RSS Feed for This Post

Her Sanat Eseri Bir soru Demektir 2

Grbavica (2006) Jasmila Zbanic

İnsanın genzini yakan kurşuni bir duman… Kan kırmızı bir renge bürünmüş uçsuz bucaksız çorak toprak… Toprağın deniz kıyısıyla birleştiği noktada kızıl saçları yüzünü örtmüş bir kız çocuğu… Çocuğun elleri kanlı… Denizde, ellerindeki kanı yıkamaya çalıştıkça denizin rengi kan rengine dönüyor ve ellerindeki kan bir kaynaktan fışkırırcasına çoğalıyor.

Bosna’ya ait bir resim değil bu! Bosna’da insanlığa karşı suç  işlenirken, durup bekleyen ve yaşamaya devam eden bizleri tasvir eden bir resim… Çürüyen kalplerimizin, kokuşan ruhlarımızın kokusu genzimizi yakan! Ve masumun, mazlumun kanı, toprağımızdan ekmeğimize karışan… Çocuklarımıza bıraktığımız en büyük miras, kendi ellerimizden onların eline geçirdiğimiz kan!

Utanmayı  unutan insanlığın mazlumun üstüne yıktığı en büyük yük: Utanç… Taşımaya yükümlü olduğu yükün milyon katını yüklemek masumun sırtına… Çocuğunun gözünde tecavüzcüsünü unutmamaya yazgılı olmak! Bosnalı kadınların sırtına yüklediğimiz tüm dünyanın utancı.

En büyük insanlık suçundan utanmayanların, sadece bedenlerini değil ruhlarını da kirlettiği mazlumların ahı; bizim toprağımızı kirleten, ellerimizi kan içinde bırakan…

Körlük  – Blindness (2008) Fernando Meirelles

İnsan, dünyaya ve hayata, en çok ve şehvetle neresinden tutunuyorsa, tam da oradan kopuyor hayattan! Maddi uygarlık, sebep-sonuç ilişkilerini de maddi ve – fizyolojik – olandan derliyor besbelli.

Fizyolojik körlük, maddi uygarlığın sonu ve “insan insanın kurdudur”  düsturunun uygulamaya geçtiği bir alan yaratıyor. Sefaletin, vurdumduymazlığın, egoizmin, acımasızlığın, rezilliğin alanını… Körlüğümüz katmerleşiyor ve fark etmiyoruz bu şekilde…

Kalbî  ve manevi körlüğün yarattığı  “insan insanın kurdudur”  düsturunu, sonuç değil sebep sanıyoruz böylece! Modern uygarlığın, sebeplerle sonuçları birbirine karıştırmakta ne derece mahir olduğunu hiç düşünmeden…

Utanç  – Disgrace (2008) Steve Jacobs

Mazlum ile zalim, madalyonun iki yüzü… “En büyük zalimler kafası koparılmamış mazlumlardan çıkar” diyen Cioran’ın haklılık payı üzerine düşünme zamanıdır.

Bu söz, “mazlumların kafası koparılmalıdır” demek değil, zalim olmakla mazlum olmanın ne derece ince bir çizgide ayrıldığınınbirleştiğinin ifşasıdır.

İnsan, yaptığı zulümlerin benzerleri ile kendisi karşılaşınca, zulmün mahiyetini kavrıyor çoğunluk! Güney Afrika, mazlum-zalim ayrımını oluşturan çizginin sık sık tersyüz olduğu; beyaz adamın siyahın, siyah adamın beyazın yaptıklarını ancak kendi aynasında tanıyabildiği bir ülke olarak Cioran’ın laboratuarı.

Deccal – Antichrist (2009) Lars von Trier

“Doğru denilen şey, yaşamın parayla satın alınamayan az sayıdaki, gerçekten büyük ve değerli nesnelerinden biridir. Tıpkı sevgi ya da güzellik gibi armağan edilir insana.”

Sanat, Allah’ın bir insana verebileceği en büyük hediyelerden birisi… Kibirle birlikte olursa da çok zehirli bir karışım. Doğruyu, güzelliği ve sevgiyi zehirleyen bir karışım!

Sadık rüya; hakikatle ilişki kurmanın en dolaysız yollarından birisi… Aklın azad edildiği noktada, aklın çıkamayacağı zirvelerin bineği.

Muhayyile; aklın, sadık rüyanın zirvelerine çıkabileceği yanılsaması… 

Dünya sinemasının büyük sanatçıları rüya ile muhayyile arasında gidip gelirler. Tarkovsky, Paradjanov, Kurosawa… Rüya sanatçıları! Pasolini, Godard, Jarman, Trier, Lynch, Jodorovsky, Ruiz, Reygadas… Muhayyileyi rüya mertebesine çıkarmaya çalıştıkları için tökezleyip duran ve bu yüzden de kendilerine verilen hediyeyi murdar eden sanatçılar. Bir de ârafta olanlar: Bunuel, Bergman…

Nasıl anlaşılır peki, “hediyeyi” murdar edenlerle hizmet edenler arasındaki fark? Ahsen-i takvîm ile esfel-i safilin arasında bulunulan konuma göre!

Trier; büyük yeteneğine rağmen insanın “esfel-i safilin” yönüne yüzünü dönüp “ahsen-i takvim” ile arasına duvarlar örmüş bir yönetmen. Bu yüzden kibri hizmetinden ağır basıyor.

Bu yüzden izleyicisini tekmeliyor, aşağılıyor ve Antichrist’te olduğu gibi kafasından ve hayalarından çivileyerek çarmıha germeyi amaçlıyor! Bu en çok da kalbini kanatıyor insanın! Muhatabını, bir rüyanın inceliğinde sakince tutup, birlikte yükseklere çıkmak yerine; kollarına çivilediği prangalarla cehennemin dibine çekmek iştiyakı!

Antichrist’in Tarkovsky’ye adanması ne demektir? Her şeye rağmen Allah’tan hediyelenmiş bir sanatçının muhayyilesinin, sadık rüya olmak için çırpınıp durması elbet! “Deney”in, kendisini kamufle edip, bir tür vahiy veya ilham olarak görünmeye çalışması… Dua etmeye kibri yetmeyen bir sanatçının, susuzluğu…

Allah’ın hediyesini bir şeytan ilhamına döndürmek…  Kadını şeytanın mabedi haline getirip cadılaştırmak, duayı bilmemekle ilgili olmalı! İnsanın karanlık yönlerini dürtekleyerek, aydınlığını bastırmak… Rahmeti gazabını geçmiş Allah’ın, gazabının her şeyi kuşattığını sanmak ve rahmetin pencerelerini tıkamak!

Akıl, duaya engel olan en büyük tuzak olarak kibrin mekânı!

Rashomon (1950) Akira Kurosawa

Egoizm insanın doğuştan getirdiği en büyük günahtır” demişti Kurosawa. Bütün dinler insanda bulunan bu çorak bölgeyi yeşertmek için ve insanı bu en büyük günahtan korumak için varlar…

Modernlik, egoizm ile ilerleme arasında kurduğu koşutluk ve insanı, kendi çıkarı ile yazgısının paralel olduğuna inandırmasıyla en büyük günahkâr!

Egoizm topraklarında büyüyen bütün bitkiler kaktüs… 

Sadece kendisi için var olan, ama kendisini hep olduğundan daha değerli göstermek için yalan söyleyip duran insan için yalan bir süre sonra varoluş biçimi haline geliyor. Ölüm anını bile kirleten bir varoluş biçimi…

Hangi toprağa ne ektiğimize çok dikkat etmeli değil miyiz?

Yalnız  Yatmak İstemiyorum – Hei yan quan (2006)Tsai Ming Liang

Salgın modern yaşamın bir metaforu. Yalnızlaşmış modern insanın, saklandığı sığınağı tehdit eden korku!

Ama bir başka korku; ontolojik korku, yine ontolojik olan sığınma, umut, dostluk ve yakınlık isteklerini tetikleyen bir şey aynı zamanda. Salgın, terazinin, yalnızlaşma tarafına baskı yapıyor; oluşturduğu korku insanın sıcaklığa, dostluğa olan susuzluğuna…

Modern insan bu salınmalara yazgılı olan insan mıdır aynı  zamanda?

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… Ve Yine İlkbahar – Bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom (2003)Kim Ki-duk

Hayata gözlerini açan, varlığın sesine kulağını  veren her insanın hissedeceği  şey, tüm varlığın Allah’ı tespih ettiği olacaktır.

Sinemada sessizlik, perdelerin aradan çekilip Varlık ile baş başa kalmak demek bir anlamda. Varlığın duasına kulak kabartmak!

“İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… Ve Yine İlkbahar” bir dini gelenek ya da öğretinin gerçek diliyle ve samimiyetle perdeye düştüğünde ne büyük bir güzellik yaratabileceğinin en güzel örneklerinden birisi… Sinemasal bir haiku. Sadeliğin, sessizliğin içinde güzelliğin ve varlığın sesine kulak vermemize zemin hazırlayan bir başyapıt.

Bodhisattva filmin merkezi unsuru. İslam tasavvufunda “fenâ”dan sonra “bekâ”ya ulaşan mutasavvıfın insanları aydınlatma göreviyle benzer bir görevi olan Bodhisattva figürünü, ikinci ilkbaharda, sırtında, dağın zirvesine taşıyan Kim Ki-Duk’un kendisi… İnsanın kısırdöngüden – samsaradan – (Nietzsche’nin bengi dönüşü olabilir mi bu?) kurtulup manevi aydınlanmasının yolu kendi sorumluluğunu alması, aklını ve kalbini hakikate açmasından geçiyor. Aynen, adeta kanıyla tahta zemine sutraları kazıyan genç rahip gibi… Sanatçı, ancak yükü kendi sırtına alma cesaretini ve gücünü gösterirse hakiki sanat eserleri yapabiliyor demek ki!

Kumlardaki Kadın – Woman of the Dunes (1964)Hiroshi Teshigahara

“Sorun saçmalığa varan bu hayatta, yaşamaya değip değmeyeceği sorunu!” 

Belki de hayatı  saçma hale getiren ve bu yüzden de yaşanmaz kılan kendi eylemlerimizdir! Belki de, nedenle sonucu karıştıran modern illüzyona tutulmamızdır bizi “saçma” ile karşı karşıya bırakan…

“Kum kürümek için mi yaşıyorsun, yaşamak için mi kum kürüyorsun?”

Kendi kurduğumuz saçmalığı ontolojik hale getirmemizin bir dışavurumu olabilir mi bu söz? Yaşadığımız hayatlar da üç aşağı beş yukarı böyle değil mi ki zaten?

Yaşamak için mi çalışıyoruz, çalışmak için mi yaşıyoruz mesela? Bir süre sonra muhayyilemizde bunun bir ayrımı kalmıyor galiba. Kendimizi, kendi yarattığımız kocaman bir saçmalığın ortasında buluveriyoruz. Yaşadığımız o cehennemi kendi evimiz zannetmeye ve başka bir dünya hayal edememeye başlıyoruz. İşini, eşini, sevgilisini kaybeden insanların sudan çıkmış balığa dönmesi de bununla ilgili olabilir mi? Mecazı hakikat yapmanın bir sonucu olarak yanılgı ve saçmanın?

Hayatımız Sysiphos söylencesinde olduğu gibi tepeden aşağı yuvarlanan kocaman taşı her seferinde tekrar tekrar yukarıya çıkarmaktan ibaret değil mi? Bizi de “çevre köydeki ‘sahiplerimiz'” kum küremeye mahkûm etmiş olabilirler mi? Kum küremeden yaşayamayacağımıza ikna edilmiş değil miyiz bizler de? 

Bütün bu yarattığımız saçmanın orasında, her seferinde yaşamayı mı seçmek, yoksa kimi varoluşçuların yaptığı gibi intiharı mı yüceltmek en insancası? Bu iki yolun dışında insanlığa önerilecek bir yol yok mudur?

Birkaç dakika deniz görmek için en mahremini teşhire zorlanan kum küreyici sakinlerin yaptıkları ile bizlerin para (ve yaşamak olduğuna ikna edildiğimiz her şey ) karşılığı gururumuzu, ahlakımızı satılığa çıkarmamız benzer şeyler değil mi?

Fahrenheit 451 (1966)François Truffaut

Kâğıt, 451 fahrenheit derecesinde tutuşmaya başlıyor.

Hegemonyanın gün yüzüne çıktığı sonuç hali olarak kitap yakma, diğer bütün zalimliklerin de başlangıç noktası sanırım. Heinrich Heine “Kitapların yakıldığı yerde insanları da yakarlar!” diyordu. Hitler döneminde Almanya’da propaganda bakanı Goebbels, Kafka’nın ve daha yüzlerce büyük yazarın kitaplarını yakıyordu…

  Deleuze ve Guattari hegemonyanın üç köşesinden bahseder. Birinci köşede buyurgan bir müdür; ikincisi evinde uyurken bile emir bekleyen bir “baba” figürü ve bunların hepsinin güç alanında dönüşecek ortam bulmuş ve sabahın birinde hamam böceğine dönmüş Gregor Samsa… Bu üç köşenin tamam olduğu andadır kitapların yakıldığı mekân ve zaman!

Oğul Odası – The Son’s Room (2001)Nanni Moretti

Çokluk pek uzun yıllar geçer de ancak o zaman insanin kulağı belli bir öyküyü algılayacak olgunluğa erişir. Ne var ki, insanları doğru dürüst anlayabilmemiz için onların anne ve babalarımız gibi tıpkı – kısaca sevip korktuğumuz her şey gibi – önce ölüp gitmesi gerekir.” Franz Kafka

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın 

 

Trackback URL

  1. 12 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Oca 21, 2010 | Reply

    bu arada bir not: bu yazı benim derindüşünce’deki 100. yazım olmuş:))

  3. Yazan:cb Tarih: Oca 21, 2010 | Reply

    aa Enver bey tebrik ederim :))

  4. Yazan:eg Tarih: Oca 21, 2010 | Reply

    sağolun cemile hanım. gerçi balyoz planıyla yedik kafamıza balyozu ve bütün keyfimiz yine kaçtı…

  5. Yazan:çuvaldız Tarih: Oca 21, 2010 | Reply

    Site yazarlarının tek işlerinin bu olmadığı düşünüldüğü taktirde ancak yüksek yoğunlukta yazı kaleme almanın özveri anlamına geldiği fark edilebilir sanırım!

    “Dokuz yüz katlı insan” başlıklı ilk yazınızdan bugüne kadar 15 ayda 100 yazı eder…Bilinenlerin dışında bakılabilecek başka bir pencerenin de olduğunu gösterebilmek amacıyla, seçilen farklı konuların ele alınıp, işlendiği birikim ürünü yazılar…Yazı konuları ilk bakışta birbirlerinden çok farklı gibi görünüyor olsalar bile yazar tarafından büyük bir beceri ile ortak bir zeminde birleştirilebiliyorlar…Bu da ele alınarak işlenen konudan çok zemine odaklanmayı, bilmeyi, anlamayı gerekli kılıyor…Bu zeminin tartışmasız bir “E.Gülşen Penceresi” anlamına geldiği kabullenilerek yazılanlar okunduğunda söylenecek her şeyin hale hazırda söylenerek noktanın konmuş olduğu bilinciyle insan sessiz/yorumsuz kalabiliyor…

    E.Gülşen imzalı bir yazının dokunulmaza dokunarak, konuşulmayanı tartışmaya açarak konuşulur kılmak amacıyla yazılmış olduğu izlenimine hiç kapılmadım…Toplumun tek açıdan bakması için inşa edilen pencereye taş atmak şeklinde ifade edilebilecek bir yaklaşıma bazı başlıklar altında düşülen yorumlar da dahil olmak üzere şahit olduğumu söyleyebilmem pek mümkün değil…

    E.G imzalı yazıları değerli kılanın sadece, seçili alanda emek verilerek edinilmiş bilgi birikiminin izlerini sürebilmek olduğunu düşünmüyorum…Tüm ötekilerin öze nüfuz ederek aynılaştıran etkisinden sıyrılarak, konuların bağımsızca ele alınıp yorumlanabileceğini ve böylelikle de kişisel zemin inşasının pratikte mümkün olabildiğini gösterdikleri için de oldukça ibret verici ve değerliler…

    Her açıdan ve her alanda ezber bozan yazı ve yazarları bir araya getiren bir site olduğu için DD ye emek verenleri yeniden kutlamak gerek.

    Nice yüz yazılara…

  6. Yazan:Suat Tarih: Oca 21, 2010 | Reply

    Hocam elinize saglik ve tebrikler.. Takipteyim, sessiz sedasiz da olsa..

  7. Yazan:cb Tarih: Oca 22, 2010 | Reply

    sormayın enver bey,okudukça insan ürperiyor…uçak düşürme planından camii bombalamaya kadar,eylem isimlerine bakar mısınız?’sakal’-‘çarşaf’,böyle şey mi olur?kendi insanını öldürmek,ikiyüzbin insanı stadyumlara toplamak suretiyle göz altına atmak,facia olmalı.Allah fırsat vermesin.

  8. Yazan:eg Tarih: Oca 22, 2010 | Reply

    suat hocam çok teşekkürler…yazılarını bekliyoruz; arayı açmayın lütfen:)

    çuvaldız hanım doğrusu çok mahçup oldum. çok güzel sözleriniz için sadece teşekkür etmek isterim. keşke dövseydiniz daha iyiydi:)) zira bu şekilde bir övgüye mazhar olmak dövülmekten daha büyük bir yük bindiriyor insanın omzuna. ve korkuyor insan…acaba burada bundan sonra yayımlanacak başka yazılarım bu ritmi bozar mı diye…

    derindüşünce’nin burada yazan kişileri “hizaya sokmak” gibi insani açıdan bir doğrultma görevi gördüğünü düşünüyorum. bu zorla olan birşey değil; daha çok insanın kendisini kontrolüne zemin hazırlamasıyla ilgili bir mesele bence…mesela derindüşüncede yazmaya başladığım ilk zamanlarda taraf, yeni şafak vs. gibi yerlerde yayımladığım ve çoğu günlük siyasete ait olan – ve bana kalırsa en az değer verdiğim yazılar olan- yazıları burada da yayımlıyordum. ama özellikle birkaç aydır, gazetelerin yorum sayfalarında yayımladığım yazıların çoğunu derindüşünce’nin kalitesine uygun görmeyip buraya göndermiyorum. yani bende derindüşünce için ayrı bir kalite kriteri oluşmaya başladı. bu da en az türkiye’nin en değerli düşünce dergilerine yazı gönderilme niyeti olduğunda tutturulması gereken kaliteyle eşdeğer bir kalite. dediğim gibi bu bir baskıyla, dışarıdan gelmiş bir sözle oluşmadı. daha çok derindüşüncenin -gazetelerin okuyucu sayısını bulmasa da- okuyucu kalitesinin bir gazetenin (bu gazete taraf dahi olsa)okuyucu kalitesinin çok üstünde olduğunu düşünmekten kaynaklanan kendini kontrolle ilgili birşey. o yüzden gerçekten derindüşünceye hepimiz teşekkür etmeliyiz. zira türkiye için çok önemli bir misyonu yerine getiriyor. bilim,sanat,hayat,din, siyaset gibi ayrık görülen şeylerin birbirleriyle hayati bağlarını bir zemin oluşturacak şekilde sitenin anlayışı kılan mehmet’e bu yüzden teşekkürü borç bilirim.

    sevgiyle…

  9. Yazan:MY Tarih: Oca 22, 2010 | Reply

    est. güzel kardesim,

    su sözlerinde sitenin temel ilkelerinden biri kristallesmis:

    “…bilim,sanat,hayat,din, siyaset gibi ayrık görülen şeylerin birbirleriyle hayati bağlarını bir zemin oluşturacak şekilde sitenin anlayışı…”(eg)

    Bak ne diyecegim, çocuklarina gitar dersi aldiran bir dostum var, ayni zamanda çok samimi bir Müslümandir, hem kendisi Islam’i yasama gayretinde, hem de Islam aleminin bugünkü çilelerine bir damla olsun merhem olmaya çalisir. Neyse, geçen günkü bir sohbette söyle dedim: “bu cografyada zulümün, savaslarin birmesi için yapilmasi gereken çok sey var, senin çocuklarinin gitar çalmayi ögrenmesi de bunlarin içine giriyor”

    Bedava kitap indirme sayfamizdan 5000’e yakin kitap indirilmis sadece 1 ayda. Hamdolsun.

    Evet, sanat konusundaki çalismalarimizin kalitesini, derinligini arttirarak yola devam etmeliyiz, 300 yillik bir kosu bu, final ipini gögüsleyecek olan biz degiliz, bizden sonrakilere verecegimiz bayragi hazirliyoruz :))

  10. Yazan:cb Tarih: Oca 22, 2010 | Reply

    mehmet abi,

    “bu cografyada zulümün, savaslarin birmesi için yapilmasi gereken çok sey var, senin çocuklarinin gitar çalmayi ögrenmesi de bunlarin içine giriyor”

    derdi bir müzik aletine indirmeyi elbet düşürmüyorum ama o gitardan çok o gitar fetvalarındanda insanları kurtarmaya ihtiyacımız var,benim benden yaşça büyük bir öğrencim var,ergenlik yaşındaki kızı gitar dersi almaya başlamış,çocuk daha yeni örtmüş başını bu nedenle annesi ödüllendirmiş,bugün dersten sonra o bayan bana ‘hocam bir hoca bana ” kızınız gitar dersi almasa çok daha iyi olur ”dedi,ben şimdi ne yapayım diye sordu?

    ben kulağıma böyle şeyler geldğinde gerçekten rahatsız oluyorum,ah bu fetva makamları yok mu?

    oysa ki bilmiyorlar,en enerji dolu zamanlarında çocuklarımıza ruhlarına,içsel dünyalarına olumlu yönde etki yapabilecek eylemlere yönlendirsek,kaybeden değil kazanan taraf biz olacağız.bazen çocuklarımızı biz ‘ötekileştiriyoruz’ farkında olmadan,maalesef.

  11. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Oca 22, 2010 | Reply

    Ben de ufaklığa gitar, flüt ve darbuka aldım. Abarttım mı acaba 🙂 Çok büyük şevkle çalıyor ama bazen de kafa kaldırmıyor hakikaten.

    Enver bey,

    Sinemanın ne menem bir şey olduğunu sizin sayenizde öğreniyoruz. Teşekkürler.

  12. Yazan:suzannur Tarih: Oca 22, 2010 | Reply

    gerçekten tebrik ederim, yazmak ve iyi yazmak çok zor bir uğraşı,kaleminize(klavyenize) ve fikrinize sağlık.

  13. Yazan:eg Tarih: Oca 23, 2010 | Reply

    çok teşekkür ederim arkadaşlar.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin