RSS Feed for This Post

Sanat dünyasının sarsılmaz inançları

Türkiye’nin siyasal ve sosyal sahnesi değişiyor, entelektüel sahnesi değişiyor… Tüm kalıplar yerle bir oluyor. Çok yakın bir zamana kadar içinden geldikleri sosyal kimlikler nedeniyle kendilerini otomatikman “demokrat”, “aydın”, “çağdaş” gören kesimler ciddi bir itibar kaybına uğramanın sancısını yaşıyorlar. Onlar sabit pozisyonlarını değiştirmeyerek her zaman bulundukları yeri muhafaza edeceklerini sanmışlardı. Oysa evrensel ölçekte yaşanan değişimin klişeleşmiş kalıpları, ezberleri bozması kaçınılmaz. Siz kendi ezberlerinizi sorgulamadıkça Türkiye’nin ve Dünyanın bugününü okuyup ona göre kendinizi revize etmedikçe ister istemez arkaikleşmek durumunda kalıyorsunuz…

Türkiye’nin ciddi üniversitelerinin beşeri bilimler sahasındaki akademik hayatı da bu değişimin taşıyıcılarından biri. Türkiye’nin evrensel standartlara adapte biçimde akademik üretimini sürdüren üniversitelerinde lisansüstü seviyeden sonra klişeleşmiş “aydınlık-karanlık”, “çağdaşlık-ortaçağ”, “modernlik-gericilik” üzerine kurulu o klişe dili bulamazsınız. Tam aksine beşeri bilimler sahasında bu tabirler üzerine konuşmak, bu tabirlere taraf olarak konuşmak bütünüyle “ofsayt” pozisyonuna düşmektir. Size kapıyı gösterirler. “Eurocentrik”, “Modernist” ya da “Oryantalist” sözleri günümüz akademik ve entelektüel hayatında nerdeyse küfüre yakın bir ithamlardır… Hatta ciddi akademik hayattan hafif alt-entelektüel çevrelere doğru inince, bu tabirlerin de fazlasıyla araçsal amaçla ve gereğinden fazla sıklıkla kullanıldığını, deyim yerindeyse istismar edildiğini görüyoruz. Ama o başka bir konu tabii…

Öte yandan bu zihinsel/paradigmatik dönüşümün neredeyse hiç uğramadı bir çevre var Türkiye’de… O da Türkiye’nin kültür-sanat çevreleridir… Türkiye’nin sanat hayatının aktörleri, dünya 50 yıl önceki dünyaymış gibi bir saçmasapan dille konuşmaya devam ediyor. Sanatların bilgi ile en yakın irtibatta olduğu alan olan edebiyatta bu arkaik kafada olmayan sanatçılar belli oranda var. Ama onlar da azınlıkta ve diğer edebiyat erbabından epey laf işitiyor. Gösteri sanatlarında, tiyatro ve sinema sahalarında ise edebiyat dünyasında olan küçük tomurcuklardan dahi eser yok. Özellikle tiyatro camiası karikatürize bir seviyede arkaik halde bu ülkede. Sadece tiyatro ile iştigal etmekten ötürü otomatikman “aydın” olarak kendini gören, kof laflar etmek konusunda ise birbirleriyle yarışan bir cemaatle karşı karşıyayız. Bir yandan “Sanatçı muhaliftir, sanatçı sorgular, sanatçı körü körüne inanmaz, kalıpları sarsar” gibi sözler edip, bir yandan Türkiye’nin temel meselelerinin hemen hepsinde statükocu ve devletçi olmayı sürdüren bir cemaat. Bu ülkede Kemalizme iman derecesinde bağlılığı sürdüren en karikatürize çevre muhtemelen tiyatro çevreleridir. Çok nadir bazı istisnalar tanıdım. Onlar da zaten durumdan çok şikâyetçi. İşin ilginç tarafı tiyatro çevrelerindeki yada genel olarak sanat dünyasındaki imanlı Kemalistler mesela medya ve akademideki Kemalistler gibi sıcak tartışmaların içinde de olmadıkları için Türkiye’nin laik entelektüel sahasındaki bazı değişimlerin de hiç farkında değiller. O sebeple çok ilginç ve komik durumlar oluşabiliyor.

Mesela bir yandan söylemleriyle Kemalizme taparcasına iman eden bir yandan da Ahmet Altan ve Orhan Pamuk gibi iki edebiyatçı hakkında “Aaa bütün eserlerini okudum, ikisine de hayranım” diyen, okumamışsa bile böyle deme gereği hisseden çok sayıda isimleri de bilindik, hatta “celebrity” sayılabilecek tiyatrocu/oyuncu tanıyorum. İlk rastladığımda şaşırıyordum ama sonra alıştım ve benim içinde durum normalleşti. Bu insanlar bir yandan Altan’ı, Pamuk’u laik kesimden olmaları ve sol gelenekten gelmeleri nedeniyle kendileriyle aynı tarafta görüyorlardı. Onlar da “gericiliğe” “ortaçağ karanlığına” karşı onlarla aynı saftaydı. Altan da, Pamuk da ve “laik” olan ne kadar sanatçı, bilim ve fikir adamı varsa köy enstitülerinin kapatılmasını, halkevlerinin tasfiye edilmesini, demiryolu politikasından geri dönülmesini cumhuriyetimize ihanet görüyorlardı. Onların inanç dünyasında “laik” ve “solcu” olan her “aydın” kişi zaten standart olarak bu görüşlere sahipti. Herhangi bir konu geçti mi, hiç değiştirmeden bu klişeleri tekrarlayan, bu söylemleri “solculuk”, “aydınlık”, “çağdaşlık” sanan ve laik kesimden gelen tüm sanat ve fikir adamlarının kendileriyle aynı safta olduğuna inanan bu garip ruh haline sahip bir cemaat. Bu sözü geçen sanat adamlarının Kemalizme dair düşüncelerinin tam aksi yönde olduğu kendilerine izah edilse bile başka bir sohbet sırasında yine söylemleri (yani imanı) değişmeyen bir cemaat bu. Bu ruh halini irdelemeye haftaya devam edeceğiz..

[23.08.2008 tarihli Taraf gazetesinde yayınlandı.]

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin