RSS Feed for This Post

Hrant abimi andım

Garabet Orunöz

Tuzla’dan önce Gedikpaşa da bir kilisenin alt katında yatakhane ve yemekhaneden ibaretti ikametgahımız. Bir minik top sahamız bile vardı. İşte buranın adı da Joğovaran’dı.
   Joğovaran; kelime anlamı,  toplanılan yer  olduğunu çok sonraları öğrendim.  Burada hiyerarşik bir düzen değil, aile düzeni vardı. Görevlilerimizden erkek olana, baba anlamına gelen ‘’hayrig”,  bayan  olanına ise, anne anlamına gelen ‘’mayrig” diye hitap ederdik. Benim hatırladığım ilk hayrig;  Aleksan’dır, ilk  mayrig ise;  eşi  Vartanuş’tur. Aleksan hayrigten  önce de;   Agop  ve eşi Yerçanik mayrig kısa bir süre görev yapmışlar.
      Kız kardeşlerimizin  bir  kısmının kaldığı yer,İncirdibi Ermeni  Protestan okulunun yanındaki binaydı, 1968’de Mardin ili, Silopi  ilçesi  mezrasında  yaşayan Varto  aşiretinden katılımlar olunca,  nedendir bilmem ama çok sevinmiştim. O zaman Joğovaran’ın  mutfağının  karşısında,  kiler olarak kullanılan bir odayı da kızların kalması için düzenlemişlerdi. Artık kilisenin altındaki  evimizde, kız  kardeşlerimizle  birlikte kalıyorduk. Banyoyu ayrı günlerde fakat  üç tane olan  tuvaletleri ve  lavaboları birlikte kullanıyorduk.
      Joğovaran’a ilk geldiğimde Aleksan  hayrig vardı, kalın  sesli, olgun ve de gerçek babacan davranan bir görevliydi. Yetimliğimizin  farkındaydı, sevecenliği de ondandı sanırım.  Zaten ağabeylerimiz de vardı, işte tam da burada ilk  farkına varmıştım; Malatyalı oluşumun. Hrant  Dink abim  ile ilk göz ve sesli temasımın oluşu, kulaklarımda hala  yankılanır. İlkokula gideceğim ilk gün, tüm şaşkınlığımla sağa-sola bakınırken,  Onun sesini duydum.  ‘’Benim yontulmamış  Malatyalım, sende sıraya geçsen de gitsek”.  Beşinci  sınıfa  gidiyordu. O zaman büyük ağabeyler sırayla her sabah  küçükleri   ikişerli  sıra halinde, okula götürürlerdi.  Akşam da aynı  şekilde geri getirir, yemekten sonrada derslerimizle  de  ağabeylerimiz ilgilenirdi. Küçükleri; dersleri  bittikten sonra ayak yıkamaya sonrada yatmaya yine, haftanın sorumlu abisi götürürdü.
     Joğovaran’da bir gün;  sabah kalktıktan sonra,  el-yüz yıkama,  kahvaltı.  Kahvaltı  sonrası diş  fırçalama, sabah ayini  için üst  katta bulunan kiliseye çıkılır, tahminen 15 dakikalık bir dua faslından sonra,  tekrar aşağıya  inilir,( bez torbadan yapılmış) çantalar alınır, kilise kapısının önünde ikişerli sıra oluşturulup okula gidilir.
      Haftada iki gün,  Çarşamba ve cumartesi günleri  banyo vardı. Berberliğimizi büyük ağabeylerimiz yapardı,  saç modelimizin  ismi ‘’alabulus’tu”.  Yemeklerimizi    yapan mayrig, çamaşırlarımızı da yıkardı.
      Herkesin bir kirli torbası ve kıyafetlerinin üzerinde işlenmiş numarası vardı. Aynı numaralar yatak baş uçlarında da vardı. Yıkanmış kıyafetlerimiz ütülenip torbalandıktan sonra, büyükler tarafından ranzalarımıza asılırdı.  Düğme ve söküklerimizi genelde büyük ablalar dikerdi.  Benim söküklerimi “Dzağik”= Çiçek bacı dikerdi.
     Pazar günleri;  sabah uyandıktan sonra el-yüz yıkanır ve kısa bir şükür ayini için üst katta bulunan kiliseye çıkardık. Bu esnada alt katta sabah kahvaltımız hazırlanırdı. Ayinden sonra kahvaltıya inerdik.  Pazar günleri kahvaltılarımızda sana yağı ve reçel olurdu. Sana yağı kağıdını atmazdık, ayakkabılarımızın parlaması için kağıtla cila yapardık. Yemekten sonra Pazar özel kıyafetlerimizi  giyer, şükran duası ve ayini için tekrar kiliseye çıkardık. Bu süre bana  uzun gelirdi. Yaklaşık birbuçuk saat süren  ayinden sonra, bahçeye çıkardık. Büyüklerin yardımcı olmasıyla  hazırlanan masalara, ellerimizi yıkayıp sıra ile geçerdik. Haftaanın en güzel ve  tek etli yemek günü olmasından dolayı, Pazar öğlen yemeklerini çok severdik. ( Et, süt, yoğurt, peynir, yumurta, sebze ve  meyvalarımızın  büyük çoğunluğunu Tuzla’daki Kampımızın bahçelerinden elde ederdik. ) Öğlen yemeğinden sonra bahçede  sohbetler,  ziyaretçileri gelenler bir köşede dertleşir. Şimdilerde çok ufak görünen bahçede; yakar top, misket, futbol ve voleybol oynardık. Yerimiz dar ama yüreğimiz oldukça genişmiş, şimdi anlıyorum. Saatlerin 16.30 civarlarına yaklaştığında, ‘’nakhıntrik” sırasına girerdik. Bu yemek öncesi anlamına gelen; genelde  bir dilim ekmek üzerine  sürülmüş kaymak, (üzerine şeker dökülmüş) olurdu. Futbol oynayarak tüketilen enerjimizin geri kazanımı için iyi gelirdi.  Nakhıntrik sonrasında, yarım saat süren,  bir kısa akşam ayinimiz daha olurdu. Pazarın bittiğini bu ayinden sonra daha iyi anlardık. Ziyaretçiler gider, ağlayanlar ağabeyler tarafından teselli edilir. İlgi ve alaka görmek için olsa gerek; bazen bende ağlardım. 
     Üç yıl oldu vurduğunuza ve ben hala  ağlıyorum. Yirmi yedi yıldır da “EL KOYDUĞUNUZ” Tuzla Ermeni Kampı yanlızlıktan ağlıyor. Ya geri verin, ya da yıkın.  Hrantımızı  öldürdünüz  ama,  insanlık ve birlikte  yaşayabileceğimiz,  kardeşlik umutlarımızı yeşerttiniz. Kimbilir; burayı da yıkarsanız, belki daha güzel Yetimhane inşaa etme duygularımızı kamçılamış olursunuz.  Ruhun ışıklar içinde olsun Hrant abi.

 

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: Oca 16, 2010 | Reply

    Garabet Bey,
    bazı yazılara yorum düşmek o kadar zor ki. Okuduğunuzda sadece donup kalıyorsunuz. Tuzla kampının ve Hrant Dink’in hikayesi sanırım Kırlangıç yuvası diye bir belgesele çekilmiş. Ben görme imkanı bulamadım. Ama bundan güzel hangi kelime ifade eder ki? Dağıtılan bir yuva. Kırlangıç yuvası. Bizlere de evsiz yurtsuz kalan kırlangıçların, bu ülkede güvercinlere dokunulmayacağına inanmış katledilen güvercinlerin karşısında utanç içinde susmak kalıyor olsa olsa.
    Bu sessizliğimiz ondandır.

  3. Yazan:ali duman Tarih: Oca 16, 2010 | Reply

    gözyaşlarını yazıya döken bir klavye icat olmadı, belki de ondandır bazı yazılara sessin kalınması.

    güvercinlere düşman zihniyete inat yaşasın halkların kardeşliği içih mücadele eden cesur yürekler.

  4. Yazan:seref turan Tarih: Oca 17, 2010 | Reply

    soru:ermeni olarak dogdugu icin öldürülen biriyle ,türk olarak dogdugu icin öldürülen birisi arasinda ne fark var?
    cevap:HIC BIR FARK YOKTUR,cünkü Allah(CC)insanlari bir taragin disleri gibi esit yaratmistir.sadece farklilik surada;bazilarimiz bu yaratmayi bu sekliyle kabul ederiz bazilarimiz kabul etmeyiz.

  5. Yazan:ikbal Tarih: Oca 18, 2010 | Reply

    “Ben bıraktım siz konuşun,
    Yoruldum ben siz koşun.
    Iskartaya ayırın beni
    Bütün ayrılıklardan…..
    Küsmedim kardayım yediğim dayaktan
    Şimdi yalnız, şan saman kağıt kokulu günlerde
    Türkçeye çeviriyorum ayrılık acısını
    Beni bırakın
    Ben meçhul oldum
    Gizli özneyim
    Vatansız cümlelerde
    Ben yandım.
    Kalbim kül oldu”

    Bir daha hiç kimse Hrant olmayacak kimse onun gibi Rakel’in gözlerine bakmayacak kimse onun gibi okşamayacak çocuklarının başını kimse onun gibi yazmayacak Agos’ta kimse yetim Ermeni kardeşlerinin Hrant abisi olmayacak…
    O gideli 3 koca yıl oldu ve bu acımasız planın adam yerine bile konmayacak figurasyonları dışında ortada kimse yok.Ve o kendini insan yerine koyan figurasyonlar kendilerinden ve korunacaklarından ne kadar da eminler ki her mahkemede pişman olmayı bırakın pişkin ve kaba davranışlarıyla insanı çileden çıkarıyorlar.Hrant Dink’in arkadaşı değilim malesef hayattayken tanıyamadım. Ama ben bu sinir bozucu tavırlara ve hala çözümsüz bırakılan sorulara sabredemiyorsam ailesi ve arkadaşları ne hisseder nasıl üzülür…

    Hrant Dink gitti geride kocaman bir boşluk bırakarak ama kardeşliğini bıraktı.

  6. Yazan:özlem Tarih: Oca 19, 2010 | Reply

    ”Yorulmak nedir bilmem ben. Çocukluğumdan gelen bir şey. Bahçe işlerinde, temizlik işlerinde çalıştım. Tuzla’daki kampta hayvanlarımız, bostanımız vardı. Hep biz yapardık, gece gündüz çalışırdık.

    Orayı tırnaklarımızla kendimiz kurduk biz. Her şeyi kendimiz yapardık; yemek, alışveriş falan, ekerdik, biçerdik. Bu benim için bulunmaz bir hayat oldu. Çocuk yaşta başladık. Tuzla’ya ilk kuruluşunda 13 çocuk gittik. Bizden aldılar onu… Kuyu kazdık, ağaçlar diktik… Biz bu Tuzla Kampı’nın öyküsünü İnsan Hakları Derneği için hazırlamıştık, sana vereyim bir tane. Bak. Sen bunun içinden neler çıkarırsın şimdi. Burası okulumuzdu, burayı elimizden aldılar. Otopark için… Biz gittiğimiz zaman Tuzla bak, öyle bir yerdi. Bir yanında göl, bir yanında deniz vardı. Bomboş arazi. Bak şu sarı çocuk benim. İlk başladığımızda bak, öyle kazıyoruz. Kazmaya başlamışız, temel açmaya. Kovalarla su taşıyıp, ağaçları bahçeyi suluyorduk. Böyle bir hayatımız vardı. Bak, ağaç dikiyoruz. Sonra kümesimiz oldu. Böyle bir hayatımız vardı. Bak şu da benim, büyümüşüm artık. Orayı cennet gibi yer yaptık. Bu benim yönetici olduğum dönemde, ben ve eşim bakıyoruz o zaman. Öyle çalışırdık. Ne gördüysem onlara da aynısını yaptım. Bak bu babamdır, bu oğlum, kızım. Bak eşim çocukların saçlarını tararken, bahçede yemek yaparken, böyle bir cennet gibi yer yaptık.”

    (Hrant Dink, 18 Ocak 2006 perşembe, Defne Asal ile yaptığı son söyleşiden…)

  7. Yazan:özlem Tarih: Oca 19, 2010 | Reply

    iyi insanları neden öldürürler buyrun,seyredin.

    http://www.odatv.com/n.php?n=hrant-dinkin-cocuklugu-burada-gecti-1901101200

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin