RSS Feed for This Post

Nedir Şu Tasavvuf Dedikleri?

 Türkiye’nin en büyük firmalarından birisinde çalışırken, bazen, İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan ve kendi çalıştığım yer olan Arge bölümünden, öteki yakadaki Genel Müdürlük binasına gitmek zorunda kalırdım. Kıyafet ve zaman kullanımı açısından nispeten esnek olan Arge bölümüne karşılık, orada takım elbise ve kravat ile bulunma zorunluluğu vardı. Bu durum bende kutuplardaki penguenler gibiymişiz hissi uyandırırdı. Bu yerde, hatasıyla sevabıyla, bütün sıcaklığıyla aradığım “insan” yoktu ve ortalık buz gibi sahtelik kokardı ve ortalıkta görünenlerin hepsi birbirine tıpa tıp benzerdi. Bir sürü erkek ve kadının hepsi de aynı şekilde ‘biz farklıyız’ havasında olan ama birbirinin tıpa tıp aynısı olan insanlar gibi gelirdi bana.

Çoğulculuk ve çeşitlilik iddialarının tersine Batı düşüncesi aslında tam da böyle bir ortam yaratıyor bence. Özellikle modernite, farklılığı önemsermiş gibi görünürken, bütün farklılıkları aynılık içinde eriten bir despotizme zemin hazırlar. Şirketler birbirlerinin tıpa tıp aynısı insanları makbul görürler. Okullarda bir prototip yetiştirilmek istenir. Toplumun her alanı sadece bir tip insanın – modern lâik insanın – tüm imkânlarıyla görünür olma hakkına sahip olduğu yerler haline gelmiştir.

Bu durumun bir rastlantı  değil, Batı düşüncesinin zorunlu bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Heidegger’in söylediği gibi, Batı düşüncesi “hakiki düşünceye” yetenekli bir düşünce değil. Bu düşünce, aklı düşüncenin tek imkânı olarak gördüğü için, aklın, sınırlayıcı, indirgeyici, dualiteler ve dikatomiler yaratıcı yanlışlarını görmekten aciz bir durum yaratıyor. Yani aklın, düşüncenin en azılı düşmanlarından olduğunu göremiyor. Yarattığı dikatomilerden birisini, diğerini indirgemek ve tanımlamak için bir iktidar aracı olarak kullanıyor.

Peki, İslam Tasavvufu bu aşamada bize ne tür bir imkân sağlar? Batı düşüncesinin, yatağında akmakta olan suyu, yatağından çıkarması sonucu, düşüncenin ve hayatın her alanını bozunuma uğrattığını görebiliriz. Bu yıkım, bir taraftan doğayı, diğer taraftan insanı yok etti. Bu durumun görünür hale gelmesi Batı düşüncesi içinde, özellikle Nietzsche sonrası dönemde ve 20.yy felsefeleri içinde büyük bir karşı çıkışa da zemin hazırladı. Bu karşı çıkışların ana amacı suyu yatağına döndürmek olarak görülebilir: Tefekkürü ve bu tefekkürün varlıkla ilişkisini unutmuş Batı düşüncesine unuttuklarını yeniden hatırlatmak!

Nietzsche, İkbal’in çok önemli tespitlerinde önümüze serdiği gibi, suyu yatağına döndürmek için ilk esaslı  karşı çıkışı ortaya koyandır. “Tanrı öldü” tespiti, felsefenin ve kilisenin tanrısının öldüğünün bir haberi olarak kocaman bir haykırışla “Lâ” demektir aslında. Bu karşı çıkışın büyüklüğünün altında bir gelenek ve esaslı bir tutunacak dal bulamayan Nietzsche “Lâ”nın arkasını getiremedi maalesef; ancak kendisinden sonraki Batılı düşünürlere suyun akması gereken mecrayı göstermiş oldu en azından!

“Lâ” bir kesiş, bir yok ediş demekti; asıl olana yol açmak için hayati önem taşıyan bir yok ediş! Husserl, Batı düşüncesi içinde “Lâ”dan sonrasını anlayabilmek yolunda büyük çaba gösterdi. “Epoche” kavramı, aslında “Lâ”nın sonrasını getirme çabasından başka bir şey değildir. Duygularımızla algıladığımız nesnelerin ötesine bulunana ulaşmak çabası olarak “epoche”, olgular dünyasını paranteze almak demekti aslında. Elbette bu olgular dünyasını yok saymak demek değildi. Husserl’in amacı parantez dışında kalan bir varlık alanına ulaşmaktı. Kendi deyimiyle “psişik ben” den temelde ayrı olan “absolut ben”e ulaşmaktı amacı. Yani “biz kendisini bilelim bilmeyelim, kendisi olmadan hiçbir şeyin olamayacağı sarsılmaz, vazgeçilmez kendinde varlık” artık felsefenin ana amacı olmalıydı. Bir yöntem olarak epoche ve “reduction” suyu yatağına geri döndürmek isteyen bir filozofun çabaları olmanın çok ötesinde bir işaretin de görünür hale gelmesidir: Suyu yatağında tutmayı becermiş bir hikmet ve tefekkürün!

Mevlânâ’nın  (ve aslında bütün mutasavvıfların) kitaplarından çıkarılabilecek olan yöntem – seyr u sülûk – insanın, “sûret ya da mevhûm benlik”ten sıyrılıp “mânâ ya da ezelî benliğe” ulaşması amacını güder. Tefekkürün de, seyr u sülûk’un da amacı perdelerden sıyrılıp ezelî benliğe ulaşmaktır. Heidegger’in felsefi bir düşünmeye “tefekküre dayalı” düşünmenin yolunu açmak için uğraşması ve bunun ancak unutulmuş olanın geri kazanılması ile mümkün olabileceğini söylemesi, unutulmuş olanın ne olduğunu ve bunun nasıl geri kazanılabileceğini düşündürmelidir bizlere. Unutulmuş olan “Varlık”tır ve hatırlamaya, Nietzsche’nin “Lâ”sı ile başlayan Batı düşüncesi, “epoche” ile ve Heidegger’in “özlü düşünme” dediği tefekkür ile “Lâ”nın gerisini getirmek için kendi düşünce geleneğiyle kesin bir kopuş yaşayarak, hikmet ile bağ kurmaya başlamıştır. Derrida’nın “Dekonstrüksiyon: Muhtemelen Müslümanlar, bana, bunu 1000 yıldır bildiklerini söyleyeceklerdir” dediği şey de bu hikmettir aslında.

Batı  düşüncesinin, uzun bir amnezi halinden uyanmak üzereyken yaslandığı felsefi tefekkürün, çok daha orijinal ve derin bir şeklinin, arada bir içine pis sular karışsa da gürül gürül kendi yatağında akan İslam tefekkürü ile onun irfan ve ihsan boyutlarını tanımlayan Tasavvuf olduğunu söylersek abartmış olmayız sanıyorum. Zira İslam tefekkürü “Lâ”nın geri kalanı ile bağını, hiçbir zaman Batı düşüncesinde olduğu gibi kopartmadı. “Ölmeden önce ölmenin” hikmetini kavrayan ve bu hikmetin “Lâ”nın gerisini getirmek için elzem olduğunu bilen bir gelenektir işte bu tefekkür geleneği.

“Tanrı  öldü” sözü bu anlamda felsefi bir tanrının ölümünü bildirir ve suyu yatağına çekmek için bir ilk çaba mahiyetini kazanırken, “Lâ”nın gerisini getirmek için de bir giriş anlamını taşır. Tevhîdî bu tefekkür, hayata dikatomiler üzerinden bakmayı reddeder. Kötünün arızî, iyinin ezelî olduğunu bilir. Kötü insan olmadığını ama kötü amel olduğunu bildiği için, insana yönelik umudunu hep taze tutar. “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim” hadis-i kudsi’sinin işaret ettiği şekilde âlemin, öyle new age tarikatlerin sadece lafızlarda kalan anlayışlarında olduğu gibi değil, hakîkî ve “yukardan aşağıya bir rahmet olarak” gelen bir sevgi ile (Vedûd olan Hakk) ayakta durduğunu bilir. Rahmeti gazabını geçmiş Allah’ın “ahlakıyla ahlaklanmak” ne demektir bunu tefekkür eder. Kısacası “Lâ”nın gerisini getirir ve “Lâ ilâhe illallah” cümlesinin derin anlamını her daim yeniden yaşar.

Benim anladığım  İslamî tefekkür ve Tasavvuf, son tahlilde suyun yatağında tertemiz akması demektir. Suyu, yatağından uzaklaştırdığı için dünyayı ve insanı yok etmeye başlamış olan düşüncelere bundan daha iyi, bundan daha özgün ve bundan daha köklü bir panzehir olabilir mi?

Trackback URL

  1. 23 Yorum

  2. Yazan:arif Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Tasavvufa dair ilgi ve çabalarından dolayı Enver beyi kutluyorum. Tasavvufa -İslami Tasavvuf- aşina olmayan bir batılı birey, bambaşka yollardan Tasavvufun amacı olan Kamil-olgun insan haline gelebilir. Victor Hügonun Jan Valjanı bize bu olgun insan tiplemesini çizer mesela. Olgun insan Dinlerin yada ideolojilerin kalıplaştırdığı mutlak kurallar ve biçimler elbisesine sığmadığı gübi; dünyevileşmenin dayattığı tüketme ve ötekini ezip geçme yaklaşımınada teslim olmaz. Fıtratındaki iyilik refleksiyle bunlara karşı gücü oranında karşı çıkar. Kapitalizmin varlık zemini bulma adına özgürlükleri genişlettiğini, bireyi ‘özgürleştirdiğini’ görör. Ancak bu özgürlük tutkusunun giderek bir tüketim esaretine dönüştüğünü de görür. Öte yandan her türlü taasubun insanı esarete götürdüğünü ve tek tipleştirdiğini de farkeder ki; bunun imtihan vasatınıda tehdit ettiğini farkeder. Fazla uzatmadan evet herhangi yoldan olgunlaşmış bir insan, bir gün Tasavvuf ile tanışırsa, evet bu anlayış bana çok makul geliyor der. Kitaptan ve okuyarak bunu olumlu bir felsefe olarak algılar. Ve fıtratından gelen yaklaşımın bir karşılığının olduğunu anlar. Buda özündeki iyiliği daha bir sürdürülebilir hale getirir. Bundan ötesi ise nasip meselesidir. Tasavvuf daha çok bireysel bir konudur diyebiliriz bu manada. Oysa toplumsal çekip çevriliş dinamikleri daha karmaşık ve kapsayıcı ‘siyasal’ denklemler üzerinden yürür. Ve mutlak bir kavga sürecidir biryerde. Tüm bireylerinin kamil kullardan oluştuğu bir yer, artık dünya değildir. Bu yüzden mutlak Tasavvuf algısına ulaşmış Kamil bireyler, ölmeden önce ölmüşlerdir ve dünya ile ilişkileri azalmıştır. Kötününde çekip çeviriş dinamiğindeki yerini bilirler ve iyi ile kötünün birbirinin tamamlayıcı unsuru olduğu algısıyla her ikisinede aynı değeri verirler. Yani onların kavgasına pek karışmazlar aslında. Yada karışırlarda biz bilmeyiz belki. Kehf süresi; Katımızdan ilim verdiğimiz kulumuz, Hz.Musaya bir ilim tahsili gösterdi diyor mealen bazı ayetlerinde. Ve Hz. Musa bu ilmi kavramaktan aciz kalıyor. Tasavvufu dünyayı tamir etmenin bir aracı olarak görmek yerine, onu; Kamil hale gelmiş ve bu yolda ilerlemek isteyen bireye, yalnız değilsin müjdesi olarak sunmak gerekir kanısındayım.

  3. Yazan:berna Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Tasavvufun insanı yaşamın içinden çektiğini düşünmüşümdür hep.Ayağı yere basmayan metafizik bir duygulanım hali gibi geliyor.Kuran ı mübini okuduğumuzda insanın bizzat yaşama dair olup eylemlilik içinde olmasını önceler.Sürekli değişim ve dönüşüm için.İyilik adına ne varsa daim kılmak için.
    Biraz bencilliktir sanki…İçe çekilme ,o gönül işi diyenlerde onu görüyorum.

  4. Yazan:MY Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Berna Hanim,

    Hz Ali “Akıl ve îman ikiz kardeşlerdir ki ALLAH, birini öteki olmadan kabûl etmez” buyurmustur.

    Elbetteki buradaki akil batinin rasyonalitesi degildir. Gazali Hazretlerinin buyurdugu gibi “ilahi bir nur” olan akildan bahsediyorum.

    Bir insan yobazlasarak aklini “taklid” çengeline asip düsünmeyi, tahkiki ve idraki terk edebilir, ALLAH’a yaklastigini ya da O’na layik oldugunu sanirken O’nun yolundan uzaklasabilir. Sekilcilige, fetisizme kayabilir. Sayfalari açilmayan duvarlara, dikiz aynalarina asili Kur’an-i Kerimler bunun sahididir. Benzeri sekilde tarik ehli de yolun tuzaklarina, geçici hazlarina kapilip “ben gönül adamiyim” derken farkinda olmadan bencillesebilir.

    Kürtlere, tesettürlü kizlara, Ermenilere, Alevilere ve daha nice insana Kemalizmi savunmak adina türlü haksizliklar yapilirken “en güzel din bizimkidir, sevgi dinidir, Mevlana’nin torunlariyiz” gibi geyiklerle TVlerde boy gösteren ama zulüm karsisinda susan türlü dindar(!) ve mutasavvif(!) bozuntulari zaten bunu ispat eder. Bir ülke düsünün ki kimin sehid olduguna karar vermek Genel Kurmay Baskani’nin isi olmus!

    Neticede manevî de olsa haz hazdir. Bunun da müptelasi olunur. Ama aklini terk etmeyen dervis eninde sonunda mürsidinin hikmetiyle dogru yola döner.

    Bir dervisin su veya bu andaki haline bakarak o tarikati hatta bütün Tasavvuf’u yargilamak herhalde sizin gibi bir hanimefendiye yakismaz.

    Selamla

  5. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Tasavvuf- yani İslam- varlığa ve bilgiye ait herşeyi yeniden tanımlıyor. Şah-ı Velayet Hz.Ali (KV)’nin “ilim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı” sözünü düşünün. Ve sonra “bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” sözünü. Bu söz çok yanlış anlaşılıyor. İlmin kapısıdır Hz.Ali, “bana tek bir harfi bile anlatamazsınız” iddiasıdır aslında bu. Nitekim “Kur’an Fatiha’da gizlidir, Fatiha Besmelede, Besmele ise B harfinde. Ben de onun altındaki noktayım” buyuran da yine odur.
    Bu felsefe değil, insanı Hakk’a bağlayan ilm-i ledün, hakikatin ta kendisi. İnsana “gayb perdesi açılsa yakinim/imanım değişmeyecek” dedirten bir gerçeklik.
    Ve tasavvuf hayat ilmi. İslam’ın pratiğe dökülmüş şekli. İsimlerin hayattaki tecellilerini idrak etme ve Allah’a yakınlaşma ilmi.
    Dünyanın ve insanın ne kadar sorunu varsa çözüm burada. Eskiden arabaların arkasına siyasal islamcılar “Huzur İslam’da”,”Tek yol İslam” filan yazarlardı. Onların huzurdan, yoldan bahsettikleri daha çok milli gelir seviyesinin artması,adaletin sağlanması filan gibi dünyevi şeyler olsa da aslında isabetli bir ifade bu. İnsanlığın aslına, özüne dönüşünün tek yolu benliğinin ve mutlak gerçeğin farkına varması. Ne yazık ki “yeniden diriliş” iddiasındaki müslümanların teşebbüslerinin akim kalmasının sebebi de İslam’ın özünü önemsemeyip kabuktan medet beklemeleri.
    Enver bey, teşekkürler bu güzel yazı için.

  6. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    mehmet bey;

    ben de, bu güzel yazıdan bizi istifade ettirdiğiniz için size teşekkür edeyim. asrın idrakine okutmak lazım, bakın budur demek lazım zaten ve bu gerçekleşmiş bugün şükürler olsun.

  7. Yazan:arif Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Bir futbolcu Metin Oktay. Trafik kazasında ölüyor alkollü olduğuda raporda yazılıymış. Bütün arkadaşları biz ona aşıktık, ona dokunabilmek için gol atmasını beklerdik diyor. Gökmen özdenak anlatıyor, çok maçtan önce ben arabamla onu zincirlikuyuya götürürdüm. Arabada beklerdim, o içeride dua eder gelirdi diyor. Soramazdım ki diyor, muhabirin kime dua ettiğini sorması üzerine. Devrin en ünlü kadınlarıda aşık kendisine, Ajda, Gönül ve diğerleri. İzmirin en zengin kadınları evlenebilmek için sıradalar. Nitekim ikisiyle evleniyorda. Birden fazla çocuğun eğitim masraflarını ta ilkokuldan üstlendiğini anlatıyor Turgay Şeren, kimsenin bilmesini istemezdi diyor. Metin biraz para lazım dediğimde, pantolonumun cebinden al, birazda bana bırak derdi diyor. Birtek maçta atılıyor Fenerbahçe maçı ve Yılmaz Şen küfür ettiği için dayanamıyor, tekme atıyor. Fener türbinleri yuhalıyor kendisini. O fener türibinine gidiyor ve iki elini çapraz göğsüne koyup başını eğiyor. Sessizlik…sonrada elini dudaklarına götürüyor ve öpücüklerini yolluyor. Hep biraz hüzünlüydü, ulaşılamaz bir iç derinliği vardı diyor yakınındakiler. Fethi Heperi Galatasaraya getirmek için otele getiriyor, seni Galatasaraya götüreceğim diyor. Fethi emrin olur abi diyor önce, sonra Fethinin Eskişehirden ayrılamam abi demesi üzerine, hadi git o zaman diye yolluyor. Bu operasyonu izleyen basın mensupları kaçan haberlere ve menecerler kaçan paralara yansada Metine tek söz edemiyorlar. Yine Ayvalık üzerinden İzmirden İstanbula dönüyorlar. Mutlaka aceleyle bir gazeteye yetişmeleri gerek. Srmısaklı tarafında yol soruyorlar. Yol sordukları adamlar yol kenarında balık pişirmekte olan balıkçılar. Metin Oktayı görünce bizimle olun diye yalvarıyorlar. İniyor arabadan onlarla balık yiyor. Biraz ilerde trafik polisine yolu soruyorlar. Polis heyecandan konuşamıyor. Evet Metin Oktay bir futbolcu. Büyük başarılar, büyük aşklar, büyük paralar ortasında eğreti ucundan yaşanılan bir hayat. Biz ona aşıktık diyor dostları. Bir maçta ençok gol atan Tanjudan başkası varmıdır diye soruyorlar verdiği cevap; olabilir hayatım. Evet Allah sevdiği kulunun kalbine sevgi yerleştiriyor. Onun sırtına usulca vurup bu hayhuy sana göre değil çekil ortadan diyor. Daha oynamak istiyorum diye Kuşadasında ağladığında yanında medyanın en ünlü enkırmenlerinden biri var. Ama yinede bırakıyor futbolu. Ve bırakıyor hayatı. Hayat çok tatlı ve güzel diyor hep dostlarına, ama hep hüzünlü nedense. Bir kızı oluyor yarım gün bile yaşamaıyor. Kimbilir hangi ıssız ummanlarda, hangi çatala gollerini ışınlıyor şimdi. Geçtiğimiz gün bu sevgi adamının ölüm yıldönümüydü. Seyretmek nasip oldu kendisini. Bir yazar şöyle diyordu, Sen ne şanssız adamsın Metin, çünkü seni bir sen seyredemiyorsun, çünkü sen oynuyorsun. Belkide seyrediyordu yada artık seyrediyordur kimbilir. Bir keresinde nasıl gol atıyorsun diye soruyorlar, nasıl anlatayımki gol anlatılmaz atılır diyor. Evet bu gönüller çelen sevgi adamının, bir tüy hafifliğiyle asılı olduğu hayatında, Tasavvuftan hiç haberi olmuşmudur acaba?

  8. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Mehmet hocam,
    Aynı anda Hz.Ali’den ve ilmin mahiyetinden bahsetmemiz güzel bir tevafuk olmuş. İlimden bahsedince Ali(KV)’nin kapısından geçmeden olmuyor tabi.
    Sufiler, kendilerini “ibn’ül vakt” olarak tavsif ederler ve “O her an bir iştedir” ayeti düsturunca boş durmazlar. O zikirler, halvetler, riyazetler, çileler tabiri caizse charge istasyonlarıdır. Allah’ın isimlerinin tezahürünü hissedebilmesi için sufi hayatın tam göbeğinde olmak zorundadır. Tarihte de bunun böyle olduğunu görüyoruz. Mesela aksiyon dediniz, Osmanlı ordusunu başarılı kılan bu ruhtur. Orduda bir şeyh bulunur; yol boyunca kasideler okunur, gülbanklar çekilirmiş eskiden. Birçok padişahın bir bağlılığı var. Vakıflar, esnaf, ahi teşkilatları hep tasavvufa dayalı yapılanmalar. Musiki, sanat, mimari… hep kökeni tasavvuf. Başka türlü olamaz.
    Günümüz siyasetinin çirkefliği ve ahlaksız kapitalizmin getirdiği berbat ortam bu kaynaşmayı zorlaştırıyor olabilir. Enver bey’in bahsettiği nirengi noktası da burası zaten. Bunlar değişecekse, insanlığın tasavvufi metamorfozu yoluyla olabilir ancak.
    Seyyid Kutup, Said Nursi için “onun işi iğneyle kuyu kazmak” demişti bilirsiniz. Kendi hallerinde, sadece iman hakikatleriyle ilgilenen pasif bir grup… Demek ki bazen kuyuyu iğneyle kazmak gerekiyor; yeter ki o öz kaybolmasın. Günümüz modernist cihadist akımlarının akim kalmasının sebebi de bu olsa gerek.

  9. Yazan:arif Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    …dünyanın ve insanın ne kadar sorunu varsa çözüm burada!
    Ekrem bey bu yazdığınız hüküm cümlesi hem doğru hem yanlış. Evet Tasavvufi hikmeti bulmuş kişi için, içsel manada tüm sorunların kabulü çözümdür ve elhak doğrudur tespitiniz. Ancak Tasavvufu bir mekanizma olarak görüp,kullanımını öğrenip, bütün dışımızdaki sorunları çözecek bir anahtar gibi dışsal bir anlayışla hükmetmek ise doğru olmaz kanaatimce. Bir büyük, dünya ibret alınacak ve geçip gidilecek bir köprüdür diyor. Tamir için oyalansanda bunu gaye yapma diyor. Bu bozuk sandığımız ve düzeltmek için mücadele edilen sistem, unutmayalımki mükemmel bir tasarımdır. Kimki onu düzelteyim der, sistemi bozmaya çalışır. Şeyhi Ekber Ta Endülüsten malum Konyaya kadar geliyor. Ne çabalar ve uğraşılar. Karşılaştığı zorluklar ve zulüm ortada. Yüzlerce el yazması kitap. Bu büyük çaba bir tamir faaliyeti değil. Çoğundada sırlı bir metaforla uyarmaya çalıştığı ve tek tek tanışmaya çıktığı arifler. Bunların çoğunu buluyor gezdiği diyarlarda ve tek tek tanışıyor. Elbette yan gelip yatmak ile, sistemi bozmaya çalışmanın beyhudeliği karşıtlaştırılamaz. Ortalama insan hayatla hemhal olacak, mücadele edecek, kazık atacak, kazık yiyecek, iyilik ve kötülük yapacak bütün bu hercümerc içinde bazı iyi numuneler temayüz edecek ve bunlardan bazısı için Allah gören göz, tutan el olacak. Gayret bizden, takdir Allahtan. Dünya işleri ise ta Habil ve Kabilden beri nasıl geliyorsa, kıyamete değin öyle sürecektir. Unutmayalımki bu tasarımın gayesi, kimin nasıl bir edim sergileyeceğini belgelemek maksatlıdır. Enver beyin dünyadaki şikayet konusu pekçok ‘bozukluğa’ bir çare olarak Tasavvufu önermesi onun iyi niyetinden ve insan kardeşleri adına kaygı duymasından muhakkak. Hülasa Tasavvuf topluma yön verme adına bir sosyal disiplin gibi değilde, Kamil insanı motive eden, selim kalbi aklın sezdirdiği bir gölgelik olarak görülmeli derim.

  10. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Arif bey,

    Zaten “sistem” anlayışı burada eleştirilen. İğneyle kuyu kazmak şeklinde ifade edilen şey, bireysel uyanışlardır. Tasavvuf, zaten özünde çok az insana hitap eder. Avam şeriatle mükelleftir. Nasıl herkes ulema değilse, herkes Allah aşkına talip olacak diye bir şey de yok.
    Ama şu var ki, aydınlanmış bir insan; yalnız bir insan değildir. O, yaşadığı köyün, mahallenin, ülkenin rol modelidir. Bugün biz niye hala Yunus Emre diye ümmi bir adamdan bahsedip duruyoruz? Bir “aksiyon” mu sergilemiş? Yine üstadımdan örnek vereyim; İsmet İnönü seçim yenilgisinden sonra açıklama yapıyor:”Beni nurcular yıktı!”. Huh ! Ne yani, tek işi kitap yazmak olan, ömrü hapishanede ve sürgünde geçen yaşlı bir adam ve çevresindeki bir avuç kuzu gibi talebesi mi yıktı koskoca tüm devlet gücünü elinde tutan ikinci adamı? Veya sıska Gandi adında halim selim bir adam nasıl Britanya imparatorluğunu dize getirdi? Yeryüzünde sağlam fikir ve güçlü imandan daha etkili bir güç yok. Bireysel bir şeyden bahsediyorum. Kim demişti, bir dayanak noktası bulsam tüm dünyayı yerinden kaldırırım diye? Bence en önemli “aksiyon” olarak o dayanak noktasını bulmak gerekiyor.
    Bu arada ben sufi değilim, meydanı boş buldum tasavvuf sevgimin verdiği şevkle konuşuyorum, kusura bakmayın Enver hocam.

  11. Yazan:Salih Öneş Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    Tasavvuf denilen olay , İslam dininde ilk , orta , lise , üniversite diye düşünürsek bu orta eğitim (Ttarikat)den itibaren işliyor , bu eğitim silsile gereği Şeriatten (ilk okul) aykırı olamaz eğer kim ben tarikattayım derse sözleri ve hareketleri şeriate uygun mu değil mi bu dikkate alınır Tasavvuf’daki ilimde ‘Allah’dan korkar takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur’ ayeti mucibince batıni ilimdir Batıni ilim ise okuma yazma ile değil ancak Hz. Allah ilham ederse nasiplenilebilinir böylece kişi fena da yani yok olmak için sülük yoluna girmiş olur zaten insanı kamil kişi olma ancak nefsin 7 mertebelerinin yok etmek ile olur buda fenafişşeyh (şeyhde yok olmak) ile başlar şeyh müridi belli bir yere getirdikten sonra lise dönemine mürit gelir buda Marifetullah’dır bu da Fenafirresul (Yani sebebi mevcudatımızda yok olmaktır) , daha sonra üniversite aşaması devreye girer) yani Hakikat (Fenafilillah Allah’da yok olmak) Beyazıt-ı Bestami Hz.’leri veya Tasavvuf ehlinin bazıları bu mertebeye gelir böylece kişi kendini bir paçavra olduğunu anlar ve La ilahe illallah’ın batıni manası olan La mevcudada İllallah gerçekleşmiş olur aslında Allah’dan başka birşey yok
    Enver dostum görüşmek üzere , sevgiler

  12. Yazan:eg Tarih: Eyl 16, 2009 | Reply

    ekrem kardeşim “

    Bu arada ben sufi değilim, meydanı boş buldum tasavvuf sevgimin verdiği şevkle konuşuyorum, kusura bakmayın Enver hocam.

    demişsiniz. doğrusu ben de bu konuda sizden farklı değilim…bence bu şevkle konuşun, ben zevkle dinliyorum…

    salihçim senin burada bir mesajını görmek benim için sürpriz oldu. çokça yüzyüze konuştuğumuz konular sonuçta…bu yazı bir toparlama ve tekrar oldu:)

    arif bey ben aynen ekrem kardeşim gibi dünyayı “dışardan içeriye” değiştirmeye kalkışan ideolojilere prim vermem, dünyanın ancak insanın kendini değiştirmesiyle değişebileceğini düşünürüm. bu da az birşey değildir. insan kendini değiştirebildiği takdirde çoğu insan için bir örnek haline gelir fark ettirmeden. bu da içerden dışarıya değişimin bir başlangıcıdır bence. yazdığım hemen hemen herşey bunun nasılının üzerine kafa yoran bir insanın kendi kendine konuşmalarıdır aslında…muhabbetle

  13. Yazan:Marketing Democracy Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    Şu demokrasi platformuna bak eleştirye tahammül sıfırın altında, ama demokrasi borazanlığı fevkaladenin fevkinde..

    hadi bu kısmı yayınlamayın sayın editör bende aşağıda bir sansür uyguladım kendimce sadece tespiti bıraktım fikirlerinize o kadar güveniyorsanız düşünce pazarlamacıları olarak aşağıdaki çıkarımı aranızda tartışırsınız bizde belki yeni şeyler öğreniriz..

    insana tefekkür yapabilsin diye “neden?” sorusunu sorabilme gücü verilmiştir.

    arada bir içine pis sular karışsa da gürül gürül kendi yatağında akan İslam tefekkürü ile …

    Analoji suyla olmalı canlılığın ilk şartı bizimde yaklaşık %70 sudur.bu bakımdan doğru ama arada bir pis sular ne demek…?

    Bir deneyim çıkarımı önerelim;

    19lt damacana suları niye evlerimize alıyoruz? Sanırım Terkostan gelen suyun içine arada bir pis sular karıştığını düşünüyoruz.Bu sebeple Bünyemize layık göremiyoruz..son derece maddi bir nedenden dolayı bu akılcı davranışı sergiliyor.Hatta içtiği suya dikkat eden insan olarak biliniyoruz.Doğal olarak bu vücut sağlığımıza dikkatimizin bir işareti oluyor.

    Aynı insanlar olarak düşünsel dünyamızda çeşitli kaynaklardan besliyoruz..elden geldiğincede bu konudada güya yukardakine benzer bir itina sergiliyoruz.

    Gelelim yazarımız ne diyora; Yazarımızın bahsettiği Bu düşünsel irfan kaynağına ”arada bir” pis sular karışsada gürül gürül akıyormuş. Bu nedenle düşünsel mana aleminide bunla beslemekte behis görmüyor zannedersem…

    Şimdi pis suların arada bir karıştığı gürül gürül şehri İstanbulun şebekesine su pompalayan Terkostan yada diğer su kaynaklarından su içmek biraz akıl dışı yada en hafif deyimiyle tercih dışı olabiliyorken…

    Mana alemimizde bu tür bir durum aman canım olur o kadar gürül gürül akıyor ya, su akar temizler temizleniriz şiarıyla mana alemimize dahil ediliyor..

    Maddi vücudumuz bu denli sözde değersiz iken biz bu fani vücutlarımızın içtiği günlük suyu en halis olduğunu düşündüğümüz damaca firmasınından sağlama itinasını gösteriyoruz.. ama ruhumuzun besleyen mana aleminde ki bu ezeli bir değer olmasına rağmen arada bir pis suda karışsa bunu besleyen mana alemindeki sulara o denli dikkat etmiyoruz, edemiyoruz..

    Sanırım azcık akılımız o mana suyu ile düşüncel ve akli manada sarhoş olup şuur yitiriyor buda bize bu dikkatsizliğimizin ”neden”nini açıklıyor.

  14. Yazan:eg Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    ben damacana suyu içmiyorum. vücudum mikroplara da dirençli olsun diye çeşme suyu içiyorum, Allah’a şükür de pek hastalanmam da! hep çeşme suyu içtim çocukluğumdan beri. efendim siz damacana suyu içiyorsanız size “safkan arî suyunuzla” sağlıklı yaşam dilerim! bakın eleştiriye tahammül sıfır da değilmiş demek ki! bu arada nereden neler çıkarmışsınız valla hayal gücünüz olağanüstü. değerlendirin bence siz bunu (marketing işine uygun olabilir sizin hayal gücünüz mesela, ben marketingden anlamam ama!)

  15. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    İşyerinde damacana sularını tahlil ettiriyoruz ve birçoğunun analizleri dehşet. Ayrıca konulduğu kabın kanserojen olması da ayrı bir handikap. İçine pis su karışabilir endişesiyle damacanaya yönelen insanların, aynı hassasiyeti damacanalara göstermemesi, ne su tahlili yaptırması, ne de konulduğu kabın evsafına dikkat etmemesi şayan-ı hayrettir. Madem su kaynağı bu kadar hayati, aynı hassasiyeti her yerde göstermeli insan öyle değil mi? Adama böyle yuttururlar Enterecocları…
    Efendim en güzeli bir su arıtma cihazı tedarik etmek ve damacanaların kazıklamalarından teberrü edip her eve servis edilen şebeke suyuna talim etmektir. Şeriat marka su arıtma cihazlarının fiyatları çok uygun olup, arıtılmış su damacanalardaki ne idüğü belirsiz olanlardan çok daha temiz ve garantilidir. Nasıl pazarlama??:)

  16. Yazan:nl Tarih: Eyl 18, 2009 | Reply

    affiniza siginarak bir iki kelime yaziyoruz..

    ¨bali tadmayan balin tadini bilemez….¨

    tasavvufi yasami olmadan; tasavvuf hakkinda konusmak tasavvufun dedikodusunu yapmak olur efendim…

    hepinize nasip ola insallah…

  17. Yazan:isa Tarih: Eyl 18, 2009 | Reply

    bugün beni gerçekten üzen şeylerden birisi de şudur ki tasavvufun yanlış algılanması.Tasavvuf her insanın asıl icraatıdır. neden ini sorgulamayıp nasıl ını yaşamayan bi insan neye yarar ki. ama tasavvuf sadece din adamlarına yada belirli bi kitleye yönlendirilmiş bi görev olmamakla kalmayıp dünyadan elini ayağını çekip sadece ”Hakikat”e yönelinmesi de değildir. Belki de doğruyu ararken yanımızdan hiç ayırmamamız gereken kelime ferasettir. Tasavvufu yaşarken görerek yaşamalıyız. çekillerle değil manalarla görerek. yani gördüklerimizin içine bakarak. Tasavvuf u bencede en güzel şu anlatır, insanlar bakar,erdemli insanlar görür, tasavvufa yönelen insan gördüklerinin de içine bakanlardır. he işte asıl gaye de şudur,gördüklerinin içini görmektir ki ona da vakıf insan enver bey in ”La”sı kadar yoktur bugün.
    Kendisi teşekkür ediyorum. oldukça güzel bir yazı. Tebrik ediyorum.iyi günler.

  18. Yazan:cb Tarih: Eyl 18, 2009 | Reply

    selamlar,

    Enver bey emeğinize sağlık.

    daha önce konuyla ilintili olarak Şafak’ın kuru bulduğum Aşk romanını,tasavvufi bir halin eksikliğinden kaynaklandığını düşündüğümü dile getirmiştim ki ben de tasavvufi halden yana fukara bir kalbe sahip olduğum için bu konularda eleştirdiğim noktaya düşmemek için pek ağzımı açmam

    yazıda geçmiyor ama tasavvuf deyince çok rastladığım bir yıkıcılıktan kısaca bahsetmek isterim,genelleme yapmadan tasavvufi metinlerden daha çok mutasavvıf ağızlardan çıkan bu hal için ‘ bu bir nasip meselesidir,demek ki nasibin yokmuş’ bu ve buna benzer cümleleri çok tehlikeli buluyorum,bunu söylemek insanın içinde bir yere ‘Allah benden kabul etmiyor’ gibi bir anlam düşürüyor,dolayısı ile kul-Allah ilişkisi bozuluyor,bu ve bunun gibi söylemleri çok yıkıcı bulduğumu da belirteyim zira resmen dışlanma hissi bırakıyor

  19. Yazan:Zamanzaman Tarih: Eyl 19, 2009 | Reply

    Cevap hükmündedir anlaya mana çoktur anlamaya yapacak birşey yoktur;

    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=894062&title=insan-allahin-muradi

  20. Yazan:eg Tarih: Eyl 19, 2009 | Reply

    ali bulaç’ın yazısı güzel bir yazı. ama kime “cevap hükmünde” ve kimin anlaması gerekiyor bunu anlamadım. burada yazdığım (bu yazı dahil) tasavvufla ilgili tüm yazılar ali bulaç’ın kısaca özetlediği şeylere detaylı ve karşılaştırmalı bir bakış anlamına geliyor zaten!

  21. Yazan:eg Tarih: Eyl 19, 2009 | Reply

    cemile hanım, ben “bu bir nasip meselesidir” sözüne şöyle bakıyorum. bu bir nasip meselesidir sözünü “kendisi nasiplenmiş, başkası nasiplenememiş” şeklinde söyleyen bence mutasavvıf değildir. zira böyle bir sözün bu söylediğim amaçla söylenmesi kibre girer, ki herhalde kibir bir mutasavvıfa en uzak şeylerden birisi olmalı!

    ama bu nasip meselesini biraz deşersek şöyle bir bakış çıkarılabilir sanıyorum: Allah insanlara her özelliği eşit dağıtmıyor. zeka, yetenek vesaire her insanda değişik deişik. ama her insan Allah’ın, Kur’an’da belirttiği gibi ruhundan üflediği bir varlıktır. bu yüzden de hakikate fıtrat olarak meyillidir. nasip konusu işte bu yeteneklerin belirli zaman ve yer içinde kullanılamadığı için o an için bu hakikate vakıf olunamadığı ise şayet, bu söylenebilir bence. zira bugün gelmeyen nasip, yarın gelebilir. asıl insana düşen, Allah’ın kendisine verdiklerini ve “aslını” unutmamaktır ve verilenle tevazu ile hakikate ulaşmak için çabalamasıdır(belki de bu nasip ulaşmakta değil de yolda olmak için çabalamaktadır kim bilir). işte bu şekilde belki “bana nasip değilmiş” diyen bir insana o nasip olunmayan şey çoktan nasip olmuş olabilir de o insan bunun farkına varamaz…biraz karışık oldu ama umarım derdimi anlatabiliyorumdurççç

  22. Yazan:sefai kahraman Tarih: Eyl 19, 2009 | Reply

    Konuşuluyor olması ölçü değildir.
    Tarihselgerçeklikten dolayı, aslında vahyin insan düşüncesini yeniden inşa sürecinden bir hayli zaman sonra ortaya çıkan tasavvuf öğretisini İslamın bir unsuru gibi göstermek ve ikisini uzlaştırmaya çalışmak sahih İslam düşüncesinin onaylayacağı bir çaba değildir.
    Kaldı ki tasavvufi öğreti, sair din mensuplarının kendi kabullerini İslamlaştırma çabasıyla ortaya çıkmış ve var olan kabulleri, İslam algısını yapıbozumuna uğratmış nevzuhur bir disiplindir.
    Bu disiplinin kendi içinde İslami unsur taşıması ve o unsurları İslam coğrafyalarında yeniden formüle ederek sahiplenmiş Müslüman olduğu söylenen insanların olması onun meşruluğunun gerekçesi değildir..Özgün İslam düşüncesi kendisini önce Kur’an’a ve sonra Hz.Peygamberin sahih örnekliğine yaslar.Bu konuda önyargısız araştırma yapanlar Kur’an ve Peygamber örnekliğinde tasavvufun verilerini bulamazlar.Bulduklarını zannettikleri şey sadece sonraki neslin karın gurultularıdır.
    Dediğim gibi bir şeyin tarihin içinde kendine yer bulması ve onu o haliyle sahiplenen insanların olması doğruluğunun ölçüsü değildir…
    Entelektüel vasfa sahip akil insanlar nevzuhur işlerle uğraşacaklarına, mevsukiyeti konusunda tartışma olmayan Kur’an’a ve ondan mülhem gelişmiş sahih İslam düşüncesine kafa yorsalar modern düşünce biçimleriyle kirlenmiş toplumsal zihnin aslına dönmesine yardımcı olmuş olurlar.

  23. Yazan:ruhan Tarih: Eyl 21, 2009 | Reply

    Tasavvufla ilgili tüm yazılardan inanılmaz derecede etkilendim.Uzun yıllardır çok değerli mürşitlerden feyz almaya çalıştım.Ne öğrendim anlat deseniz anlatamam.Ancak bu yolun tozunu yutmuş, geniş bir görüş açısı olan dostlar beni anlayabilir zannederim.Tasavvuf gökyüzünde uzayıp giden yıldızlı bir yoldur.Bu yolda yürüyenler gönüllerini bozmadan,yaşadıklarını sorgulamadan,kibire ve vehme kapılmadan yürümeye devam ederlerse duyacakları hazlar dünyevi hiç bir şeyle mukayese edilemez.Bazı dostların( bence yanıldıklarını sanıyorum)savundukları gibi şerattan uzaklaşma diye bir şey yoktur.Bir sufi sabırlı ,hoş görülü,edepli ve haksever olmalıdır,gönlü Allah ve peygamber sevgisi ile doludur. Allahın istediği heran adının zikredilmesi değilmidir?Doğadaki tüm varlıklar heran onun adını zikretmez mi?Bu öyle bir alemdirki bir damacana suya benzetilemez yazarımızın dediği gibi kirlenmiş sular karışabilir bu yolda yürüyenlerin gönülleri okyanusları bile temizlemeye muktedirdir.Hz Mevlana asırlardır bunu nasıl yapmaktadır?Irk din ayırımı olmadan tüm insanlığı kucaklayan bu yol eğer allahın izni olmasaydı devam edebilir miydi?Sevgili dostlar allahın en sevdiği şey kulun kula hizmetidir.Siz de bu sıtede bunu yapmaktasınız.Yayınlanmasa da olur okumanız benim için yeterlidir.

  24. Yazan:utku Tarih: Eki 13, 2009 | Reply

    ben nietsche’yi ön yargılı okumuşum,ufkumu açtınız ,pencereden bakmamı sağladınız teşekkür ederim.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Eyl 29, 2009: Güzellik Matkabı Zekâ Duvarını Deler mi? : Derin Düşünce
  3. Eki 6, 2009: Son 90 günde en çok okunan, yorumlanan, bağlantı verilen yazılar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin