RSS Feed for This Post

Psikolojik harbin yarattığı psikopatlar

20080715_ezan.jpgBen “YouTube”ta gördüm; belki siz de bir yerlerde görmüşsünüzdür. “Üniversite mezunu” mu yoksa “üniversitede çalışan akademik kadınlar”dan mı oluştuğunu anlamadığım “Üniversiteli Kadınlar Derneği” adlı bir derneğin toplantısından enstantaneler geçiyor video klipte (http://www.youtube.com/watch?v=xCJZCR1Twao)… Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla 50-60 kişilik bir salonun yarısı dolu… Sahnedeki masada 4 döpiyesli kadın sırayla konuşuyorlar; ayrıca ayağa kalkıp konuşan dinleyiciler arasında “Ahlak Felsefesi” adını taşıyan profesörlük tezini üç ayrı İngilizce kitaptan tercüme yoluyla -kaynak belirtmeden!- derleyerek hazırlamış olan, geçen senenin Cumhuriyet mitingleri organizatörü Necla Arat da var…

Konuşmacıların hepsi çevrelerindeki islami tezahürlerden dert yanıyor: “Ezan.. hadi ezan (“hadi ezan neyse, kabul ettik diyelim” vurgusuyla söylüyor)… Ama bir de 11.00 civarında Kuran okunmaya başlandı… ve her gün…”

Başka bir konuşmacı parmağını sallayarak konuşuyor: “Türban için başa bağlanan, o Kuran’da adı geçmeyen baş sargısı için beyaz çarşaf giyiyor ve ortaya çıkıyorlar.. Bu ne utanmazlıktır arkadaşlar! (…) O kafalarına saten pırıl pırıl başörtüleri takıp başları dik bir şekilde yanımızdan geçişlerini hazmedemiyorum…” (Belli ki başörtüsünün pırıltısına bayılmış ama serde “laik olmak” var, hazmedemiyor!)

Başka biri anlaşılan başörtüsünün para verilerek genç kızlara taktırıldığı masallarına iyice inanmış ki, aynı taktiği, çocukları İmam-Hatip liselerinde okuyan aileleri bundan vazgeçirmek için uygulamaya niyetlenmiş: “Biz oralara gittiğimiz zaman bunlarla (başörtü işareti yapıyor) birlikte oluyoruz… Dedim ki, ‘Arkadaş, çocuğunu (İmam-Hatip’ten) alalım, biz üstleniyoruz. Biz onu koyalım normal liseye. Bursunu da bağlayalım’…. Döndüremeyeceğimizi anlayınca bursu da kestik.”

Bir başkası ise “ayakların baş olması” gibi bir durumdan (Başbakanımızın kulakları çınlasın!) çok şikayetçi: “Yanımda çalışan kadının bile (seçimin) ertesi günü ‘AKP’ye oy verdim abla’… ‘Niye evladım AKP?’… ‘Köprülerde yazıyor ya, ‘şunu yaptık bunu yaptık’; istikrar var’… ‘İstikrar senin neyine Vesayet? (Anlaşılan çalışan kadının adı Vesayet, ve sanki Vesayet salondaymış gibi kürsüden ona kızgınlıkla sesleniyor) İstikrar senin neyine!'”

Çağdaş kadınlarımız, “bunlar” (!) karşısında çok şikayetçi… Şikayet ne kelime! “Bunlar” dedikleri insanlar hem “başörtülü” hem “başları dik” hem de AKP’ye oy verip “istikrar”dan bahsediyorlar… Üstelik “bunların” parayla satın alınabilme ihtimali de kalmamış! Yani çağdaş kadınlar dayanılmaz bir saldırı altındalar! Altüst olmuş dünyalarında nirengi noktalarını kaybetmiş durumdalar; kültürleri ve çağdaş yaşam tarzları arkasında saklı kalmış sınıfsal egemenlikleri derin bir sarsıntı yaşıyor… Bu sarsıntı, derin psikolojik bir travma yaratıyor; kişilikleri derin bir “psikolojik vaka” olarak ortaya çıkıyor…

Nasıl bir psikolojik vakadır bu?

7 Haziran 2007’de gazetem.net’te yazdığım bir yazıda (“Dolaşıma eksik sokulan bir ihanet belgesi”) gayet “seçkin” insanların haberleştiği bir internet yazışma grubuna aktarılmış bir “gizli belge”den söz etmiştim. “Belge” adı takılan “şey”, kendini kısaca “ATAK” olarak tanıtan “Atatürkçü Kadınlar Hareketi” adlı bir yerden aktarılmıştı gruba… AKP’nin “gerçek yüzünü göstermeye” ve oy vermemeye çağıran o “şey”de Abdullah Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 2003’te imzaladıkları gizli bir anlaşmayı yansıtan bir “vatan hainliği belgesi” ifşa ediliyordu. O “şey” çok ilginçti; çünkü zeka seviyesi düşük bir beyinin (ya da beyinlerin) ürünü olduğu o kadar belliydi ki, adeta bir mizah klasiği kıvamına ulaşıyordu. Mesela söz konusu “ihanet belgesi”nde Gül ve Powell şöyle bir maddeyi de imzalamışlardı:

“Irakin kuzeyinde kurulmus olan ve sozumona “Kurdistan” adi verilen Kukla Devlet, resmen ilan edildikten sonra, Turkiye tarafindan da resmen taninacak.”

Mizah yapacağım diye ağzım bir kere yandığı için (sebebi aşağıda), her ihtimale karşı açık ve seçik olarak yazayım: “Belge”ye göre, “Türkiye’ye ihanet ettiği” söylenen iki Bakan ilginç bir şekilde kurulmasını istedikleri “Kürdistan”ın adını “açık seçik” kullanmak yerine, tam da “ihanet ettikleri” ülkenin dilini (“sözümona ‘Kürdistan’ adı verilen Kukla Devlet”) kullanıyorlardı! Yani her şeyiyle düzmece olduğu belli olan bu “belge” belli ki, “psikolojik harp” yapmak üzere bina edilmiş “yerli” bir yapılanmanın içinde üretilmişti. Ama üretenler doğru dürüst bunu bile becerememişlerdi, çünkü başkalarına atfederek yazdıkları “belge”ye bile “bölücüler gibi konuşmama” gayretlerini ifşa eden kendi kelimeleri sinmişti…

İşin bir başka komik ve de acıklı tarafı, bu “belgeyi” “seçkin” bir kişi anlaşılan çok ciddiye almış, “inanmış” ve işin saçmalığını düşünmeden yazışma grubuna aktarmıştı. Ama işin daha da komiği (ağzımın yanma sebebi), benim bu “belge”yi abartarak -yeni uçuk kaçık maddeler ekleyerek- genişleterek yazdığım “mizahi” yazı da birçok kişi tarafından ciddiye alınmış, gayet ulusalcı sitelerde “ilaveli yeni gerçek belge” olarak yer bulmuştu.

ATAK adlı şeyin bu “ilk” faaliyetinden sonra başka bir faaliyetine rastlamadım. Ama psikolojik harp, bu “belge” hikayesi öncesinde olduğu gibi, sonrasında da devam etti. “Şeriat geliyor, laiklik elden gidiyor!” tamtamlarıyla yapılan psikolojik harpte ne Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Yahudilikleri kaldı, ne “gizli kamerayla” çekilmiş ve servise sunulumuş “okulda namaz”, “hastanede başörtülü hemşireler” görüntüleri, ne de AKP’yi kapatmak için hazırlanan ve laikliği “yaşam tarzı” olarak anlatmaya çalışan siyaset bilimi ve hukuk fakiri iddianameler kaldı… “Bölünüyoruz!” tamtamları ise çok daha tehlikeli bir hal aldı… Ne Kürtlerin hırsızlıkları, çok çocuk yapmaları, şehirlerimizi istila etmeleri kaldı, ne Nevrozlarda kuşanılan kırmızı-yeşil-sarı renklerin kullanılması, ne de DTP’ye karşı açılan savaş kaldı… Bütün bunlara ilaveten, 301 gibi kabus niteliğindeki “kanun” maddeleri ve onların sokaktaki dışavurumu Ergenekoncu çeteler, birlikte toplumu terörize etmek, psikolojisini darmadağın etmek için bilfiil faaliyet gösterdiler…

Böylesine psikolojik bir harp hangi durumlarda başarıya ulaşır? Psikolojisi bozulmuş insanların çok olduğu yerde… Kendi statülerini, sosyal konumlarını kaybetme korkusu yaşayan, kendine ve sahip olduğu ortalama kültüre güven duygusunu kaybeden insanların çok olduğu yerde… Psikolojik harp, psikolojisi bozuk insanların psikolojisini daha da bozar; onların bozuk psikolojilerini -her türlü yalan ve provokasyonla- siyasal tavır almaya yöneltir. Bugün olduğu gibi, gayet apolitik insanlardan sıkı devrimciler, solcular, kemalistler bile üretilebilir. Futboldan, işten, paradan, tüketim arzularından başka bir şey düşünmeyen insanlardan vatan-millet savunucuları bile üretilebilir.

Üretilebilir ama işte bu kadar üretilebilir… O beğenmedikleri ve hiç anlamadıkları insanlar Kayseri’de, Konya’da yepyeni ve alternatif bir modernliğin temellerini atarken; Diyarbakır’dan İstanbul’a yepyeni özgürlük taleplerini dile getirirken, onlar içine düştükleri ve esir oldukları travmatik kişilikleri ile, sahip oldukları askeri, medyatik ve kanuni megafonlarla hâlâ çok önemli olduklarını -sadece- zannetmeye devam edebilirler…

Ve bu arada ayaklar baş olur ama kıyamet falan da kopmaz…

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Tem 24, 2008 | Reply

    Türkiyede laikciler laik olmayanlari devamli hor görüyor. Ölü dogmus bir rejimi zorla insanlara yüklemekte basarili olamayacaklar.
    Laiklerin en büyük problemi laikligi bile bilmemeleri.Ortak degerleri olmayan bir toplum hic bir zaman ilere gidemez, ne kültürel ne ticari, ne ekonomik gelisme olur.

  3. Yazan:ilksen bahşi Tarih: Eki 15, 2013 | Reply

    Geçen günlerde bir kitap okudum. Adı :Psikopat;yazarıysa, Keith Ablow.Kısaca bu kitaptan ve edindiğim izlenimlerden psikopatlar üzerine olan paylaşımlarımı, sizinle paylaşmak için kalemimi yazıya döktüm.
    İnsanları nasıl tanırsınız? Birebir konuşarak, bu bence ortalama verilen bir cevaptır. İnsanlar kişilikleriyle tanınmalıdır.İnsanlardaki bu davranış özellikleri abartıya kaçınca adı kişilik bozukluğu oluveriyor. Kıyafetlerle tanınabilir mi, kabaca hayır. Çünkü, kıyafetler yer ve zamanın cebimizde birleşmesinden oluştuğu için tıpkı, bermuda şeytan üçgeni gibi, tanıma ve tanınma için biraz daha farklı kişisel özellikler gerekiyor.İnsanları tanımak için kitap okumalıyız. Bunu okurken kitabı üstü kürü şekilde değilde, kitabın üstünden ikinci bir kitap yazabilecek şekilde irdeleyerek okumalıyız.. Okuduğumuz kitaplardaki kişilere empati kurmalıyız, yazarın bu kitabı niçin yazdığını anlamaya çalışmalıyız.
    Bugün bir kitap okudum. Adı mı psikopat.Yazarı bir psikiatrist olan Keith Ablow.Jonah isimli gezici bir psikiatristin, geçmişte yaşadığı travmaların acısını çıkartacasına insanları anlama ve ruhuyla özdeşleşmek isteğiyle, otobanlarda insanları öldürmesiyle başlıyor. On üç ceset olunca FBI artık yardım amaçlı , sorunlu bir çocukluk geçirmiş olan Frank isimli bir psikiatristten yardım almaya karar veriyor. Bu iki psikiatrist aslında altı hafta kadar bir tıp merkezinde birlikte çalışmışlardır. Yolları The New York Times gazetesinde tekrar kesişir. Mektuplarda tedavi amacı adı altında katili yakalamak istemektedir. Olaylar hızla gelişirken, birkaç kişi daha kaybolduktan sonra katil yakalanır.Herkes muradına ermiş olur.Tamam bunu anladık da, peki psikopatın kişilik özelliklerinden, hangilerini bu kitap barındırıyor. Bir kere yoğun şiddet yanlısı olmaları, bağımlılık ve bağlılık özelliklerinin olmamasından dolayı seyyar olmaları.Dışa bu kişiliklerini açıklamamak için oldukça dikkatli ve hassas davranmaları, çok kontrollü olanlarında başa çıkılamama özelliğinin olması gibi çoğaltılabilir. Birde insanları gizliden çekebilen vahşi cazibelerinin olması da ilave edilebilir. Kitaptan sadece bunu mu öğrendim , tabiki hayır. The Doors isimli eski tarihli geçmişe sahip olan müzik grubunu da bana göre keşfettim. Dinledim çok beğendim. Dinleyeceğim muzik listeme ekledim. Unutmamak gerekir ki bilgiler paylaşıldığı sürece bilgi olma özelliğini kazanır.Çöpe giden bilgiler israftır artık diyerek okuduğum bu kitabın, okunabilecek derecede kaliteli bir kitap olduğunu herkesle paylaşmak istedim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin