RSS Feed for This Post

Zamanın Tozu: Bir Büyük Ustanın Başarısızlığı Mı?

Andrei Tarkovsky’nin 56 yaşındayken ölümü üzerine çoğu zaman düşünmüşümdür. Çektiği 7 filmin hepsinin sinema tarihinin nadide eserleri olduğunu ve bu 7 filmden en 4 tanesinin sinema tarihinde eşi benzeri olmayan filmler olduğunu düşünen birisi olarak, keşke birkaç film daha çekebilseydi de izleme şansına erişebilseydik diye hayıflanırım zaman zaman. Ancak Tarkovsky gibi büyük ustaların, sanatlarının zirvesine ulaştıktan sonra yaptıkları kimi filmlerini izlediğim zamanlardaki hayal kırıklıklarım, Tarkovsky’nin tam da zamanında bu dünyadan göçmüş olduğunu düşündürüyor gayri-ihtiyari. Belki de kötü bir filmini görmemiş olmak bir şans sayılabilir! Antonioni’nin “Eros”taki çöküşü; Bergman’ın “Saraband”da biraz da olsa kendi zirvelerinden aşağılara düşmesi; Godard’ın uzun sürelerdir zaten sinema adına önemli bir şeyler yapamıyor olması ve “Forever Mozart”  filminde bir makale yazmaya soyunması…

Benim için çok değerli bir sanatçı ve sanat düşünürü olan Theo Angelopoulos’un son filmini İpek Yolu Film Festivali’nde izledikten sonra uzunca bir süre ne söyleyeceğimi, ne düşüneceğimi bilemedim. Büyük bir heyecanla beklediğim “Dust of Time-Zamanın Tozu” büyük bir ustanın son büyük sanat eseri değil, bütün filmlerinde sıkça karşımıza çıkan Angelopoulos filmleri antolojisiydi adeta. Üstelik Angelopoulos’un alâmetifarikası olan nefes kesici plan-sekanslardan, belki de sinema endüstrisinin lehine belli oranda feragat etmiş bir Angelopoulos’a tanıklık ediyorduk sanki.

Zamanın Tozu, üçlemenin ilk filmi “Ağlayan Çayır”dan bu yana uzunca bir zaman geçmesine rağmen, aceleye getirilmiş bir film izlenimi veriyor maalesef. Avrupa tarihiyle, kişisel hikayeler ve acılar arasında kurduğu bağlarla Zamanın Tozu da diğer Angelopoulos filmleriyle aynı eksene oturuyor aslında. Birbirini kaybetmiş, sonra kısa süreliğine tekrar bulmuş, sonra tekrar kaybedip ömürlerinin son deminde tekrar kavuşmuş iki âşık olan Eleni ile Spyros ile Eleni’nin Sibirya’da tutuklu olduğu dönemde kendisine büyük yardımları dokunmuş Jacob’un ilişkisidir anlatılan.

İkinci Dünya Savaşı’ndan Stalin’e, Berlin Duvarı’nın yıkılışından günümüze gelinceye kadar Avrupa ve ABD tarihinin büyük olaylarıyla paralellik arz eden bu aşk hikâyesini önceki Angelopoulos filmlerinden farklı -ve bence aşağı- konuma düşüren nedir? Peki, çoğu Angelopoulos filminde olup da Zamanın Tozu filminde olmayan nedir? Sanırım olmayan (ya da daha az olan diyelim) şey şiir! Zamanın Tozu’nda şiir olma niyetiyle yapılmış bir takım zorlama simgeler dikkatimizi çekiyor çoğunlukla.

Bu simgelerden bir tanesi, film içinde birkaç defa işaret edilen ve filmin şiirsel düzlemini oluşturma amaçlı kurulan “Eros’un üçüncü kanadı” simgesidir. “Üçüncü Kanat” ömürlerince birbirlerine âşık olan Spyros ile Eleni’nin tamamlanmamışlığını tamamlayan Jacob’dur belki de. Ya da her ikisinin uçmasını engelleyen bir fazlalıktır Jacob! Bu fazlalık olma düşüncesinin, Jacob tarafından fark edilmesidir belki de, onu milenyuma girileceği gün intihar etmeye sevk eden şey! Ancak Jacob’un intiharı daha çok aşık olduğu kadının uçmasını engellediği düşüncesidir bence. Bir kendini feda etme eylemi! Bu açıdan filmin merkeziden Spyros ve Eleni görünüyorsa da, aslında Jacob’un konumu merkezi bir önemdedir.

Zamanın Tozu’nda dikkat çekici bir değişiklik, planların uzaklığındaki seçimlerde görünüyor. Daha önceki filmlerinde yakın planı çok az kullanan Angelopoulos, daha çok, uzak planlar ve bu uzak planların büyüleyici bir şekilde kendi üzerine kapandığı plan-sekanslar kullanıyordu. Bu filmde de böyle birkaç büyüleyici plan-sekans var; ancak orta plan ya da yakın planlar, daha önceki Angelopoulos filmlerinde olmadığı kadar çok kullanılmış.

Genellikle kişisel hikâyeler ile toplumsal tarihin çakıştığı noktaları kendisine has şiirsel plan-sekansları ile “çok anlamlı” hale getirebilen ve bu açıdan sinemasına şiirsel düşünmeyi yedirebilmesiyle fark yaratan Angelopoulos, Zamanın Tozu filminde, olay bağlantılarını, şiire özgü bir mantıkla değil, hikâyeye özel bir mantıkla kurguluyor görünüyor. Bu yüzden önceki filmleri şiirsel bir sezgiyle anlaşılabilen Angelopoulos, bu filminde, belki de daha iyi anlaşılmak için klasik hikâyeleme sinemasına yönelmiş görünüyor. Enis Batur, Tarkovsky’nin “Kurban” filmi hakkında yazdığı bir yazısında “Tarkovsky’nin, önsözlerde birikenleri, sonsözde söyleme ihtiyacı duyduğu bir film” tanımlaması yapmıştı Kurban için. Sanırım Angelopoulos da benzer bir itkiyle hareket etmiş ve daha anlaşılır bir dille mesajını anlatmaya ihtiyaç duymuş. Onun da mı son filmi olacak acaba?

Zamanda, geçmiş  ve bugünün iç içe geçtiği bir yolculuk yapan tipik Angelopoulos filmlerinden farklı olarak, Zamanın Tozu’nda geçmişle ilgili sekanslar birer “flash-back” gibi kurulmuş görünüyorlar. Eleni ile Spyros’un öyküsüyle, çocukları olan sinema yönetmeni A.’nın hikâyesinin birleştiği son bölümlere, bir de A.’nın, küçük kızı Eleni ve karısı ile ilişkisi(zliği) katılınca film, bir anda birçok şeyi anlatmak isteyen bir hale bürünüyor ve maalesef dağılıyor. Bu şekilde, son bölümlerdeki kimi sahneler, kendisi şiir haline gelmiş bir filmin içindeki mısralar olmak yerine, tek başına zorlama simgelere yaslanılmaya çalışılan düzyazı içindeki mısralar haline geliyor. Jacob’un intihar sahnesi ve o sahneden hemen sonra Eleni’nin ölümü ile üçüncü kanat görünürlüğü açık olan düz bir simge haline getiriliyor.

Filmin bazı  noktalarda, Angelopoulos filmlerinde kullanılan kimi şiirsel görüntülerin antolojisi haline geldiğini düşündüren şey, bu görüntülerin bir şablon haline getirilip kullanılması olabilir diye düşünüyorum. Zira bu görüntüler filmin bütünü içinde bir yer bulmak ve anlam kazanmak yerine, sanki eğreti duran görüntülermiş gibi geliyor. Yani filmin anlatımı içinde bir tür ilhamla ortaya çıkan şiirsellik yerine, şiirsel olmak amacıyla yapılmış bir takım zorlama simge ve düzgüler dikkat çekiyor bence.

Ancak yine de izlediğimizin bir Angelopoulos filmi olduğunu bilmeliyiz. Değerlendirmelerimizin, sadece, normalde başka bir yönetmen yapsa büyük bir coşku ile karşılayacağımız bir filmin, Angelopoulos standartları için düşüklüğünden hayıflanmak olduğunu özellikle belirtmeliyim. Hiç Angelopoulos filmi izlememiş olanlara hararetle tavsiye ederim. Ama Angelopoulos’u seven ve iyi bilen sinema seyircileri için hayal kırıklığı yaratabilir. Ancak küçük bir şerh düşeyim: Filmi sadece bir defa izleyebildiğim ve bu tür büyük yönetmenlerin filmleri bir defa izlendiğinde değil, çoğunlukla sonraki izlenmelerde genişlediği için, sonraki izlemelerimde burada yazdıklarımın değişebileceğini kabul ediyorum.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Zeynep Tarih: Kas 11, 2012 | Reply

    Sen yorumda anlatini daha iyi anlarsin heralde. Ben bazi anlatimlara haliyle yabanci kaldim:))

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin