RSS Feed for This Post

Verme hakkını kullanan bir insan

Sunuş : Daha önce de verme hakkından bahsetmiştik sitemizde. Yardım eden – edilen ayrımı daha önemli bir gerçeği maskeliyor demiştik. İsminin saklı kalmasını isteyen bir konuk yazarımızın Kentsel Dönüşüm Projesi hakkında yazdığı bir başka yazı ile bu noktayı hatırlatmıştık. İşte bu okuyacağınız yazı yine aynı yazarın. Her gün nefes alıp verir gibi verme hakkını kullanan bir insanın.

MY 

Fatma Teyze

Yazan: Bir İnsan

gecen hafta sonu yiyecek dagitirken rastladik Fatma Teyze ile Ahmet Amca’ya..
25 m2 bir bodrumda yasiyorlar.
 
Bu yazi onlara yardim talep eden bir yazi degil.
Simdiden bazi yardimseverler bu ise atildi zaten.
Yardim umdugu kimseler de
olsa olsa, bu yaziyi okuyanlar..
 
Aslinda anlasmak kolay olmadi Fatma teyze ile cunku Turkce bilmiyor.
Komsulardan Sivasli olduklarini ve cocuklari oldukleri icin bu dunyada kimseleri olmadigini soylediler..
 
Yasini ogrenemedim ama, cileli hayatlarindan dolayi belki de oldugundan yasli gosteriyor.
Orada durdugumuz yaklasik yarim saat boyunca
bir turlu tebessum ettiremedim Fatma teyzeyi.
Cektigi sikintilari da ifadesiz bir yuzle anlatmaya calisiyor,
ama asla gulmuyor..
 
Ahmet amca ise kendinde degildi.
Beyninde problemler oldugunu ogrendik.
Hastaliklari ile ilgili bedava devlet yardimi icin muazzam burokratik taleplerde bulunmuslar.
Onlar da yilmis, yol yordam bilmemekten birakmislar tedavi icin cirpinmayi..
 
Yiyecek problemleri mahalleden tek tuk karsilaniyormus.
Isinma imkanlari  yok. Sobalari bile yok.
Amcanin surekli yetiskin bezine ihtiyaci var.
Evde amcadan kaynakli felaket bir koku var.
Fatma teyze 365 gun o koku icinde 25 m2 bodrumda oturuyor.
 
….
 
Bu feci durumun bize gosterdigi en berbat manzara;
onlar orada surunurken,
biz evimizde, sicak ve rahat yatagimizda yatiyoruz.
Fatma Teyze gibilerin istirabini kesinlikle duymadan,
hayatla ilgili baska seylere kizarak ,
kendi konfor eksikliklerimizle hallenerek yasamaya devam ediyoruz.
Ve daha  fecisi,
biz kendimizi iyi insanlar olarak tanimliyoruz.  
 
 
Yapamadigimiz, yetisemedigimiz yardimlarin, iyiliklerin
sizisi kalbimizde mevcut degil.
Bizimkisi, boyle bir ‘iyi insan’ olma durumu..
 
Gormezden gelme sansimiz yoksa, bu sefer
‘kim size Istanbul’a gelin dedi’
demekte tereddut etmiyor ya da
baskalarinin ve baska kurumlarin sorumluluklarindan dem vurup,
iyilik yapmamak icin ne tur gerekcelerimiz oldugunu siraliyoruz..
 
Kimimiz de, bu tur iyilik faaliyetlerinin
siyasi sahnede kendilerine karsi bir hamle olabileceginden urkuyor, 
bir iyilik imkanini, siyasi bir tehdit olarak goruyor.
Yoksullara yardim etmeyi,
bir dilenciler ordusu yaratma sebebi gorerek
yapilmayan iyilikleri, merhametle yumusamayan kalpleri
calisma ekonomisine hizmet olarak goruyor.
 
Bizimkisi, iyilik yapmayan bir ‘iyi insan’ tipi.
Iyilik yapmamak icin daima sebebi olan iyi insanlariz biz.
 
Oysa iyilik yapmadan iyi insanlar olabilir miyiz ?
Iyi insan olabilmek icin, iyilik yapmadan baska yol olabilir mi ?
Iyilik yapmaktan baska,
hesapsiz fedakarliktan baska sansimiz olabilir mi ?
 
Inim inim inleyen, ac uyuyan insanlarin oldugu bir sehirde
rahat rahat uyuyan….insan olabilir mi ?
 
Bizim iyilik yapmaya ihtiyacimiz,
sudan, ekmekten az olabilir mi ?
 
…..
 
Iste Fatma Teyzelerin evi bu yuzden cok degerli bir yer.
Cunku orada bize ait bir sey var.
Bizim yitigimiz orada bulunuyor;
mulkiyeti  sadece bize ait olan
iyi bir insan olma ihtimalimiz,
Fatma teyzelerimizin evlerinde bizi bekliyor..
 
Inanin bu yardima,
Fatma Teyze’den cok bizim ihtiyacimiz var..
 
Biz, efelerin, sovalyelerin kahramanlik yaptigi donemlere yetisemedik.
Bizim yigitligimiz
hesapsiz  iyilik yaparak, iyilik icin ortaya atilarak olacak.
Baskasinin cesaret edemedigi iyiliklere atilarak
babayigitler olacagiz.
 
Bizim mutlu sonumuz,
kimsenin haberi olmadigi bir iyiligi yaptiktan sonra,
bir kosede mutluluk goz yaslari dokerek olacak.
 
Duygusallik degil,
aklin yolu bu oldugu icin.
Bu dunyada butun rasyonel meselelerin de caresinin
herkesin iyilik yapmasi,
iyi insanlar olmasi oldugu icin
n’olur kendimize bu sansi verelim.
 
Muhtac insanlarda sakli bulunan,
bize ait guzellikleri bulup cikaralim..
 
 
(Not:  Bir hafta yogun yardimda bulunduk ama
amca bu yazidan bir hafta kadar sonra vefat etti. Fatma Teyze artik akrabalari ile yasiyor)

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: Ağu 20, 2009 | Reply

    Iyilik yapmamak icin daima sebebi olan iyi insanlariz biz.
    Ne kadar acı ama doğru bir söz. Herşeyin en kolayına talibiz. Modern zamanların insanıyız bizler. Hiçbir şey yapmasak da öyle kabarık bir egomuz öyle kendinden emin bir halimiz var ki. Böyle yazıları görünce bir şeyler yazmak istiyorum. Ama çok zor. Bir çok insan gibi ben de donup kalıyorum. Bize çirkin karanlık yüzümüzü hatırlatan yazılar bunlar. Hiç çıkmasa hiç görmesek de kolay cennetlerin hep bizim olduğuna inansak. Yutkunurken bir şeyler boğazımıza hiç takılmasa. O insanların tüm bu acıları çektiği bir kentte mutlu, huzurlu ve her zaman iyi insanlar olduğumuza inanarak yaşayıp yere göğe koyamadığımız hayatlarımızla ve sudan ucuz vakitlerimizle binlerce neslin öylesine gelip geçtiği gibi biz de gelip geçsek. Öylece bir yokoluş işte. Ne kendine ne başkasına hayrı olmuş tavşan boku misali bir hayat.
    Bu yazıyı yazan kardeşimizden Allah razı olsun. Hep böyle canımızı acıtmaya devam etsin. Ve Allah ecrini kat kat versin insallah. Siz yapmanız gerekeni yapıyorsunuz bizleri uyarmakla, gerisi bizim kahrolası vicdanlarımıza kalmış.

  3. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 19, 2009 | Reply

    Diyorum ki verme hakkınızı kullanın Bingöl Cezaevi Kütüphanesi için. Ne yapabilirsiniz?

    Category: Verme hakkı

    Verilen link tıklandığında kategorilenmiş ‘verme hakkı’ cümlesi çıkınca insan ister istemez “Bu hak nasıl bir şeydir? Ne işe yarar? Neye göre, nasıl kategorilenir? Doğuştan kazanılmış yaşama hakkı gibi bir hak mıdır? Yoksa insanın dişiyle tırnağıyla mücadele ederek elde etmeyi başardığı ya da belki de hala elde edemediği için tadından tuzundan mahrum kaldığı bir hak mıdır?” şeklinde sorular üreterek üzerinde düşünmeye başlıyor.

    Hak diyince çoğunlukla aklımıza “almak” geldiğinden “vermek” fiili ile yan yana geldiğinde kafamız karışıyor, anlamakta zorlanıyoruz galiba.Almayı kolaylıkla kabul ettiğimizden olsa gerek “alma hakkının” da ne anlama geldiğini aynı kolaylıkla kavrayabiliyoruz.

    İşin ucu almaya dayandığından ‘hak çuvalına’ düşünebildiğimiz kadarını doldurmaya çalışıyoruz; eğitim hakkı, çalışma hakkı, konuşma hakkı, eleştirme hakkı,…..

    İnsan vermenin anlamını kavramakta, fiile dönüştürmekte zorlanırken verme hakkının çuvalını nasıl tedarik edebilir?
    Mustafa Ulusoy “Aynalar Koridorunda Aşk” adlı kitabında vermenin anlamını da çuvalının nasıl tedarik edilebileceğini de çok güzel bir örnekle ifade etmiş.

    Kedi,Aşk,Benlik

    Kırmızı işten eve döndüğünde bahçede bir miyavlama sesi duydu.Minnacık bir kediydi bu.Yanına gitti.Kedinin hali içini burktu,aç görünüyordu.İçinde ona karşı bir merhamet uyandı.Markete gidip süt aldı, içine koyacak bir kap buldu.Kedinin karnı doyunca insanın içini burkan miyavlaması da kesildi.Bahçenin içinde oynamaya zıplamaya başladı.Kırmızı, kedinin sevincinden büyük bir mutluluk duydu.Bu mutluluğun içinde yaptığı işten dolayı kendisiyle gurur duyma da vardı.İyi bir davranışta bulunduğunu hissediyordu.O gün kim bilir kaç kişi miyavlayan kedinin sesini duymuş ama kediye süt veren Kırmızı olmuştu.Bu düşüncenin kendisini hoşnut ettiğini fark etti.

    “Dün akşam eve gelince aç bir kediye süt verdim” diyerek başladı seansa.

    Dr.Mavi bu konu üzerinde durmak gerektiğini düşünerek Kırmızı’nın önüne boş bir dosya kağıdı koydu.

    Dr.Mavi:”Kediye süt verme davranışını ayrıntılı olarak inceleyelim mi?”

    Kırmızı bir şey anlamadan:”Kediye süt verme davranışını da bir hastalık olarak mı görüyorsun yoksa? Bu psikiyatristlere de davranış beğendirmek zor.
    Aç bir kediye süt vermemenin anormal bir davranış olduğunu biliyordum ama tersinin de anormal sayılacağını düşünmemiştim.”
    ….
    ”Kedinin karnı doyunca ne hissettin?”

    ”Karnını doyurunca miyavlaması kesildi. Mutlu olduğunu gördüm.İyi bir şey yaptığımı düşündüm.”

    ”Kendin hakkında nasıl bir sonuç çıkardın?”

    ”İyi bir insanım diye düşündüm.Herhalde buna itiraz etmeyeceksin? Bunları neden yazıyoruz?Benlik hakkında bir sürü sorum vardı benim.Kediyi doyurmayı konuşarak vakit kaybetmek yerine onların cevabını verebilirsin.”

    Dr.Mavi gülümsedi:”Acele ediyorsun.”

    ”Tamam, tamam.Eee?”

    “Şimdi sen kediyi beslediğini iddia ediyor ve ‘ben iyi bir insanım’ sonucunu çıkarıyorsun. Kediyi gerçekten sen mi besledin?”

    “Kusura bakma ama buna ‘Haydaa!’ diyebilirim ancak.Kediye sütü ben verdim diyorum.Şu karşında oturan somut varlık, adı da Kırmızı.”

    ”Kediye neden süt verdin?”

    Kırmızı.”Kedi açtı da ondan,sayın Dr.Mavi.”

    ”Hadi canım sende.Kediye aç olduğu için süt verdiğin koca bir yalan.Aç kediyi görünce ne hissettin?Duygularına yoğunlaş ve o an gerçekten ne hissettiğini söyle bana.”

    “Kedi aç galiba, miyavlıyor,ona süt vermeliyim dedim ve süt verdim”

    “Hayır Kırmızı.’kedi aç demek’ bir düşüncedir.Benim sorduğum duygu, his, içinde, kalbinde oluşan şey..”

    Kırmızı: “Hımm,kediye acıdım.Evet,acıma diyebilirim.”

    “Acımasan kediye süt verir miydin?”

    “Vermezdim sanırım.Şimdi çaktım meseleyi.İçimde acıma duygusu uyandığı için kediye süt verdiğimi düşünüyorsun”(*)

    “Evet” dedi Dr.Mavi.”kediye süt verdiren şey ‘kedi aç’ diye düşünmen değil içinde oluşan acıma duygusu(*). Şimdi kritik soru şu.Bu acıma duygusunu içinde nasıl oluşturdun?”

    “Ben oluşturmadım ki! İnsan duygularını oluşturamaz, üretemez.(**)Onlar insanın içinde var olur. Onları Yaratıcı yaratır.O zaman diyorsun ki:İçimdeki acıma duygusunu Yaratıcı yarattı ve kediye süt vermemi istedi.O zaman kediyi besleyen Yaratıcı oluyor.Peki,ben ne oluyorum?”

    ”Sen vesile oluyorsun.”

    ”O gün kedinin aç olduğunu gören beş kişi olduğunu düşünelim.Yaratıcı diğer dört kişide acıma duygusu yarattı mı?Yoksa sadece benim içimde mi yarattı?”

    “Beş kişinin de içinde acıma duygusunu yarattı.Yaratıcının acıma duygusunu yaratmasını emir olarak düşün.Dört kişi “kediyi besle” emrine uymadı.Senin kediye süt vermenin tek farkı bu emre uyman oldu.”

    “Tek artım sadece bu emre uymak yani.Ama benliğim kediye süt verme emrini sahiplendi.Çünkü beni içimdeki acıma duygusunun yönlendirdiğini fark etmedim.Sonra da benliğim “ben iyi bir insanım” diye gururlandı.”

    “Evet,aynen öyle.Kendi gerçekliğini unutan benlik,sahip olmadığı şeyleri bir güzel kendinin sayıyor.Kediyi besleme eylemini üzerine alıyor, kendine bağlıyor, kendi mükemmelliği, iyiliği olarak değerlendiriyor.Narsistik bir doyum alıyor bundan. Ama bunu yaparken, kendi iradesiyle oluşmayan acıma duygusunu görmezden geliyor.”

    “O zaman en son sonuç şu olmalı:yaratıcı beni aracı kılarak kediyi besledi.Onun aç olduğunu gördü.İnsanların içinde acıma duygusu yarattı ama insanların bazıları acıma duygusunun gerektirdiği şeyi yapmadı.Benim tek farkım, acıma duygusunun istediği şeyi yapmak oldu. Ben aracıyım sadece.Kediyi besleyen Yaratıcı.”

    “Sonra da Yaratıcı, isteğine uyduğun için seni ödüllendirdi.Aç kedinin karnını doyurduktan sonra oynayıp zıpladığını görünce sen de bundan huzur duydun, mutlu oldun.Bu his de yaratılmış bir duygu olarak,yaratıcının o an sana sunduğu bir armağan oldu.”

    “Benliğin ne olduğunu şimdi tam olarak anladım.Sen ‘narsistleşmiş benlik kendisinin olamayan şeyleri sahiplenir’ diyordun.Bununla ne kastettiğin şimdi açıklığa kavuştu.Peki benlik bu kadar kötü bir şeyse Yaratıcı onu bize niye verdi?”

    “Bu çok güzel ve haklı bir soru Kırmızı.Benlik kötü bir alet değil.İyi ya da kötü yönde kullanılabilir.’Kediyi besleyen ben değilim, ben sadece aracıyım,içimde kediye acıma duygusunu yaratan yaratıcı beni aracı kılarak kediyi besledi’ diyebilen de benlik.benliği olmayan bir varlık bu muhakemeyi yapamaz.Örneğin,yavrusunu besleyen bir aslan, benliği olmadığı için,’aslında yavrumu besleyen ben değilim, yaratıcı içimde bazı duygular yaratarak yavrumu besliyor’ sonucuna ulaşamaz.Benlik insanı insan yapan, farklı kılan aygıttır.İnsan olmanın zor yanını da üstün tarafını da oluşturur.”
    ….

    İnsan önce ‘bunu ben yaptım, ben sevdim, ben gördüm ’gibi bir tutumla sahiplenme denilen duyguyu tadarak Mutlak Yaratıcı’nın en önemli özelliğini hisseder.Sonra ikinci adımda, sahiplenme duygusunun da kendisine O’nun tarafından bağışlandığını anlayarak her şeyi Yaratıcısına geri verir.
    ….

    Narsistleşmiş bir benlik, sahiplenmenin tadını bırakma, kendinden vazgeçme cesaretini gösteremez. Kendi yaratılmışlık gerçeğini, sahip olduğunu düşündüğü her şein kendisine verildiğini kabul eden bir benlik ise cesur bir karar verir.
    ……

    Kediyi doyurmak haz verici bir eylemdir…İnsan benliği sayesinde bu hazzı hisseder.Sonra benliği kediyi besleyenin kendisi olmadığını anlar.Cesurca bir karar alarak, içinde acıma duygusunun yaratıldığını ve kediyi besleyen eyleminde kendi rolünün yalnızca vesilelik olduğunu kabul eder.Kediyi yaratıcının beslediğine karar verir.Krıtik nokta budur:Kırmızı’nın benliğinin elinde, kediyi beslemenin nasıl bir duyguya yol açtığını hissetmeye yönelik önemli bir tecrübe(***) vardır artık.Bu duyguyu ölçü olarak kullanır.Süt verip kedinin karnını doyurduğunu düşündüğünde hissettiği memnuniyeti ölçü alıp,yarattığı kediyi besleyen Yaratıcının kendine özgü memnuniyetini bir derece anlama(çıkarımda/tahminde bulunma) imkânı bulur..”

    Verme hakkı ile ilgili buraya kadar okuyup da “Materyalist pozitivizme göre, nasıl karaciğerin salgısı safra ise, beynin de salgısı davranışlardır ve bunlar adeta beynin ürünüdür. Buna göre beyin;davranış, duygu ve düşüncelerimizin kaynağıdır.Bunun üzerinde bir güç ve varlık yoktur.” diyenler varsa da bu görüşün de tartışmaya açık olduğunu hatırlatmak ve “Beyin bu kadar mükemmel bir düşünce grubunu nasıl bir araya getirmekte ve hücreler buluşup, akıllı bir hücreyi nasıl ortaya çıkarmaktadır?” sorusuna pozitif bilimin “bilinç” kavramıyla açıklama getirmesinin “Tamam ama amaç ne?” sorusuna, yeterince aydınlatıcı, ve tatminkar cevaplar üretemediğini de söylemek gerekir.

    Elbette, pozitif bilimler sayesinde mevcut işleyin nasıl meydana geldiğini ve ne şekilde çalıştığını izlemek, anlamak kolaylaşıyor fakat “insan olmak” gibi soyut bir kavramı tanımlama, anlamlandırma, dolayısıyla bizim için ifade ettiği değere uygun yaşam şartları oluşturma gayretiyle, dayanak noktası deliller olan bilim muhatap alınıp, “verme hakkı” noktasında yazının girişinde akla geliveren soruların cevapları arandığında insan çıkmaz bir sokağa girmiş gibi yanıtsız kalabiliyor.

    Yukarıdaki link tıklatıdığında otomatiğe bağlanmış gibi hiç yadırgamadan hatta dikkat bile etmeden kabullendiğimiz, basitçe yazılıvermiş görünen etiketler bile cevap arayışında yola koyulmuş işaret levhaları gibi duruyor aslında; insan,vicdan,verme hakkı !

    Dindeki takdir ve hayranlık hissi bir süre sora alışkanlığa dönüşür. İnsanlar kaynağını unuttukları ritüeller halinde otomatik olarak dini yaşamaya başlarlar.İşte bu ontolojik sorgulama, modern yaşamın gerçeklerini yeniden keşfetmeye götürecek önemli ve faydalı bir sorgulamadır.(sf.30)Prof.Dr.Nevzat Tarhan/İnanç Psikolojisi

  4. Yazan:MY Tarih: Eki 20, 2009 | Reply

    Selamlar çuvaldız,

    vermek ve hak kelimeleri arasindaki zahirî çeliskinin farkinda degildim ama VERME HAKKI sözünün çok TEMEL bir seye isaret ettigini seziyordum. Sayenizde pozitivist
    kiskaçtan geldigini fark ettim, adini koydum zihnimde.

    haklisiniz, insan, vicdan ve verme hakki gibi etiketler kazayla konmus “masum” kategoriler degil, gözünüzden hiç bir sey kaçmiyor 🙂

    iyilik yapmak = sevap = cennet için bonus
    seklindeki önerme kendi içinde tutarli gözükse de bana aradigim cevaplari vermiyordu gençligimde. Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayi dinden soguma noktasina gelmistim. Yorumunuzun en sonundaki alinti zaten bu FOLKLORLESEN DIN meselesini çok öz biçimde veriyor.

    Yorumunuzun geri kalan kisminda anlattiklariniz ve verme hakki kategorisinde yayinladigimiz ilk yazi ise Islam’in hep söyledigi ama benim eskiden duymadigim/anlamadigim bazi mesajlar içeriyor.

    ancak bunlari anladiktan sonra rahat ettim. varlik, insan, iyilik, kötülük… üzerine en saglam açiklamalarin bu zeminden gelmesi zaten sasirtici degil artik.

    Bu çabalarimizin ihtiyaç sahipleri için birer yardim çagrisi olmaktan öte DD’nin özü olan
    ANLAMA GAYRETi’nin ayrilmaz bir parçasi oldugunu sanirim eski okurlarimiz da fark etmistir.

    bu anlamda zahirî bir bencillik isaret ediliyor “verme hakki” ile :))

    Muhabbetle

  5. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 31, 2009 | Reply

    Mehmet bey,

    Bu yazınıza bir sebepten tekrar denk gelip,okuduğumda,hafızamdan kaçanların bile farkına varamayacak kadar dikkatsiz oluşuma esef ettim 🙁

    http://www.derindusunce.org/2008/02/21/verme-hakki/

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin