüzde birini yaşayan bir insan benim eleştirilerimin erişemeyeceği bir yere çekilmiştir kanımca. Evlerinin konforunda böyle insanların getirdiği fotoğraflara bakıp görüş bildirenlerse benden farksızdır, onları eleştiririm, onlarca da eleştirilirim…

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  13. Yazan:Katre Tarih: Mar 16, 2010 | Reply

    Çuvaldız hanım yorumlarınıza hak veriyorum. Madem insan hayal gücünün elverdiği ölçüde kötülük yapabiliyorsa, hayal edemediği şeyleri de hayal ettirmenin mantığını onaylayamıyorum. Birileri duyulması arzu edilen vicdanın sesini duyarken, birilerinin de tam aksine sağır vicdanlara kulak kesileceğini gözardı etmemek gerekiyor kanaatimce..

  14. Yazan:eg Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    burada eleştirilmesi gereken o fotoğrafçı değil, o fotoğrafçı bakışını yaratan zihniyettir;o fotoğrafçı hepimiziz, sizsiniz, benim… modern zihniyet hemen hepimizi bir tür “doğa fotoğrafçısı” haline getirdiği için eleştiriyi hak eder. doğa fotoğrafçısı nasıl ki “doğaya hiç müdahale etmeden” fotoğrafını çekiyorsa, diğer bütün “profesyoneller” de kendi “görevlerini” o görevlerin ardı arkası, sonu başı nereye çıkar bakmadan yapıyorlar. bir insanın yanında bir kız çocuğunun kafasına kurşun sıkılırken birşey yapması için süpermen olması gerekmez. insan olsa yeterli. bu videonun gösterdiği şey aslında tümüyle yitmeye yüz tutan bu insanlık halidir bence.

    fotoğrafçı o fotoğraftan sonra dğeişim gösterir mi. muhtemelen gösterir az ya da çok; kısa ya da ömürlük ama mutlaka gösterir… zaten insan vicdanı onun için vardır insanda.mesela yağmurdan sonra filmindeki fotoğrafçı “öldürdüm” dedikten sonra ilk iş olarak kendisini oraya gönderen ve dünyanın en büyük savaş fotoğrafları ajansı olan şirketinden (adam daha öncesavaş fotoğrafları ile pulitzer almıştır) onlara bir alay söverek ayrılır ve herşeyi bırakıp savaşın tam ortasındaki vatanına gider; artık bir “doğa fotoğrafçısı” değil “insan” olmak istiyordur çünkü…

    bir sorun daha söyleyeyim size..eğer o fotoğrafçı kadın köklü bir “değişim” gösteriyor olsaydı zaten o ödül törenine gitmezdi mesela. velakin değişimin ödülün cafcafı altında silinme potansiyeli taşıdığını düşünüyorum. ancak sorun bu değil. sorun bu video’nun hepimizin geldiği hale yaptığı vurgudur. bu arada yanlış hatırlamıyorsam bu video filmi bir kısa filmdi ve bir festivalde kısa film dalında ödül alan bir filmdi diye hatırlıyorum!!!

  15. Yazan:özlem Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    Ya bu olay benim aklıma başka bir olayı getirdi. Muhtemelen biliyorsunuzdur Pulitzer ödüllü kevin Carter. sudan da bir akbaba tarafından açlıktan ölmekte olan bir çocuğun gözlendiği son anlarını çekmiş, sonra çocuğu o halde bırakıp işine gücüne gitmiş. (1994) yılında. O fotoğrafla Pulitzer ödülünü kazandıktan bir süre sonra da intihar etmiş. Ancak intihar sebebi tam bilinmiyor. Yani hayatın içerisinde çok daha acımasız sahnelerde var. Muhtemelen bu klip o olaydan esinlenilerek çekilmiş.

    http://www.msxlabs.org/forum/basin-magazin-ww/13234-kevin-carter-kevin-carter-kimdir-kevin-carter-hakkinda.html

  16. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    Enver Bey,

    Silahsız bir insan yanında bir kız çocuğunun kafasına kurşun sıkılırken ne yapabilir biraz açabilir misiniz?

    Bence tanık olacağı olayın ağırlığını hayatı boyunca içinde taşımamak için o silahın önüne kendini atabilir, başka bir deyişle intihar edebilir. Bu mudur yapılması gereken? O anı fotoğraflayıp dünyaya duyurmak neden bir şey yapmak sayılmıyor?

    Eleştirdiğimiz noktayı ortadan kaldırmak için günümüzde çokca kullanılmaya başlayan amatör muhabirleri koyalım fotoğrafçı kadının yerine. Yani elince cep telefonuyla çatışmanın ortasında kalan, yine orada yaşayan biri olsun. Cep telefonuyla aynı o kadının yaptığı gibi kızın son anlarını fotoğraflasın. Sonra da aynı ödül töreninde aynı fotoğrafa ödül verilsin. Fotoğrafı çeken orada olsun ya da olmasın. Şimdi sizce burada eleştirilecek bir şey yok mu? O kanlı sırıtışlar ve saçma alkışlar hala yerinde, bunun sorumlusu da o fotoğrafı çeken değil.

    Hepimizi doğa fotoğrafçısı yapan zihniyeti eleştiriyorsunuz, ama neden sırf bir isim benzerliğinden dolayı bir meslek grubunu ya da o gruba dahil insanları suçlu buluyorsunuz? Bence zihninizde yarattığınız fotoğrafçı fotoğrafı sizi kişiyi yargılamaya itiyor.

    Nick Ut, Eddie Adams, Jeff Widener ve diğerleri, onların önceliği orada olan bitenleri bize duyurmaktı. Tabii ki bazılarının önceliği prestijli bir ödülü kapmak, ama neden herkeste aynı kötü niyeti okuyorsunuz?

    Eddie Adams’ın hikayesi çok ilginç. Çektiği fotoğrafta elinde silahı tutan adamın bir kahraman olduğunu düşünüyor, ama kendi sözleriyle “Ben de generali fotoğraf makinemle öldürdüm” diyor. Çünkü bu fotoğrafı gören insanların vicdanı, elleri arkasından bağlı birinin şakağından vurularak infaz edilmesini hazmedemiyor.

    Özlem Hanım,

    Kevin Carter ile ilgili biraz daha araştırma yaptım, olayın farklı biçimde cereyan ettiğini söyleyen kaynaklar var. Şu sayfa çok ilgimi çekti, çünkü olayı sizin söylediğiniz şeklin yanı sıra farklı yönlerden de irdeliyor:

    http://www.flatrock.org.nz/topics/odds_and_oddities/ultimate_in_unfair.htm

    Özellikle bir paragrafı İngilizce olarak alıntılıyorum:

    In Carter’s case, Western newspaper readers saw a little girl. Carter, in the Sudanese village where he landed, was watching 20 people starve to death each hour. Perhaps he might have laid aside his camera to give the victims what succor he could (and thus never have encountered the girl in the bush); perhaps his photographs could have led to greater help than he could personally give. Should he have carried one girl to safety? Carter was surrounded by hundreds of starving children. When he sat by the tree and wept, it was beneath a burden of futility. But his was not a photo of futility, nor of mass starvation, nor of religious factionalism, nor of civil war. Readers saw a little girl. In part, at least, Carter died for that.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  17. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    Merhaba Enver bey,
    kim demiş ki o fotoğrafı çeken sanatçıdır diye? kim demiş ki yanında küçücük bir kız çocuğu vurulurken, onu kurtarmak için çabalamak yerine onun vurulmasının fotoğrafını çeken sanatçıdır diye? hayır değildir.

    Alnından vurulmuş küçük kız çocuğunun fotoğrafı,filmi yapılan “modern dünya bunalımı”(eg)nın tek bir karesidir.

    kurmaca, aynen bir hikaye, bir roman gibi, bir hakikatin sanatçının kendi prizmasından yandığı haliyle yansıtılmasıdır.

    Haneke’yi, kurmaca(!) filmleriyle kırsalından kent içinde olanına kadar gizlenmiş(eg), masum ve mazlum bırakmadan her insanı elde ederek öldürmekte olan kötülüğü (elinde silahla masum kız çocuğunun elindekileri hoyratça çekip alan ve alnına nişan alan adam!) büyüteç altına alıp, piyasa filmlerinden farklı bir tarzda an ve an sunduğu için( itiraz ettiği konuyu ifade etmek için kullandığı sinema dilini dikkate almakta fayda var elbette; kendi kurmacasında fon müziği kullanmamak, siyah- beyaz vurgusu gibi.) mi küçük kızı vurulmaktan kurtarmaya çalışan vicdan sahibi biri olarak tanımlıyorsunuz?

    İyilik ve masumiyetin “yok” olduğu varsayımından hareketle çözümden yana kuşkulu(umutsuz!) olarak hiçbir karesinde buna dair ipuçları vermeden uzun metraj bir filmi kötülükle nihayetlendiriliyorsa izleyiciye değiştiremeyeceği bu sonucu kabullen demekten başka bir mesaj verilmiyor demektir;hiçbir iyilik filizi, kötülük kasırgasına ve dondurucu soğuğuna rağmen büyümek için yaşamaya devam edemez!

    -The END-

    -Yönetmen konuyu o kadar başarılı bir şekilde kurgulayarak anlatmış ki gerçekmiş gibi uzun süre etkisinden kurtulamadım. Çok sarsıldım!Helal olsun adama.Bu yetenek ödülü hak ediyor!

    Masumiyetin yok olduğu düşüncesi ile kötülük sorunun çözümünden kuşku duyarak(silaha teslim olarak) film çekmek, alnına kurşun yemiş toplumun cesedini fotoğraflamaktan farksızdır.Bu durumda cesetlerin alkışının ve “değer” olarak gördükleri ödüllerinin pek bir anlamı kalmıyor..

    haneke’yi kötülük yemeğini afiyetle sunmakla suçluyorsunuz. iyi de bu insanın yaşadığı toplumda bundan başka da birşey yoksa ne olacak.

    Kötülükten başka bir şey yoksa eğer, masumuyet ve iyiliğin yitirilmesi gibi bir tehlike yok demektir.
    Olup biteni sorun olarak görüp, itiraz eden, çözüm üzerine kafa yoran kimse de yok demektir.

    Fim çekerek itiraz etmek kime ve ne için o zaman?

    Çok fazla uzatmayayım…bir savaşta küçük bir kızı ölümle buluşturan kötülüğün an ve an fotoğrafını çekmekle(foto journalist) aynı olayı sizin yukarıda yazdığınız olabilirliği (çözüm;seçim) de dahil ederek yeniden kurgulayarak fotoğraflamak arasında elbette ki çok büyük bir fark var.(Ayna tutmak ya da olmak!)

    Etrafını çevreleyen yalan olmayan bunalımı düşündüğümde vicdanı ile hareket eden bir savaş muhabirinin tek bir kare fotoğrafla anlattıkları benim açımdan çok daha önemli. Savaşta masum insanların öldüğü gerçeği ile gerekçelendirilmiş duymazdan gelinemeyecek yüksek sesli bir itiraz.
    Çektiği bir kare fotoğraf sanat eseri sayılmasa bile o bir tek kare fotoğrafla bizim gibi rahat evlerinde başına bomba yağmadan yaşamakta olanlara gerçekleri anlatabilme cesaret ve vicdanına sahip demektir. Eline silah alanın karşısına fotoğraf makinesi ile çıkabilmek de az iş değildir hani.Guantanamo’yu da fotoğraf karelerinden biliyoruz, bombalarının katlettiği insanların gerçek olduklarını da!

    Sadece itiraz etmekle yetinmeyip üstelik birer yardım feryadı olan bu fotoğraflar biz izleyicilere konumlarımızı oldukça çarpıcı bir şekilde hissettirip düşündürtüyorlar.

    İtirazım şiddetin gösterilmesine değil elbette. Sanatçı vicdanıyla hakikate kapı açabilmeli ya da en azından işaret edebilmeli. Mehmet bey izninizle yazınızdan alıntı yapıyorum;

    “Rodin müzesini ilk ziyaret ettiğimde eserlerin mermer, kil, bronz içinde zaten var olduklarını, Rodin’in yaptığı şeyin “sadece” bunları ortaya çıkarmak olduğunu hayal etmiştim. Mânâ’yı Madde hapishanesinden kurtaran ya da Ezel’den beri var olan bir Mânâ’yı Madde’ye yansıtan sanatçıydı Rodin.”

    vicdanlı bir insan olarak yaşadığı toplumda gördüğü sadece iki yüzlülük, cilalı görüntüler arkasında vicdansızlıklar ise ne oalcak?

    Mânâ salt kötülükten mi müteşekkil de başka türlü o sanatçı prizmasından dışarıya yansıyamıyor? Kullanıldığı dili seçen kendisi değil mi ki onu değiştir(e)miyor da itiraz ettiği dili kullanıyor?

    Objection!

    Hiçbir Amerikan mahkeme salonunda bir dava görülmekteyken orada bulunmadım.Filmlerde gördüğüm kadarıyla jürili davalarda genellikle taraflar ayağa kalkıp, hakime dönerek karşı tarafın vekilinin ya da şahitlerinden birinin söylediklerine “objection” diyorlar. Hakim bazen nedenini bile sormadan bu itirazı reddediyor bazen de gerekçeyi soruyor. Gerekçe ikna ediciyse jüri üyelerine kararlarını verirlerken, itiraz edileni dikkate almamaları gerektiğini söylüyor. Bazen de gerekçeyi duyduktan sonra itirazı reddediyor.

    Ezcümle Haneke’nin itirazlarına biraz da bu şekilde bakılmasını söylemek haksızlık olmasa gerek! İtirazlar, ileri sürülen gerekçeler ile varılmak istenen nihai noktanın örtüşmediği ve birbirleriyle yeterli sebep-sonuç ilişkisi oluşturmadığı ihtimali göz önünde bulundurularak, çok da makul olmayabilir denilerek kimlikler bir süre askıya alınarak tekrar değerlendirilebilirler, öyle değil mi?

    Cilalı görüntüler tanımınızdan yola çıkarak “Pornografinin bin türlüsü vardır” tespit cümlenize ise kesinlikle katılıyorum. Bu sebepledir ki kötülüğün pornografisini, içinde barındır(ma)dığı salt şiddet unsuru ile değerlendiriyor olmak farklı sonuçlara varılmasına sebep olacaktır.

    Sanat, insan varlığını anlamlandıran, insanın ontolojik yükselmesine zemin hazırlayan, bir anlamda, Yaratıcısı’ndan cüzi olarak aldığı için insanın kendi özünde bulunan “yaratıcılık” yeteneğini ortaya koyduğu bir aşkınlaşma alanı.

    “Sanat, karanlıkta çakılmış bir kibrittir.” (Mehmet Yılmaz) Bunu yapabilen her kim ise o sanatçıdır. Kibrit ucundaki vicdan eczasını içinden çıktığı zihniyet/toplum kutusunun eczasına sürterek yakabilir. Cılız bir sürtünmenin bir ateş ışığı olabilmesi için esintinin olmaması, oksijen ve ecza yoğunluğu gibi vs.nin eksiksiz olması gerekir. Bunu başarabilenlerin kiminin ismini biliriz kimi ise pek çok vicdanlı insan gibi tanınmamış meçhûl sanatçılardır.

    Sonuç itibariyle, iyi olan insana kötü bir insan diyerek haksızlık ettiğimi ise düşünmüyorum. Yapılmakta olanlar üzerinden iyilik ve kötülüğe dair görüş bildiriyorum sadece.

    Haksızlık yaptığımı düşündüğünüzde çok üzüleceğimi ifade ettiğim halde aynen benim yaptığım gibi yapmış olduğum haksızlığı bana izah edebilmek için göstermiş olduğunuz gayreti ise çok iyi anlayabiliyorum.

    Bir sanatçı, bir insan olarak kendi dilini kullanmakta olan Semih Kaplanoğlu filmleri ile Haneke’nin ve Tarkovsky’nin filmlerini karşılaştırmalı bir değerlendirmeye/eleştirmeye tabi tutmuş olsanız aşağıda yazdıklarınızdan farklı bir sonuç ortaya çıkar mı dersiniz?

    Kameranın canı, kanı vardır ve kameranın arkasındaki göz, kameranın gördüğü görüntüyü de aşkın olana ya da profan olana açabilen bir gözdür…..
    Uçurum kenarına getirip orada bırakan Batı sanatı ve sineması yerine, o uçurumdan kurtuluşun aşkın yollarını araştıran Doğulu sanatı,

    Sizin yazdıklarınız karanlıkta kalmış pek çok şeyi görünür kılıyor. Beyaz Kurdele sizin omzunuzda Enver bey. Evet Haneke konusunda belki de cilalı görüntüleri tanımlayışımızdaki farklılıktan dolayı uyuşamıyoruz. Ayrıca haksızlık etme sebebim belki bir kurdelesiz olmam da olabilir.Ya da içinde herkesin tövbe edebilmek gibi bir seçeneği olduğuna dair bir umut ışığı barındırmayan bakış açısıyla yapılmakta olanlara muhalif olmamdandır. Umutsuzluğun karamsarlığını bir uyuşturucu gibi sanat(!) enjeksiyonundan damarlara zerk edilmesini tasvip etmediğimdendir.Enjeksiyonun kimin, nasıl bir dehanın elinde olduğu ise hiç önemli değil! Uçurumun kenarına getirmekte sorumluluğu var mı bu daha önemli.İşte,uzun uzun beceriksizce anlatmaya çalıştığım özetle budur.

  18. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    Katre,

    Haklı ve haksız ayırımı yapmadan neden tam olarak ilgilen(e)mediğimizi topu sağa sola atmadan kendi vicdanım(!)dan hareketle ifade etmeye gayret ediyorum sadece. Tırpanlanarak aşırı derece de uyarılmış duygulanım neticesindeki üzüntü, takatsiz bırakarak karamsarlığa sürükleyebiliyor.

    Kötülük tam da umudun tükendiği bu noktada başlıyor… Kurgulanmış kötülüğün tavan yapmış teşhiri, umudu yeşertmenin ve onu canlı tutmanın motive edici bir yolu olamaz… ”Susuzluktan kurumakta olan toprağı bir süre için kan ve kötülükle sularsak orada yeşil çimenler filizlenmeye başlar” demenin vicdani bir yaklaşım olabileceği ihtimali üzerine düşünmekte zorlanıyorum… Kurgu olsa bile!

    Sağır vicdanlara kulak kesilmek..(katre)

    Kötülüğün makineli tüfek ateşi ile delik deşik olarak dumura uğramış zihinlerden çözüm üretmesi için hissettikleri üzerine düşünmesini, sonra da dile gelmesini beklemek.. !!!

  19. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    Enver bey,
    doğa fotoğrafçısı nasıl ki “doğaya hiç müdahale etmeden” fotoğrafını çekiyorsa, diğer bütün “profesyoneller” de kendi “görevlerini” o görevlerin ardı arkası, sonu başı nereye çıkar bakmadan yapıyorlar.(eg)

    Modernist sanatçıların hemen tümü gibi, Haneke de modernitenin toplumda, insanda yarattığı büyük çöküntü ve kırılmalarla ilgilenir. Ama bir sanatçı olmanın getirdiği bir öngörüyle, modern zamanlarda kötülüklerin mahiyeti konusunda kısa ve net cevaplar verilemeyeceğini bilir. Zira artık kötülük, sadece bireysel bir eylem olarak değil, modern çölün yarattığı (”Çöl büyüyor, vay haline çöllere gebe olanın!” diyen Nietzsche’yi düşünelim) çetrefilli bir üründür. Üstelik bu ürünün bir “sahibi” yoktur. Modern çöl, çölleşmesi içinde yarattığı kötülüğün sahipsiz kalmasına sebep olan ortam ve iklim demektir aynı zamanda! Artık kötülük için verebileceğimiz kolay cevaplar yoktur! Sadece oluyordur ve bunun için arayabileceğimiz sebep, modern organizasyonun dehası sayesinde, perdelerin çok çok arkasında ulaşılamayacak bir noktaya gizlenmiştir.
    http://www.derindusunce.org/2010/01/05/hanekenin-beyaz-kurdelesi/

    Kötülük askıda, sahibi yoksa ve sizin ona ulaşamayacağınız biçimde gizlenmiş olarak kurgulanmışsa artık yapılacak tek şey vardır; bir “modern dünya bunalımının fotoğrafçısı “ profesyonelliğinde deklanşöre basıp “ben görevimi yaptım” diyerek yürüyüp gitmek!

    Gizlenen kötülüğü kavuğundan çıkarıp(!) hiç müdahale etmeden, profesyonelce beyaz perdede izleyiciye takdim etmek onun tartışılmış olduğuna dair bir delil teşkil etmez.İyikil görmüyorum o halde “yoktur” denilerek bakılan görülebildiği kadarıyla kopyalanmıştır.

    Not: Burada söylemiş olduklarınızdan çok daha fazlasını ifade etmiş olduğunuz, tartışmaya bir fayda sağlayacağına inandığım ve benim itiraz ettiğim hususu daha anlaşılır şekilde ifade etmeme katkıda bulundukları için yayınlanmış birkaç yazınızdan alıntılar yapıyorum.

  20. Yazan:eg Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    çuvaldız hanım,
    anlaşamadığımız şeyi biraz açmak istiyorum bir sanatçıyı tespitindeki ve öngürülerindeki müthiş derinliği ile beğenmek farklıdır; bir sanatçıyı benim bir yazımda alıntıladığınz şekilde söylediğim gibi “uçurumdan kurtulmanın yolunu” gösterdiği için sevmek ayrı birşeydir. benim için tarkovsky ve kaplanoğlu (özellikle yusuf üçlemesiyle) ikinci gruptan sanatçıdırlar ve o açıdan gerçek manada “benim sanatçılarımdır”. haneke ise birinci gruba girer, ve her ne kadar benim hayatımı değiştirecek kadar(tarkovsky gibi) değerli olmasa da yine de değerlidir. eğer böyle bir değer veremeseydim onlara, tarkovsky’nin yaptığı gibi yapanın da değerini bilemezdim zaten. kaldı ki eğer haneke’yi bir çöpe atacaksak, hemen hemen tüm modernist literatürü (modernist literatürle siyasi ve toplumsal modernliği birbiriyle karıştırmayalım lütfen) çöpe atmamız gerekli. joyce’dan, proust’a, kafka’ya, woolf’a, faulkner’e, beckette’e…kim varsa hepsi çöpe gider böyle bir anlayışla. hatta camus ve sartre dahi hemen tüm varoluşçular çöplüğü boylarlar.

    ama iş bu kadar kolay değildir. dostoyevski’nin modernliğin insanı tüketişine dair o derece büyük öngörüler ve tespitler yapabilmesidir, onu peygamberane romanı karamazof kardeşler’i yazdıran. sizin kriterinize göre sadece karamazof kardeşler’i alıp, diğer tüm dostoyevski romanlarını çöpe atmak gerekli. işin ilginç tarafı tolstoy bunu yapmıştır. tüm edebiyat tarihinde son yıllarında okumaya değecek tek şeyin (kendi yazdıkları dahil) karamazof kardeşler olduğunu düşünür. ama ben tolstoy gibi düşünmüyorum. bazen hakikatin gösterilmesi (buradaki göstermenin ontolojisini çok çok uzun yazılarda tartıştığım için tekrar açmak istemiyorum) için onun negatifinin gösterilmesi gerekebilir. haneke’nin, kafka’nın yaptığı gibi mesela…

    “Kötülük askıda, sahibi yoksa ve sizin ona ulaşamayacağınız biçimde gizlenmiş olarak kurgulanmışsa artık yapılacak tek şey vardır; bir “modern dünya bunalımının fotoğrafçısı “ profesyonelliğinde deklanşöre basıp “ben görevimi yaptım” diyerek yürüyüp gitmek!”

    kötülüğün “askıda” kalması modern sapkınlığın bir sonucudur. kimi sanatçıya, düşünüre askıda kalan kötülüğü ifşa etmek ve kendi gücü yetmeyen değiştirmeyi başkalarından beklemek (ya da umutsuzlukla hiçbirşey yapamamak) kalır. mesela heidegger de en az benim kadar teknolojiye şüphe ile bakan birisidir. ama çözüm ne diye soranlara “hiçbirşey” diye cevap verir. gerçekten de onun için çözüm tam anlamıyla atıl kalıp hiçbirşey yapmamaktır. ama bu cevabı heidegger’in yaptığı müthiş analizlerin değerini düşürmez. işte sinemada belki heidegger’in yerini tutabilecek işler yapan haneke’nin değeri de çözüm bulamıyor olması ile küçülmez. bir insan herşeyi yapamaz; kimisi acı çeker, acı çeker, problemi görünür kılar. batı içinden bir çözüm çıkamayacağını düşünen haneke ya da heidegger’in bu açıdan suçlanabileceğini de pek düşünmüyorum doğrusu. zira bizim ülkemizde veya müslüman dünyasında bu bile yapılamamıştır maalesef!!!

    tarkovsky gibi sanatının gerçekten de ilahi kaynaklı olduğunu düşündüğüm birisi bile yaşadığı hayatla idealindeki hayat arasındaki derin uçurumun farkına varıp, bu tezatı ortadan kaldıramadığı zannıyla büyük acılar içinde ölebiliyorsa haneke’yi suçlamak çok da doğru olmasa gerekir.

    atılım bey’e gelince;
    atılım bey evet “doğa fotoğrafçılığı zalimliktir. bu ister doğada, ister savaş ortamında olsun birşey değişmez. onlar bu görüntüleri ileterek kendi vicdanlarını rahatlatıyor olabilirler; ama benim gözümde çok anlamlı bir iş değil “müdahalesiz fotoğrafçılık“. bir insan bir kız çocuğu gözünün önünde öldürülürken müdahale edemiyorsa (hiçbirşey yapamadı beraberce ölemiyorsa) bu fotoğrafı, değil dünyaya güneş sistemine dağıtsa beş para etmez! aynen hemen hemen diğer tüm uzmanlık gerektiren “meslekler” gibi!!!

  21. Yazan:eg Tarih: Mar 17, 2010 | Reply

    bu arada gürhan bey benim son yazıma (elektronik kafeslerde yaşamak) yaptığı yorumda baudrillard’dan hareketle haber görüntülerinin (fotoğraflar vs)bir tür simülasyon yarattığından bahsetmiş. evet o “doğa fotoğrafçılığı” acıları görünür kılmaktan ziyade kabul edilebilir kılıyor bana kalırsa. aynen baudrillard’ın dediği gibi gerçeklikten kopmuş ve kendisi gerçekliği “oynamaya” başlamış bir sümulakr olmuştur o fotoğraflar. susan sontag’ın bu savaş fotoğrafları konusunda imgenin pornografisi diye tanımladığı analizleri vardır. doğrusu ben de aynı şeyi düşünüyorum. pornografidir o savaş ve doğa fotoğrafçılarının yaptığı ve bu pornografi o savaştaki acıları hissettirmekten çok katlanır hale getiriyor bizler için. artık kafasından kurşunlanmış kız çocukları bizi eskisi kadar etkilemiyor (değil mi?)!!!

  22. Yazan:Atılım Ateş Tarih: Mar 18, 2010 | Reply

    Enver Bey,

    O kız çocuğuyla beraber ölerek yapabileceğiniz kendi egonuzu ve kendi gözünüzdeki değerinizi kurtarmaktır. Eylemlerin değeri nasıl ölçülür? Kendi egomuzu yükselten eylemler daha mı değerlidir?

    Eğer bir şekilde geçmişinizde kafanıza tutulan bir namluya gözünüzü dikmemişseniz, ya da Güneydoğu’da komandoyken çatışmaya girmemişseniz, kötü niyetinden emin olduğunuz birisinin eline düşmemişse canınız, o videodaki fotoğrafçıyı canını ortaya koymadığı için eleştirmeniz doğru değildir kanımca.

    Yok eğer yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bir duruma düştüyseniz geçmişte, lütfen özürlerimi kabul edin. Zira sizin bu eleştirinize benim cevap hakkım olamaz o durumda.

    Bunun dışında profesyonelliğe yönelik genel bir eleştiriniz olduğunu anlıyorum. Ama insanların bir şekilde hayatta kalması gerekiyor. Ya hepimiz muhtelif hobilerinin peşinden giden çiftçiler olacağız, ya da birimiz çiftçilikte uzmanlaşırken birimiz de mesela marangozlukta uzmanlaşacağız, ve emeklerimizi değiş-tokuş edeceğiz. Ama buradaki tartışma konusu bu değil kanımca, daha uygun bir yerde bu konuyu tekrar tartışırız dilerseniz.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  23. Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 23, 2010 | Reply

    Enver bey,
    Öncelikle geciktirmiş olduğum cevap için kusuruma bakmamanızı rica ediyorum..

    Anlatamadığım konu için hem konuların hem de anlatma işinin ehli olanlardan alıntılar yaparak yardım almaya çalıştım.Dilerim bu kez vereceğiniz(!) cevapla haksızlığı nerede yapıyor olduğumu anlayabilirim 🙂

    Bakırların bayalığı, aşağılığı, olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder? Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır. Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür, (sirkengebin olur) .(Mevlana-Mesnevi)

    Ulu Tanrı, hayvanlıkla insanlıgı karıstırdı, ikisi de meydana çıksın diye; “Her sey zıddıyla
    belli olur, meydana çıkar.” Çünkü zıddı olmadıkça, zıddını söylemedikçe hiçbir sey, târif edilemez; imkân yoktur buna.(FihiMafih)

    Bu husuta sizinle anlaşamadığımız bir nokta yok.

    bazen hakikatin gösterilmesi ….için onun negatifinin gösterilmesi gerekebilir. (eg) haneke’nin, kafka’nın yaptığı gibi mesela…

    Sanatçı, iyi, güzel ve doğru olana direk ya da semboller aracılığı ile vurgu yaparak da insanı kendi konumu üzerine düşündürtebilir. Bu şekilde tüm bunların tezatlarının dolayımlı yoldan keşfini de izleyicisine bırakmış olur.(ç-z)

    Kişi, içinde bulunduğu toplumun bunalımına sebep olan kötülüğe, hayvanlar aleminde tespit ettiği gibi “çözüm yok” diyerek yaklaşıyorsa eğer sorun var demektir. Zira okumuş ama anlamamıştır;

    Su hâfız Kur’ân’ı dogru okuyor. Evet, Kur’ân’ın seklini dogru okuyor amma anlamdan
    haberi yok. Delili de su: Anlamı söylersen reddeder, sözleriyle korü-körüne okur-durur.Suna benzer bu: Adamın biri, eline bir kunduz alır. Ondan daha güzel bir kunduz
    getirirler, istemez. Anlarız ki kunduzu tanımıyor, bilmiyor bu adam. Birisi bu kunduzdur
    demis ona, o da ona uyup kunduzu eline almıs. Hani ceviz oynayan çocuklar gibi;
    oynarlar amma cevizin içini versen, yagını versen istemezler; ceviz, sakır-sakır ses
    çıkaran seydir, bununsa sakır sakır sakırdaması yok derler. .(FihiMafih)

    İçinde bulunduğu toplumda bunalım yaratan kötülüğü, hayvanlar alemini fotoğraflayan bir doğa fotoğrafçısı gibi algılamış demektir. Bu müdahalesiz(!), görüldüğü gibi yansıtılan “kopya” algılamada, bir kaplanın ceylanı parçalayıp yemesinde gözlemlenmiş olan kötülüğün(!) ancak askıda ve sahipsiz olarak tanımlanma ihtimali olabilir. İnsan aklının bilerek ya da bilmeden noksan okuduğu kötülük (!) hayvanlar aleminde gözlendiği gibi ele alındığında yapılmakta olanın anlamı;

    Bâzan zıd, zıddını tazammun eder .
    Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır. Adâlet külâhını,Haşiye1 zulüm başına geçirmiş; hamiyet libasını, hıyânet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bâğî ismi takılmış. Esâret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nâm verilmiş. Zıdlarda emsâl olmuş, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî.
    Sözler, 648

    Askıda, sahipsiz ve çözümsüz (İsra 49) bir şekilde takdim edilen hayvani kötülük(!),insan aklını, sadece av bulmaya yönelik bir dürtü/(taklit etmeye zorlayan) konumuna indirgeyip, vicdan ile olan irtibatını kopartıp, noksanlaştırarak bertaraf edilmesine hizmet eder.

    Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar. Kendisini kamil sanan, ululuk sahibi Tanrının yolunda uçamaz. Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kamil sanmaktan daha beter bir illet olamaz. .(Mevlana-Mesnevi)

    Dip köşe saklanmış sinmiş kötülüğü teşhis ederek gün yüzüne çıkartmak, hayvanları gözlemleyen doğa fotoğrafçılığı tecrübesi ile öngörülerde bulunmak “gerçek sanatçı” olarak tanımlanmayı zaruri kılmasa gerek! (Nisa 135) İtiraz ettiği noktada kendi noksanını gör(e)meyen söyle(ye)mediği sözün ehli de değildir.

    Nefsin, zûlmanî haline, nurla galip gelmek için riyazetle o anlayışı bulmaya talib ol. Çünkü anlayış nurla olur; zıddı ile olmaz. …(Geylanî)

    * * *

    burada eleştirilmesi gereken o fotoğrafçı değil, o fotoğrafçı bakışını yaratan zihniyettir; o fotoğrafçı hepimiziz, sizsiniz, benim……modern zihniyet hemen hepimizi bir tür “doğa fotoğrafçısı” haline getirdiği için eleştiriyi hak eder. (eg)

    Kesinlikle haklısınız. İsimsiz bir yönetmenin ya da sahipsiz(!) filmlerin, kötülüğü ele alış ve sunuşlarında kullandıkları dil, fotoğrafçı bakışını yaratan zihniyete hiç mi omuz vermez?

    Bu zihniyeti yaratan, iyiliğe ve masumiyete focuslan(a)mayan “bakış” açısıdır. İyilik ve masumiyeti, önce karanlık bir kuyuya salıp, kurt yediği için “kayıp, yok” kabul eden bir zihniyet elbette onları “gizlenmiş, sinmiş oldukları yerlerden çekip, çıkarıp “çözüm” diye sunamaz. Çünkü teşhis edemez! Bildiği gibi, kendinden öncekilerin “kötülük ve teşhiri” yolundan gider.(bknz:Maide 104, Lokman 21 )

    Lud, Semud gibi helak edilmiş kavimleri ile ilgili soru yöneltmemin sebebi buna işaret edebilmekti. Sorun “modern” zihniyet sorunu değil! Yüzyıllardır bazılarımızın ardını düşünmeden kötülüğü göstermeye meyyal olmamız. (katharsis) Bu yaklaşımda ısrar etmenin çözüm üretmediği defalarca gösterilmiş olmasına rağmen üstelik. Helak edilen kavimlerce yalanlanmış, zulüm görmüş pek çok peygambere vahiy edilenleri bir düşünün! Onlara söyletilen, kötülüğün karşına konulan, altı çizilen zıd, iyilik’tir; hayvani olana değil “insani” olana yapılan vurgudur.

    modern zihniyet hemen hepimizi bir tür doğa fotoğrafçısı haline getirdiği için eleştiriyi hak eder..……modern dünyanın bunalımının fotoğrafını çekmek de az iş değildir.!!!!(eg)

    Teşhis etmek(fotoğraf çekmek) noktasında kalan bir değişim, “her şeye üzülmek” basamağında kalakalmaktır; fotoğraf çekebiliyor olmakla yetinmek! Tedavisi yok ya da bu aşamada mümkün değil kuşkusu ile teşhis edilene yaklaşıldığında da …..modern dünyanın bunalımı !”Hiçbir şeyle tam olarak ilgilenememek”; tedavi edebileceklerle yeterince ilgilenememek!

    fotoğrafçı o fotoğraftan sonra dğeişim gösterir mi. muhtemelen gösterir az ya da çok; kısa ya da ömürlük ama mutlaka gösterir… zaten insan vicdanı onun için vardır insanda.(eg)

    Sonuç olarak;siz kitabı okuyup anlamına vakıf olabilen biri olarak size sunulandaki zıt ile zıddı teşhis edebiliyorsunuz ama ya sizin gibi olmayanlar müdahale edilerek, iyilikten arındırılmış olarak sunulanla nasıl başa çıkacaklar!

    Not:bu özelleştiriye yorumlarınızla katkıda bulunduğunuz için çok teşekkürler Enver bey.

  24. Yazan:eg Tarih: Mar 24, 2010 | Reply

    çuvaldız hanım,
    aslında kısır döngüye girdik yazdıklarımızı farklı sözlerle tekrarlıyoruz ama ben son bir cevap vermeyi deneyeyim:)
    şöyle birşey düşünelim: bir asker var ve o asker kendisine verilen bir görevi yapmakla mükellef. görevi hiç sorgulamıyor ve görev sonunda önce hiroşima’ya sonra da nagazaki’ye iki atom bombası atıyor ve yüzbinlerce insanın ölümüne sebep oluyor. bir bilim adamı düşünün büyük bir kitle imha silahı “sipariş” ediliyor kendisine araştırmalarını finanse eden devlet tarafından. o da bu konuda önemli çalışmalar yapıp bilimin ve teknolojinin son imkanlarını böyle bir şey için kullanarak korkunç bir silah üretiyor. bir politikacı düşünün; ülkesinin ali menfaatleri için başka bir ülkedeki mazlum, çoluk çocuk kim varsa öldürebilecek korkunç bir silah yapılabilmesi için bir girişim başlatıyor. ve bir fotoğrafçı düşünün, bu olayları, bu olayların arka planı üzerine düşünmeden nasıl görüyorsa aynı şekilde kaydediyor.

    ve şimdi de bir sinema sanatçısı düşünün: kendisinin sanatçı bakışıyla görebildiği bu cinnet halini pelüküle aktarıyor. bu aktarım öyle şekilde yapılıyor ki filmi izleyen kişiler filmin içinde safi kötülük görüyorlar. ama bu kötülüklerin oluşumunda kendileriin bu derece etkisiz eleman haline getirilişleri, bu derece sorumsuz fail oluşları ve son tahlilde bütün bu kötülüklerdeki payları üzerine düşündürtüyor. ve diyor ki yönetmen (kendi diliyle elbette). ey sinema seyircisi uyan ve bir etrafında bak. onca kötülük, zulüm oluyor diyor ve soruyor; bizi bu kötülüklere, zulümlere karşı koyamayacak kadar eli kolu bağlı hale getiren nedir? bunun üzerine düşünelim diyor. kendi sorumluluklarımız üzerine düşünelim. kötülük askıda kalıyor diyor; ama bunu askıda bırakan şimdiye kadar teslim olduğumuz çorak ülkedir diyor. ve sanatının tüm gücünü o çorak ülkenin bütün mekanizmalarını ifşa etmeye veriyor. ve biz o sinema yönetmenini hiçbir acı duymadan ve gördüğünü birebir aktarırken bu gördükleri üzerinde bir sorumluluk hissetmeyen fotoğrafçı ile, o kararı veren politikacı ile, o bilim adamı ile ve tetii çeken askerle bir tutuyoruz. bu haksızlık değilse nedir gerçekten de!

  25. Yazan:beytullah Tarih: Oca 10, 2011 | Reply

    o yezidin de göz yuman fotografçıyı da allah ıslah etsin olmazlarsada izleyip gülenide öldüreni de çekenide allah kahretsin bu kadar basit

  26. Yazan:beytullah Tarih: Oca 10, 2011 | Reply

    kızgınlıgım bunları yapana zaten editöre yada admine degil

  1. 1 Trackback(s)

  2. Nis 30, 2010: Son 90 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin