RSS Feed for This Post

Solun Din İle İlişkisinde Bocalamasının Sebepleri

Din ile solun ilişkisi üzerine yapılan tartışmalar, solun belki kendi üzerine kapanmış materyalizm tabutunu kırması açısından önemli olduğu kadar, dindarların da kendileriyle toplumun diğer katmanları arasındaki ilişkiyi yeniden belirlemeleri için önemli fırsatlar yaratıyor.

Solun, genelde KautskyPlehanov çizgisinde yorumlandığı ve bu yorumun sosyal Darwinist bir bakışı öngördüğünü söyleyebiliriz. Solun, bu hakim yorumu dışındaki diğer yorumlarının da sonuç itibariyle materyalist bir felsefe üzerine kurulduğunu söylemek pek zor olmasa gerek. Sonuç itibariyle solun dine karşı tutumunun sadece Türk soluna has değil, genelde sol ideolojiye ait olduğunu söyleyebiliriz. Ancak solun içinde özgürlükçü akımların da varlığını inkar edemeyiz. Bu akımlar dine en azından “entegre edilebilir” unsurlar olarak bakmayı becerebilmekteler. Ancak bu bakışın, anlamayı sağlayıp sağlamadığı ise bu yazının konusunu belirliyor.

Bir röportajda, Murat Belge’nin “bu ülkeye şeriat gelmez, bu ülkenin burjuvazisi ve ordusu sağlam altyapılara sahiptir” manasındaki sözleri Türk solunun demokratlarında bile olan “din” bakışını göstermesi açısından mânidardır.

Dine ve dindarlara yönelik negatif algıda dindarların hiç mi kusuru yoktur? Bu soru doğru bir soru; ancak sol içerisinden entellektüellerin bu soruya verdiği yanıt , soldaki dine bakışın sorunlarını da ifşa etmesi açısından önemli. Çünkü çoğu solcu için dindarlar demokrat değillerdir ve bu açıdan solun dine ve dindarlara kaşı eleştirel bir tavır içersinde olması normaldir. Aslında bu tür bir cevap başlı başına sorunun bizzat kendisinin ne olduğunu gösteriyor. Herhangi bir ideolojinin yandaşı bir insanın yaptığı bir hata, o kişinin kendisine mal edilip, onun ideolojisi hiçbir şekilde dile gelmezken, dindar bir insanın yaptığı bir hata, bizzat din olgusunun kendisine yönelik bir tutumu haklandırma işlevi görebiliyor. Keçiören’de olan bir olayı, dinin topluma baskısına, AKP’nin şeriatı adım adım getirdiğine yönelik bir örnek olarak verebilmek sanıyorum oldukça ciddi bir zorlama olmanın ötesinde solun içindeki genel bir problemin ifşası demek oluyor.

Peki dindarlar hiç mi baskı yapmıyorlar? Elbette yapıyorlar, ancak mahalle baskısı diye adlandırılan bu baskının çeşitli tiplerinin genelleme yaratmaması, ancak sadece din ile ilgili olanın direkt birkaç dindardan din olgusunun tümüne yayılabilen bir unsur haline getirilmesi sorunun esasını teşgil ediyor. AKP’yi egemen din anlayışını toplumun tümüne yaymaya niyetlenmesi ve “şeriat” getirmeye niyetli olması ile suçlayan sol kesim entellektüelleri, maalesef olayları “karşıtlıklar” üzerinden gördüğünün farkına varamıyor bence. Karşıda nasılsa bizim kafamızda oluşturduğumuz şablona uyması gereken (uymasa da uydururuz) bir dindar kesim ve AKP var, bu kesimi bizim kafamızdaki şablonlara uydurmak için menfi bir olay olması bile yeterlidir. AKP’nin 10 küsür yıldır büyük şehirlerde belediye olması, 6-7 yıldır hükümet olması ve ülkenin bu manada “muhafazakârlaştığı” yönünde hiçbir emare olmaması, olan birkaç olayın, hemen “şeriatı getiriyorlar” genellemesine götürülmesine engel olmamakta demek ki!

Sol içerisindeki demokrat ve özgürlükçü kesim, dindarların hakları konusunda vicdanlı bir insanın söylemesi gereken çoğu şeyi söylüyor ve bu konuda sol içinde hemen hemen hiç görülmeyen bir anlayışa ve ahlâka sahip olduğunu gösteriyor. Ancak bunlar, bakışın sorunlarını görmemize engel olmamalı bence.

Demokrasi anlayışının “solcasını” ortaya koyarken, genelde özgürlükler ve kimlik sorunlarından hareket ediliyor. Her kesimin birbirlerine zıt görülebilecek haklarının olduğunu ve bunların hepsinin birden savunulmasının demokrasi gereği olduğunu dile getiren özgürlükçü solcular ile elbette bu konuda aynı görüşteyim. Ancak, ben bunları söylerken ve isterken, haklarını isteyen kesimin “demokrat “olup olmadığı ile ilgilenmem. Aslında sol kesimden de bunları söyleyenler var, ancak önemli nüanslarla!

Sol hareket içindeki demokratlar , özgürlüklere bakışlarında sol anlayışın “onaylamadığı” özgürlüklerin de savunulması gerektiğini ve bunun “sola” ters bir tavır olmadığını, tam tersi solculuğun tam da bu olduğunu söylerlerken; dindar bir insanın, dinî anlayışına çok ters bir anlayışa sahip birisinin hakkını savunurken hem dindar hem de demokrat olabileceğini ve hatta bunu tam da dindar olması yüzünden yapabileceğini göz ardı ediyor görünüyorlar. Bu anlayışa göre bir müslüman en fazla, bir başkasının başörtüsü takmama hakkını ya da Ramazan’da oruç tutmama hakkını tanıyabilir ama müslümanın demokratlığının da sınırları çok keskindir. Bu görüş, aslında kendi kafamızdaki İslam ve dindarlığı başkalarının demokratlığına sınır koymak için kullanmak manasına gelir.

Sol hareket, bir anlamda modern bir hareket olduğu için, modern öncesi dönemleri farklılıkların az olduğu dönemler addederken, modern dönemleri farklılıkların yoğunlaştığı dönemler olarak tanımlar. Hâlbuki gerek bilginin kaynağının tek çeşitliliği (bilimsel bilgi), gerekse de toplumun homojenleştirilmesi çabalarında seçtiği sekülerleşmemodernleşmepozitivistleşme yöntemleriyle modernizm, farklılıkları azaltan bir dünya kurgulamıştır; ancak bu kurgudan, yanlardan fışkıran “defolu” ürünler, modern anlayışı da bir uçuruma sürüklemiştir. Modernleşme ile ilgili klasik analizleri olumlayarak, modernizmin, Habermas’ın dediği gibi bitmemiş bir proje olduğunu imâ eden özgürlükçü solcular, öte taraftan modernizm projesinin, tam da “Batı aklı” projesi olması, “öteki”ni yok edici, homojenleştirici ve batılılaştırıcı bir proje olması dolayısıyla, değil evrensel olmak, Batı toplumlarının, “karşılaşmalarında” bile yoğun sorunlara yol açmasına dikkat ediyor görünmezler. Bu bağlamda aydınlanma ve modernizm, hiç de hiçbir yaşam biçimini diğerinden üstün görmeyen bir şey değildir. Tam tersi seküler ve modern olanı diğer yaşam biçimlerinin tümünden üstün gören ve mitsel, dinsel, geleneksel olanın hepsini toplum dışı eden bir süreçtir. Solcuların çoğu, aydınlanmanın ve modernizmin, demokrasi idealini tam olarak gerçekleştiremediğini kabul eder; ama bunu, aydınlanmanın ve modern düşüncenin iç krizlerini dikkate alarak yapmak yerine bir yol kazası olarak değerlendirirler Habermas gibi.

Sol intelijensiya, dine biçtiği statik bir konumla dindara da nasıl davranması gerektiğini söylerken, modern manada lâiklik kurumuna olumlu mana atfedip, solun lâikliğinin liberalizmden de güçlü olmasını gerektiğini ifade eder. Hâlbuki lâikliğin kendisi toplumda dinler ve ideolojiler arasında mutlak tarafsızlık değil, ontolojisi ve epistemolojisi gereği, lâik ve modern bireyler imâ eder. Bu birey tipinin dışında kalan bireyler de cemaatlar de ikincil konumdadır lâiklikte. Dolayısıyla, lâikliksiz demokrasi olmaz diyen sol entellektüellerin tam tersi, lâiklik ile demokrasi bir arada yürümez demeyi daha doğru görüyorum. Demokrasi, toplumdaki her birey veya grubun kamusal alanda fikri ve yaşantısı ile bulunması gereğini imâ eder. Bu manada lâiklik ile, bazı tür fikirlerin dışarıda tutulduğu bir durum söz konusudur. Dindarların hakkı teslim edilse de bu, “onlara edilen bir lütuftur”. Çünkü dindar demokrat olamaz ve bu yüzden demokratik haklarını, kamu alanında ortaya koyması durumunda eğer bir arıza ile karşılaşılırsa devlet sopasını göstermek ve bu hakları ilga etmek farzdır. Diğer suçlar adî, dindarın yaptığı ise şeriat suçudur çünkü!

İslam dini ile ilgili yuvarlak “tanımlar”, bu dini ve dindarları anlamayı da zorlaştırıyor kanımca. Bu tanımlar “tasavvufî” ve “şeriatçı” diye kabaca iki İslam öngörüyor. Tasavvufta Kur’an’ın batınî yorumuna da yer vardır. Ancak bu batınî yorum zahiri yorumun “aşırı yorumu” değil, tam tersi Mevlana’nın dediği gibi, “kabuğun içindeki özdür ” . Ancak o özü korumak için de o kabuk gereklidir. Yüzlerce İslam yorumunu ikiye indirgeyip birisini demokrasiye ezeli ve ebedi düşman; diğerini ise bireyi öne aldığı iddiasıyla demokrasiye biraz daha yakın görmek bence oldukça ciddi bir genellemeye giriyor.

Demokrasi öncelikle “anlamak” demektir. Bu anlamayı ise önkabuller ile asla yapamazsınız. Bu anlama, her fikrin kendisine yaşam alanı bulduğu ve iknâ mekanizmaları ile kurulu bir toplum anlayışının olduğu bir ortamda hayata geçer. Yoksa baştan damgalanmış insan grubuna gösterilen hoşgörü Sarkozy’nin Kuzey Afrikalı göçmenlere gösterdiğinden, ya da bugün Gazze’de olan katliâmlara yönelik tutumdan fazla olmaz bence.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk Solu 

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün.  Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Trackback URL

  1. 22 Yorum

  2. Yazan:kacakkova Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    enver bey,
    yazidaki tek tek yanlislarla degil, bakis üzerinde duracagim (yine) kisaca….asagidaki modern iki tabu yazisina ekledigim yorumda söylemeye calistigim seyleri tekrar etmek istemem….bu yazinizda bence, daha önceki antisemitizme karsi bildirinin analizinde kulandiginiz bakisi iptal ediyorsunuz…paragraf basina düsen genelleme miktari bu yüzden artiyor olsa gerek…..”Solun, genelde KautskyPlehanov çizgisinde yorumlandığı ve bu yorumun sosyal Darwinist bir bakışı öngördüğünü söyleyebiliriz. Solun, bu hakim yorumu dışındaki diğer yorumlarının da sonuç itibariyle materyalist bir felsefe üzerine kurulduğunu söylemek pek zor olmasa gerek.”….
    böyle baslayan bir yazinin “sol”un “din”le iliskisini analiz etme ve degerlendirme sansi daha bastan ortadan kalkiyor….

  3. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    yazının devamında solda alternatif girişimleri (başta frankfurt okulu olmak üzere) veriyorum zaten. başa takılıp gerisini okumadınız mı bilmiyorum ama yazının tümünü okuyup bu sonuca vardıysanız da saygı duyarım. bu yazı benim fikriim, yorum da sizin fikrinizdir.

    sevgiye
    enver

  4. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    pardon bir önceki yorumumda, “yazının devamında alternatif arayışları(baştan frankfurt okulu olmak üzere) veriyorum zaten” demiştim. o bir başka sol yazısında vardı. o yazı da solun pozitivist eğilimlerini inceliyordu. neyse sonuçta solun içinde materyalizmden ya da pozitivizmden sıyrılmaya çalışan eğilimler vardır(ama ana akım sol içinde bence azınlıktadırlar). frankfrt okulu çok ciddi bir pozitivizm eleştirisidir aynı zamanda vesaire. ancak türk solunun genel eğiliminin dine bakışını anlatmayı(anlamayı)amaçlıyor bu yazı.

  5. Yazan:müstear Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    kacakkova’ya katılmamak elde değil. Öncelikle solun dine bakışının ilk önemli referansının Marx’ın ‘din kitlelerin afyonudur’ sözü olduğunu kabul etmek gerek. “Sosyal Darwinizmi” bütün bir sol geleneğe atfederken bu kadar temel bir noktayı ıskalamak hayret verici doğrusu. Bununla birlikte yazıda “sol”dan kastedilenin ne olduğu da hayli muğlak kalıyor. Sözü geçen sol temel olarak CHP çizgisini esas alıyorsa o zaman en azından kemalizm vurgusunun yapılması zorunlu hale geliyor. Yazının gerçekten elle tutulur bir sonuca vardığı kuşkulu olmakla birlikte, son olarak “AKP’nin 10 küsür yıldır büyük şehirlerde belediye olması, 6-7 yıldır hükümet olması ve ülkenin bu manada “muhafazakârlaştığı” yönünde hiçbir emare olmaması” neye (hangi veriye, araştırmaya) dayanarak bu biçimde ifade edilmiştir, bunu da bilmek istiyorum. Bu kadar spekülasyona açık bir konuda böyle kesin bir üslup kullanmanın ciddi verilere sahip olmayı gerektiği konusunda (toplum olarak) anlaşamazsak, hiçbir konuda anlaşamayız demektir.

  6. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    “Öncelikle solun dine bakışının ilk önemli referansının Marx’ın ‘din kitlelerin afyonudur’ sözü olduğunu kabul etmek gerek. “Sosyal Darwinizmi” bütün bir sol geleneğe atfederken bu kadar temel bir noktayı ıskalamak hayret verici doğrusu”

    nasıl yani? bu cümleleriniz benim yazdığıma mı yoksa kacakkova’ya mı destek veriyor anlamadım…

  7. Yazan:Hasan Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Doğası gereği sol ile din arasında bir çelişki vardır. Bu bence solun haklı olduğu bir çelişkidir üstelik. Zaten herhangi bir iktisadi ya da sosyal fikir din ile çatışmamak zorunda değildir. Aksine; din adını verdiğimiz kurallar topluluğunun entelektüel birikimin ortaya koyduğu insaniyete dair yeni kavramlara uyması gerekmektedir.

    Sol deyince akla Stalin’in, Pol Pot’un farklı uygulamaları gelmemeli. Bu kişiler bir yerlerinden sola bağlı tutulabilirler ancak “din adına yapılan her şeyin doğru olmadığını” söylerkenki hassasiyet ve refleksimizi bu durumda da göstermememiz gerekiyor. Sol adına bir şeyler yapmaya çalışmalarına rağmen sonuç sol ile alakası olmayan bir şeyler oldu, onlar için durum bu..

    Peki sol ile din neden çatışır..

    Mesela recm gibi bir ceza var dinde. Sol; yani kendini aydınlık, insancı olarak tanımlayan bir bakış açısının bununla çatışmaması mümkün müdür? El-kol kesme, kısas, dört kadın vs. gibi kavramların teker teker modern hukuğa ve insan haklarına ne kadar uygun olduğunu düşünelim. Bir de ortalama bir solcunun bu konuda ne tavır alacağını düşünelim.. Çatışamasınlar da ne yapsınlar?

    Bu durumu “sol sadece bilime önem verdi ve bu da insanı değersizleştirdi, maneviyatı bitirdi” anlayışıyla çözümlemek mümkün değil ve yanlıştır bence. Bu manevi çözülmenin en çok yaşandığı bölge Batı. Ama o Batı, “Ben insanlara güvenirim” cümlesine %90 ile evet diyor. Bizde bu oran kaç? Yüzde 10..

    Adalet kurumlarını ve adaletin bir olgu olarak toplumsal bilinçteki yerini karşılaştırın doğu ile batı arasında.. Kim manevi olarak çözülmüş?

  8. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    hasan bey,
    sol din karşısında neden bocalıyor diye araştırırken tam da sizin gibi bakanları ele alıyordum aslında…

  9. Yazan:müstear Tarih: Oca 16, 2009 | Reply

    Sol ve din hakkında bir yazı yazıp da Marx’a atıfta bulunmadan Kautsky/ Plehanov çizgisinden söz etmek hiçbir şey değilse konunun bütünlüğünün ıskalandığını gösteriyor. Onu söylemeye çalıştım o cümlelerimle.

  10. Yazan:Hasan Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    Enver Bey;

    Belki ilk toplumlaşan insanlardan bu yana din var. Bu başlangıçta Ay,Güneş gibi görkemli doğal nesnelere tapınmayla başladı, zamanla doğada anlam verilemeyen olayları Tanrı’ya bağlayarak devam etti. Bakınız; sol-din çatışmasını sadece son iki-üç yüzyıla hapsedemeyiz. Güneş’e tapan ve ona göre kanunlar düzenleyen bir anlayışa karşı çıkmak da sol olarak değerlendirilebilir..

    Bu bağlamda en başından bu yana “akılcılık” ile “din” arasında aslında bir çatışma var.. Bu çatışmada sırf “daha manevi” görülüyor diye dini tutmak doğru mudur?

    Dinin; insanı ruhsal açıdan dinginleştirdiği ve bu tip bir insanın suça daha az eğilimli olduğu doğru olabilir. Belki bu anlamda manevi bir dinginlik kazanmış insanlar çok daha mutlu bir ömür de sürüyor olabilirler. Ama bu durum dinlerin; mesela köleliği kaldırmadığı, recm, el kol kesme türünden cezaları barındırdığı gerçeğini ortadan kaldırıyor mu?

    Üç semavi dinin üçüne göre de kendine inanmayan cehennemlik. Tabii bu semavi olmayan dinler açısından da böyle. İslam açısından ele alalım. Elbette ki İslam’ın diğer dinlerden bir farkı var. Diğer dinlerden iyi olduğu yönler gibi kötü olduğu yönler de var. Biz İslam’ın zaman içerisinde aldığı felsefi yorumu da işin içine katıp, diğer dinler ile arasındaki farka “x” diyelim.

    Bu “x” farklılığının, İslam’a inanan bir insanın hayatına tümüyle sirayet ettiğini düşünelim. Diğer dinlere inanan insanların ise hayatında olmadığını düşünelim..

    Sizce bu “x” kadar farklılık, taşımadığı için bir insanı ebedi cehenneme yollamak için yeterli midir?

    Bir insanı sırf İsa’nın çarmıhta öldüğüne inanıp, Hz. Muhammed’i peygamber kabul etmediği ve o “x” kadar farklılığı taşımadığı için ebedi cehennemde akıl almaz işkencelere maruz bırakmak mı “dinin insana soldan daha fazla değer verdiğinin” kanıtı?

    İnsana değer vermek bu mu?

    Bu “x” kadar farklılığı taşımamak gerçekten bir insanın bu kadar ağır bir cezayı hak etmesine neden olacak nitelikte mi? O kadar büyük mü?

    Ve böyle bir suç-ceza ilişkisini içinde barındıran yapının gerçekten “sevgi dolu” olduğunu ve “soldan iyi olduğunu” düşünmek doğru mu?

  11. Yazan:Hasan Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    İlk mesaja ek:

    Solun din ile ilişkisi ile dindar ile ilişkisi birbiriyle ilintili olsa da farklı konulardır. Solun ya da materyalizmin din ile ilgili bir fikri olmalı. Sonuçta materyalizm ya da sol olarak adlandırdığımız tüm düşüncelerin derdi dünyayı, hayatı, yaşamı, insanı yorumlamak. Bunu yorumlarken dini es geçmek mümkün mü?

    Solun din ile ilişkisini yargılarken, dindarın din ile ilişkisini de yargılamak gerekiyor. Çünkü; solun din ve dindar ile olan ilişkisindeki bocalamanın nedenlerinden biri de dindarın dini ile kurduğu kimi zaman patolojik aşk ilişkisi. Dinin -ve aslında her düşüncenin- talep ettiği dünya iktidarı ile sol arasındaki siyasi çatışma.

    Bir takım gruplar insanları Komünizm ile mücadele için camiiye çağırırken ve Sola karşı en etkin muhalefet ortamı ibadethaneler olmuşken bu bocalamada ve kaosta yalnızca solu suçlamak doğru değildir.

    Bir de dinin sol ile ilişkisindeki bocalama sebeplerine bakalım. Dine sol düşmanca yaklaştı da, sol dine kucağını mı açtı? “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganı kime karşı üretildi? Dünyanın her yerinde sol akımlar karşısında dini akımları bulmadı mı? Sertlik açısından bakarsak dini akımlar ile sol arasında ne fark var?

  12. Yazan:Hasan Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    Ek’te strong yazı tipiyle yazdığım cümle “din sola kuçağını mı açtı?” şeklinde olacaktı. Yanlış yazmışım..

    Dolayısıyla yazının doğru hali:

    Dine sol düşmanca yaklaştı da, din sola kucağını mı açtı? “

  13. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    Enver bey,

    Haklısınız,dindarlar ile solcular arasında bir fikir uyuşmazlığı olduğu kesin.Ancak dikkat ederseniz bu fikir ayrılığı(çatışma demeyelim)diğer tüm düşünce akımları arasında da var.Hatta bazan her bir akımın kendi içerisinde bile olabiliyor.Sizin bir nebze daha ılımlı bulduğunuz özgürlükçü sol mesela,kendilerini farklı bir sol içinde tanımlayanlarca dışlanır ve iş bazan dönek,liboş,entel gibi küçümseyici yaftalanmalara kadar varabiliyor.Hatta Fetullahçı olarak suçlananlar var.

    Buradan pek çok sonuç çıkarılabilir Enver bey.Birincisi,solcularla dindarlar arasında,solun(ve aynı şekilde dindarların da)kendi içinde yaşadıkları ayrışmalardan çok daha keskin görüş ayrılıklarını barındırdığı gerçeğidir.Tartışmaya açık yanları olmakla beraber,bu bir realitedir.Aynı şeyleri söyleselerdi,farklı birer görüş olmazlardı;evvela bunu kabul etmek durumundayız.İkincisi,farklı görüşlerde olmaları birbirlerinin haklarını tanıyıp savunmalarına engel değil deseniz bunu anlarım ve size sonuna kadar katılırım?Ama solcuları bu anlamda(tabii aynı solculardan sözediyorsak)tek taraflı kusurlu bulursanız,bu pek adilce bir eleştiri olmaz derim.Yazınızdan 8 de 6 solu kusurlu bulduğunuz anlaşılıyor.Ben de sormak durumundayım:solculara kendi dava arkadaşları tarafından yakıştırılan sıfatlar sizce neye dayanıyor? Sebebi,dindarlarla özgürlükler bağlamında aynı duruşu gösterdiklerinden olmasın sakın?Taraf gazetesinin bütün yazarlarının,kendilerini solda tanımlayan birilerince hedef tahtasına konmasının bir anlamı yok mu mesela.

    Bence bunları da görmek lazım Enver bey.Evet solun dine bakışında,dinle ilişkisinde bazı açmazlar olabilir.Dediğim gibi bu tamamen düşünce ve fikir felsefesiyle alakalı bir durum.Önemli olan bu felsefi sınırların ihlal edilmemesi.Son olarak şunu ekleyeyim,islami kesimde demokratlığın hakkını fazlasıyla veren insanlar olduğunu düşünüyorum.Ve sandığınızın aksine,bu erdemlere,tam da dindar oldukları için sahip olduklarını düşünüyorum.Ve inanın benim gibi düşünen pek çok solcu dostum ve arkadaşım var.Kendinize de bize de bu kadar haksızlık etmeyin.

  14. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 17, 2009 | Reply

    aziz bey,
    sadece bir cevap olarak yazayım. bundan böyle kendi yazılarıma yorum yazmayacağım ama bu yazının ve devamındaki sol yazılarımın anlamını bir miktar açıklayayım.
    bu yazı ve bundan sonra – yayımlanırsa – bir yazı daha solu incelemek üzere bir yazıyla birlikte 3 yazılık bir set halinde birer (ya da ikişer ) hafta arayla birkaç ay önce taraf gazetesinde yayımlanmştı. bu yazı benim çok değer verdiğim ve bu ülkedeki en vicdanlı ve değerli solculardan gördüğüm sevgili dilaver demirağ’ın bir yazısına cevaptı aslında. dilaver de bu yazımı değerlendirip bir cevap yazacaktı. aslında bu yazının çok daha uzun bir vesiyonu önümüzdeki ay ya da bir sonraki ay çok önem verdiğim bir sol dergide de yayımlanacak. sol ile ilgili bu üç yazıyı solcu arkadaşlarımın çoğu ile de tartıştım. dilaver kesinlikle yazıyı yapıcı buldu ve bana bu konuda uzunca bir cevap da yazdı. diğer sol entellektüel dostlarım da benzer tepkilerde bulundu. bir sonraki derrida’dan hareketle solu dekonstrüksiyona uğratma denemem olan yazı da büyük oranda özgürlükçü sol entellektüelleri tarafından olumlu karşılandı. eleştirilerini de bana iletmişleri o zaman. ancak bu sol yazıları o zamanlarda bir takım sevdiğim dostlarımla oldukça verimli bir tartışmaya da yol açmıştı. ben de mehmet’e bunlar taraf’ta yayımlandı ama güncel bulursan burada da yayımlayabilirsin dedim. sonuçta yayımlandı. eleştirileriniz önemli elbette. ama bir yazı altı yorumlarla gerçekten sağlıklı bir tartışma olmuyor. bu yüzden istenmediğimiz bir şekilde anlaşılabilyoruz. bu yüzden açıkçası artık kendi yazılarıma yorum yazma veya yorumları cevaplamam nbiyetinde değilim.

  15. Yazan:fuatogl Tarih: Oca 18, 2009 | Reply

    Yazının ana problemini anlayabilmiş değilim. İkincisi bodoslama “SOL” diye konuya girip hiçbir şekilde genelleştirilemez şeylerden bahsedince bu kullanılan “SOL” kavramından ne anlaşıldığı belirtilmeliydi. Kautsky filan denmeside meselenin/kavramın gerçekten ama gerçekten kavranmaktan ve bütünlükten çok uzak bir şekilde algılandığını düşündürdü bana.

    Ve epeyce problemli 1-2 nokta varki bence sol analiz yapma niyetinde olan birisinde bulunması ciddiye alınmasını güçleştiriyor.

    Sonuç itibariyle solun dine karşı tutumunun sadece Türk soluna has değil, genelde sol ideolojiye ait olduğunu söyleyebiliriz. Ancak solun içinde özgürlükçü akımların da varlığını inkar edemeyiz.

    Buradaki tutumdan kasıt nedir? İnsanları, kendilerine bolca bulunan çeşitli dinlerden birisini seçti diye baskı ve vb. uygulayan bir soldan bahsediyorsanız yazdıklarınızı anlarım. Ama yazının girişinden bunun belirtilmesi lazım, hele hele sol için “genelde” ve “kautsky” diyorsanız.
    Ben mesela hiçbir dinin iddiasını güvenilir bulmuyorum, dünyaya ve evrene bakarken, din, çeşitli inanış ve (bana göre)hurafelerin görüş, bakış ve fikirlerinden hiçbir şekilde yararlanmıyorum. İsteyen kişi yararlanabilir. Böyle düşününen birisi olarak ben bu bahsettiğiniz “özgürlükçü akımlar” ın neresinde olmuş oluyorum? Özgürlükçü olmak için benim dinleri olumlu yada neyse, belirli bir şekilde algılamam şart mı?

    Diğer nokta ise “sosyal darwinizm” iddianız. Bu aşırı olmakla bile nitelenemiyecek, tamamen ideolojik şartlanmışlıklarla kötü belletilen bir mesele hakkında nefretini ince bir şekilde ortaya koyan bir insanın ifadesine benziyor. Sosyal Darwinizmi sizin yaptığınız şekilde solun herhangi bir vektörü şeklinde sunmak gerçekten ciddi bir kafa karışıklığına işaret ediyor. Hiç değilse solun temel tezlerine bir baksanız, eminim absürdlüğü hemen farkedersiniz Enver bey.

    Ve bu temelde fena halde ıskalayan görüşlerinizi herhangi bir şekilde yapıcı bulabilecek sol entellektüelin gerekçelerini de çok merak ediyorum. Hele bu kişi(ler) sitelerine Marcos koyup “Huzur İsyanda” gibi sloganlar geliştirebilen, anladığım kadarıyla Anarşist görüşlü insanlar ise.
    Eğer mümkün ise Dilaver beyin cevap yazısına bir referans verebilirmisiniz? Gerçekten merak ettim.

  16. Yazan:blue Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    Sayın Hasan,

    Bakınız; sol-din çatışmasını sadece son iki-üç yüzyıla hapsedemeyiz. Güneş’e tapan ve ona göre kanunlar düzenleyen bir anlayışa karşı çıkmak da sol olarak değerlendirilebilir..

    6 yaşındaki kızımın ıspanak yemeyi reddetmesini de sol olarak değerlendirebilir miyiz? Ne muhteşem tespitler bunlar, hayran kaldım Hasan bey !

    Bu bağlamda en başından bu yana “akılcılık” ile “din” arasında aslında bir çatışma var.. Bu çatışmada sırf “daha manevi” görülüyor diye dini tutmak doğru mudur?

    En başından beri “akılcılık” ve “din” biraradadır. En başı dediğiniz yer neresi? Hayatın kaynağını açıklamaya çalışan insanların “güneşe yönelmesi” körü körüne bir inanç mı, yoksa bir akıl yürütme mi? Peki “batan benim yaratıcım olamaz” diyen İbrahim’in (S) çatıştığı nedir, kendisi kimdir? İsa’ya karşı çıkan Sezar mı akılı temsil ediyor, yoksa Muhammed’e (S) karşı putlarını savunan Ebu Leheb mi? Afedersiniz ama biraz felsefe tarihi, dinler tarihi filan okuyun. Ateizm denilen şey modern bir olgudur, solculuk da öyle. Bunları tutup insanlık tarihinde bir yerlere yerleştirmeye çalışmak en düşük kelimeyle cehalet. Solcu dediğiniz şeyin eğer kapsamını genişletip “mevcut düzene akıllarıyla karşı çıkanlara solcu denir” filan gibi bir atraksiyon yaparsanız dahi orada karşınıza hep din çıkar.

    Ama bu durum dinlerin; mesela köleliği kaldırmadığı, recm, el kol kesme türünden cezaları barındırdığı gerçeğini ortadan kaldırıyor mu?

    Köleliği dinler kaldırmıştır. Recm, el, kol kesme gibi cezalar “adalet” için tesis edilmiş normlardır. Anakronizm diye bir şey var bilmem haberdar mısınız? Eski çağlarda insanların, binlerce kişiyi hapsedip besleyecek cezaevi yapma lüksleri yoktu. Eğer, insanların “ıslah” edilmesi amaçlanıyorsa insan “aklının” da pek başarılı bir yerde durduğunu söylemek mümkün görünmüyor.

    Bir insanı sırf İsa’nın çarmıhta öldüğüne inanıp, Hz. Muhammed’i peygamber kabul etmediği ve o “x” kadar farklılığı taşımadığı için ebedi cehennemde akıl almaz işkencelere maruz bırakmak mı “dinin insana soldan daha fazla değer verdiğinin” kanıtı?

    Ebedi cehennemde akıl almaz işkencelere maruz kalacaklar, buna inanmadıklarına göre, ortada bir şiddet olmadığı ortada. Öldükten sonra işkenceye maruz kalırsan bunu Tanrı ile aranızda münakaşa edebilirsiniz. Ama bir ateist gibi yalnızca bu dünyanın olduğunu düşünüyorsak, kurallara uymayanların manevi tehdit altında olmasının, insanların genelinin huzuru için gayet insancıl bir şey olduğu ortada. Bunun ne kadar “insancıl” öneme sahip olduğunu geçen yüzyılın başından beri görüyoruz.

    Bu “x” kadar farklılığı taşımamak gerçekten bir insanın bu kadar ağır bir cezayı hak etmesine neden olacak nitelikte mi? O kadar büyük mü?

    Dinlerdeki Cehennem tehditleri, sadece imansızlık üzerine değildir. Ama bu bir eşiktir, oraya geçtiğin zaman cinayet de, hırsızlık da, para hırsı uğruna insanları sömürmek de, insanları köleleştirmek de meşrulaşır. Tanrının insanları tehdit etmesi uçurumun kenarındaki koyunları korkutup düşmelerini engelleyen çobanın durumu gibidir. Ve evet, “sevgi” doludur. O uçurumu düştüğünüz zaman da adaletin sağlanması için ölümden sonra rehabilite edilmeniz şart maalesef.

  17. Yazan:Hasan Tarih: Oca 19, 2009 | Reply

    6 yaşındaki kızımın ıspanak yemeyi reddetmesini de sol olarak değerlendirebilir miyiz? Ne muhteşem tespitler bunlar, hayran kaldım Hasan bey !

    Devrimci karşı duruş içeriğini düşünürsek belki, ama temelde basit bir “istememe” eylemi yattığından sol diyebilmemiz zor..

    En başından beri “akılcılık” ve “din” biraradadır. En başı dediğiniz yer neresi? Hayatın kaynağını açıklamaya çalışan insanların “güneşe yönelmesi” körü körüne bir inanç mı, yoksa bir akıl yürütme mi? Peki “batan benim yaratıcım olamaz” diyen İbrahim’in (S) çatıştığı nedir, kendisi kimdir? İsa’ya karşı çıkan Sezar mı akılı temsil ediyor, yoksa Muhammed’e (S) karşı putlarını savunan Ebu Leheb mi? Afedersiniz ama biraz felsefe tarihi, dinler tarihi filan okuyun. Ateizm denilen şey modern bir olgudur, solculuk da öyle. Bunları tutup insanlık tarihinde bir yerlere yerleştirmeye çalışmak en düşük kelimeyle cehalet. Solcu dediğiniz şeyin eğer kapsamını genişletip “mevcut düzene akıllarıyla karşı çıkanlara solcu denir” filan gibi bir atraksiyon yaparsanız dahi orada karşınıza hep din çıkar.

    Animizmi, mitolojik dinleri, kabile dinlerini ve örneğin ailenin reisi öldüğünde geri kalanını cayır cayır yakmayı buyuran uzakdoğu dinlerini “din-akılcılık” birlikteliğinin neresine koyuyorsunuz?

    Üç semavi dinden daha eski dinler de var. İşin doğasına bakarsak; dinler dahil her alanda en başından bu yana akılcılık ile akılcılık olarak tanımlayamayacağımız diğer bir sürü şey arasında bir çatışma var. Dinler bile zamanla bu çatışmanın sağladığı evrime ayak uydurup çok tanrılılıktan zamanla tek Tanrı’ya kadar düşmüş..

    Köleliği dinler kaldırmıştır. Recm, el, kol kesme gibi cezalar “adalet” için tesis edilmiş normlardır. Anakronizm diye bir şey var bilmem haberdar mısınız? Eski çağlarda insanların, binlerce kişiyi hapsedip besleyecek cezaevi yapma lüksleri yoktu. Eğer, insanların “ıslah” edilmesi amaçlanıyorsa insan “aklının” da pek başarılı bir yerde durduğunu söylemek mümkün görünmüyor.

    Köleliği dinler kaldırmamıştır. Köleliğin durumuyla ilgili pek çok ayet var. Kaldırmak söz konusu değil.

    Ağır cezalarla hiç bir suç yok edilemez. Zaten; zina bir suç mudur? Ya da kimin zina işlediği için bir diğerini taşlamak ya da sopalamak gibi bir lüksü vardır? Bunu öngören yönetim biçimi demokratik olarak adlandırılabilir mi?

    Ebedi cehennemde akıl almaz işkencelere maruz kalacaklar, buna inanmadıklarına göre, ortada bir şiddet olmadığı ortada. Öldükten sonra işkenceye maruz kalırsan bunu Tanrı ile aranızda münakaşa edebilirsiniz. Ama bir ateist gibi yalnızca bu dünyanın olduğunu düşünüyorsak, kurallara uymayanların manevi tehdit altında olmasının, insanların genelinin huzuru için gayet insancıl bir şey olduğu ortada. Bunun ne kadar “insancıl” öneme sahip olduğunu geçen yüzyılın başından beri görüyoruz.

    Akıl almaz işkencelerin varlığı dinlerde doğru bir suç-ceza ilişkisi sunulmadığını gösterir. Bu da bir yönüyle Tanrı’nın olmadığına, dinlerin insan-işi ve bugün için yetersiz adalet sistemleri olduğuna işaret eder.

    Dinlerdeki Cehennem tehditleri, sadece imansızlık üzerine değildir. Ama bu bir eşiktir, oraya geçtiğin zaman cinayet de, hırsızlık da, para hırsı uğruna insanları sömürmek de, insanları köleleştirmek de meşrulaşır. Tanrının insanları tehdit etmesi uçurumun kenarındaki koyunları korkutup düşmelerini engelleyen çobanın durumu gibidir. Ve evet, “sevgi” doludur. O uçurumu düştüğünüz zaman da adaletin sağlanması için ölümden sonra rehabilite edilmeniz şart maalesef.

    Maalesef akıl almaz işkencelere yalnızca yüz kızartıcı suç işleyenler maruz kalmıyor. Açıkça ortada ki; dine ve Allah’a inanmayanlar da maruz kalıyor..

    Zaten hangi suçun cezası işkencedir? Hangi suç işkence ile rehabilite olur?

  18. Yazan:nun Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    @Hasan,

    Dinler bile zamanla bu çatışmanın sağladığı evrime ayak uydurup çok tanrılılıktan zamanla tek Tanrı’ya kadar düşmüş..

    Çok fazla materyalist ezberiniz var:

    http://www.derindusunce.org/2007/07/06/dinlerin-evrimi-mi-evrimin-dini-mi/

  19. Yazan:blue Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Hasan bey,

    Devrimci karşı duruş içeriğini düşünürsek belki, ama temelde basit bir “istememe” eylemi yattığından sol diyebilmemiz zor..

    Komiksiniz.

    Animizmi, mitolojik dinleri, kabile dinlerini ve örneğin ailenin reisi öldüğünde geri kalanını cayır cayır yakmayı buyuran uzakdoğu dinlerini “din-akılcılık” birlikteliğinin neresine koyuyorsunuz?

    Din doğayı anlamlandırma çabasının bir sonucudur. Eğer bir akıl, yaşamın güneşle bağını kurup güneşe bir kutsallık veriyorsa bunu akıldan ayıramazsınız. Felsefe de, hiçbir zaman dinden ayrı olmamıştır. Bütün felsefeciler tanrıyı tanımlama çabasındadır.

    Köleliği dinler kaldırmamıştır. Köleliğin durumuyla ilgili pek çok ayet var. Kaldırmak söz konusu değil.

    Habeşli bir köle, ordu komutanı yapılıyorsa ben buna köleliği kaldırmak derim. Biraz sosyoloji biliyorsanız bir adeti kaldırmanın öyle “kaldırdım bitti” demekle olmayacağını bilirsiniz.
    Ayrıca köleliğin bittiğini söylemek epey güç. Sadece form değiştirdi. Efendiler artık kölelerine sıcak yemek ve yatak vermiyor, onları bile alamayacak kadar az para veriyor ve daha çok iş yaptırıyorlar.

    Ağır cezalarla hiç bir suç yok edilemez.

    Suç yok edilemez ama vicdanlar tatmin edilir. Kız çocuğuna tecavüz edilip öldürülen bir babanın vicdanını tatmin etmek, adaletin gereğidir.

    Zaten; zina bir suç mudur?

    Başkalarına zarar veriyorsa suçtur. Kadının kocası kendisini başkasıyla aldatıyorsa ve bu, o kadını intihara sürükleyecek kadar yaralıyorsa ortada zarar gören birisi var demektir. Ya da kadın evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalıyor ve kürtajla çocuğun yaşam hakkını elinden alıyorsa burada da bir hak ihlali vardır, elbette suçtur.

    Ya da kimin zina işlediği için bir diğerini taşlamak ya da sopalamak gibi bir lüksü vardır? Bunu öngören yönetim biçimi demokratik olarak adlandırılabilir mi?

    Binlerce yıl önceki ceza usullerinin elbette çağın gereklerine ayak uydurması gerekir. 3000 sene önce başka bir seçenek yoktu, şimdi bulunabilir. Birileri bunu yapmıyor diye bunun suçlusu din olamaz. Ayrıca İslam’da taşlamak şeklinde bir ceza yoktur. Bu bir Yahudi geleneğidir. Medine site devletinin yöneticisi olarak peygamber, yahudi yasasına göre ceza verilmesine hükmetmiştir.

    Akıl almaz işkencelerin varlığı dinlerde doğru bir suç-ceza ilişkisi sunulmadığını gösterir.

    İşkence dine rağmendir. “Bu odada Allah yok” yazmaları boşuna değil. Ama ceza diye bir şey hiç olmamalı diyorsanız, suçu başka nasıl önleyeceğinizi açıklamalısınız. Veya cezalar ağır olmamalı diyorsanız nasıl olması gerektiğini tarif etmelisiniz. Tabi ki sadece suçlunun rehabilitasyonunu değil, maruz kalan kişinin vicdanını tatmin etmeyi de göz önünde bulundurmak zorundasınız.

    Bu da bir yönüyle Tanrı’nın olmadığına, dinlerin insan-işi ve bugün için yetersiz adalet sistemleri olduğuna işaret eder.

    Yetersiz adalet sistemi olduğuna hükmedebilmek için daha iyisini sunabilmeniz gerekir.

    Maalesef akıl almaz işkencelere yalnızca yüz kızartıcı suç işleyenler maruz kalmıyor. Açıkça ortada ki; dine ve Allah’a inanmayanlar da maruz kalıyor..

    Üretim amacına uymayan ürünler ıskarta edilir. Üzgünüm.

    Zaten hangi suçun cezası işkencedir? Hangi suç işkence ile rehabilite olur?

    En büyük işkence pişmanlıktır. Ruhları yakacak ateşin birimi santigrat olmayacak, buna emin olabilirsiniz.

  20. Yazan:kacakkova Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    merhabalar,

    “solun dinle iliskisindeki bocalamasi” denilince, ister istemez “hangi sol” sorusu meydana ortaya cikiyor.ama o yanini bir yana birakabiliriz.ayni sol genellemesi icinden degerlendirecek oldugumuzda, solun din ile iliskisinin bir “bocalama” iliskisi olarak degerlendirilmesi zordur.aksine din’in bir ideoloji, bir dünya görüsü, bir felsefe, bir inanc bicimi ve politik bir yapi olarak anlasilmasini, görülüp degerlendirilmesini, bunlar arasindaki ince ayrimlarin belirginlestirilmesini ve gözden kacirilmamasini saglayan düsünce kaynagi “sol”dur.elbette bu meselelerdeki bu teorik meseleler halledilmis degildir, halledildigi sanilan bir kisim meseleler de postmodern müdahalelerle birlikte yeniden orataya cikmistir.solun olasi siralanabilecek arizalari yazida belirtildigi üzere “modern bir düsünce” olmasiyla iliskilendirilebilir.modernin gelenekle kurdugu iliski bir sorundur nihayetinde.fakat buradan hareketle, “sag intelensijiya”nin yaptigi gibi, gelenege toptam bir pozitiflik atfetmek sacmadir.
    öte yandan solun materyalistligi ile kurulan baglantiya baktigimizda, “sosyal darvinizm” ile “materyalizm” arasinda kurulan iliskinin mümkün ve fakat bu degerlendirmenin toptan yanlis oldugunu söyleyecegim. sahsen, genel olarak solun böyle bir bakisla kosullu oldugunu, onunda materyalizmden kaynaklandigini bilmiyorum.sosyal darwinci egilimler var, fakat ne kadar genellestirilebilirler ve sosyal darwinizm denildiginde ayni seyden mi bahsediyoruz emin degilim.her neyse.materyalizm, ateizmin belirli bir bicimini iceriyorsa da ondan ibaret degildir.ateizm, sonucta bir inanma/inanmama sorunu olarak belirirken, materyalizm, din meselesini, tanrinin varligi yoklugu meselesini o cercevede sinrilandiran bir sorunsallastirma yapmaz.marksist materyalizmin spinoza’ya neler borclu oldugunu hatirladigimizda saniyorum demek istedigim acik olacaktir.materyalizm inanma/inanamama tartismasini üstlenir, ama bu soruna verdigi cevap leyhte ve aleyhte cesitli konumlari icerir.bu konumlar paradoksal gibi görünsede, aslinda bu “paradokslar” sayesinde materyalizm din karsisinda “dogru” bir pozisyon alir.
    son olarak bitirmeden, “sol”un ve materyalizmin aydinlattigi iki noktaya daha deginmek gerek.inanc kavraminin dinle iliskisini ve fakat inanc denilen seyin dinden ayristirilamasi gerektigini de “sol” ve “materlist”ler anlasilir kilmislardir.tipki “ahlak” ve dahasi “etik”in dindisi kavramlar olarak belirginlestirilmeleri gibi.”inanc”in “tanri”yla, tanrinin “yaradilisla” zorunlu bir iliskisi olmadigini da yine materyalistler teorik olarakbelirginlestirmislerdir.”sag” ve “idealistler” genel bir egilim olarak aksini ileri sürerler.
    simdi, bu yazdiklarim tam olarak yukardaki yazinin tezlerinin izi sürülerek ortaya cikmadi demem gerek.yaziyi okurken toplamda oldugunu düsündügüm bir sol ve materyaliz algisina karsiaklima gelen kimi noktalari belirtmeye calistim.türkiye, imam nezaretinde cenaze kaldiran, yetinmeyip kirkini okutan kimi “solcular”in yasadigi bir yer oldugu icin, yazinin bir bocalamadan sözetmesi tuhaf degil.ancak ima edilen ya da acikca belirtilen noktalarda burada söylenildigi gibi bir “sol” ve “materyalizm” elestirisini de tuhaf buldugumu söylemeliyim.sol icindeki alternatif arayislarini isaret ediyor yazi, ama mesele bu olmasa gerek. bu sebeple alternatif olsun olmasin “solun” ve “materyalizmin” din ile olan iliskisinde neleri yaptigini yapamadigini belirtmeye calistim.politik düzlemde din’e (bir “ideoloji”, bir “inanc”, bir “fikir” olarak) özgürlük tanimak tanimamak meselesi ise cok daha baska ve “sol” ya da “materyalistler” bu konuda genis bir cesitlilik gösterebilirler. mesela bakunin, “tanri varsa bile yok edilmelidir” dediginde tam olarak bunu nasil anladiginiz baska bir meseledir.

  21. Yazan:snowqueen Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Dinler bile zamanla bu çatışmanın sağladığı evrime ayak uydurup çok tanrılılıktan zamanla tek Tanrı’ya kadar düşmüş..

    Öncelikle bu bir teori, dinler tarihi içinde pek çok teori olabilir ve materyalist ezber denilerek üzerinin çizilmesine karşı
    dogmatik ezber e bakmak lazım.

    Linkteki yazıya baktım, konu “dinlerin evrimi”,
    sanırım temel sorun, din ve inanç kavramlarının aynı olduğu önkabülü. Oysa din(religio), daha kurumsal ve politik bir yapıdır.
    Örneğin paganizm, kimilerince bir din olarak görülmez.

    Alıntılanan antropologların “tek tanrı inancı” derken neyi kastettikleri de meçhul.
    (Semavi dinlerden bakarak geri okuma yapılırsa
    heryerde “göklerde yaşayan erkek tanrı”yı aramak
    doğal tabi.)

    Dinlerin ne kadar kurumsal olduğuna gelirsek, dinler mevcut siyasi yapıya eklemlendiği anda
    kemikleşme başlar bence. Aynı durum, binlerce yıldır var. Firavunların, binlerce köleyi ölümüne çalıştırarak koca koca tapınaklar inşa etmesinin en önemli dayanağı kurumsallaşmış dini yapıdır. Bugün ise bu kölelik yapısının tepesinde başka kurumsal dini yapılar duruyor(papalık, cemaatler vb.) Kitlelerin itaati için bu yapı olanca gücüyle çalışıyor.
    Cennet tasvirinin bile ne kadar eşitlikten uzak
    olduğuna ve bunun nasıl “doğal ve olması gereken” olarak öğretildiği, zenginin zengin, fakirin fakir olduğu dünyada “sadaka” sistemiyle dirliğin sağlanması, zaten kurumsallaşmasının baş göstergesi. Oysa İsa, köleler ve sistemde ezilenler arasında öğretisini yaymıştı.
    Bunu da, daha fazla ihaleler kazanağı ve holdinglerinde ensesini şişereceği için kömür yardımı yapanlarla eş görenin vay haline.

  22. Yazan:Cem Tarih: Şub 2, 2009 | Reply

    din bir inanç olduğundan müspet bilimlere dayanarak hiçbirşeyi anlatamayız. Kişi inancını değiştirmez. Örnek olarak: depremin allahın takdiri olduğunu düşünen kitlelere aslında bunun tektonik hareketlerin sonucu olduğunu anlatamazsınız.

  23. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 2, 2009 | Reply

    Cem bey,

    Depremin Allah’ın takdiri olmasıyla tektonik hareketlerin sonucu ortaya çıkmış olmasının bir tenakuz olmadığını anlamayı başarırsanız sanırım sorun çözülmüş olacak. Religion 101 dersimize hoşgeldiniz…
    Dinlere inananlar, bahsettiğiniz gibi sebepleri yok saymazlar. Her şeyin bir sebebe bağlandığına inanırlar. Tektonik hareketler de bir sebeptir. Ama, dizgini tanrının elindedir. Böyle olduğunu nereden anlıyoruz? Anthropic prensipten, evrenin ince ayarından, kafamızı çevirdiğimiz her yerde görünen irade’den.
    Siz, tabancanın horozu mermiyi itti, mermiyi patlattı, çıkan ısı yüksek basınç yarattı ve mermiyi hızla itti, o da gidip adamın alnına saplandı diyorsunuz. Bizler de, evet aynen söylediğin gibi oldu, ama bütün bunlar birisinin tetiği çekmesiyle başladı diyoruz. Bunlar, birbiriyle çelişkili şeyler değil. Ama tabi ki “hayır, tesadüfen patladı” dediğiniz zaman bir çelişki yaratırsınız. Çünkü, bunun tesadüfen olduğuna dair elinizde hiçbir ampirik delil yok. Nitekim, orası bilimin sahası değil. Ama bilimin, her kapıyı açmaya yarayan bir master key olduğuna “inanıyorsanız”, elbette bir çatışma kaçınılmaz olur.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Şub 14, 2009: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin