RSS Feed for This Post

And… the winner is… Büyük final 1 Mayıs’ta

20080414_oscar.gifÖmer Ulusoy’un son filminde en beğendiğim sahne tutuklanıp polis arabasına götürüldüğü sırada gazetecilere dönüp “Vatan sağolsun!” dediği o an. Tüylerim ürperdi, gözlerim doldu.

İslamcı-Ülkücü rolünü başarıyla canlandırdığı “Vatan sağolsun!” adlı bu filmin bütün Oscarları toplayacağından eminim. Makyaj, kostüm… Hepsi ne kadar ince düşünülmüş. Alında Zülfikâr dövmesi, gayet gür bir sakal…

Senaryo da çok ince planlanmış: Biraz ülkücü, biraz dua ediyor, silahından mermi değil vatan sevgisi fışkırıyor, karşısındakiler biraz solcu, biraz PKK sempatizanı.

Ödüllerin dağıtılacağı 1 Mayıs galasına hazırlanırken heyecanını tahmin edebiliyorum. Kılıç biçimindeki geçici dövmesini sildirip yerine AKP’nin ampülünü koydurmuş.

  • – Karıcığım, hangi gömleğimi giyeyim?
  • – Arkası bozkurt desenli olanı giy. Alnındaki ampülle en iyi o gider.

anime.gif

Ömer Ulusoy’un Oscar’a ilk aday gösterilmesi değil bu tabi. Daha önce 1 Mayıs 1977 ‘de Taksim Meydanı’nda çevrilen “İşçi Bayramı” adli filmde « sular idaresinin damındaki adam » rolüyle en iyi erkek oyuncu rolünü almıştı. 12 Eylül 1980 darbesinin ön hazırlığı olan bu filmde birden fazla kişiyi canlandıran Ulusoy “Intercontinental otelindeki CIA ajanı” rolü sayesinde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne de layık görülmüştü.

Türk işçilerinin ve üniversite öğrencilerinin bu zokayı yutacak kadar sazan olup olmadığı ise şu sıralar Holywood’da en çok merak edilen konu.

balik_sazan_olta1.jpg

 

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:fuatogl Tarih: Nis 14, 2008 | Reply

    Mehmet bey,
    görüntülerin piyasaya sunulmasında birtakım şeyler amaçlanmış olabilir. Fakat filmin kendisinin özel üretim olduğunu zannetmiyorum, hatta rastgele seçilmiş olabilir. Kendim çok gördüm, okuyan kardeşilerim yüzünden de sürekli gözüm kulağım üniversitelerde. Bunlar sürekli olmuş ve olmaya devam eden şeyler. Habire basın açıklaması yapmaya çalışan öğrenciler polis destekli, satırlı-silahlı ve genelde okul dışından insanlardan boşuna bahsetmiyor gerçekten. Satır deyince insanlar genelde abartılı buluyor ama, generik de gördüğünüz gibi bu manyaklar gerçekten satırla palayla döner bıçağıyla okul basıyor. Silah, kesici delici alet edevat, “haydar” klasik demirbaşlar. Ve hepside transparan, güvenlik polis radar madar dinlemeden heryere rahatça girebiliyorlar. Baş edemediklerinde, yada direnç gördüklerin de ise geceleri ev basıp insan kaçırıp işkence yapmaktan da çekinmezler. Bunlarda bonus, “uncut version” halinde. Ufak sütunlarda haber olarak veriliyor bazen, en son afyonda kürt çocukların başına gelmişti, ve büyük bir bölümü ise ortaya bile çıkmıyor emin olun. Geçen yıl bir eylemde tutuklanan öğrencileri polis amcaları ankara elmadağ a gezmeye götürmüş otobüsle, tabi müzik eşliğinde biraz cop tekme tokat ile stres atmış amcaları. Sen emniyet yerine elmadağ a götür, keyfine göre sorumluluğun altındaki insanları döv, memleketin başkentinde üstelik!?, ve bu bir gram haber değeri bile görmesin.
    Bunların hepsi de bilinen ama medyaya sığ bir sağ-sol çatışması şeklinde sunulması adeta gelenek olmuş şeyler. İçinde bulunduğumuz zamanlar da da sanki şaşırmış gibi piyasaya sunuveriyorlar.
    Girin youtube arama yapın, habire yeni versiyonlarını gururla sunuyorlar kendleri. Zaman zaman kalksa da, hemen yenileri beliriveriyor.

    Yukarıdaki prodüksiyona ben kan şiddet, yaratıcılık ve özel efekt açısından ancak 1-2 oscar verebiliyorum; dekorasyonda eksiklik var, 1-2 pkk yada solumsu bir pankart, sarı-kırmızı renkler, 3-5 “faşizme karşı omuz omuza” sloganı bekledim ama bulamadım, çok renksiz. “Herşey vatan için”, “Tekbiiiiiiir,…” ise hiç yok soundtrack namına bile. Sahneler çok donuk ve cansız.

    Mesela çevik kuvvet ve köpeklerle kaçış noktalarının bir bölümünü kapatıp, tazyik ile kalabalığı dar bir geçitten kanalize ederek diğer tarafda bekleyen kalabalık ile karşılaşma sahneleri vardır (misal ank-siyasal ve DTCF nin arazisi çok uygun) ki müthiş sahneler bunlar, braveheart gibi mübarek, Tarantino filan kıskançlıktan ölür. Bu seferlik bütçeleri yetmemiş sanırım.

  3. Yazan:rafet günay Tarih: Nis 14, 2008 | Reply

    akdeniz üniversiteli öğrenciler bu olayı hiç mi görmedi. Çıkıp konuşurmusunuz ?
    Tüm Türkiye gördü bir Antalya mı görmedi. Korkmayın zira Türkiye bu olaylardan zannımca kazançlı çıkacak. Köstebek yuvası gibi heryere bir cukur açıp insanları gömmek istiyorlar. Ömer Ulusoyun kullanıldığını bilmeyen var mı bilmiyorum . Senaryo aynı. Yönetmen aynı. Kurgu aynı. Sadece biraz imaj değişimi olmuş. eee o kadarıda olsun Türkiye artık kkendi kabuğunu kırıyor. Geçenlerde kendini Ülkücü diye adlandıran bir arkadaşımla konuştum . Ne diyor bakınız:

    ” Akdeniz üniversitesinde bizim Ömer ulusoyu kullandılar . Sıra Çukurova üniversitesinde. Bizim arkadaşları hır cıkarmak için tahrik ediyorlar. Ama zannımca orada bu olay olmaz.

    Zira Çukurova üniversitesine bu iş girerse Türkiyeye sıcraması cok kolay olacaktır.

    Lütfen herkes sağduyulu olsun. Biz gençlerin bu ülke ama banada kalmaz diğerlerinede. Birlik varken ne diye bu çekişme. Müslüman uyanık olmalı düşmanın nereden geldiğini bilmeli.
    Size tarihi bir anekdot:

    ( 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı, 41 kişinin hayatını kaybettiği yaklaşık 130 kişinin yaralandığı gün, tarihe Kanlı 1 Mayıs adıyla geçmiştir.

    1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı`nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul`a gelen yaklaşık 500 bin kişi DİSK`in organizasyonu önderliğinde Taksim Meydanı`nı doldurdu. Katılımın yüksek olması sebebiyle kortejlerin alana girmesi uzun sürmüş, miting de uzamıştır. Saat 19.00 sularında dönemin DİSK başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde etraftan silah sesleri duyulmaya başlandı. Sular İdaresi binasının üstünden ve meydandaki otelin çeşitli katlarından açılan bu ateş sonucu insanlar panik halde kaçmaya başladı, kısa bir süre içinde İntercontinental Oteli`nin de üst katlarından ateş açıldı.

    İnsanlar panik halde kaçmaya çalışırken panzerler de kalabalığın arasına doğru girmeye ve kitleleri sıkıştırarak Kazancı Yokuşu`na itmeye başladı.Kalabalığa ateş açılıyordu fakat polis ateş açanlara değil,kalabalığın üstüne saldırıyordu. Bir kamyonun tıkadığı Kazancı Yokuşu`ndan aşağıya kaçmaya çalışan kalabalığı daha da korkutmak için bir daha ateş açıldı. İnsanlar panzerler altında kalarak ve birbirlerini ezerek kaçmaya devam etti.

    28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı. 470 kişi göz altına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamadı. Ateşi kimin açtığı tam olarak belirlenememiş, olay halen aydınlatılamamıştır. Sular idaresinin çatısından ve otel odalarından ateş açanlar bulunamamıştır. )

    Bu olayları kimse unutmasın . Eğer 2008 de 1 mayıs olayları gerçekleşirse bu olayların tekrar gündeme gelmesi mümkün görünüyor gibi.

    PKK ve diğer marjinal gruplar işçilerin arasına girip bir iki ele bombası atması veya orada polisi taşlaması yine bilindik tabloları ortaya koyacak.

    Tekrar söylüyorum stoacı değilim ama

    İLLA SAĞDUYU İLLA SAĞDUYU

  4. Yazan:suzannur Tarih: Nis 15, 2008 | Reply

    Burada öyle basit bir sekans var ki, insan buna sadece kischt diyebiliyor.
    Görüntülerin piyasaya sunulmasında birtakım şeyler amaçlanmış olabilir, buna ben de katılıyorum, çünkü planlı bir sahne olsaydı daha iyi bir malzeme bulunup harika bir efekt eşliğinde önümüze getirilirdi, hakikaten bu çok kischt bir görüntü. Fazlasıyla ucuz, üzerinde düşünülmemiş…
    Aynı görüntüler 1 Mayıs’ta da tekrarlanacaksa, ki öyle görünüyor, işçi ve üniversitelilerimizin bu zokayı yutacak kadar sazan olup olmadığını anlamamıza az bir zaman kaldı. İçimdeki ses, Holywood filmlerinin tekrarlarının hatta seri olarak karşımıza çıkmalarından yola çıkarak, sazanlarımız olacaktır diyor.
    Fark ettiniz mi, Ömer Ulusoy’un ifadesi alındıktan sonra vatan demeye bile gücü kalmamıştı, tam bir sessizlik, oysa orada ben allı pullu bir cümle bekliyordum, olmadı, bu da ilginçtir.

  5. Yazan:fuatogl Tarih: Nis 15, 2008 | Reply

    Akdeniz üniversitesinde bizim Ömer ulusoyu kullandılar.

    Yahu etmeyin elemeyin. Habire kullanılıyor mu bu adamlar? Gazi üniversitesi yıllardır kullanıla kulanıla bitmedi, gazi-beden eğitimi hiç mi yıpranmadı bu kadar kullanılmaktan?
    Kareye baksanıza, mesele onun kullanılması mı gerçekten? Yoksa o adamın ve kafasının içi hiç mi sorun değil? Ve etrafında eli satırlı insanlar kullanılmadıklarında sorun teşkil etmeyecek mi? Kullanılmaya müsait bu dev kitlenin varlığı asıl sorun.

    Ve 80 öncesinin nesnel koşulları artık bugün yok. O boyutta olaylar, benzer dinamiklerle yaşanamaz. O çapta olaylar için direktman kürt sorununun topyekün alet edilmesi lazım ki, ona da kimsenin kolay kolay cesaret edeceğine inanmıyorum.

    Ha 1 Mayıs da da birşey çıkmaz, “normal” olmuşun ötesinde. Artık çaktırıldı, heyecanı kalmaz, masrafa da girilmez. Yanlız birileri işçi partililere tahammül etmeyebilir, ufak çaplı bir olay çıkabilir benden söylemesi, o kortejden uzak durun eğer gitmeyi düşünürseniz. Nedendir bilinmez adamların bayrak sopası diye 5-10luk inşaat kalası kullanma gibi bir ilginçlikleri var 🙂

    Tabi bunlar benim düşüncelerim, gidip de sopa yerseniz sorumluluk kabul etmem 😛

  6. Yazan:alperen Tarih: Nis 15, 2008 | Reply

    KAVGAMIZ KALEM OLUNCA
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Sanki hayatın kanunu kavga üzerine kurulu. Kabil’in Habil’i katletmesiyle başlayan kavga kıyamete kadar hiç tükenmeyecek gibi. Çünkü Kabil nizamsızlığın kutbudur, Habil ise nizamın. Nizam ve kalem anarşinin tersidir. Onun için nizamla oynanmaz. Oynanırsa devlet ile toplum arasında anarşi meydana geleceği muhakkak. O halde bizim kavgamız kalem ve kuvvetimiz nizamı âlem olmalı.
    Calvin; ‘Tek meşru din uğruna yapılan savaştır’ diyor ve ekliyor; ‘Karşılık beklemeyeceksin, yaptıklarına üzülmeyecek sevinmeyeceksin, vazife en büyük ibadet’ İslamiyet din uğrunda verilen mücadeleye cihad adını verir. Cihat’tan maksat sırf kılıç anlamı çıkarmamalı, ilimde cihatdır. Hele hele nefisle mücadele en büyük kavga olarak (cihad) olarak nitelenir. Bütün değişiklikleri yapan kılıç değil, ilim, tefekkür ve kafadır. Kalem olmayınca medeniyette olmuyor zaten.
    Yeni kavgalar barışçı olamadılar. İdeolojiler insanlığa huzur yerine kan ve revan getirdi hep. Onların kavgasının yemişi iskelettir. Bizim gıdamız ise nizamı âlemdir. Avrupalıların hak dediği kuvvettir, kuvveti ise zulüm ve vahşettir. Şiddet, öç, nefret ve kin yıkar ama, asla bir medeniyet inşa edemez. Biz yıkmak için değil yapmak için varız. Kalemle sevgiyle fethedilemeyecek hiçbir kale yoktur çünkü. Tüm mesele kalemimizi ve sevgi ruhumuzu kaybetmiş olmamız. Yeniden kaleme ve sevgiye kavuştuğumuzda; çoğu zifiri karanlık gecelerin pembe şafaklarla doğacağı günler yakın olacak elbet, bu konuda ümit varız. Kavgamız kalem olunca dirilişimiz de yakın olacak. Yeter ki niyet halis akıbet hayır ola.
    Demek ki; kalemle verilen kavgalar toplumca kabul görür her daim. Kuru kavgalar hep geçicidir. Çünkü kuru kavgaların kazandığı başarıyı bir başka kavga bertaraf edebiliyor. Fakat sözle, yazıyla verilen mücadeleler ebediyete taşınır. Yani geçici olmaz, kalıcıdır. Hele hele beyinle kol bir araya gelince aksiyon doğar ki, bu aksiyonun önünde hiçbir engel duramaz. Beyinle kolun bir araya gelmesi nadir vakalardan sayılır, hem de biranda gerçekleşmesi de zordur. Ah bir gerçekleşse toplumun sıhhate kavuşması an meselesi demektir ki, bu durum medeniyet demektir, aynı zamanda yeniden diriliş muştusudur bu. Aksiyon (beyinle kolun bir arada olması) bir güçtür. Bu güce sahip olamayan devlet kolay kolayda medeniyet olamıyor.
    Tarihte görülen kan ırk kavgaları bir değer ifade etmediğini cümle âlem bilmekte. İnsanlara şahsiyet kazandıran ne madde, ne de kandır. Yine hakeza kitlelere yücelik veren ne biyolojik yapı ne de paradır. O halde tek değer insanlaşmaktır. İnsanlaşmak biyolojik kavgaların esaretinden kurtulmak demektir.
    İmam-ı Azam hem Emeviler hem de Abbasiler zamanındaki halifelerin kadılık teklifini reddetmiş. Sebebi ise onların zulümlerine alet olmak endişesiydi. Maalesef İmamı Azam, Halife Mansur zamanında hapishanede şehit edildi. Oysa O uğradığı zulme rağmen kavgasını isyana dönüştürmemişti. Üstelik Müslüman kanı dökülmesine de meydan vermemişti. Kavgasını kalemiyle ispatladı, nitekim en büyük hukuk âlimi özelliği ile çağımızı da ışıklandırmaya devam ediyor. Onun içtihatlarıyla Müslümanlar meselelerini çözmeye çalışıyor hala. Bugün Halife Mansur’un adı konuşulmuyor, ama konuşulan Ebu Hanife’dir. Onun kalem kavgası hem tarihe hem bugüne hem de yarınlara mal olacaktır. Zulüm işkence hiçbir devirde payidar olamadı, olamayacakta. Resulüllah(s.a.v); Cihadın en faziletlisi zalim sultana karşı hak kelamı söylemektir. (Nevevi, Müslim Şerki-Kitab İmaret) diyor. İmamı Azam bu hadisi şerifin mana ve ruhunu bizatihi nefsinde yaşayan bu uğurda şehit olan fıkıh üstadımızdı.
    İmamı Hanbelî’de Halifeye itaat etmemiş, Halife Mu’tasım Billâh, İmamı Hanbelî’den Kur’an’ın mahlûk olduğuna dair inanmasına ve fetvaya zorlamış. Tabiî ki o büyük bir âlim kabul eder mi, kabul etmeyince olanlar oldu kendisiyle birlikte yedi yüz âlimde şehit edilmiştir. Hâsılı O da kavgasını isyan üzerine kurmadı, kalemiyle, sözüyle itaat etmemekle bedel ödediler. Ehlisünnet âlimlerinde görülen ölçü; hak ve hakikat dışı olan her şeye itaat etmemektir. İsyankârlık onların hayatlarında görülmediği gibi kabulde görmez. Bütün işkencelere karşı sabırla katlanmak düsturu esastır. Bu arada unutmamamız gereken İtaat ile isyanın ayrı şeyler olduğu gerçeği, yani ikisini birbirine karıştırmamalı. İslam, sultana itaati emretmekle beraber, bu itaati mutlak da kılmamıştır. Resulüllah (s.a.v); Allaha isyan olan şeyde kula itaat edilmez. İtaat ancak maruftadır buyuruyor.
    Fetava-i Hindiye kitabının yaprakların çevirdikçe Emri Bi’l Ma’ruf ve nehyanül Münkeri:
    ‘’—Ümera el ile
    —Ulema dil veya kalemi ile
    —Avam-ı Nas kalbi ile yapar’’ tarzında yorumlanmaktadır.
    Peygamberimiz(s.a.v)’in; ‘Bir yerde kötülük gördüğünüz zaman elinizle, elinizle gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz ediniz ki, bu imanın en zayıf derecesidir’ hadisi şerifleri sanıldığının aksine bu yetkinin uluorta herkese verilmediğinin gerçeğini Fetava-i Hindiye eseri sayesinde öğrenmiş oluyoruz böylece.
    Kuvvet kanundadır. Kanunu tatbikte devletin görevidir. Kişiye adam öldürme yetkisi verilmemiştir, devletin idam cezaların uygulamada yetkisi vardır sadece. Fertlerin bu işe kalkışmaları anarşi doğurur. Bir âlimin görevini cahilin yapmaya kalkışması da fikri anarşiye yol açar çünkü.
    Görüldüğü gibi İmamı Azam, İmam Hanbelî gibi nice âlimlerin kavgası isyan üzerine değil, sadece Allah isyan durumunda itaate etmemek kavgasıdır. Onlar İtaati Emri’bil Marufta bulmuşlar ve hayatlarında uygulamışlarda. İsteselerdi bir işaretle kitleleri isyana sürükleyebilirlerdi, ama o büyük zatlar buna tevessül etmedikleri gibi zulme uğrama pahasına da olsa kendilerine uygulanan tüm işkencelere karşı sabırla karşılık verdiler. Canları can kafesinde emanet bilip isyana girişmediler. İşte hakiki iman kavgası budur.
    Bediüzzzaman’da bütün haksızlıklara karşı mahkemelerde hukuk kuralları çerçevesinde savunmasını yapmış, hiçbir talebesini isyana teşvik etmemiştir. Yirmi sekiz sene hapis hayatı yaşamış, sürgün ve çilelere muhatap kalmış, buna rağmen isyan etmemiştir. Bu yüzden kanuni yollardan kalemi ile mücadelesini veren Said Nursi’den insanlığın nice alacağı dersler olsa gerektir. Kocaman yüreğindeki ışıkla bizim ondan daha çok öğreneceklerimiz var. Sözün ve kalemin gücünü daha yeni fark ediyoruz onun sayesinde. Öyle ki, O inancını savurmuş doğurgan toprağa, rüzgârlar da bereketli toprağa eşlik ederek Risale-i Nur hakikatlerini ötelere taşımış. O kutbul aktab kabul ettiği Abdülkadir Geylani ve İmam-ı Rabbani Hz.lerinin ruhaniyetlerinden aldığı feyizle karanlığı ışığa çevirmeyi başaran zattır. Nice beşeri tabular ve putlar hep kalem ve sözle yıkılmıştır usul usul. Risale-i Nur billurları ile buluşan bir kısım insan ümit tazelemiş böylece. Demek ki yüreği yürekmiş, en büyük şansı da kendisinden önceki nice ehlisünnet âlimlerin himmet ve bereketlerinin üzerinde tesir yapmasıdır. Onu için kalemin esprisini iyi anlamamız gerekiyor.
    İşte, kalemin gücünü gördükten sonra başımızı kuma gömüp, o kadarda karamsar olmaya da gerek yok, zira ümitsizlik en büyük felaket. O halde Said Nursi Hz.leri gibi aydınlık fenerleri olduğu sürece ümit var olacağız.
    Bediüzzaman, kendi çağında bütün kötülüklere karşı mücadele veren büyük bir deha örneği. Dünyada dikensiz gül bahçesinin olamayacağını hayatıyla ispatlayan kendi coğrafyamızdan fışkıran yeni nesle örnek bir remz. Hayatı boyunca hep deccallara (kalemsizlere) karşı çıkarak gözünü kırpmadan meydan okuyan bir volkandır. O önce susmuş, ama sabrını zaman zaman zorlayanlar olmuş, o zamanda bir volkan gibi patlayarak ihanetleri bala çevirmiş. Kalemiyle bütün kaleleri yıkmış ve bu yüzden adı tarihe geçmiştir. Kelimenin tam anlamıyla kalem (Risale-i Nur ), Said Nursi Hz.lerinin elinde çağımızı aydınlatan üniversiteye dönüşmüş.

    O aynı zamanda ateş olmuş yüreği ile geleceğe yol göstermeye devam ediyor, edecekte. Çünkü O gönüllerde hala taptaze, geleceğe miras bıraktığı Risale-i nur ışığı sönmeyecek gibi. Risale-i Nur ışıksız kalan hayatın güneşidir bu yüzden.
    Bediüzzaman’ın verdiği kavga ile diğerlerinin kavgası arasındaki fark da iman hakikatleri uğruna yapılan mücadeledir. O iman hakikatlerini diliyle, kalemiyle hayata geçirdi. Başkaları için ses veya tılsım olan kelimeler, Said Nursi’nin dilinde ve kaleminde silahtır adeta. Bu bildiğimiz ateşli silahlar değil, iman ve gönlün ifadesi olan bir yürek silahıdır. Haşir risalesini okuyan bir gayri Müslim hemen telaşa kapılır ve heyecanla etrafına:
    —Derhal şu ahiret risalesini yok edin, der. Az daha okusam ahiret sokaklarında dolaşır olacağım dercesine üstadın kaleminin etkili olduğunu teyit etmiştir.
    Hâsılı Din mazlumları diye andığımız nice âlimlerimiz zulme uğradılar. Hatta bir kısmı da canından olmasına rağmen bugün anlıyoruz ki kazanan zulüm kavgası değil, kalem kavgasıdır. Onlara zulmü reva görenlerin ismi dahi zikredilmezken kalem mazlumları her devirde yaşıyor, yaşamaya devam edecekte.
    Peygamberimizin Âlimlerin mürekkebi şehit kanlarından üstündür dediği hakiki kalem erbabına ne mutlu. Vesselam.

  7. Yazan:TT Tarih: Nis 15, 2008 | Reply

    Fuatogl: Ha 1 Mayıs da da birşey çıkmaz, “normal” olmuşun ötesinde. Artık çaktırıldı, heyecanı kalmaz, masrafa da girilmez.

    Kesinlikle doğru..
    Toplum bu oyunları artık çaktı.
    Eski yöntemlerin bir işe yaramayacağı ayan beyan belli…Kullanılıp atıldı..
    Provokatörlere de buradan duyuruyorum fuat beyin dediği gibi masrafa değmez…: )

    Filmin adı bence “Türkiye kabuğunu kırarken…” olmalı…

  8. Yazan:turan çevik Tarih: Nis 15, 2008 | Reply

    içimdeki acccaayip küfür etme ve hakaret isteğini henüz giderememişken bi de ne göreyim??
    anam anam anam….
    akdeniz üniversitesinde adamın birisi zavallı kürt çocuklarına saldırmamış mı?
    adam silah çekiyor (silah,bıçak,satır siyasi simge değildir girebilir)
    sen kalk zavallı öğrencilere şiddet kullan.
    yakışıyor mu ??
    yahu odada iki kişi varsa ve birisi gaz çıkarmışsa ikisi de bilir ki kim çıkarmış..
    şimdi devlette bilir ve orada öğrenci ayaklarına yatan (ve diğer akranları aksarayda pavyon işleten,kadın pazarlayan,taksimde türkü söyleyen ve daha küçükleri ise onun bunun çantasını kapan …………..) serserilerde bilir ki olay ‘kız meselesi’ soslu ülkücü-kürtçü kavgasıdır.
    -ben de bu sakallı kişiye kızdım küfür ettim iyiden iyiye..
    kürt kardeşlerimi üzmee..
    gelirim oraya haaaaa..

  9. Yazan:beddavi Tarih: Nis 19, 2008 | Reply

    bayatlamış işler bu işler demekki derin çetelşer dangalakça işlerin içindeler.. rektör cevap ver bakalım bu çakalları nasıl içeriye alıyorsunuz??? başıörtülü hanımlara karşı duvar olan güvenlişkçilerin kulağı mı çekildi he??

  1. 3 Trackback(s)

  2. May 2, 2008: 1 Mayıs Çatışma Bayramı Kutlu olsun : Derin Düşünce
  3. Ara 12, 2008: En çok “sevilen” yazılar… : Derin Düşünce
  4. May 1, 2016: 1 Mayıs Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin