RSS Feed for This Post

Ölüm Hayatı Sonsuz Bir Karede Dondurmaktır!

 “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” Zümer Sûresi 42

Modernleşmenin insanlığa yaptığı en büyük kötülüklerden bir tanesi, ölümü gözümüzün önünden ücra bir köşeye sürmek için ortaya koyduğu büyük çabanın sonuçlarını tahmin edememesidir.

Baudrillard ölümü gözden ırak etme çabasının sonuçlarını gettolaşma kavramı ile açıklıyor ve mezarlıkların, modern Batı toplumundaki ilk gettolar olduğunu ve sonraki tüm gettolara örnek teşkil ettiğini söylüyor. Modern insan, bu şekilde, kafasını kuma gömen devekuşu gibi gözünün önünden attığı ölümün kendisini hiç bulmayacağı gibi bir batıl inanca sahip oluyor. Ölümü kendisine hatırlatan her şeye tiksintiyle bakıyor ve bir an önce ölümü hatırlatan ne kadar şey varsa kendi hayatından uzaklaştırmak istiyor. Geleneksel aile modelinin, Arseni Tarkovsky’nin bir şiirinde özlemle dile getirdiği gibi,  dede ile torununu aynı sofraya oturtan insanî sıcaklığının kaybolmasını, yaşlıları ölümü hatırlattıkları için evlerinden uzak tutmaya çalışan “yeni insanın” ölümü unutma arzusuna bağlayabiliriz. İnsanlık bu şekilde “hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalış” hadisinin ilk kısmına tıkıldı kaldı. Böylece sadece ikinci kısmını değil, ilk kısmını da felç etti hayatının… Ebedi gençlikle kafayı bozmuş, yaşlanmayı ölüme yaklaştırdığı korkusuyla kabullenmeyi bir yenilgi addeden, bu yüzden de nefsleri tarafından gem vurulamaz bir şekilde kışkırtılan insanlar haline gelmişiz. Önünde asılı olan “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bizim huzurumuza getirileceksiniz.” ayetinin kendisine hatırlattıklarından dolayı, mezarlığın önünden geçmemek için yolunu dahi değiştiren bir unutma makinesi haline gelmiş insan!

Yüzleşilemeyen, unutmak için çırpınıp durulan, bilinçten atılmaya çalışılan ölüm, kendisini, bilinçaltımızdan çıkarıp hiç olmadığı kadar korkunç bir yüzle yeniden karşımıza getiriyor. Hayattan ve akıldan atılmaya çalışıldıkça yaşanan hayatı da esir alan bu korku, aynı zamanda tüm zulümlerin de ardına gizlenebildiği bir şey. Ölümü bilmediğimiz için hayatı tanımıyor, ölümü kabullenmediğimiz için sonsuz yaşayacakmış gibi bir hırsla tutunduğumuz garip şeye hayat diyoruz. Bu hırs, zulmün de, sevgisizliğin de, egoizmin de üzerinde yeşerdiği çorak ülke haline getiriveriyor hayatı.

Hâlbuki ölüm her an yaşadığımız bir şey değil mi? İnsan, tabiat ve tüm kainat her an ölüp tekrar diriltilmiyor mu Yaratan tarafından? Uyku bile Zümer Sûresi 42.ayette buyrulduğu gibi bir ölüm değil mi? İnsan ne kadar uzak durabilir ölüme; ve uzak durursa ne kadar yaklaşabilir hayata?

Ölüm bütün bunların dışında, yüzleşilmediği takdirde hayatta büyük bir eksiklik hissiyatı yaratacak bir şey. Zira hayatla ölüm birbirinin negatif görüntüleri… Birbirleri olmadan anlamları ve varlıkları mümkün olamayacak negatif görüntüler… Bir anlamda ölüm, hayatın sonsuz derinlikteki bir karede dondurulması… Ama dondurulanın arkasından açılan bambaşka bir güzelliğin de kapısı. Tolstoy’un Ivan Illich’inin bile sefilce geçen ömrünün son demlerinde fark edebileceği kadar, herkese açılan bir rahmetin kapısı.  Bir son değil, sonsuzluğa açılan bir başlangıç. Bir “düğün gecesi”…

Yeni Alman sinemasının en büyük yönetmenlerinden birisi olan Wim Wenders, son filmi “Palermo’da Yüzleşme – Palermo Shooting” ile “ölümü kaybeden” modern insanın hayatının kaybedilmişliği üzerine bir deneme yapmış. “Hayatımda her şey var; ama ne eksik!” diye yatağında dönüp duran, kariyerinin doruğundaki bir fotoğraf sanatçısının ölümle yüzleşmesidir filmin ana teması. En iyi Wenders filmlerinden birisi olmasa da, “Berlin Üzerinde Gökyüzü- Wings of Desire” filmindeki gibi bir Wenders bekleyenleri pek tatmin etmeyecek olsa da, yine de bir sanatçı bakışının söz konusu olduğu bir film Palermo’da Yüzleşme.

Wenders, filmi, 2007 yılının Temmuz ayında aynı gün ölmüş, sinemanın iki dev sanatçısına ithaf etmiş; Bergman ve Antonioni’ye… Ancak, sadece film sonunda yapılan bir ithaf ile kalmayan, Bergman ve Antonioni’nin bazı filmlerine göndermeleriyle de önem kazanmış bir ithaf bu. Bu iki büyük sinema sanatçısının ölümüyle, belli ki “ölüm var!” diye düşünmeye başlamış bir sanatçının saygı duruşu olmuş Palermo’da Yüzleşme. Hem Bergman ve Antonioni’ye, hem de onların ölümü aracılığıyla ölümün kendisine…

Filmde, bir fotoğraf sanatçısının ölümle yüzleşmesi söz konusu olduğu için, fotoğrafın ve sinemanın mahiyeti üzerine arka planda düşünülebilecek bir ortamı yaratmasıyla Antonioni’nin “Blow-Up” filmine açık bir gönderi olduğunu düşünüyorum. Hakikatle fotoğrafın, resmin ilişkisi nedir? Fotoğraf çekme esnasında dondurulan anın, sanat olması için o dondurulan ana katılması gereken nedir? O “donuk an” hakikati temsil mi eder, yoksa hakikatin perdelerini açmak için bir giriş mahiyeti mi taşırlar? Yoksa fotoğraf ile hakikatin dolaysız görünen ilişkisi, aslında tamamıyla yüzeysel bir gerçeklikte mi kalır? Bütün bu sorular, filmin ölümle ilgili tartışmalarının arkasında kendi başına akan bir nehir gibi dökülüyor izleyicinin zihnine.

Sezai Karakoç’un sanat ve şiir üzerine yazdığı kimi yazılarda kullandığı bazı imgeler aklıma geliyor. Karakoç, sanatçının, önce doğayı öldürmesi gerektiğinden, yani doğanın, itaat ettirilip bir ölü gibi musalla taşına yatırılması gerektiğinden bahseder sanatçının ilk adımı olması gereken soyutlamadan bahsederken. Ama soyutlamanın tek başına sanat için yeterli olmadığı gerçeğinden hareketle, sanatçının, musalla taşına yatırdığı ölü malzemenin üstüne ruhunu üflemesi gerekir. Yani sanat, soyutlanan doğanın bir betimlemesi değildir. Ayrıca, sanatçıya Allah tarafından verilmiş bir ilham ile; yani sanatçının ruhunun üflenmesi ve musalla taşına yatırılan ölünün tekrar canlandırılması aracılığıyla yeniden yaratımdır sanatçının yaptığı. Ama sanatçı üflediği bu ruhu kendinden bilip de bencilliğe kapılırsa kendisine verilen hediyeyi murdar eder.

İşte tam da bu noktada, sanatçının, kendisine verilen hediyenin mahiyetini anlaması sürecidir ölümle yüzleşme. Filmdeki sanatçının ölümle yüzleşmesi, bir taraftan sanatın mahiyeti üzerine bir tefekkür imkânına; diğer taraftan da açıkça, insanın ölümle yüzleşmeden hayatı anlamlandıramayacağına işaret ediyor. Filmin sonunda “ölümle” yapılan uzun konuşma Bergman’ın “Yedinci Mühür” filmini hatırlatıyor. Hayatına anlam arayan şövalyenin, anlam arayışının karşılığını aradığı şeydi ölüm, Yedinci Mühür’de. Palermo’da Yüzleşme’deki ölüm, bunun ötesine geçip, kendisinin mahiyetini de açığa vurmaya çalışan daha postmodern bir aktör izlenimi veriyor. O da gösteri toplumunun şovmenleri gibi görünür olmayı önemsiyor. O da ontolojik bir korku ile malul ve korkunun mahiyetini keşfetme imkânından uzak… Ve “kötü adam” olmaktan sıkıntı duyuyor. Kendisini dinleyecek ve kabul edecek cesarette birisini arıyor. Senin de yaptığın şey benimki gibi diyor fotoğrafçıya: Sen doğayı çekerek donduruyorsun. Ben de hayatı… Aslında fotoğraftaki negatif fikri beni cezbediyor. Hayat ile ölüm birbirinin negatifi… Dijital fotoğraf o yüzden yanlış bir yol… Çünkü negatifteki bağlantıyı koparıyor!

Tanımlayamadığı  hiçbir şeyi var saymayan bir anlayışın, ölümü yok sayması kadar doğal bir şey yok. Ama bu anlayış, insanda gizli olan “yönelişin” farkında olmadığı için, sakladığı ölümün, kendisini farklı şekillerde ve yüzlerde tekrar ortaya koyacağından habersiz bir anlayış aynı zamanda. Üstüne ölü toprağı atılmaya çalışılan yönelişin, bütün gizlemelere rağmen en açık şekilde sanatçılarda ortaya çıkması bundan! Zira sanat, dinin kan kardeşi… Din ortadan kaybolduğunda, kaybolan şeyin kayıplığını bize gösteren bir yönelim. O yüzden en çok da sanatçılar ölümle hemhâl… Filmin içinde ressam bir kadının söylediği sözün bana Hz. Ali’yi hatırlatması bu yüzden anlamlı. Hikmetin kapısı olan Hz. Ali ile Wenders filmindeki bir ressam arasındaki çağları aşan bağ ilginç. Kadına sen neye inanıyorsun diye soran fotoğrafçıya, kadın “ben sadece gördüğüm şeylere inanırım” diyor. “Sen neleri görüyorsun?” diye tekrar soruyor fotoğrafçı. “Tanrıyı, ölümü, aşkı…”

Biçimiyle içerik arasında, özellikle özel efektlere hiçbir Wenders filminde olmadığı  kadar bel bağlaması; ölümle yüzleşmelerin gerçekleştiği rüya atmosferini kurmakta başarılı olmaması sonucu kimi kopukluklar oluşmuş filmde. Tarkovsky’de olduğu gibi bir rüya atmosferi içinde, seyirciyi de rüya atmosferine davet eden ve bu yüzden gerçeküstü olsa dahi inandırıcılığında bir sorun olmayan bir biçim değil; rüyaların, rüya atmosferi içinden bakıldığında dahi inandırıcılığının zayıf olduğu bir durum ortaya çıkmış. Hatta bazen komik bir klip havası almış film. Ölümle yüzleşme fikrinin yaratması gereken ortamın tersine nispeten hızlı bir film Palermo’da Yüzleşme. Bu yüzden, biçimi açısından içeriğin yeterince temsil edilemediği bir film olmuş. Ama her şeye rağmen bu bir Wenders filmi. Her Wenders filmi gibi izleyicisine “Berlin Üzerinde Gökyüzü”ne doğru gezintiye çıkarmayı vaat eden bir film.  

Not: Bu yazı  sevgili dostum Mehmet Yılmaz’ın Derin Düşünce’de yayımlanan Korku matkabı zekâ duvarını deler mi?” başlıklı yazısına bir yorum, bir ekleme ve o yazı üzerine zihnimde canlananları bir sinema filmi aracılığıyla aktarabilme çabasıdır.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın 

 

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:cb Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    enver bey,

    yazıya ayrıca döneceğim ama başlık beni çok etkiledi,halen üzerine düşünmekteyim.

  3. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    Çocukken ölümü çok düşünürdüm. Özellikle televizyonda o kapanış marşı bitip, şeritli ve ortasında yuvarlak olan görüntü gelip sonra ekran karıncalarla ve o tuhaf tıss sesini çıkarmaya başlayınca. Hangi ölüm şeklinin en acısız olacağını düşünürdüm sonra, annemin babamın öldüğünden ne hissedeceğimi filan düşünürdüm. Bir dayanak olmadığı zaman bu tefekkür acı veren bir şey hakikaten. Bu yüzden insanların ölümü gözden ırak etme çabalarını anlıyorum. İnsanlar belirsizlikten hoşlanmaz. Ölüm korkusunun insanı yönlendirdiği şey, bu belirsizliği gidermek. Bunu iki şekilde yapabilirsiniz: çözmeye çalışarak, hiç düşünmeyerek.
    Sorun şu ki, siz düşünmek istemeseniz de, ölüm kendisini size sıklıkla düşündürtüyor.
    Böyle bir tefekkür anını kayınpederim vefat ettiğinde yaşadım. Hastaneden alabilmem için nüfus cüzdanı gerekiyordu. Ve onunla aynı odadaydım. Önce çantasını inceledim. Çantasında her zaman olduğu gibi kuru üzüm ve fındık vardı ve selpakçı para kazansın diye çantasına doluşturduğu yığınla kağıt mendil. Nüfus cüzdanı yoktu. Odadan çıktım. Acını, elemini dinlemiyorlar ki, hayat devam ediyor. Lazım nüfus kağıdı, yoksa alamazsınız hastanızı. Tekrar girdim soğutulmuş odaya. Elimi pantolonunun, gömleğinin cebine soktum. Kayan elini tuttum, göğsüne çektim. Gözlerindeki aralığa baktım. Dağılmış saçını inceledim. Yüzünün ifadesini, teninin rengini… 34 yıllık ömrümde ilk defa böyle bir tecrübe yaşadım. Ondan sonra da hiçbir şey aynı olmadı.
    Geçen gün gittiğim cenaze evinde de insanlar birbirlerine “Yahşi Batı’yı izledin mi?” diye soruyorlardı. Çok b*ktan bir filmmiş, hiç tavsiye etmezlermiş.

  4. Yazan:çuvaldız Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    Bir anlamda ölüm, hayatın sonsuz derinlikteki bir karede dondurulması…(eg)

    3 yaşıma ait hatırlayabildiğim, önü ardı olmayan birkaç donmuş kare var…bunlardan biri ölüm ile ilgili olanı…merdivenlerden yukarı çıkarken aşağıya inen ölüm’e kenara çekilip yol vermiştim..

    Rahmetli dedemi sadece dizlerine kadar görebildiğim adamlar çok da geniş olmayan merdivenlerden aşağı indirirlerken yol verebilmek için sırtımı olabildiğince duvara yapıştırdığımı hatırlıyorum. O anı hatırlamak korku duygusunu beraberinde taşımıyor. Korkmamışım herhalde! Dedem hatırlayabildiğim bazı zamanlarda olduğu gibi olmasa da evden gidiyordu. Ve bu gidişin “ölüm” anlamına geldiğini, bir daha dönmeyeceğini kimse söylememiş olsa da sırtımı o duvara yasladığımda her nasılsa biliyordum.Ölümün alıp götüren olduğunu biliyordum da nasıl geldiğini bilmiyordum.
    Bugün o merdivenleri güçlükle adımlayan küçük çocuk halimi düşündüğümde aklımdan geçen; hayatın, ölüm karşısında duramayacağı. Geldiğini bilerek, usulca kenara çekilip yol vermekten başka yapılabilecek bir şey yok.

    Sonraları, ilkokul çağlarımda çok yakın olduğum insanların çok sık ölüm haberlerini aldım. Bunlar genç insanların ölüm haberleriydi. Genellikle ızdıraplı bir hastalığın ardından geliyordu. Evde an ve an o insanın her geçen gün nasıl kötüleştiği ve çektiği acı konuşulduğundan olsa gerek “ölüm” ani gelen değil “beklenen” olmuştu çoğunlukla.

    Genç yaşında gidenlerden biri de yengemdi. Komik biriydi. Güldürmeyi de gülmeyi de severdi. Onu hatırladığımda aklıma geliveren anılardan biri de katıla katıla nefessiz kalıp, gözümden yaşlar gelinceye, artık yeter dedirtinceye kadar güldürdüğüdür.:)Hasta olduğunu öğrendikten sonra o 8-9 yaşındaki çocuk halimle merak ettiğim şeylerden biri de onun gülmeyi unutup unutmadığı olmuştu. Bu soruyu sormadan cevabımı bulabilmek için onu hasta olarak gördüğümde dikkatli dikkatli yüzüne bakmıştım; çok iyi bildiği bir şeyi unutup unutmadığını anlamak için. Ölümün yakınlarında olduğunu bilerek, sessiz de olsa hala gülebiliyordu.

    Sonraları ölümün alıp götürdüğü ruhların ardında kalan soğumuş bedenleri de gördüm. Gerçekten de donmuş bir an karesini hatırlatıyorlardı. Ölüm geldiğinde yılların izini taşıyan bedenler olarak öylece donup kalmışlardı.

    Şu albüme yerleştirdiğimiz fotoğraflardaki dondurmaya çalıştığımız anlardaki gibi.Özsuyu çoktan çekilmiş, ayakta kurumaya başlamış ağaçlar gibi.

    Ölümün tadına bakan nefsin ardında bıraktığı hiçbir iz yoktu. Nefs, o tadın peşine takılıp yıllarca içinde kaldığı bedeni ardında bırakarak, çekip gitmişti.

    Bekleneniyle, beklenmeyeniyle başkalarının “ölüm”leri ile o tadı bilebilmek mümkün değil. Belki ölüp gidenin ardından ona dair hatırladığımız anıların zihinlerimizde bıraktığı iz o tadın nasıl bir şey olabileceğine dair bir şeyler söyleyebilir.

    Yine çocukken yaşlılardan biri “Allah bu acıyı unutturmasın başka acı da göstermesin” dediğinde ağlayıp, üzülenlerin haline bakarak “unutturmasın “dediği için çok kızmış olduğumu hatırlıyorum. Oysa ayrılığın acısını bilmeyen kavuşmanın sevincini nasıl bilebilir ki! İşte bu yüzden herhangi bir anda hatırlayarak ölüm hakkında düşünmek, ölümün her an yanı başımızda olduğunu düşünüyor olmaktan çok farklı.
    Sinema filmi ve ölümü ilişkisiyle anlattıklarınıza şunu da eklemek mümkün olsa gerek.
    Genellikle seyircilerin film sonlarında görmeyi beklediği mutlu son sahneleri hiçbir zaman “ölüm” ile ilişkili değildir. Unutmak için oradayken kendisine “ölüm”ün hatırlatılmasından rahatsız olur. Film ölüm sahnesi ile nihayetlenmişse eğer seyirci “sonra?” duygusuyla oturduğu yerden kalkmadan ve “ölüm, hayatın mutlu sonu olamaz” düşüncesiyle bir süre daha perdeye bakmaya devam eder. Siz bu yazınızla aksi yönde bir hatırlatma yapmışsınız.Elinize sağlık.Size ve bu yazıya vesile olan yazısı için Mehmet beye de teşekkürler.

    Ölüm, hayatı sonsuz bir karede dondurmaktır!(eg)

    Başlık gerçekten çok anlamlı.M.Yılmaz beyin o yazısındaki şu satırları hatırlattı ;
    Trenin veya atlıların ekranı terk ettiği ama kameranın kayda devam ettiği o son bir kaç saniyedeki boşluk ne kadar tahammül edilmez bir boşluktur. Zaman’ı en ölçülmemiş, en kontrolsüz haliyle “görürüz” orada.(M.Y)

    Karşılığı ölüm=hayat olan “an”; donmuş tek bir kare!

    Özdeşlerin ayırt edeilemezliği bu mudur?

  5. Yazan:MY Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    Abi hakikaten Korku Matkabi’nin devami gibi olmus 🙂 eline, zihnine saglik.

    Özellikle su satirlari çok benimsedigimi söylemek isterim:

    “… Batı toplumundaki ilk gettolar olduğunu ve sonraki tüm gettolara örnek teşkil ettiğini söylüyor. Modern insan, bu şekilde, kafasını kuma gömen devekuşu gibi gözünün önünden attığı ölümün kendisini hiç bulmayacağı gibi bir batıl inanca sahip oluyor. Ölümü kendisine hatırlatan her şeye tiksintiyle bakıyor ve bir an önce ölümü hatırlatan ne kadar şey varsa kendi hayatından uzaklaştırmak istiyor. …”

  6. Yazan:Suat Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    Ah hocam, ellerine zihnine saglik..

  7. Yazan:MB Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    Başlık insanı donduruyor ve tefekküre davet ediyor…

    Çok güzel bir yazı… Yüreğinize sağlık…

    Küçük bir itiraz;

    “hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalış”

    Bu söz üzerine yaptığınız tespitler çok doğru ancak bu söz, hadis kriterleri bakımından tenkid görmüştür.

    Hadisin ifade ettiği mânâ, Kur’ân-ı Kerim’in nasslarına da aykırıdır. Zira Kur’ân-ı Kerim’de, “Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî ahiret yurdunu mamur etmeye gayret göster, ama dünyadan da nasibini unutma!” (Kasas sûresi, 28/77) buyrulmaktadır.

    Yani dünyaya dünya kadar, ahirete de ahiret kadar çalışılması istenir. Biraz daha açarsak;

    Mümin dünya için çalışır, kazanır ve Allah yolunda infak eder. Dolayısıyla bu da ahiret için olur. Dünyanın, ahiret hesabina işlettirilmesidir bütün mesele…

    O(sav), dediyse doğrudur.
    En doğrusunu Allah bilir.

    sevgilerimle

  8. Yazan:eg Tarih: Oca 27, 2010 | Reply

    sevgili mb,
    aslında itirazınızda haklısınız. alıntıladığım hadisi şerifin kimilerince zayıf kabul edildiğini de biliyorum. ama benim açımdan burada hadisin hayat için kurmayı düşündüğü denge önemliydi. ve açıkçası alıntıladığım hadisi, alıntıladığınız kasas sûresindeki ayetlerden anladığımla benzer şekilde anlıyorum ben.

    mesela haddim olmayarak ibn arabî’nin hz. musa ile firavun arasındaki konuşmayı tasvir eden bazı ayetleri açıklama biçiminin bu hadis için de kullanlabileceğini düşünüyorum. yani hangi yarısını alırsanız alın, diğer yarısı olmazsa anlamı olmayacak bir bütün bu. sadece tam olduğunda bütün. o yüzden zayıf kabul edilsin ya da edilmesin; hatta hz. peygamber’in ağzından çıkmış olsun ya da olmasın ben bu sözleri aynen ayeti kerimelerde geçen şekilde anlıyorum…

    çuvaldız hanım, ekrem bey
    ölümle ilgili yaşadıklarınızı aktarmanız hepimiz için çok ibret verici ve faydalı. teşekkürler. yazının kendisinden daha zengin yorumlar olmuş.

    suat hocam, cemile hanım…doğrusu yazıyı yazmayı mehmet’in yazısına “uzun” bir yorum yazacağımı söylediğim ilk andan beri düşünüyorum. 2008’de bursada festivalde izlemiştim filmi. ama bazı diyalogları unutmuştum. o yüzden tekrar izlemeden yazmak istemedim. geçen akşam tekrar izledim filmi dvd’den. ve suat hocam, seninle ne derece benzer bir ruh yapısına sahip olduğumuzu bir kez daha anladım. filmin tüm teması benim için de o ressam kadının söylediklerinde gizliydi aslında. ve hz.ali’nin sanıyorum nehcül belaga’da okuduğum “size yemin ediyorum ki ben görmediğim bir Allah’a ibadet etmem” manasındaki sözleriyle büyük paralellik kurdum. bu sözün de alıntıladığım hadis gibi gerçekliği tartışılabilir. bilemiyorum gerçekten böyle bir söz söylemiş midir hz. ali, söylememiş midir; ama bu sözde çok büyük bir hikmet gizli olduğunu düşünüyorum. o yüzden filmde en çok o sözleri tekrar duymak istediğim için filmi tekrar izledim…

  9. Yazan:Kerem Tarih: Oca 28, 2010 | Reply

    İddialarını şehadetiyle ispatlamış Seyyid Kutub’un hiç unutamayacağım bir sözü var:
    “Ölüm yolculuğun sonu değil, bilakis yoldaki bir merhaledir.”

  10. Yazan:Mustafa Tarih: Şub 2, 2010 | Reply

    Insallah basliktan birsey anlamadim veya anlamak mümkün degil desem üzmem sizi Enver bey.
    Ölümün bati veya endustriyel toplumlardan “uzaklastirilmasi”nin sebebleri üzerinde tartirsmak mümkün. Bana cazib gelen devletin ve sermaye gücün arzusu üzerine oldugudur. Insanin hayatindaki temel sualler pesinden gitmesi “potansiyel tehlike” olarak gören zihniyetle karsi kariyayiz.
    Temel suallere “sistem” cevab verir…Maymuna benzeyen varliklardan geldigimiz….”tesadüf ve tabiat “gücleri” tabiata hüküm sürermis…nasilmi yasanacak ? iste bak gösteriyoruz: modern hayat böyle dercesine TV dünyasi…cocuklastirilmis toplum ihtiyac ve menfaat pesinde kosup kafasini kaldirip tefekküre itici hallerin yok edilisi söz konusu. Insanin nereden geldigini ögrettik. Nasil yasanmasi gerekir onuda ögrettiler. Fikir ve inanc dünyasi kontrol altinda…geriye ölüm kaliyor. Ölüme hüküm etmek yok. Ölüm cevabda vermiyor. Ve Ölüm istedigi an geliyor senin en deger verdigini alip gidiyor. Kimsede geri dönmüyor. Ölüme kafa yorup tefekküre dalanlari engellemek icinde ölüme sedler cekilecek…

    Hakim olan fikirler Hakimiyeti olanlarin fikirleridir.

  11. Yazan:eg Tarih: Şub 2, 2010 | Reply

    mustafa bey, filmde bir yerde başlıktakine benzeyen bir cümle geçiyordu. ama tam öyle dğeil. neyse şunu söylemek istiyorum: bir zamanlar -galiba valeri idi- şiir için ilk dizesi ilham gerisi çalışma demişti. bu başlık adeta bir an ölüm hakkında filmi tekrar izleyince zihnimde beliren bir başlık oldu. şu an başlığa dönüp bakınca o an ne düşünmüş de bu başlığı atmış olabileceğimi cidden bilmiyorum:))

  1. 2 Trackback(s)

  2. Oca 27, 2010: “Ben sadece gördüğüm şeylere inanırım” « harcıalem
  3. Oca 28, 2010: Twitter Trackbacks for Ölüm Hayatı Sonsuz Bir Karede Dondurmaktır! : Derin Düşünce [derindusunce.org] on Topsy.com

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin