RSS Feed for This Post

Mustafa

Uzun süredir fragmanlarını izliyordum. Doğrusu beklediğim, Turgut Özakman’ın Çılgın Türkler’inin belgesel versiyonuydu. Bol bol ağlatacak, rejime ve Atamıza bağlılığımız konusunda imanımızı tazeletecekti. Ama öyle olmadı. Sinemaya tanrı Atatürk’ü görmeye gidenler büyük hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü filmdeki Atatürk, aşkları, zaafları, korkuları, hırsları, başarısızlıkları, üzüntüleri, yalnızlığı ile tıpkı bizim gibi bir insandı. Karanlıkta uyuyamıyordu, sıkılıyordu, yalnızlık çekiyordu, maaşının azlığından şikayet ediyordu, “büyük ordular yönettiği halde bir kadını idare” edemiyordu; sıkıntıdan bol bol kahve, sigara içiyor; her akşam bir şişe rakıyı bitiriyordu; Sofya’da baloyu, operayı, valsi, Avrupa yaşam tarzını görüyor ve bizde bunların olmamasına içerliyor; bundan dolayı halkı suçluyor; kendisinin onların seviyesine inemeyeceğini, onların seviyelerini yükseltmeleri gerektiğini söylüyordu. Bunlara kalırsa hiçbir şey düzelmezdi. Bir devrimle her şeyi bir anda düzeltecekti. Kadınlar başlarını açacak, erkekler şapka giyecekti.

Filmde anlatılmayan çok şey vardı, ama bazı gerçeklerin anlatılması şaşırtıcıydı. Samsun’a çıkmadan önce Vahdettin’in “Paşa, şimdiye kadar orduda büyük hizmetler ettin, büyük başarılar kazandın. Ama bundan sonra yapacakların bunların hepsinden daha önemlidir” dediği kısım mesela. Aynı şekilde İstanbul hükümeti tarafından yetkisi elinden alınan Mustafa Kemal’in, her şeyin bittiğini düşündüğü bir anda, tutuklanmasını beklerken karşısında selam duran ve ordusunu onun hizmetine veren Kazım Karabekir’I bulması sahnesi de kimsenin beklemediği bir sahneydi.

Ama eminim izleyicileri dumura uğratan sahne ise Mustafa Kemal’in İslamiyet ve din hakkındaki fikirlerini açıkça ifade ettiği kısımdı. Bunun büyük fırtına oluşturacağını şimdiden tahmin etmek güç değil.

Mustafa Kemal’in meclis açılışını dualarla, hatimlerle başlatıp, sonra dine ait kurumları ve halifeliği nasıl ortadan kaldırıp çocukken mahalle mektebi hocasından yediği dayağın intikamını aldığını; bolşevizmi kullanıp Kurtuluş Savaşı için gerekli mühimmatı sağladıktan sonra nasıl tavır değiştirdiğini çok içtenlikle anlatmış Can Dündar. Tek lider nosyonu uğruna Mustafa Kemal’in nasıl muhalefeti ortadan kaldırdığını ve bu hırsının onu sonunda nasıl yalnız bıraktığı çok güzel betimlenmiş. Bu yalnızlık ve çaresizlik içerisinde nasıl Ali Fuat Cebesoy’u yanına çağırttığını; sofrada nasıl gözyaşı döktüğünü, küs olduğu tek dostu İsmet İnönü’nün gönlünü bir notla nasıl aldığı içtenlikle anlatılmış.

Mustafa Kemal’in, aracının bozulduğunda arkadaşlarına “Dağ başını duman almış” marşını söylemesi; savaşın sefaletini çeken çocuklara merhamet göstermesi ve bu çocuklardan birini evladlığına alması ise saygı ve hürmet uyandıran sahnelerdi.

Büyük ihtimalle, bu film sonrasında beyinlere doktrine edilen Tanrı Atatürk imajını yıktığı için Can Dündar epey bir azarlanacak, gittikçe artan homurtular bunun işareti. Latife hanım kitabına verilen tepkileri hatırlayınca, Lider Kültünden beslenenlerin rahatsız olacağı aşikar. Türkiye’deki akıl sağlığının düzelmesi, insanların normalleşmesi, mantıklı hareket edebilmesi, tabuların aşılabilmesi için böyle filmlere ihtiyaç var. Hiç vakit kaybetmeyin, mutlaka izleyin.

 

… Bu konu ilginizi çektiyse…

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

Trackback URL

  1. 37 Yorum

  2. Yazan:Ömer Oduncuoğlu Tarih: Eki 30, 2008 | Reply

    Deniz Baykal’ın filmi niçin beğenmediği şimdi daha net anlaşılıyor. İnşallah ilk fırsatta seyretmeyi düşünüyorum.

  3. Yazan:çelişki-analiz Tarih: Eki 30, 2008 | Reply

    Atatürkü eleştirenlerin,küçük göstermeye çalışanların her fırsatı değerlendirmeye çalışması ve bu çabaları entellektüel düşünce-derin düşünce adı altında pazarlamaya çalışması, kendi gibi düşünmeyenleri sığ düşünmekle itham etmesi yıllardır alışılagelen yöntemler.
    Ortada dünyaya örnek olmuş bir mücadele ve başarı öyküsü varken,düşmanlarının bile saygısını kazanmış bir lider varken karalama kampanyaları düzenlemek, hangi amaçlara taşeronluk hizmeti vermenin bir sonucudur? Bu konuda birçok fikir üretilebilir.
    Ancak kesin olan bir şey var ki tüm olumsuzluklara rağmen mucizevi şekilde verilen bu mücadele askerliği inkar eden gençlerle değil tam tersi ülkesi için canını ortaya koyan gençlerle kazanıldı.Yoksa işgal altındayken mandacılık taraftarı olan entellektüeller o zaman da mevcuttu.

  4. Yazan:deveye hendek atlatıcı Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Çelişki-analiz,

    Yoksa işgal altındayken mandacılık taraftarı olan entellektüeller o zaman da mevcuttu.

    Mesela Atatürk’te bunlardan birisi olabilir mi?:

    http://www.moralhaber.net/7950_Ataturk-un%C2%A0unutmak-istedigi-mektup.htm

    Mandacılık bir çaresizlikti, bunu düşünen insanlar da vatanseverdi. Ülke bitmiş, tek kurtuluşu bunda görüyorlardı. Nitekim Atatürk’ün de bir zaman bu fikirde olduğu anlaşılıyor.

    Kafanızdaki şablona o kadar alışmışsınız ki tarihte neler olup bittiğini bilmeden atmasyon yapıyorsunuz.

    Bu ülkenin insanları vatanı için canlarını verirler.

    Ama mesela habere bir bakın:

    Ayvalık’ta coşkulu başlayan Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyet Koşusu’nda dereceye giren başörtülü bir öğrencinin madalya töreniyle skandala dönüştü. Yengün gazetesinin haberine göre, Ayvalık Hüsnü Uğural Stadı’nı dolduran Ayvalıklılar, töreni coşku ile izlerken önceki gün yapılan kros yarışmasının madalya törenine geçildi. Yarışmada dereceye girenlere madalyalarını vermek üzere kürsüye çağrılan Garnizon Komutanı Albay Gürsel Işık, 5 bin metre Bayanlar Yarışması’nda ikinci olan Nuriye Memiş’in başörtülü olduğunu görünce madalya takmaktan vazgeçti. Garnizon Komutanı Işık, başörtülüöğrenciye madalya takmayı protesto ettikten sonra protokoldeki yerine yerel basın mensuplarının “bravo komutanım” sözleri ve alkışları arasında döndü.

    Kusura bakmasınlar, başörtülü diye ödül vermekten bile imtina edenler “şehitlik” kavramını en son ağızlarına alması gerekenlerdir.

    İnsanların alnında salak yazmıyor. Bu aşağılık ayrımcılığı, bu rezaleti tüm vicdanlı kişiler görüyor; ideolojilerle körelmişler dışında.

  5. Yazan:çelişki-analiz Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Verdiğiniz örnekteki yanlışlığa sonuna kadar katılıyorum.Çocuğa ayıp edilmiş gerçekten üzücü bir durum ancak aksi yönde de onlarca münferit örnek sayabiliriz.Mesela oruç tutmadığı için dayak yiyen gençler gibi.
    Bizim görevimiz bu uç örneklerdeki yanlışlıkları makasın daha da açılması için örnek göstermek değil ortak doğrular ile yola çıkarak bu yanlışlıkların giderilmesini sağlamak olmalı.

  6. Yazan:sinarit Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    çok kısa bir yazıyla kimsenin değerli vakitlerini çalmadan hep birbirimizi olması gerektiği gibi olmadığından dolayı suçladığımız vatan sevgisi hakkında ahmet altanın kaleme aldığı bugün(31-10-2008) ki yazısını içtenlikle okumaya davet ediyorum.

    saygılarımla

  7. Yazan:mehmet aga Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Sayın ; ‘çelişki-analiz’…”üzücü bir durum ancak aksi yönde de onlarca münferit örnek sayabiliriz.Mesela oruç tutmadığı için dayak yiyen gençler gibi.” nasıl dersiniz.. Elma ile, bilmem ne tozu aynı mıdır??
    Kaldı ki, salonlardan kovulan genç kızlarımız ile, -varsa- oruç için dayak atanları, aynı insanlar değil..Sorumlu tutulmaları abesle iştigal,o eylemlerden..
    Daha ötesi, birisinin elinde devlet sopası var ‘Layüsel’lik makamında,yani.. Öteki savunmasız, gariban halk çocuğu..Lütfen biraz dikkat ya da feraset..

  8. Yazan:deveye hendek atlatıcı Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Çelişki-Analiz,

    Mesela oruç tutmadığı için dayak yiyen gençler gibi.

    Oruç tutmadığı için garnizon komutanı tarafında dayak atılan gençler mi var? Ya da oruç tutmayan eşlernden dolayı reespsiyonlarda eşsiz davetiye gönderen devletlûlar?

    Elmalarla armutları karıştırmayın. Toplumdaki olaylar ayrı ‘devlet memurları’nın hizmet etmekle yükümlü oldukları insanlara yaptıkları aşağılık ayrımcılıklar çok ayrı.

    Yani, insanları “askerliği inkar etmekle” suçlamadan önce neye niçin tepki verdiklerini bir daha düşünün.

  9. Yazan:deveye hendek atlatıcı Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Sinaritin bahsettiği yazı:

    Ahmet Altan – Taraf

    Diyelim ki hiç kimse gerçekleri açıklamadı, hiç kimse eleştirmedi.
    Her şey aynı şekilde devam etti.
    Önümüzdeki yirmibeş yılda da elli bin Kürt çocuğu öldürüldü, yirmibeş otuz bin Türk çocuğu vuruldu…
    Yüzlerce milyar lira, bomba, mermi, roket olarak havaya savruldu.
    Epeyce bir para silah satışlarının komisyonu olarak onun bunun cebine girdi.
    Kürtlerin anadilde eğitim yapmalarına izin verilmedi.
    Sokak gösterileri sürdü.
    Polisler sokaklarda insanları vurdu.
    Türbanlı kızlar üniversitelere sokulmadı.
    Anayasa Mahkemesi keyfince anayasayı çiğnedi.
    Siyasi partiler kapatıldı.
    Devletin içinde çeteler kuruldu.
    Nobelli yazarlar ülkeden kaçırıldı.
    Ermeni yazarlar sokaklarda öldürüldü.
    Katillerle hatıra fotoğrafları çektirildi.
    Üniversite önünde yapılan bombalı katliamlar “zaman aşımına” uğratıldı.
    Diyelim ki bugünkü durum aynen sürdürüldü…
    Eee, ne olacak?
    Avrupa’nın en fakir ve en geri kalmış ülkesi olarak yaşayacaksınız.
    Çok mu mutlu edecek bu sizi?
    Çok sevdiğiniz “vatanınızın” gelecek yirmibeş yılı için planınız bu mu?
    Aferin size, nasıl da çok seviyorsunuz ülkenizi.
    Bir nebze olsun gelişmesini istemiyorsunuz.
    Zenginleşmesini, özgürleşmesini istemiyorsunuz.
    Vatan sevgisi diye ben buna derim işte.
    “Cinayetler, katliamlar, işkenceler sürsün vatanımda” diyen vatanseverler.
    Ya vatanınızı sevmeseydiniz?
    O zaman ne yapacaktınız?
    “İşkenceler, haksızlıklar, cinayetler, çeteler, adaletsizlikler, eşitsizlikler, zulümler dursun” mu diyecektiniz?
    Siz bu “vatan sevgisi” denen şeyin ne olduğunu bildiğinizden emin misiniz?
    Yoksa dindarlardan ve Kürtlerden nefret etmeyi, silaha ve orduya tapınmayı vatan sevgisi mi sanıyorsunuz?
    Cumhuriyet Bayramı’nda, “başörtülü bir kızı” cumhurdan saymayan albay sizin vatanseverliğinizi mi okşuyor?
    Anadolu başı örtülü, türbanlı kadınlarla dolu, biliyor musunuz?
    Hepsinden nefret mi edeceksiniz?
    Nefret ederseniz ne yapacaksınız?
    Vatanın Anadolu bölümüne gidemeyecek misiniz?
    Bağdat Caddesi, Nişantaşı, Tunalı Hilmi mi “vatanınız” olacak?
    Hele Güneydoğu…
    Ben gittim gördüm, biliyor musunuz oradaki herkes Kürt.
    Şimdi ne olacak?
    Onlardan da mı nefret edeceksiniz?
    Vatanın o bölümüne de gidemeyeceksiniz demek ki.
    Gidemeyeceğiniz yerler çoğalıyor, bilmem farkında mısınız?
    Siz “vatanı sevdiğinizi” söylerken tam olarak hangi bölgeyi söylüyorsunuz?
    İstanbul, Ankara, İzmir civarını mı?
    O şehirlerin de bazı bölümlerini tabii.
    Varoşlar pek size uygun değil, ben size söyleyeyim.
    Oralara gidemezsiniz.
    Başörtülülerle Kürtler var oralarda.
    Hatta duyduğuma göre Çankaya’da da bir başörtülü hanım varmış.
    O hanım oradayken CHP’lilerle generaller Çankaya’ya da gidemiyorlarmış.
    Çankaya da pek “vatan” sayılamıyor anladığım kadarıyla.
    Gidemediğiniz yer vatanınız değildir çünkü.
    Siz nerelere gidebiliyorsunuz?
    Bir saysanıza gidebildiğiniz yerleri.
    Sizin önümüzdeki yirmibeş yıllık planınız, elli bin Kürt öldürüp, karakolları bastırıp, işkenceler yapıp, davalar açıp, çeteleri alkışlayıp gittikçe daralan küçük bölgelerde, kendi halkınızdan nefret edip korkarak yaşamak mı?
    Ne plan ama…
    Ne vatansever bir plan.
    Çok da zekice.
    Zeki bir vatansever kendi ülkesinin geleceği ile ilgili böyle planlar kurmalı işte.
    Allah muhafaza bir albay başörtülü bir kıza ödül verirse, generaller türbanlı bir kadının elini sıkarsa, Kürtlere eşit haklar verilirse, insanlar özgür olursa, düşüncelerini söyleyenler serbest kalırsa ülke mahvolur biliyor musunuz?
    Öyle güzel bir cumhuriyet kurmuşsunuz ki…
    Cumhur özgürleştikçe kurduğunuz cumhuriyetin batacağını düşünüyorsunuz.
    Cumhur özgür olmasın o zaman.
    Cumhurun özgür olmadığı bir cumhuriyet…
    Her vatansever böyle bir cumhuriyet hayal eder, öyle değil mi?
    Aslında padişahlar da böyle bir cumhuriyet hayal ediyorlardı herhalde.
    Onlar tam istedikleri gibi bir baskı kuramadılar.
    Siz kurdunuz.
    Kutlarım sizi.
    Cumhursuz bir cumhuriyetiniz…
    Hiçbir yerine gidemediğiniz bir vatanınız var.
    Ne de çok seviyormuşsunuz vatanınızı…
    Ya bir de sevmeseymişsiniz?

  10. Yazan:çelişki-analiz Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Baskının bir yönünü görüp işine gelmeyen yönünü varsa diye şüpheyle yaklaşmak münferit de olsa görmezden gelmek tam bir çifte standart ve hiçbir sorunu da çözmez.
    Uç noktaları konuşarak çözüm üretilecekse bugün eleştirdiğiniz devlette koltuk sahibi olmanın baş kriterinin türbanlı eş olduğunu inkar mı edeceksiniz.
    Bu nasıl derin düşünce?
    İnsanları bu kadar saf mı sanıyorsunuz?

  11. Yazan:fizikci Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Çelişki-Analiz,

    Medyanın hali pür melalinden haberiniz yok anlaşılan. Oruç tutmadığı için dayak yiyen öğrenci haberleri genellikle yalan çıkar. Kız yüzünden bir kavga çıkar mesela, muhabir fotoğrafları çeker manşeti atar: “Oruç tutmayana meydan dayağı”.

    Şu linke tıklayıp o haberlerin pek çoğu hakkında doğru bilgileri okuyabilirsiniz.

    Medya neden böyle yalan haberler üretir? Kemalist baskının devam ve bekası için bitmek bilmeyen bir irtica tehlikesini gündemde tutmak gereklidir çünkü. Devlet eliyle yürütülen türban zulmünü haklı görmek isteyenlere argüman olarak sunulur bu yalan haberler. Siz de kullanırsınız o haberleri argüman olarak.

    Dayak haberleri velev ki doğru bile olsa, bir vatandaşın oruç tutmayana dayak atması kovuşturma gereken bir suçtur. Peki ya devletin başörtülü öğrenciye dayak atması nedir? Kim kovuşturacak kutsal devletimizin kemalist rektörlerinin türban zulmünü?

  12. Yazan:snowqueen Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Oruç tutmadığı için dayak yiyen öğrenci haberleri genellikle yalan çıkar.

    Bence o kadar emin olmamak gerek.
    Özellikle küçük şehirlerde dinin sosyal hayat üzerindeki baskısı yadsınamaz bir gerçek.
    Ramazanda yemek vermeyen lokantalardan, oruç tutmadığı için okul bahçesinde dayak yiyen öğrenciye hepsi hayatımızın gerçekleri.

  13. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Mustafa Kemali kücültmeye gerek yok zaten kisa boyluymus yani 1,60 m. Belirli toplumlar kendilerine devamli bir Lider aramaktadirlar gururlu gururlu Liderlerine asagidan bakmak isterler. Bu duygular bazi dini kesimlerde ve irkci kesimlerle mevcutdur.Kendisini Atatürk unvanini vermis olsa bile Mustafa Kemalin bugünkü Lider sifati cok tartismali ve nerdeyse Türkiye halkinin %70 benimsemis degil.Acaba bu celiskili durum neden ileri geliyor? Neden 58 senedir hükümet olamayan Atanin partisi bize devamli laikcilik asilamak isteyor. Mustafa Kemalin hangi düsüncesi gercek oldu.Yurt’da suhl cihanda suhl Nerde kaldi Yurdumuzda 25 senedir kendi vatandaslarizla savasiyoruz. Hakimiyet kimin elinde? Atatürkün kurdugu Cumhuriyeti halkindan kim korumaya görev edinmis? Laiklik neden baski olarak kullaniliyor. sorda sor….sanirim cevaplari zaman verecek. Mustafa Kemal’le ilgili daha cok ve önyargigiz konusmamiz lazim. Devrimleri ve Atanin icratlarini tenkit edebilme imkani olmasi gerekir.

  14. Yazan:TT Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Yarışmada dereceye girenlere madalyalarını vermek üzere kürsüye çağrılan Garnizon Komutanı Albay Gürsel Işık, 5 bin metre Bayanlar Yarışması’nda ikinci olan Nuriye Memiş’in başörtülü olduğunu görünce madalya takmaktan vazgeçti.

    Başbuğ’dan açık rica

    Sayın General…

    Bilmiyorum, bu konuda size ait, “Parola: Sıkmabaş… İşareti: Hemen kaç” diye bir talimatname mi var?

    Komutanlarınıza, “Türbanlı bir kadınla aynı ortamda bulunmak zinhar yasaktır… Böyle bir durumda kaldığınızda elinizle, olmuyorsa dilinizle müdahale ediniz” şeklinde bir emirname mi yayınladınız?

    Eğer böyle bir durum söz konusuysa…

    Lütfen buna son veriniz…

    Çünkü…

    Hem çok komik oluyor, hem de çok ayıp…

    AHMET HAKAN
    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10249923.asp?yazarid=131&gid=61&sz=44696

  15. Yazan:rukiye Tarih: Eki 31, 2008 | Reply

    Ben filmin ismine takildim.O filmin adi Mustafa Kemal olsun!

  16. Yazan:burak Tarih: Kas 1, 2008 | Reply

    Garip bir belgesel. Bir çok kesimi kızdıracağını ve Atatürk’e tepkili kesimin de tepkilerinde bir segment yukselmesini bekliyorum.

    Belgesel için ekstra söylenecek hiçbir durum yok. Can dündarın boğucu sesiyle düz, çok bilinen şeyler anlatılıyor. Benim tek derdim ve hatta filmden çıkıp eve gelene kadar düşündüğüm olay Atatürk’ün Corinne’e neden accent’lı “Kémal” adıyla mektup gönderebileceğiydi. Ancak eve geldiğimde, dil devriminin daha gerçekleşmemiş olduğunu hatırladım. Düşünün aklıma takılan tek şey bu filmle ilgili. Ha bir de gelenekselin dışında tek Atatürk konulu ürün olabilir. Bir de tabii Goran Bregovic’i unutmamak lazım.

  17. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Kas 1, 2008 | Reply

    Bence film Mustafa Kemali sanıldıgının aksıne buyutmus mitlerle bezenmeyen , korkularıyla zaaflarıyla son derece gerçek bir insanın azmini kararlılığını dogrusunu yanlısını ele almıs.

    @Çeliski analiz

    soylediginize kesinlikle katılıyorum, bir miti sıg buldugumuz bir gorusu eselerken revize etmeye calısırken yerine tureyen baska mitlere dur demiyoruz, birileri çıkıyor fetva veriyor susuyoruz… ve en onemlisi magduriyet psikolojisiyle devlet kurumlarına yuvalanan haksızca islamla bagdasmayacak sekilde işi gucu ehline degilde yakınlarına dagıtan bir idareci kesimlede karsı karsıyayız,bu konuda da her konuda oldugu gıbı cesurca doğruları konusmamız gerek…

  18. Yazan:MER'A-K(ıl) Tarih: Kas 1, 2008 | Reply

    Filmin ismini neden Mustafa olarak seçtiğini Can Dündar anlattı,bu açıklama mutlaka bir yerlerde gözünüze ilişmiştir.Filmdeki bir cümle bunu çok net bir şekilde özetliyor bence;Ona,Mustafa diyen tek insan olan annesi Zübeyde hanım ölmüştü!
    Bir insanı,sadece evladı olduğu için her şeye rağmen her zaman sevebilen tek kişi“anne”dir,öyle değil mi?
    Can Dündar,bu filme bir annenin hitap ederken kullandığı Mustafa ismini vermesi,”Atatürk’ü,bir de Mustafa olarak görüp anlamaya,sevmeye çalışma gayreti” olarak da değerlendirilebilir.
    Bu gayret Ekrem Senai bey’in dediği gibi Tanrı İmajını yıkmak olarak yorumlanabilir mi emin değilim.

    Büyük ihtimalle, bu film sonrasında beyinlere doktrine edilen Tanrı Atatürk imajını yıktığı için Can Dündar epey bir azarlanacak, gittikçe artan homurtular bunun işareti.

    Bu filmde bana göre bu imajı yıkmaya yönelik herhangi bir detay yok.Aksine “Atatürk sizi seviyor,her ne yaptıysa hep bu sevgiden,sizi kendi seviyesine yükseltmek için yaptı” mesajı çok açık bir şekilde verilmiş.
    Bunca fedakarlıkta bulunarak kendi seviyesine çıkartmaya çalıştığı bu halk tarafından unutulmaktan,hatırlanmamaktan endişe ettiği için kendi heykellerini yaptırtmak üzere Musollini’nin heykeltıraşını çağırtan yalnız ve hassas Mustafa!
    Mustafa Akyol’un “Atatürk’ü Tanrı zanneden”başlıklı yazısında işaret ettiği gibi bu film için de bir çeşit duygusal reaksiyon demek mümkün!

    Bu katı mental tutumun sonucunda gerçeklikten kopuluyor. İşte bu yüzden, “bilim ve mantık”‘ın toplumun rehber ışığı olması retoriğine rağmen, Kemalizm irrasyonel bir ideolojiye dönüştü. Bağlıları ne zaman rasyonel argümanlarla meydan okunsa, hemen duygusal reaksiyonlarla karşılık veriyorlar.

    Bu filmle,ödenen bedeller,(halkın değil Mustafa’nın),yapılan fedakarlıkların kavranılmasına böylelikle yapılanların kabullenilmesine,dolayısıyla da bir sevgi bağı oluşturularak,duygusal bir bütünleşmenin temin edilebilmesine katkıda bulunulmaya çalışılmış.

    Tek taraflı ödenen bedeller kavratılarak devrim ideallerine sadakatin duygusallık dozu arttırılarak temin edilebilmesine gayret edilmiş.Devrimlere ve neticelerine yönelik eleştirilerin önü,başka bir duygusal eşleştirme kurma yöntemiyle tıkanmaya çalışılmış.
    Neticeleri itibariyle devrimleri eleştirmek üzere sarf edilen her kelimenin, Atatürk’ün kişiliğine yöneltilmiş gibi görülerek savuşturulmaya çalışıldığı hatırlanacak olursa,daha 16-17 yaşında içki içmeye başlayan ve içkiyi seven birinin bu alışkanlığının bile “bu ülke sorunlarını çözmek için yorulan bir zihnin” yorgunluğunu alan bir çeşit “ilaç” gibi takdim edilerek hatasız Tanrı imajını muhafaza etmek üzere kullanılabildiği ANCAK idrak edilebilir.Yine Mustafa’nın dine karşı takındığı tavrın da çocukluğunda,hocasının attığı tokadın masum bir intikamı gibi gösterilmeye çalışılmasındaki gayretin sebebi de böylelikle anlaşılabilir.

    Filmde bir sahnede Mustafa “bu halk seni kahraman ilan ettiği gibi boğabilir de” demişti.Haklıydı,çünkü bir süre öncesine kadar “Padişahım çok yaşa”diyen halkın,şimdi aynı coşku ile gittiği yerlerde kendisini selamladığının farkındaydı!Böyle güvenilmez,ne yapacağı belli olmaz bir halka ancak Mustafa gibi biri sevdalanabilirdi.O,bu halka “sizin inandığınız dinin olması gereken yere gökyüzüne gönderip,kendi inandığım dünyevi dini size benimsetmek istiyorum” diye açıkça söyleyemezdi,böyle bir şeyin ancak“sizi bir esaretten kurtarmak istiyorum” şeklinde telaffuz edilebileceğinin farkında olan bir dehaydı.İşte bugün herkesin ağzının içinde geveleyip durduğu,etrafından dolaşmayı tercih ederek “Türkiye şartları yada özel durum” diye tanımlamaya çalıştığı “gerçeği” Mustafa’nın keşfetmiş olduğunu teknolojinin imkanlarını da çok güzel kullanarak anlatan,görüntülerden dolayı sanat yönetmeninin de tebrik edilmesi gereken başarılı bir sinema filmi!

  19. Yazan:çuvaldız Tarih: Kas 2, 2008 | Reply

    Ekrem bey,haklısınız.Filme gerçekten çok ilginç tepkiler geliyor.ADD derneği aşağıdaki açıklamayı yapmış;
    ADD BASIN AÇIKLAMASI

    On beş yıl gibi çok uzun bir zamana yayılan Can Dündar’ın hazırladığı “Mustafa” adlı film, bilinç altında farklı bir Atatürk portresi oluşturmaya çalışmaktadır. Bu şekilde yapılan Atatürk’le ilgili filmleri hazırlayıp yayınlamak, gerçekten büyük sorumsuzluk sayılmalıdır. Tarihe karşı, Türk ulusuna karşı ve tüm insanlığın övünç kaynağı olan büyük bir öndere ve lidere karşı yapılan bir sorumsuzluktur..

    Filmde tarihi ve siyasi konularla ilgili birçok soru işaretiyle karşılaşıyorsunuz. Çanakkale’de Deniz Savaşları’nda Atatürk’ün olmaması nasıl açıklanabilir? Samsun’a gitmeden önce Vahdettin’in Atatürk’e; “Paşa, bu devleti siz kurtarabilirsiniz ve kahraman olarak kitaplarda anılırsınız” demesi, Vahdettin severler için bir aklama olsa gerek. Tarihi filmlerde yapılan uydurma diyaloglar, kolaylıkla anlaşılmaktadır.

    Atatürk için çevresinde kimse kalmamıştı ve yalnız öldü denilerek kişiliğiyle ilgili kuşkular gündeme getiriliyor. Atatürk’ün çevresinde O’nu çok seven halkı vardı. Çünkü Atatürk, halkı ile bütünleşmişti.

    Daha bunun gibi pek çok sahneler var. Böylesine gerçekle ilgisi olmayan mesajların ustalıkla yerleştirildiği filmin, Cumhuriyetimizin 85. yıldönümünde gösterilmesi de farklı bir anlam taşımaktadır.

    Can Dündar bu filmi yapmadan önce “Nutuk” gibi, “Tek Adam” gibi kitapları okusaydı, belki tarihi değiştirerek bazılarına şirin gözükmekten kaçınırdı. Ama belki de bu film özellikle yaptırılarak, Atatürk’ü sevenlerin bilinçlerini değiştirmek, Misak-ı Milli sınırlarından vazgeçmek görevi üstlenilmiş olabilir.

    Emperyalizm işbirlikçileri, ulus devlet karşıtları, şeriatçılar ve numaracı cumhuriyetçiler yıllardır elbirliğiyle Atatürk’ü aşağılamaya, devrimlerini yıkmaya çalışıyorlar. Armstrong’un “Bozkurt” kitabında, Vamık Volkan’ın “Ölümsüz Atatürk” kitabında, İpek Çalışlar’ın “Latife” kitabında, Tolga Örnek’in “Gelibolu” filminde ve şimdi de Can Dündar’ın “Mustafa” filminde olduğu gibi.. Ama hepsinin ve daha nicelerinin ortak bir noktası var: Yanılıyorlar ve başaramayacaklar…

  20. Yazan:fasulye Tarih: Kas 3, 2008 | Reply

    sıradan, alelade, sıfatsız ve herhangi biri olarak sormak istediğim bir kaç şey var yanıtlarsanız çok memnun olurum.

    bu ülkenin elinde insanların elinde daima tutunacak iki dalları vardı, bunların biri Allaha olan inançları diğeri Atatürk ve onun kurduğu değerlere inançları idi.

    bu ülkenin çocukları bu ikisi ile büyüdüler ve büyütüldüler yıllarca. çoğu zaman biri diğerinin önüne geçsede, bu ülkenin insanlarını bir arada tutan iki ana değer olarak kaldı bunlar yıllarca.

    sonra din istismarı başladı bu ülkede, hayatın doğal seyrinde kabul gören bu iki değerin biri, birilerinin istek ve yönlendirmesiyle sembolleşen kavramlarla tartışılır hale geldi. bugün kü durum malum, inanç bölünmesi yaşanıyor bu ülkede.

    sonrasında sıra Atatürk’e geldi. insan olarak tanıyalım derken onun kişiliği sorgulanmaya başlandı. tanrılaştırıldığı iddia edildi ve ediliyor.

    günümüzde bir çok insan yoga yapıyor biliyor musunuz.. dini dili ırkı ne olursa olsun yapıyor. bu bir öğreti çünkü din değil. kimse yogilerin en büyüğüne tapmıyor ve onu tanrısallaştırmıyor, daha iyiye doğru bir adım attığını düşünüyor sadece. tıpkı atatürkçülerin düşündüğü gibi..

    atatürke kurbanlar kesildiğini ya da mezarı başında mumlar yakıldığına ben hiç rastlamadım. siz rastladınız mı? ona hediyeler ya da adaklar sunulduğunu da hatırlamıyorum. ya siz.

    elimizdeki iki değeri de harcayıp yok ettik, harmanlayıp daha güçlü olma yolunu seçmedik. peki şimdi ne yapacağız. bu ülkenin evlatlarına bu filmi izledikten sonra bu topraklar için kan döken onca şehite saygı duymayı nasıl öğreteceğiz. bu vatan için çalışmayı hangi değeri göstererek anlatacağız. neye sahip çıkmalarını isteyeceğiz onlardan. ben çocuğuma ne söyleyeceğim şimdi söyler misiniz?

    Bu ülkenin aslında tanrısallaştırılmış bir liderin peşinde abartılmış kahramanlık hikayeleri ile kurulduğunu ve şimdi aklı başına gelen halkımızın bunu içine sindirmeye çalıştığını mı anlatacağım.

    Derste bir öğrenci öğretmenine ya hocam zaten ayyaşın tekiymiş dediğinde neler olacak farkında mısınız?

    Hadi daha gerçekçi olalım o zaman. herşeyin en gerçek yüzüyle tanışalım. altından kalkabilecek miyiz görelim.

  21. Yazan:blue Tarih: Kas 5, 2008 | Reply

    sayın fasulye,

    Çocuklarımıza Atatürk’ü bir super-hero olarak öğretmenin bize bir değer kattığını mı söylüyorsunuz? Her sabah andımızla yolundan yürüyeceğine yemin ettirilen, asker nizamı içinde Atatürk büstü önünde hazırolda tutulan, ilkeleri dediğiniz ve günümüz dünyasında hiçbir geçerliliği kalmamış altı oku kendi vatandaşlarının üzerine yöneltip gerçeklikle bağlarının kesilmesi değer midir?
    Tartışılmaz ve kusursuz lider hangi ülkelerin ortak “değeridir”? Hangi liderler bu derece ilahlaştırılmıştır? Hangi liderin mezarını ziyaret bir devlet protokolüdür? Hangi ülkenin insanları, o liderin değerlerine dayanılarak dışlanır, ülkenin bir parçası olmayacağı, defolup gitmesi gerektiği söylenir?
    Kusura bakmayın. Eğer bir değer yaratacaksak bu her şeye kadir ilah Atatürk üzerinden olmamalıdır, kusurlarıyla sevaplarıyla, kahramanlıklarıyla ve hatalarıyla birlikte ancak bir değer olabilir. Şu anda sizin korumaya çalıştığınız tabu üzerinde şekillenen resim bu ülkenin insanlarını birleştirmekten çok ayırıyor, parçalıyor, birbirine düşman ediyor. Bunu görmüyor musunuz?

  22. Yazan:blue Tarih: Kas 5, 2008 | Reply

    Armstrong’un “Bozkurt” kitabında, Vamık Volkan’ın “Ölümsüz Atatürk” kitabında, İpek Çalışlar’ın “Latife” kitabında, Tolga Örnek’in “Gelibolu” filminde ve şimdi de Can Dündar’ın “Mustafa” filminde olduğu gibi..

    Böylece güzel bir “objektif” okuma/izleme listesi çıkmış. ADD’ye teşekkür ederiz.

  23. Yazan:fasulye Tarih: Kas 6, 2008 | Reply

    O halde bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü korumak için ortaya koyacak değerlerinizin neler olduğunu açıklamanız gerekecek. Çünkü sizin de dediğiniz gibi bu ülke bölünmenin alasını yaşamaktadır bu sadece Atatürk konusunda değildir o ayrı. Ama siz o noktaya değindiğiniz için bunu dile getiriyorum. Bölünmemek için bize bir ortak değer tanımı yaparsanız çok memnun olurum. Bu değer tanımını yaparken de bu ülke coğrafyasında bilinçli aydınlar ve yetişkinler dışında genç ve çocuklar olduğunu da düşünerek yaparsanız daha çok memnun olurum.
    İnanın bu değeri bana tanımlarsanız o zaman ikna olacağım
    Saygılarımla
    Fasulye

  24. Yazan:MY Tarih: Kas 6, 2008 | Reply

    @Fasulye,

    “Bölünmemek için bize bir ortak değer tanımı yaparsanız çok memnun olurum.” diyorsunuz.

    Bir ülkenin bölünMEmesi ve/veya iç huzur olmasi için ortak din, kan bagi veya Atatürk sevgisi gibi seyler GEREKMEZ.

    Biliyorum, bizim okullarimizda tersi söyleniyor ama yanlis.

    Eger dogru olsaydi Almanya’daki Türkler, ABD’deki zenciler ve 10 milyon müslüman, ingiltere’deki milyonlarca bangladesli, Fransa’daki milyonlarca bröton, alzasli, baskli azinliklar bu ülkeleri paramparça ederdi.

    Ingiltere’yi birlestiren Kraliçe veya Churchill sevgisi degildir. Fransa’da da herkes tapmaz Charles de Gaule gibi generallere.

    Bu ülkelerde yabancilar da dahil herkes asgari bir hukuk devletinden istifade eder, çalisirsa kazanir, gelecekte daha iyi bir hayat kurma ihtimali vardir hemen herkesin.

    Özetle bir ülkeyi bir arada tutacak iki çimento vardir:
    1) Hakkini arayabilme imkâni,
    2) Daha iyi bir gelecek umudu.

    Bunlari saglamayan bütün devletler er veya geç parçalanirlar. Bu tehlike Türkiye için de geçerlidir.

    Dostlukla

  25. Yazan:fasulye Tarih: Kas 6, 2008 | Reply

    Değerli MY
    Örneklemelerinize katılıyorum, ancak mevcut ekonomik ve sosyal hak ve şartlarımız bahsi geçen ülkelerdeki gibi olsaydı bende bu soruyu sormak zorunda kalmaz ortak çıkarlarımız doğrultusunda düşünmeyi tercih ederdim. Ne yazı ki bu şartlar altında değiliz ve bölünmemek adına ortak değerlere ihtiyacımız var diye düşünüyorum bu yüzden. Yanılıyorsam lütfen düzeltin.
    Sevgilerimle
    Fasulye

  26. Yazan:MY Tarih: Kas 6, 2008 | Reply

    @Fasulye,

    “mevcut ekonomik ve sosyal hak ve şartlarımız bahsi geçen ülkelerdeki gibi olsaydı”

    ne demektir? hangi sartlar T.C.’nin vatandaslarini adam yerine koymasina manidir? Neden Fransa’da yasayan ben Mehmet Türkiye’de yasayan bir baska Mehmet’e göre daha çok hakka sahip olmaliyim?

    Fransizlar veya Amerikalilar Türklerden üstün mü ki daha iyi bir devlet hak ediyorlar?

  27. Yazan:fasulye Tarih: Kas 7, 2008 | Reply

    hayır haketmiyorlar elbette ama mevcutta bu hak e şartlar varlar mı yoklar mı demek istediğim. bana gore yoklar. ve yok olduklarına gorede elimizde tutunacak bir ortak değer bırakmak zorundayız.

  28. Yazan:MY Tarih: Kas 7, 2008 | Reply

    Artık Atatürk’ün bile kesmediği Atatürkçüler

    Tac Mahal için anlatılan o hikâyeyi duymuşsunuzdur.
    Babür İmparatoru Şah Cihan çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal’i kaybedince adeta yıkılır. Onun anısına eşi benzeri olmayan büyük bir türbe yaptırmaya karar verir. İnşaat başlar, dünyanın her yerinden en usta mimarlar çağrılır, en değerli taşlar, en pahalı mermerler getirtilir. Mezar büyüdükçe büyür. Kubbeler yükseldikçe yükselir. Ama eşinin acısıyla hayata küsen ve kendini Tac Mahal’in mimari bir harika olmasına vakfeden Şah Cihan bir türlü sonuçtan mutlu olmaz. Bir eksik, ahengi bozan bir şey vardır hep. Yıllar geçer. Bir gün yine kubbelerden birinin üstüne çıkan Şah görkemli yapının içinde artık minik bir nokta gibi kalan sevgili eşinin mezarını fark eder ve emri verir: “İşte ahengi bozan şeyi buldum, atın bunu oradan.”
    Can Dündar’ın Mustafa belgeselindeki ‘İnsan Atatürk’e ateş püsküren Atatürkçüler insanın aklına bu hikâyeyi getiriyor.
    Üstelik epey bir tıraşlanmış, sansürlenmiş bir ‘İnsan Atatürk’ bu. Buna bile…
    Deniz Baykallar, Müjdat Gezenler, Bekir Coşkunlar, birden bire karşılarına çıkıveren bu ‘İnsan Atatürk’, ilkokul üçüncü sınıfta onlara anlatılan ‘Süperman Atatürk’e benzemiyor diye çocuk gibi Atatürk’e küstüler.
    Hani utanmasalar travmatik bir çocukluk geçirdiği için, Anadolu’ya geçmeden önce Vahdettin ile görüştüğü için, devrimlerin konuşulduğu Çankaya sofralarında içki içip sarhoş olduğu için Atatürk’ü de kabarık Cumhuriyet düşmanları listelerine ekleyecekler.
    Mustafa’yı izleyip “Atatürk’ün sofrası Cumhuriyet coşkusunun yaşandığı bir sofradır” diye köpüren Baykal, hani etraftan çekinmese, ulusal hafiye Kemal Kılıçdaroğlu’nu genç Cumhuriyet’in paralarıyla kurulan o Çankaya sofralarında Atatürk’ün yaptığı usulsüz harcamalarının peşine takacak.
    Durup dururken nereden çıkmıştı şimdi bu ‘İnsan Atatürk’.
    Kimdi bu adam?
    Nefsine yenik düşmüş bu adam kimdi? Atatürk ise sahiden de, onların saf çocuksu Cumhuriyet hayallerine ihanet etmişti. Eğer gerçek Atatürk buysa, birileri fena halde duygularıyla oynamıştı.
    Onlar ki gözleri hep yolda, ümitle bekliyorlardı dönmesini. Çok alamet belirmişti. Şeriatçılar, Kürtler gemi azıya almıştı. Kemalistler Ergenekon vadisinde sıkıştırılmıştı.
    Hani beyaz atıyla, kara pelerinini savura savura gelecekti Atatürk, Ergenekon’dan onları kurtarıp kayıp ‘Mu Adası’ndaki bilimsel cennetine götürecekti.
    Şimdi bir romantik belgeselde karşımıza çıkıveren bu çaresiz, üzgün, ağlayan yetim çocuk, bu yalnız, hüzünlü yaşlı adam da kimdi?
    Hâlbuki yıllardır bizi dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkede, iç düşmanlarımızla baş başa öksüz, yetim, çaresiz bırakıp gittiğinden beri haber alamamıştık ondan.
    Bulduğumuz her boşluğa heykellerini dikmiştik. Her boş duvara resmini asmıştık. Her yeni okula, sokağa, caddeye, stada adını vermiştik.
    Her 10 Kasım’da “Sen kalk ben yatam” diye şiirler okumuştuk sırayla.
    Özledik diye mayo reklamlarından bile seslenmiştik.
    Cumhuriyet elden kaç defa gidiyordu, zor bela son anda darbelerle kurtarmıştık. Kaç adam kurban verdik uğruna, kaç adam astık onun için.
    Gelmedi, ilgilenmedi biz çocuklarıyla.
    Biz de çaresiz kendimize yeni bir Atatürk yarattık.
    Yağmur, çamur, kar demeden her meydanda öylece duracak, her boş duvardan bize bakacak, her şeyden anlayacak, her konu hakkında söz söylemiş, her alanda dünyanın en iyisi, her şeyin sebebi, her şeyin yaratıcısı, hatasız, günahsız, her yere çekilebilecek, her şeyi meşrulaştıracak, her ayıbımızı örtecek, her halt yediğimizde imdadımıza yetişecek, çatık kaşları, keskin bakışlarıyla iç ve dış düşmanlarımızı korkutacak, tarlamıza dadanan her kargayı kovalayacak, hiç yorulmayan, hiç kızmayan, hiç söylenmeyen, hiç hayır demeyen, hatta hiç konuşmayan yeni bir Atatürktü bu ellerimizle yarattığımız.
    Şimdi birden bire ‘İnsan Atatürk’ çıka geldi. O kadar yıl sonra, sürpriz yaptı.
    Biz yeni Atatürkümüze iyice alışmışken.
    Onun şarkılarını, marşlarını, şiirlerini söylerken.
    Onun nutuklarını atarken.
    Onun uğruna Ergenekon davalarında kan, ter içinde kalmışken.
    Peki, ne yapacağız şimdi?
    İki Atatürkümüz var artık.
    Hangisini ‘Ata’ bileceğiz?
    İlkini yakından tanıyoruz. Her yerde karşımıza çıkan (çıkartılan), uğruna darbeler yapılan, insanlar asılan, nutuklar söylenen, şiirler okunan Atatürk. Kendi ellerimizle yaptığımız, başımızın üstüne ‘demokres’in kılıcı gibi astığımız, devlet tarafından onaylı, sertifikalı, tescilli her türlü zaafa, hataya karşı aşılanmış alıştığımız, resmî Atatürk.
    Diğeri ise yıllar sonra çıkıp gelen ‘İnsan Atatürk’. Kanlı canlı, hataları ve sevaplarıyla Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Bey’in erkek çocukları Mustafa. Gayri resmî Atatürk.
    Şimdi siz söyleyin Can Dündar? Siz başımıza açtınız bu belayı?
    Ne yapacağız? Hangisi bizim Atatürkümüz olacak? Hangisinin yolunda hiç yılmadan yürüyeceğiz.
    Bakın sizin iyi niyetli ‘Kemalizmde reform’ çabanız bile anlaşılmadı. “Ana kaynağa geri dönelim (selefi Kemalizm), Atatürk ile aramıza artık Kemalist kilise girmesin” çağrınız, Kemalist papalığı öfkeden deliye döndürdü.
    “Kemalizm’in bir Luther’e ihtiyacı yok”, “Kendilerine ‘Mustafacı’ diyen bu protestan Kemalistler şeytanın oyununa geldiler” diye aforozunuz için fetvalar çıkarıyorlar.
    Belgeselinizi izleyen, destek veren, vermeyen lanetleniyor.
    Ve siz Can Dündar, her şey artık bu kadar açıkken, bu Atatürkçülüğün Atatürk ile bile artık bir ilgisi kalmadığı ortaya çıkmışken, hâlâ mı şüphe etmiyorsunuz, hâlâ mı Ergenekon’un ‘heryerekonması’ sizi rahatsız ediyor? Sizce bu Atatürksüz Atatürkçülükle ciddi bir sorunumuz yok mu?
    Bu hayalî, resmî Atatürk’ün, bir gün hiç gözünü kırpmadan Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa’ya da kıyabileceğini görmüyor musunuz?
    ‘Mustafa’ hakkındaki her şeyi okumuş, aramızda hiç şüphesiz onu en iyi tanıyan siz daha neyi bekliyorsunuz?
    Anıtkabir’in ahengini bozduğu için Atatürk’ün mozolesinin daha uygun bir yere taşınmasını mı?

    MANİFESTOM – Yıldıray Oğur

  29. Yazan:Sevgili Özbek Tarih: Kas 29, 2008 | Reply

    Mustafa filmi çıktı çıkalı her ağızdan bir sestir çıkıyor. Ben filmi henüz izleyemedim yurtdışında olmamdan dolayı. Fakat Atatürk’e ait bir çok kitap okuduğumda, Ekrem beyin fikirlerine uygun bir şeyler düşünmüştüm.

    Ve yazılanları okurken, filmi izlemeye bile gerek kalmadan filmin içeriğini tahmin edebiliyorum. Can Dündar, filmi yaparken, yer yüzünde yaşayan tüm liderler gibi , Atatürk’ü bilinmeyen yönleri ile objektif oalrak anlatmak istemiştir. Bir Atatürk hayranı olarak ben, Can Dündar’ı filmi izlemeden bile kutluyorum. Çünkü, Atatürk bir asker de olsa, bir kumandan da olsa, ne biliyim yüce bir kahramanda olsa, bir insandır O. Eksiksiz, hatasız ve yanlışsız insan olur mu? Ki olmadığı taktirde insan olmasından şüphelenilir. Ata’ bir vatanı , bir ülkeyi kurtarsa da, kişi olarak kendince yaşamak hakkı vardı.

    Ve O’nun bizlere yanlış gelen taraflarının olmasıda gayet normaldir. Ve Ata’n yanlışlarının anlatılması, O’nu zedelemez. Bilakis yüreklerde daha yücelir. Bundandır ki, senelerdir Ata’nın hakkında yapılan tüm eleştiriler, Ata’yı zedelememiştir. O, daima yaptıkları güzelliklerle var olmaktadır k, Can Dündar dahi eminim Ata’yı kaleme alirken ve filmini yaparken, o yüceliğinden dolayı ele almıştır. Değeri olmayan bir insan için, hiç kimse uğraşmaz.

    Açıklama için teşekkürler, kaleminize sevgiler efendim.. Başarılar.

  30. Yazan:blue Tarih: Kas 30, 2008 | Reply

    Yıldıray bey’in yukarıdaki yazısı tek kelimeyle mükemmel ! Mustafa hakkındaki olan biteni bu kadar güzel anlatan bir yazı okumadım.

  31. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 12, 2009 | Reply

    Can Dündar’ın Milliyet!teki 12 Mayıs 2009 tarihli yazısı

    BİLİRKİŞİ
    Hep merak ederdim; Türkiye niye yıllar boyu, bu kadar sevdiği Ata’sına bir film çekemedi diye…
    Başıma gelince anladım; çekmek mümkün değilmiş ki…

    Hakaret iddiası
    “Mustafa” konusunu kendimce kapatmıştım. Filme ilişkin polemiklere bu köşeyi ayırmamaya da gayret sarf ettim. Ama filmin “Atatürk’e hakaret” iddiasıyla soruşturulduğunu bu gazetede manşetten okuduğunuz için sonucu da bilmek istersiniz diye düşündüm.
    Bir “yakınıcılarlar” (“müştekiler” yani) , filmde “Atatürk’e hakaret suçu” işlendiği iddiasıyla savcılığa başvurmuş, savcılık da soruşturma açmıştı.
    Başvuruda “hakaret”in kanıtları nelerdi biliyor musunuz?
    – “Mustafa” demekle O’na saygısızlık ediyorduk.
    – Film müziği için “Ermeni asıllı Goran Bregoviç”i seçmiştik. (Bu iddia üzerine Goran’ı aradım; “Ermeni asıllı olduğunu biliyor muydun?” diye sordum. Bilmiyormuş. O kendini Boşnak sanıyormuş(!). Bir de Canan Arıtman’a sormaya karar verdik.)
    – Filmin dağıtımını dünya çapında Warner Bros firması üstlenmiş. Bu da “saygısızlığın yabancı destekli uluslararası bir programın parçası olduğunu kanıtlıyor”muş.
    – Filmde Atatürk’ün çocukluğunu Yunanlı ve Makedonyalı iki çocuk canlandırmış. “Yakınıcılar”, “Neden yabancılar?” diye soruyordu. (Sanki yıllarca Atatürk rolü için yabancı oyuncu aranmamış gibi…)
    Kanıtlar bunlardı. “Yakınıcılar”, bu verilerden “Amerikan destekli bir Ermeni-Yunan komplosu“ kokusu almış ve “Bunlar programlı, dış bağlantılı, ülkeyi parçalamak maksatlı, reklam kokan yayınlardır” sonucuna varmıştı.
    7.5 yıla kadar hapsimi istiyordu.

    Hakaret ve aşağılama yok
    “Her ülkede böyle paranoyalar olabilir” diyebilirsiniz. Ama bizde savcılık dilekçeyi işleme koymuş ve bilirkişiye yollamıştı.
    Ben de gazetelerden öğrendim: İnceleme tamamlanmış.
    Bilirkişiye sorulan soru neydi:
    “Filmde Atatürk’e hakaret var mı?”
    Bilirkişi ne cevap vermiş:
    “Değerlendirmemi yapayım, siz karar verin.”
    Savcı da, sigara yasağının sinema filmlerini kapsamadığını, filmde senaristin kendi sübjektif yorumunu yaptığını ve “bu yorumda Atatürk’e hakaret veya aşağılama bulunmadığını” yazmış ve kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş.

    ‘Optik anlatım’ eleştirisi
    Buraya kadarı normal. Garip olan şu:
    Bilirkişi, son derece titiz bir çalışmayla hakaret iddiasını incelerken film eleştirisine de girişmiş.
    76 maddelik bir rapor hazırlamış.
    Bunları da “yanlışlar”, “aykırı yorumlar” ve “eksikler” diye sınıflandırmış.
    Öyle maddeler ki, okudukça “Neden Sayın Bilirkişi, film eleştirmenliğine ya da bizzat yönetmenliğe soyunmuyor?” diye düşünmeden edemiyor insan…
    Çünkü 24 sayfalık raporda hem tek tek sahneleri eleştiriyor, hem de filmin nasıl çekilmesi gerektiğini anlatıyor.
    Mesela filmde “aydınlık bir optik anlatım” olmamasının, seyircide bir kasvet havası yarattığını yazıyor.
    Müziği “melankolik” buluyor.
    “Poz veren Atatürk’e hiç benzemiyor” diyor. Oyuncunun ellerinin Atatürk’ün ellerine benzemediğinden yakınıyor.
    Sofra sahnesindeki rakı kadehinin çok büyük boyutta ve sık sık yansıtılmasını eleştiriyor.
    Fikriye sahnelerini uzun, taarruz sahnelerini kısa buluyor.
    “Dansı, içkiyi severdi” sözümüz için, “Günümüz ortamında bu ifadeler uygun değil” notu düşüyor.
    Filmin sonundaki fotoğrafın 30 saniye ekranda kalmasını uzun buluyor.
    Kredilerin sonuna koyduğumuz cümleyi salon boşaldıktan sonra perdeye çıktığı için değersiz görüyor.
    Daha neler…neler…

    “Buyurun siz çekin!”
    Her bir maddesini tek tek tartışabileceğim bir rapor bu.
    Ama özünde, Bilirkişi’nin -mutlaka iyi niyetle- filmi yıllardır okullarda okutulan inkılap tarihi kitabına benzememekle eleştirdiğini söylemek mümkün. Oysa “Mustafa”, tam da bu benzemezlik üzerine kuruluydu; bir ders kitabı değil, süresi sınırlı bir sinema filmiydi; yönetmeninin öznel bakış açısını taşıyordu.
    Maddi hatalar varsa elbette eleştirilecektir, ancak “Bunu söylemenin sırası mı?”, “O plan niye 30 saniye?”, “O kadeh niye büyük?” gibi sorularla bir filmi yargılamayı, düşünce ve yaratım özgürlüğüyle açıklayabilir misiniz?
    70 yıldır neden bir Atatürk filmi çekilemediğini şimdi daha iyi anlıyor musunuz?

  32. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: May 12, 2009 | Reply

    Film fena değildi biraz sıkıcıydı biraz daha hareketli olabilirdi. Bazı önemli noktalar atlanmış. Bazı ilginç noktalara değinilmiş. Ancak yorumlardan aladığım kadarıyla bazıları bu ülkede atatürkçü olarak sırf ergenekoncuları, chpyi görüyor. Onların düşüncelerini bütün ülkedeki atatürk severlerin ve lider olarak görenlerin düşüncesi olarak almak mümkün değil. Bu bin ladinin ya da hizbullahın düşüncelerini islam aleminin tamamına mal etmek gibi bir şey. E böyle bi bakış açısındanda doğal olarak lider olarak görenlerin sayısıda %70 gibi bi istatistik çıkıyor(ciddiyse çok komik, şakaysa hiç komik değil). Statükocuları eleştirdiğimiz zaman atatürküde eleştirmiş olmayacağmız gibi atatürkü eleştirdiğimizde sotückocularıda eleştirmiş olmayız. Bunun ayrımını iyi yapmak gerek. Atatürk’ün alkol alması, 1,68 boyunda olması, kendi heykellerini diktirmesini hata gibi eksik gibi göstermekse beni yanlızca güldürüyor. Burda bir dehadan bahsediyoruz askeri, siyasi ve ekonomik anlamda kendini kanıtlamış bir dehadan. O zamanlar liberal ekonomiyi uygulamadı ya da tam demokratik bir ülke kuramadı diyenlerle, çağımızın koşullarına bakmaksızın altı oku savunanlar arasında ne fark var ki. Her ikiside çağın gerekliliklerini görmezden geliyor. Mesela bi dikdatör mevzusu aldı başını gidiyor heşey ondan soruluyormuş tek otorite oymuş. Fakat dikdatörler kendilerindeki önceki daha demokratik sistemleri yıkarak yönetimi ele geçirirler. Atatürkün bu tek adam özelliği tek başına onu dikdatör yapmaya yeterli demek pek de doğru değil. O zaman bir çok kurucuya dikdatör demek lazım (george washington dikdaötdür!! oldu mu? bence olmadı.) Bakın şunu eletirebilirsiniz her sabah andımız okunurmu donuyo çocuklar soğuktan ya da türban yasağı diye saçmalık olurmu hangi çağdayız fakat bunlar Atatürk eleştirisi olmaz ve bunların üzerinden Atatürk’ü eleştirmeklede Atatürk yıpratılmaz. Birleştiricilik unsuru cart curt böyle bahanelerede gerek yok Atatürk’ü sevmek için. Atatürk hayranlığı bir tek türk halkının büyük çoğunluğuna (Bunlara Menderes,Özal ve Tayyip de dahil) özgü bir şey değil aynı zamanda dünyada bir çok devlet adamının(Roosvelt, Hitler, Lenin, Gandhi, El Nasr, Curchill) hayranlığını ve sevgisini defalarca dile getirmiş olduğu bir insandır Atatürk. Atatürk’ü milletin kalbinden çıkarmak bu ülkeye demokrasi getirmeyeceği gibi buna çabalamakta beyhude bir çabadan başka bir şey olmaz.

  33. Yazan:eg Tarih: May 12, 2009 | Reply

    “kendi heykellerini diktirmesini hata gibi eksik gibi göstermekse beni yanlızca güldürüyor. Burda bir dehadan bahsediyoruz askeri, siyasi ve ekonomik anlamda kendini kanıtlamış bir dehadan. ”

    bir ülkede orada burada heykellere bakarsanız. o heykellerin ait olduğu kişi sayısı ne kadar azsa o ülkede faşizan bir eğilim olma ihtimali o kadar fazladır…

  34. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: May 12, 2009 | Reply

    Türkiyede çok fazla atatürk heykeli olmasıda atatürk eleştirisi olmaz aslında çünkü kendi diktiği heykellerin sayısı belli şimdiki sayı belli dediğim gibi statükocuları eleştirmek atatürk eleştirisi olmaz. Kendi heykelini diktiren her lideri de faşist diye yorumlamakta dünyaya gelmiş pek çok lidere faşist demek gibi bir şey olur. Heykelini diktiriyor öyleyse faşist önermesi zaten aklı selim her insana saçma gelir. Kaldı ki adamın unutulmak korkusu da var.

  35. Yazan:eg Tarih: May 12, 2009 | Reply

    atatürk ile alıp veremediğim hiçbir şey yok. yaptığı iyi şeylerle övüp yanlış bulduklarımı eleştiririm her devlet adamını olduğu gibi. sorun bir kişinin mit haline dönmesidir. benim, sözünü ettiğim şey de zaten atatürk’ün dğeil büyük oranda onu ideolojilerinin kalkanı haline yapan militarist zihniyetindir.

    ha; atatürk’ün kendi nutuk ve söylevlerinde söyledikleri sözünü ettiğimiz militarist zihniyeti besler mi, bu ayrı bir tartışmadır ve benim buna vereceğim cevap, evet besler olurdu…

  36. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: May 12, 2009 | Reply

    Serkan bey,

    Atatürk’ü yaşam tarzıyla ,alışkanlıklarıyla ölçmek biçmek son derece sağlıksız.Alkolikmiş şöyleymiş böyleşmiş gibi Anadolu efsaneleri meseleyi özünden saptırıp değerlendirmeleri subjektif hale getiriyor.

    Çağın şartları meselesine de katılıyorum.O dönemin yönetim anlayışı bu ve her daim merkeziyetçi.Döneme nispeten en geniş özgürlüklerin ve hakların yürürlükte olduğu memleketler bile bu şekilde idare ediliyor.
    Bu günün demokrasi anlayışı ile o döneminkini kıyaslamak sağlıklı değil bu konuda da hemfikiriz.

    Ancak şöyle bir durum var, bütün dünyayı kasıp kavurmuş modernizm gibi bir felsefenin peşinden giden ve bu felsefeyi bir yaşam biçimi bir kültür olarak halkına dayatan lideri yada kadroyu eleştirmek gerekir.

    Deha meselesi bu çerçevede tartışılır.O dönem yapılmış her pozitif iş Atatürk’e yada Cumhuriyetçi kadroya mal edilirken uzun vadeye yansıyan olumsuzluklar Atatürk’ten sonra gelen hükümetlere fatura ediliyor.

    Halbuki vizyon sahibi bir liderin yaptığı işlerin sonuçları bu orta vadelerde alınır.Dayatılan kültürü ve yaşam tarzını benimsememiş bir halk, batıya öykünme ve teknik olanaklar dışında ona benzeme eğilimi, milliyetçi ideolojilerle bölgenin çekim merkezi olma şansını ve buna bağlı olarak elde edilebilecek sermaye birikimlerini kaybetmek vb gibi. yönetimde incelikten yoksun davranışların sonuçlarını aldığımızıda söyleyebiliriz.

    Bence Atatürk eleştirilecekse bu çerçeveden eleştirilmeli ve Türkiye’de modernizm eleştirilecekse Atatürk ve ittihatçı kadroya değinmeden geçmekde mümkün değil.Zira işin başlangıç noktası o.

    Atatürk’ü milletin kalbinden çıkarmak meselesine gelince, eğitim sisteminde milletin kalbine zorla endoktrine edilmiş bir Atatürk imajı var bu kurcalanması gereken bir mesele çünkü böyle yetişen bir jenerasyonu fikir üretmekten alıkoyuyor.

    Her şeyi bilen bir “o” ,tek lider bu ülkenin kurucusu kurtarıcısı kimse her şeyi bildiği için size hakim ideolojiden başka bir şey üretmek şansı kalmıyor.Zira onlar her şeyi biliyor çünkü artık tartma şansınız yok asla şahit olamayacağınız tarihe gömdüğünüz bir yalanla ya da gerçekle kim baş edebilir?

    Mehmet Yılmaz’ın dediği gibi ölmüş kardeşinizle baş edemiyorsunuz, o daha usluydu, daha akıllıydı, daha bilgiliydi.Tamam da bu kültürel şizofreniyi kim yarattı o halde?Bunuda biz yapmadık bunun içine düştük.Şehirli bir profesyonel gibi tiril tiril elbiselerimle ve kravatımla nazikçe bayanları dansa kaldırıp tango mu yapmam daha şık yoksa buna şüpheyle bakıp hafif sakallı doğulu ve çekingen mi olmalıyım inanın bende bilmiyorum.

  37. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: May 12, 2009 | Reply

    Olcayto bey modernlik konusunda Atatürk’ü eleştirirken bazı noktalarda haklısınız. Zorla güzellik olmaz o kesin. Ancak şunuda unutmamak lazım ki Atatürk’ün bu modernlik hareketi genel olarak baktığımızda oldukçe işe yaramıştır. Amaç batılılaşmak ise özellikle çok işe yaramıştır. Evet bu gün belki doğuyuda batı karşısında güç olarak görmek mümkün fakat o zamanlar doğunun içler acısı halinde doğulu bir milleti batılı olduğuna ikna ederek ya da inandırarak Türkiye’nin bu günlere gelmesinde önemli bir adım atmıştır. Düşünelim bir türkiye diğer doğu ülkelerinden(Çin, hindistan) ve diğer islam ülkelerinden (Suudi arabistan, Afganistan, İran) nasıl olduda bu kadar farklı olmuştur? Burda artık herşeyiyle diğerlerinden ayrılan bir ülkeden bahsediyoruz. Halbuki 1920 lerin başında türkiyenin yada osmanlının diğer doğu memleketlerinden pekde farkı yok idi. Bu konuda Atatürk’ün o zamanlar girişmiş olduğu modernlik hareketlerinin etkisi büyüktür. İnönü politikaları sonucu belki gelmemiz gereken yere çok geç ulaştık (Bu konuda inönüyü suçluyorum ve suç atmakta değil amacım. inönü politikalarına baktığımızda bunu görürüz, bütün dünya kan gölü olmuşken savaşın olmadığı bir ülkeyi dışarıya kapatmak ne kadar akıllıca?) fakat sonunda burdayız işte. Bölgemizde büyük ve batılı kuvvetlerle işbirliği yapmış bir gücüz. Çünkü kendimizi batılı olarak göstermeye çalışıyoruz ve onlarda kendi çıkarlarından dolayı bizi batılı olarak görmekten şikayetçi değiller. Atatürk belki uygulama olarak çok demorkatik değildi biraz itekledi fakat sonunda amaçladığı ülke olması gereken ülke ve o yolda hala ilerliyoruz(Evet acayip iyimser bir insanımdır). Halkımıza öğretilen atatürk yüzünden bazı düşünceleri tartışamaya dahi açamadığımız bir gerçek fakat bu atatürk eleştirisi değil yine statükonun eleştirisi olur. Atatürk’ü tabulaştırmak bence suçtur hatadır. Fakat bundan yola çıkarak bu adamı suçlamakta aynı zamanda hatadır. (1919 u başlangıç aldığımızda 4 yılda ülke kurmuş bir adamdan bahsediyoruz biz 4 yılda liseyi zor bitiriyoruz) Demek istediğim duru bir atatürk sevgisi bu ülkeye zarar vermez tıpkı duru bir iman gibi fakat her ikiside bazı siyasi çıkaları korumak gerektiğinde tehlikelidir ve gerciliğe sebep olur ve her ikisi içinde Hz. Muhammedi ya da Atatürk’ü suçlamak pek doğru olmaz.(tam şu anda yeni bir edebi sanat bulmuş olabilirim). Atatürk’ü bir insan olarak öğretmek bütün cıplaklığıyla öğretmek lazım bu ülke artık bu olgunluğa erişiyor. Fakat ne bazılarımızın sandığı gibi çok şatafatlı ne de bazılarımızın sandığı gibi kötü bir atatürk ortaya çıkaracaktır. Bu aşşağı yukarı mustafa filmine benzeyecektir. Ona benzer duygular uyandıracak ve o da insanmış ve hataları olmuş ancak bu millete çok emeği geçmiş dedirtecektir.(Marduk gelecek gibi oldu biraz idare edin)

  38. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 13, 2009 | Reply

    Heykel demişken, Atamızın büstünü yıkan hain inek sürgün edilmiş.
    http://www.haber7.com/haber/20090512/Ataturk-bustunu-yikan-inege-surgun.php

  1. 2 Trackback(s)

  2. Kas 1, 2008: Mustafa — Düşünceler
  3. Şub 10, 2009: Mustafa — düşünceler

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin