RSS Feed for This Post

Kapitalizme vahşi olmayan alternatifler-2

20081015_derin_dusunce_org_anarsizm.jpgBrian Martin, Nonviolence versus Capitalism (London: War Resisters’ International, 2001)

Birinci Bölüm için 

Çeviren: Ekrem Senai 

Anarşizm

Politik bir felsefe ve değişim stratejisi olarak, modern anarşizmin başlangıcı Avrupalı sosyalist çevrelerde Marksizmin ana savlarından biri olarak kullanıldığı 1800’lü yıllara kadar gider. Bununla beraber Marksizm esasında kapitalizm’in eleştirisidir, anarşizm ise prensipte devletin eleştirisidir.5

Hala birçok anarşist devleti baskının ana kaynağı olarak görmekle beraber, anarşistler arasında da farklılıklar bulunmaktadır.

Devletin anarşist alternatifi kendini-yönetme (özyönetim) olarak adlandırılabilir. Çalışma yerlerinde veya lokal topluluklarda doğrudan kararlar üzerinde kollektif kontrol sahibi olmak demektir. Başkaları – seçilmiş temsilciler, patronlar, uzmanlar- karar verme gücüne sahip olacağına insan grupları bu gücü kendilerinde tutarlar. Çalışma yerlerinde, kendini yönetmek demek işçilerin üretilen malla ilgili kararları doğrudan alması, işin nasıl yapılacağına ve kimin ne yapacağına kendilerinin karar vermeleridir. Buna işçilerin kontrolü de denir..6

Anarşi terimi günlük hayatta ve medyada kaos anlamında çok kullanılır. Kullanımın aksine, anarşistlere göre anarşi, devletin ve hakimiyetin olmadığı özgürlük, eşitlik ve katılım prensiplerine dayalı bir toplum çabasıdır. Kaotik olmak bir yana, içindeki insanlar tarafından çok iyi organize olmayı öngörür.

Kapitalizm konusunda, anarşizmin kendi ayrı bir analizi yoktur, büyük ölçüde Marksist eleştiriyi kullanır. Anarşizm Marksizmin nihai hedefini paylaşır, devletsiz ve sınıfsız toplum olarak “komunizm”. Anarşizmin Marksizm’den ayrıldığı nokta sınıfsız toplumu nasıl gerçekleştirdiğidir. Anarşistler devleti hakimiyetin ana kaynağı olarak gördüklerinden, öncü partiler tarafından devlet gücünün devrimle alınmasına tamamen karşı çıkarlar- Marksistler ve anarşistler arasındaki tarihi düşmanlığın özü budur- ve ayrıca sosyalist seçmen stratejileri de reddederler. Bunun yerine anarşistler hem araç, hem de amaç olarak özyönetimi hedeflerler:  işçiler ve toplumlar kendi yaşamlarını etkileyecek konularda kendi kararlarını almalıdırlar. Genişleme yavaş da olsa, hızlı da olsa, özyönetimdeki devrimsel büyüme, devletin mevcut kaynaklarını ve kapitalist hakimiyetin yerini alacaktır. Dolayısıyla anarşistler, Gandiciler gibi araçların sonuçları yansıtması gerektiğine inanırlar.

Anarşist ekonomik sistemin nasıl çalışacağına çok detaylı önem verilmemiştir, kısmen bunun sebebi sistemin teorisyenler tarafından değil, katılımcılar tarafından belirleneceğinin varsayılmasıdır. Bir genel vizyonu serbest dağıtımdır.7 Kendini yöneten girişimciler toplumun ihtiyacı olan malları üretecektir. Mallar, parasal bir alış-veriş olmadan ihtiyaç duyan herkese açık olacaktır. Üretimi koordine edebilmek için girişimciler bilgiyi paylaşacaktır. Her konuda daha yüksek-seviye kararlar için, organize edici prensip ise federasyon olacaktır. Herbir kendini yöneten grup bir veya daha fazla seçilmiş delege gönderecek, ve bu delege gövdesi grupların dikkate alması için tavsiyelerde bulunacaktır. Delegeler kendi gruplarının kararlarıyla bağımlıdır ve seçmenlerinin isteklerinin rağmına kendine göre hareket eden seçilmişlerin aksine her zaman tekrar çağırılabilirler. Delegelerin bağlayıcı kararlar alma yetkisi yoktur. Federasyonun fonksiyonu sadece koordinasyondur, yönetmek değildir.

 Şimdi anarşizmi vahşi olmayan ekonominin 5 prensibine göre değerlendirebiliriz.

Prensip 1: işbirliği. Kendini yönetme sistemiyle, kararlar kollektif olarak katılımcı şekilde verilir. Anlaşamamazlıklar ve kavgalar oluşsa da, ekonomik karar almanın temeli, mücadeleden çok işbirliğidir.

Prensip 2: ihtiyaç sahiplerine hizmet. Serbest dağıtım sistemi Marks’ın “yapabilecek olandan, ihtiyacı olana” prensibine uygun olarak insan ihtiyaçları için tasarlanmıştır. (Bu prensip sosyalist ekonomiler tarafından katkıya bağlı ekonomik ödül düşüncesiyle reddedilmiştir). Sarvodaya’nın tersine, anarşizm muhtaçlara hizmeti merkezi ahlaki bir prensip olarak belirlemez. Bunun yerine, tatmin edici ihtiyaçlar pragmatik olarak öne çıkartılır, ekonomik sistemin üzerine bina edileceği bir amaç olarak düşünülür.

Prensip 3: tatmin edici iş. Kendini yönetmek yoluyla, iş, işçiler tarafından organize edilir. Bunun anlamı, işin nasıl yapıldığının iş tatmini oluşturacak şekilde tasarlanabileceğidir. Bunun yanında insan ihtiyaçları için etkinlik ve üretim de hayati birer faktördür. İş tatmini rotasyon, farklı alanları geliştirme, istenmeyen işlerin otomasyonu, üretim sistemlerinin kişisel gelişimi ve grup etkileşimini arttıracak şekilde tasarlanması ve işlerin kişilerin özel ihtiyaçları, yetenekleri ve öğrenme kapasitelerine uygun olarak dizayn edilmesi ile sağlanır.

Prensip 4: katılım. Özyönetim, insanların kendi hayatlarını etkileyen konularda karara katılımı demektir. Daha üst düzeyde katılım delegeler ve federasyonlar yoluyla olur ki bu seviyede bazı güçlükler doğabilir. Her ne kadar delegelerin bağımsız gücü olmadığı ve ve delegelerin onları seçen gruplar tarafından her an değiştirilebileceği düşünülse de, uygulamada delegeler dikkate değer bir güç edinebilirler. Grup, kendini rahat ifade edebilen ve bilgili kişileri delege olarak seçmeye yatkındır ve, federe gövdelerdeki deneyimleriyle bunların değiştirilmesi güç olabilir. Federatif yapıda, hesap sorulabilirlik daha da zayıflar. Katılım, dolayısıyla grup seviyesinde en güçlüdür, ve üst federasyon seviyelerinde daha sorunludur.

Prensip 5: sertlik olmaması. Anarşizm içinde iki kol vardır, bazıları sadece şiddete dayanmayan metodları benimser, diğerleri ise insanların silahlı mücadelesini gerekli görür. Şiddete dayanmayan kolun tarihi, Gandi’ye ilham veren pasifist anarşist Leo Tolstoy’a kadar gider. İnsanların mücadele rolünü kabul eden anarşistler ise bunun sadece devlet vahşiliğine karşı devrimsel değişimlerin savunulmasında bir yol olabileceğini düşünür. Devlet gücünü eline geçirmeye çalışan silahlı güç düşüncesi anarşizme yabancıdır, çünkü zaten devlete karşıdır. Anarşistin popüler anlamı ise kaos oluşturmak için propoganda yapan teröristtir. Bunun, anarşist düşünce ve uygulamayla ilgisi yoktur. Bazı, suikastler düzenleyip bombalar patlatıp kendisine anarşist diyen insanlar vardır ama genellikle bunların anarşist gruplarla ilişkisi yoktur ve birçok anarşist tarafından reddedilirler. Yine de, anarşizm bu vahşi imaj ile lekelenmiş, ve hem sağ , hem de solda rakipleri tarafından bu anlamıyla yaftalanmaktan kurtulamamışlardır.

Anarşizmin sadece vahşi olmayan kolunun sertlik olmaması prensibine uyduğunu söylemek şimdilik kafidir. Ama kendini yönetmeye geçiş için silahlı mücadele olabileceğine inanan anarşistler için bile sertlik merkezi bir öneme sahip değildir. Genel ekonomik anarşist modelde devlet yoktur, ordu yoktur ve şahsi mülkiyet sistemi de yoktur.8

Anarşizm 1.dünya savaşından önce uluslar arası sosyalist hareket için önemli bir güçtü. En dramatik ifadesine İspanya’da ulaştı, 1936 devriminin arkasındaydı ama birkaç yıl içinde Franco’nun önderliğinde faşist ordular, diğer tarafta da cumhuriyetçi hareketteki komünistler tarafından ezildiler. Birçok devrim hareketinde, örneğin 1871 Paris Commune, 1917-1918 Rus Devriminin ilk zamanlarında, 1918-1919 Almanya’da, 1956 Macaristan, 1968 Fransa ve 1970-1971 Şili’de spontane anarşizmin izleri görülmektedir. Bu durumlarda, işçiler ve topluluklar kendilerini, devlet olmaksızın yönetecek şekilde organize etmektedir.9

Anarşist eylemin diğer bir yönü kooperatiflerdir. Bunlar, işçilerin her şeyi patronları olmadan yönettiği müesseselerdir. Yiyecek kooperatifleri, medya kooperatifleri ve üretim kooperatifleri bulunur.10 Kooperatifler Gandinin konstrüktif programının bir özelliği olarak düşünülebilir.

Tüm güçlerine rağmen, kooperatifler kapitalist girişimlerle nadiren başedebilmişlerdir. Az sayıda kooperatif yarışabilecek sermaye veya büyüklüğe sahiptir ve büyüdükçe geleneksel çalışma düzenine yani hiyerarşi oluşması ve işçilerin iş alan haline dönüşmesi tehlikesi vardır.

Bir diğer anarşizmle ilgili ekonomik girişim, işçilerin mevcut kurumları devr alıp onları patronsuz yönetmeleridir. Daha önce bahsedildiği gibi bu devrim durumunda gerçekleşir, ama işlerin veya kuruluşun tehdit altında olduğu diğer bazı durumlarda da ortaya çıkabilir.11 Bu, işçilerin doğrudan eylemi, genellikle devlet ve diğer şirketler tarafından konulan sahipleri ve yöneticileri geri çekmek için yapılan bir harekettir. İşçilerin kontrolü kapitalistlere ve devlet ortaklarına karşı ciddi bir meydan okumadır. Bu, devlet kuruluşlarında da gerçekleşebilir. Geniş bir alanda, anarşizmin pratik göstergesi olabilecek girişimler ve süregelen aktiviteler vardır.

12 Şunlar örnek olarak verilebilir:

  • ücretsiz okullar, bu okullarda öğretmen ve öğrenciler öğrenme konusunda işbirliği içindedir13;
  • Yardımlaşmaya ihtiyaç duyulan yerlerde sakinler tarafından yapılan yerleşimler14;
  • şehir planlamasına vatandaş kontrolü;
  • işlerin halledilmesi için işçilerin patronlar ve kuralların rağmına kollektif olarak karar alıp uygulamaları;
  • gönüllü olarak organize edilen çocuk oyunları;
  • Internet üzerinden bilgi paylaşımı.

Son yıllarda anarşizmle ilgili birçok aktivite ve girişim ortaya çıkmasına karşın, açıkça anarşist göze çarpan bir hareket yoktur. Birçok küçük grup, iletişim kanalları ve lokal aktiviteleri vardır ama bu aktiviteler genellikle düşük profillidir. Tabloyu karmaşıklaştırmak gerekirse, birçok kişi de kendisine anarşist deyip anarşist teori ve uygulama konusunda hiçbir fikri bulunmamakta ve bu ismi kurum karşıtı yan anlamıyla kullanmaktadır.

Açık anarşist hareket iyi gelişmemesine karşın, sosyal hareketlerde anarşist fikirler oldukça yaygındır,

Özellikle üyeleri kendilerini anarşist etiketiyle ifade etmese de feminist, çevreci ve şiddet karşıtı hareketlerde anarşist bir söylem görülür. Bunlar kural sistemlerine karşıdır, kapitalist, komünist veya seçilmiş olması farketmez ve doğrudan demokrasi metodlarını mesela konsensüsü desteklerler. Bunlar kişisel ilerleme ile veya parlementer seçim ile güç kazanarak reform çözümlerine karşıdır, bürokratik hiyerarşileri problemin bir parçası olarak görürler. Güç kazanıp, bu gücü diğerlerine “yardım” için kullanmaktansa bireyleri ve toplulukları güçlendirmektir amaç.

Bu tip anarşist hassasiyet yaygındır. Bu hassasiyetin sebebi anarşistlerin veya anarşist yazarların doğrudan etkisi değildir. Daha çok, bu, hiyerarşik güç sistemlerine bir cevaptır, Daha eşitlikçi bir toplumun hem olası hem de daha istenir olduğu inancını yansıtırlar.15

Anarşizmin en büyük gücü yönetime karşı yaptığı genel eleştiri ve kendini yönetme alternatifi sunmasıdır. Eleştirisi devlete odaklansa da, anarşizm amacını genişletip kolaylıkla gelişen veya yeni ortaya çıkan yeni baskı kaynaklarına karşı adapte edilebilir.

Marksizm ve feminizmin tersine, anarşizmin akademik çevrede takibi kısıtlıdır, yani anarşist teori yeterince ilgi toplamamıştır. Özelde, anarşizmin kapitalizm eleştirisi gelişmemiştir. Anarşist eleştirinin belkemiğini devlet oluşturur, ama eğer çok uluslu kuruluşların gücü devletinkini gölgede bırakıyorsa , anarşist eleştirisi güncellenmeli veya arttırılmalıdır.

Anarşizm mantığa dayanır ve birçok anarşist aktivite merkezleri devletle ilgili problemler ve kendini yönetmenin avantajları ile ilgili bilgiler verir. Ticari konuşmanın ve devlet dezinformasyonunun giderek daha sofistike bir hal aldığı günümüzde, mantıksal eleştirinin sesi marjinal kalmaktadır. Anarşizm küçük ölçekte alternatifler sunma ve devrim durumlarında özyönetime dayanmaktan daha fazlasını sunmaya muhtaçtır. Vahşi olmayan eylem anarşist teori ve uygulamaya ideal bir tamamlayıcıdır. Anarşistler genelde sertlik kullanmazlar ama ,bahsedildiği gibi, birçok anarşist de silahlı mücadelenin gerekli olabileceğini düşünür. Sertlik dışılık ile anarşizm arasında bir birliktelik aranarak çok daha büyük bir ilerleme kaydedilebilir.

Sonraki bölüm: Voluntaryism

5 On anarchism, see for example Daniel Guérin, Anarchism: From

Theory to Practice (New York: Monthly Review Press, 1970).

6 See chapter 7.

7 Ken Smith, Free is Cheaper (Gloucester: John Ball Press, 1988),

presents a case for free distribution, though not from an anarchist

starting point.

8 This is the model of collectivist anarchism. An alternative model is

free-market individualist anarchism, which accepts private property.

Voluntaryism, discussed later, falls in this latter tradition.

9 See Guérin, op. cit.; Michael Raptis, Revolution and Counter-Revolution

in Chile: A Dossier on Workers’ Participation in the Revolutionary Process

(London: Allison & Busby, 1974).

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

 

 

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:HAKANIM Tarih: Oca 20, 2009 | Reply

    Marksizm dört beş soru cevap yöntemiyle anlaşılabilecek bir kuram değildir. Çok kolay öğrenilen bir konu kolayca da yok olup gitmeye mahkumdur. Marksizmi ve dolayısıyla ona yönelik konuları öğrenebilmenin yolu öncelikle -biraz da altyapı varsa) diyalektik materyalizmden ve dolayısıyla onun tarihsel yorumundan okumaya başlamakla mümkündür. Sosyalizm’in birtakım tekil konularını birbirinden ayrı ayrı öğrenme çabası biraz, temeli atmadan bina kurmaya benziyor. Tavsiyem bütün genç arkadaşların öncelikle marksist felsefeden başlamaları ve marksizmin üç temel bileşiminden biri olan diyalektik materyalizmi mutlaka anlamaya çalışmalarıdır.

    Diyalektik materyalizm daha çok bir doğa felsefesi olarak dursa da, gerçekte marksizm tıpkı doğa yasaları gibi toplumsal gelişmenin birtakım yasaları olduğunu ortaya koyar. Marksizm onun için bir bilimdir. Bu temel bir ölçüde de olsa edinilmeden, teorik konularda çok keskin tanımlamalar kullanmak hiç doğru değil.

    Böyle yapıldığında, devletin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, sınıfsız ve sömürüsüz dünya hedeflenirken işçi sınıfının neden devlet denilen mekanizmaya sahip olması gerektiği, proletarya diktatörlüğü kurulmadan özgür bir toplumu oluşturabilmenin sadece bir ütopya olacağı…anlaşılabilir. Yoksa, bir iki cümlelik sorulara verilecek bir iki cümlelik yanıtlarla sağlıklı birikimler edinebilmek pek mümkün değil. Özellikle Marksizm sözkonusuysa, mutlaka belli bir öğrenme yöntemini edinmek gerekiyor.

    SSCB için şunu söyleyebiliriz: Biraz da şaşırtıcı olması açısından, SSCB’nin yıkılışının nedenlerinden biri daha baskıcı olmamasıdır. Baskı sözcüğü tek başına hiç bir anlam ifade etmez çünkü. Tıpkı özgürlük, eşitlik ve demokrasi kavramları gibi. Bu kavramları sınıfsal bir temele oturtamadığımız sürece bir sosyalist için pek de önemli değildir. Baskı kavramı için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Sınıfın iktidara gelmesiyle yapılması gereken en önemli şey bu baskıyı sınıfsal bir içerikte gerçekleştirebilmektir. Yani işçi sınıfının ve onun öncü partisinin kapitalist devleti parçalayarak kendi devletini oluşturmasıdır. Bu yapılamadığı sürece, geriye dönüş her zaman vardır. Marks da, Engels de, Lenin de bu konuya sürekli vurgu yapar. Proletarya diktatörlüğü ve “baskı” kavramından bu nedenle çok fazla tedirginlik duymamak gerek. Çünkü proletarya diktatörlüğü en demokratik burjuva devletten bile milyon defa daha demokrattır. Çünkü tarihte ilk kez toplumun çoğunluğunun azınlığa karşı bir baskı aygıtıdır. Bu baskıyı halka yönelikmiş gibi algılarsak daha baştan çıkmaz sokaklara dalma tehlikesi vardır.

    Önce diyalektik materyalizm ve onun tarihsel yorumu…
    Böyle bir temel oluşturduktan sonra, karşımıza çıkan her bilginin doğru mu, yanlış mı olacağını anlayabilmek kolaylaşıyor çünkü…

    Devlet bir baskı aracıdır. Baskının sözkonusu olması da sınıfların varlığına işaret eder. Devletin varlığı bu yüzden sınıflar ortadan kalkıncaya kadar bir zorunluluk halini alır. Devletin geçiciliği budur. Sınıflar ortadan kalktığında yani sonuçta proletarya ve köylülük de dahilortadan kalkıncaya kadar giderek koşullara bağlşı olarak sönümlenmeye yüz tutsa da varlığını korumak zorundadır.Kapitalist devletle sosyalist devlet elbette ayrıdır. Sosyalist devletin ( buna geçiş toplumunun devleti de diyebilirsiniz) rolü sadece burjuvaziye zor uygulamak da değildir. Devlet aynı zamanda sınıfsız ve sömürüsüz topluma varma yolunda gerçekleştirilmesi gereken aşamaları sağlayacak bir mekanizmadır aynı zamanda. Devlet olmadan sınıfsız dünya insanını yaratacak koşulları da gerçekleştiremezsiniz. Merkezi planlama gibi sosyalizmin en temel belirleyici süreçlerini de yerine getiremezsiniz. Kısaca proletarya diktatörlüğü olmadan komünistlerin öncelikli amacı olan özgür insan ve özgür toplumu yaratabilmek mümkün değildir.

    Bilimsel sosyalizmi, ütopik sosyalizmden aynı zamanda komünistleri ve anarşistleri birbirinden ayıran temel olgu da budur.

    Kısaca şunu söyleyebiliriz: Bir sosyalist için nasıl ki, özgürlük, eşitlik ve demokrasi sınıfsal bir öz olmadan çok fazla anlamlı değilse, aynı şeyi devlet kavramında da görebiliriz. Sınıfsal öz de, içerik de, bürokratik uygulamalar da birbirinden farklıdır. Aynı olduğunu zaten hiç bir solcu söylemez.

    SSCB’de proletarya diktatörlüğü tam anlamıyla kurulamamıştır. Kurulabilseydi zaten devlet revizyonizm tarafından ele geçirilemezdi. Diktatörlük buna izin vermezdi. Ama askeri, ekonomik ve hatta ideolojik çok hatalar yapıldı ve giri dönüş gerçekleşti. Ama ne olursa olsun; çok kısa bir zaman içinde böylesine yoksul bir ülkeden dünyanın en gelişmiş ikinci ülkesini yaratabilmek ve halkın pek çok temel gereksinimini karşılayabilmek çok büyük bir başarıdır. Bu başarının altında sosyalizm idealinin olduğunu asla akıldan çıkarmamak gerek. Soyut, belirsiz, anlaşılmaz ve yaşanan süreçle hiç ilgisi bulunmayan kavramlarla konuya yakjlaşıldığında hem çok aydınlatıcı olunmuyor ve hem de kendi kendimizin konuyu anlamasının önüne engeller koymuş oluyoruz. Bence belirli üslup alışkanlıklarından sıyrılmak gerek.Ne kadar fazla bilgiye ulaşabilirsek, konuyu anlayabilmek o kadar kolay ve yararlı olacaktır.

    Siyasal devrimle iktidarın ele alınış süreci proletarya diktatörlüğü dönemine tekabül eder ve bu dönem doğal olarak devletlidir. Çünkü bu dönem sınıfların ve sınıfsal çatışmanın yoğun bir şekilde sürdüğü bir dönemdir. Mem Marks, hem Engels ve hem de Lenin bu aşamada devletin olması gerektiğini savunurlar. İşin doğası da zaten budur.

    Bu dönem kimi arkadaşlarımız tarafından salt bir geçiş toplumu olarak nitelenir ve sınıfsal çelişkiler, sınıflar ortadan kaldırılcaya kadar bu süreç bu şekilde nitelenir. Bu uzun dönemden sonra sınıfların ortadan kalkıp, kafa ve kol emeği arasındaki ayrılık yok edildiğinde devlet de sönümlenmiş olacak ve sınıfsız ve sömürüsün bir toplumun ilk aşamasına geçilecektir. Bu süreç de sosyalizm olarak adlandırılır.

    Lenin ise belki daha pratik olmasından, belki Rus halkına sürekli sosyalizm idealini hatırlatma gereksinimi duyduğundan ve proletarya diktatörlüğü dönemini de sosyalist toplum olarak nitelemiştir. Eğer içerikte ve tanımlamalarda yeterli ve uygun açıklamalar varsa böyle bir niteleme ve kavramlaştırmada hiç bir sakınca olmaz. Süreç her iki yaklaşım biçiminde de aynıdır çünkü…Buralara pek takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Engels geleceğin toplumunun ancak genel hatlarıyla bilinebileceğinden sözeder. Ayrıntılar ve sürecin nasıl işleyeceği o toplumun içinde bulunduğu maddi koşullar tarafından belirlenecektir.

    SSCB bir geçiş dönemi içindeydi. Pek çok hata yapıldı. Ama yapılanları tümden inkar etmek mümkün değildir. Hele bu konuyu Lenin devletli sosyalizmden sözetmiştir vb. gibi yakıştırmalarla çarpıtmak hepten akıl dışıdır. Lenin tıpkı Marks’ın ve Engels’in yaptığı yorumun aynısı yapsa bile SSCB proletarya diktatörlüğü döneminde bulunuyordu ve bu süreç baştan aşağı sınıfların da varlığından ötürü devletli olacaktı. Kaldı ki, dünyadaki emperyalist kuşatmanın varlığı, ülkede hangi sosyo ekonomik süreçler yaşanırsa yaşansın devletin varlığını gerekli kılacaktı.

    Şunu söyleyebiliriz: Sosyalizmin devletli olup olmadığı akademik bir tartışmadır ve belli bir üslup tutturulduğunda yararlı da olabilir. Ama Lenin’i Marks’tan ayıracak bir düşünceye neden oluyorsa, amaç buysa, burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmekten başka bir işe yaramaz. Bugünün dünyasında sosyalist devrim konusunu hallettik, emperyalist dönemde devrimin en kırılgan halkada meydana geleceği dolayısıyla sosyalizmin salt bir paylaşımcı değil aynı zamanda kalkınmacı bir anlayışa da sahip olması ve bu konuda geliştirilmesi sorununu da çözümledik, 89 çöküşü ile birlikte dört bir yana savrulan solu asgari bir potada bütünleştirebilecek bir siyaset anlayışı da gerçekleştirdik ve benzer bir çok soruyu da hallederek, sıra bu konuya geldi. Sınıfsız toplumun birinci aşaması devletli mi olur, devletsiz mi? Devrim oldu, dünyada emperyalist kuşatma kırıldı, sınıfsızlığa doğru adım adım gidiyoruz ve sıra sosyalizmin devletli olup olmadığında!!

    Marks’ı Lenin’den, Lenin’i Marks’dan koparamazsınız. Marksizm ucu açık bir kuramdır. Geliştirilmeye ihtiyaç gösterir. Başta proletarya dönemiğinin pratikleri olmak üzere pek çok boşlukları da vardır. Bütün bu bu boşluklar hem kuramsal olarak ve hem de pratik içinde sınanacaktır. Ve eninde sonunda sömürüsüz bir dünya yaratılacaktır. Bu uzun ve çileli yürüyüşte her bir taşın üstüne koyulacak her taş bizim için değerli olmalıdır. Burjuvazi bu dönemde her türlü yaklaşımla işçi sınıfını bölmekten yana tavır içine girecektir. Ama bizler bu konuda duyarlı olmak durumundayız. Lenin gibi bir ustanın bile dışlanmaya çalışıldığı bir dönemde gerisini varın hesaplayın…

  3. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ara 27, 2009 | Reply

    Özelde, anarşizmin kapitalizm eleştirisi gelişmemiştir. Anarşist eleştirinin belkemiğini devlet oluşturur, ama eğer çok uluslu kuruluşların gücü devletinkini gölgede bırakıyorsa , anarşist eleştirisi güncellenmeli veya arttırılmalıdır.

    “devlet” fikrini mümkün kılan, “iktidar” olma eksenli bir kontrol mekanızması içinde yaşam alanı bulabilecek olan otoriter zihniyettir. devleti hedef alan eleştiri, devlet eksenli sosyalizasyonu imkanlı hale getirebilecek temel süreçlerin de eleştirisini içerir. hiyerarşi olgusuna yönelecek eleştiri doğrudan devleti ve bu fikri mümkün gören otoriter zihniyeti hedef alır. hiyerarşik olmaksızın gerçekleştirilecek bir toplumsallaşma, otorite, bürokrasi ve kapitalizmi imkansızlaştırır. anarşizmin, kapitalizm eleştirisi olmadığını söylemek, marksist leninist stalinist ve ille de kapitalist bir karapropaganda olsa gerek.

    anarşizmin, devleti parçalamakla beraber kapital birikimini parçaladığı ortadadır. kimin, devlet güvencesi olmaksızın “öteki”nin hakkından devşirdiği serveti koruması mümkündür ki? para sitemini, hiyerarşi eleştirisi ile doğrudan paralize eden anarşizmin kapitalizm eleştirisi olmaksızın marksist teoriye yaslandığını iddia etmek kasıt yoksa zırcahilliği ima eder. hiyerarşik yapılanmanın ima ettiği kaçınılmaz sonuç kapitalizmdir. burada ideolajik söylem olarak gücü/devleti/kapitali kimin kontrol ettiği tartışmasıysa söz konusu olan, düzülenler/düzene sokulanlar açısından, düzenin politbüro olmasıyla uluslararası companyler olmasının ne önemi var?

    ***

    hakanım arkadaşa da bir eleştiri yapmak isterim.

    Diyalektik materyalizm daha çok bir doğa felsefesi olarak dursa da, gerçekte marksizm tıpkı doğa yasaları gibi toplumsal gelişmenin birtakım yasaları olduğunu ortaya koyar. Marksizm onun için bir bilimdir. Bu temel bir ölçüde de olsa edinilmeden, teorik konularda çok keskin tanımlamalar kullanmak hiç doğru değil.

    değerli kardeşim! yukarıdaki kabulünüze “dogma” demememiz için nasıl bir dayanak, enazından makul kabul edebileceğimiz bir izah sunabilirsiniz bize? bence, paradoks olduğu açık bu önermenin izahı gayp’ta gizli olduğundan “iman ediniz!” den başkası görünmüyor…

    sosyal, siyasal ve ekonomi arasındaki bağıntıyı, tüm bilimsel dogmaları bir kenara bırakarak okumayı denersek; otoriter zihniyetten sadır olan ideolajilerin/şablonların/kalıpların…sadece ve sadece gerçekliği gizleyip kurgusal bir iman telkin ettiklerini anlamak hiç de zor olmayacaktır. sanıyorum bunu herkes görmekte lakin, bu durumun farkına varıldığında kuzey yarım kürede açılacak büyük anlam boşluğunun neyle doldurulabileceği korkusu “yalan da olsa sev beni” ye mahkum ediyor hepimizi…

    mesela ülkemizdeki üretim dinamiği(!) dokuzlar çeteleri yerin dibine batsa, memlekette işsizlik açığa çıkar sanılıyor. hayır; tekeller çöker ve iş alanları kırk binden kırk milyona çıkar…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin