RSS Feed for This Post

Hıristiyan birliğini bozalım!

bayraklar_eu.jpgTürkiye’nin AB üyeliği kadar Avrupa ülkelerini bölen, birbirine düşüren bir konu olmadı. Gündemdeki hemen her konu Avrupalı siyasi partilerin sağ-sol ayrımına uygun tartışılırken Anadolu “kıtası” adeta güneydoğudan gelip tosladı Avrupa kıtasına ve aslında Avrupa’da hep var olmuş olan bir çatlağı, bir fay hattını ortaya çıkardı.

Avrupalıların kafalarını fena halde karıştırdık bugünlerde. Hep aynı soruyu soruyorlar birbirlerine : “Biz kimiz? Ne olmak istiyoruz?” Bir kimlik bunalımıdır gidiyor.

Aslında sorun Türklerde değil AB’nin Avrupalılarca algılanmasında. Kısaca özetlemek gerekirse Avrupalılar “Avrupa Birliği” ile gelinin yüzünü görmeden, görücü usulü evlendiler.. AB projesi halka barışın ve refahın garantisi olarak sunuldukça ( veya satıldıkça?)  her Avrupalı bu kavramın içini istediği gibi doldurdu. Tabi gerek Jean Monnet  ve Robert Schuman gibi bu projenin liderliğini yapan devlet adamları gerekse iş çevreleri belli bir vizyon sahibiydi ama hepsi bu hiç bir zaman halka “inmedi”.

Meselâ bir çok Fransız için AB hâlâ bir tür şato-kilise. İçine sığınılacak, kapısı kapandı mı bütün korkulan şeyleri dışarıda bırakacak bir yapı : Küreselleşme, işsizlik, terör, göçmen işçiler ve tabi İslâm. Hani Maginot hattı gibi bir duvarla çevirelim desek koca kıtayı, kabul edecekler.

AB bir Hıristiyan kulübü mü?
Bu sorunu cevabı ne evet, ne de hayır. Elbette papalık ve ona yakın çevreler böyle bir ideal gördüler AB projesinde. Vatikan’ın yanı sıra tamamen “masumane” bir çerçevede birçok Avrupalı %100 Hıristiyan bir yapının çok dinli bir birliğe bakarak daha güçlü olacağını düşünüyor.

Ancak bunun tersini düşünen ve savunan gruplar da en az birinciler kadar kuvvetli. Üstelik İslâm’ın batıdaki imajı bu denli karalanmış, terörizm ile özdeşleştirilmeye yaklaşmışken.

Birinci grup bütün çabalarına rağmen içe kapanmayı, etnik ve dini kimliklere sarılmayı desteklediğini gizleyemiyor. Nitekim Fransa’da Türkiye’nin üyeliğine en güçlü muhalefet Jean-Marie Le Pen gibi aşırı sağcı ve Philippe de Villiers gibi koyu Katolik çevrelerden ve bunların uydularından geldi. Bu liderler on yıllardır AB’nin kuruluşuna da muhalefet ettikleri için Türk muhalifi sözleri halkın gözünde sınırlı bir yankı bulabiliyor ancak. Zira uzun yıllardır Afrikalı, Yahudi ve Müslüman düşmanlığı söylemleriyle ön plana çıkan aşırı sağcı gruplar sadece işsizliğin arttığı kriz dönemlerinde oylarını arttırabiliyorlar.

Türkiye’nin üyeliğini savunanlar ise rotalarını demokrasi ve insan haklarına çevirmiş aydınlar ve politikacılar. Yahudi asıllı tarihçi Alexandre Adler bunların en önemlilerinden biri. Javier Solana Daniel Cohn-Bendit ve Paris’teki konferanslarına da katıldığımız Didier Billion bu güçlü isimlerden sadece bir kaçı.

Biz Türklerin de kafası karışık
Bu kimlik konusu bizim için de uzun zamandır bir muamma. Son zamanlarda yeniden yoğunlaşan milliyetçilik, Osmanlılık tartışmaları aslında hiç eksik olmadı Türkiye’nin gündeminden. Müslüman ama Iran gibi değil, Türk ama Kazakistan gibi değil, Karadeniz ülkesi ama ne Ukrayna’ya benzer ne Gürcistan’a. Balkan ülkesi ama orada da atipik.

Bazı batılılar bize bir köprü rolü bulmuşlar. “Doğu ile Batı arasında bir köprü”. Yani iki farklı “şey” arasında bir köprü, üzerinden gelip geçilen “üçüncü bir şey”. Kanımızca bu köprü benzetmesi Türkiye’nin bir ülke, üzerinde yaşayanların da insan olduğunu yeterince vurgulamıyor.

Ayrıca Türkiye’de yaşayan insanlara baktığımızda öyle edilgen, başına gelene katlanan insanlar değil hayata dört elle sarılan hatta dişleri ve tırnaklarıyla yapışan, mücadeleci bir halk görüyoruz. 1999 depremi ve izleyen ekonomik krizin altından kalkamayacak birçok gelişmiş ülke var Dünyada. Bir de 2007 Türkiye’sine bakın!

Türkiye için söylenebilecek sözler hep en, ilk, tek ile başlamak zorunda:
1) İslâm âleminin EN büyük ekonomisi,
2) NATO’nun, OECD’nin ve daha birçok kuruluşun İLK ve çoğunlukla TEK Müslüman ülkesi,
3) Rusya, Çin ve Iran arasında sıkışmış Türk âleminin denizlere açılışı olan TEK ülkesi,
4) Balkanların EN büyük ülkesi,
5) Son 4 yılda Çin ile beraber Dünyanın EN hızlı büyüyen ekonomisi,

Liste böyle uzayıp gidiyor. Eğer AB üyeliğimiz gerçekleşirse yüzölçümü olarak AB’nin en büyük ülkesi olacağız. Nüfus olarak da 85 milyonluk Almanya’yı geçmemiz çok uzak bir ihtimal değil.

Hıristiyanlık ve Müslümanlık ne kadar ayırıcıdır?
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalılar kadar Türkler de kapıyı sık sık tarihten açıyorlar. Ayrı uygarlıkların, kültürlerin çocukları olduğumuzu dile getirenler pek çok.

Peki biri Türk-İslâm diğeri Avrupalı-Hıristiyan iki medeniyet varmış gibi konuşmak ne derecede sağlıklı? Meselâ “Hıristiyan” kelimesinin ilk telaffuz edildiği yer Antakya. Yahudi Yunanlıların MS 300’lere kadar konseyler toplayarak temellerini attıkları Roma Kilisesi’nin, Avrupalı anlamda Hıristiyanlığın doğduğu yer Türkiye. Mekke ve Medine nasıl İslâm’dan ayrılamaz ise Hatay, İznik, Kapadokya, Kadıköy de öyle ayrılamaz Hıristiyanlıktan.

Diğer yandan asırlarca Osmanlının bir parçası olmuş Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’nın tarihini komünizmin çökmesiyle başlatabilir miyiz? Peki ya Endülüs’te 8 asır süren İslâmî varlığı ve bu varlığın Avrupa kültürü üzerindeki izleri nereye koyacağız?

Bir konuşmasında İngiltere eski dışişleri bakanı Jack Straw’ın belirttiği gibi :

“Bir Türk şehri olan İstanbul, yüzyıllarca Hıristiyanlığın bir merkeziydi; bugün de bu şehir zengin bir Hıristiyan (ve Yahudi) mirasını elinde tutuyor. Aziz Paul’ün Efes’teki kiliseye yazdığı mektup, Hıristiyan İncil’inin bir parçasıdır. Ayrıca İslam inancı, yüzyıllardır olduğu gibi Avrupa’yı şekillendirmeye devam ediyor. İslam medeniyeti, Avrupa’nın karanlık devirlerinden bu yana eskilerin bilgisini canlı tuttu. Güney Avrupa boyunca Avrupalı Müslümanların mirası mimari, müzik ve dilde hâlâ canlıdır”

Tarihi bağları bir yana bırakıp bugüne bakacak olursak Avrupa birliğinin 25 ülkesinde 15 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. En fazla Müslüman bulunan ülkeler şunlar:

1) Fransa 6 milyon,
2) Almanya 3.5 milyon,
3) İngiltere 2 milyon,
4) İtalya 1.2 milyon

Buna eğer Rusya’da yaşayan 26 milyon Müslümanı da katarsak 40 milyonu aşan bir rakama ulaşırız komşu Hıristiyan diyarında ki bu meselâ Sudan, Cezayir, Fas, Afganistan, Özbekistan, Irak, Malezya veya Suudi Arabistan gibi ülkelerin nüfuslarından daha yüksek bir nüfus teşkil eder.

“Hıristiyanlarla Müslümanlar bir arada yaşayamaz” demek hem bu 40 milyon din kardeşimize hem de eşimiz, işçimiz, komşumuz veya patronumuz olan 400 milyondan fazla Avrupalı Hıristiyana büyük haksızlık olur. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi :

“Müslüman kimliği, Türkiye’nin genelde Batı özelde de Avrupa ile yoğun ilişki içerisine girmesine engel teşkil etmediği gibi Avrupa kurum ve kuruluşlarına üyeliğine de engel olmamıştır. Türkiye’nin üyeliği, Avrupa halklarıyla Müslüman bir ülkenin ortak evrensel ve demokratik değerler temelindeki uyumunun bir nişanesi olacaktır. Bu, bir yandan Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman’ın ev sahibi toplumlarla daha iyi kaynaşmasına yol açacağı gibi diğer yandan da ortak değerler etrafında bir araya gelen Avrupa’nın Müslüman toplumlarla ilgili önyargıları aşma konusundaki ciddiyetini Müslüman dünyasına gösterebilir. “

 

Sonuç
Avrupa Birliği projesi tanımlanması bitmemiş bir projedir. Türkiye’nin üyelik için bastırması ilerici Avrupalılar ile gericiler arasındaki güç çatışmalarını su yüzüne çıkardı. Bu yeni ve dinamik durumdan Türkiye için istifade edilebilecek durumlar doğdu. AB projesinin tarifini ve inşasını kendi lehimize ve her iki toplumun yararına çevirmek mümkün artık.

80-100 milyona erişecek olan nüfusu, dinamik ekonomisiyle Türkiye’nin ve Türk milletinin AB içinde eriyip yok olması söz konusu olamaz. Tam tersine Türkiye Fransa ve Almanya ile birlikte direksiyona oturacak güçte ve potansiyelde bir ülke.

Türkiye’de yaşayan insanların unutmaması gereken şeylerden biri de şudur : Bugün Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanlar dün İspanya ve Portekiz’in üyeliği için de şiddetle direnmişlerdi. Doğu Avrupa ülkelerinin de kabulü kolay olmadı.

Türkiye’nin üyelik sürecinin uzaması veya yavaşlaması “Türkler istenmiyor” gibi yorumlanmamalıdır. İki büyük şirket birleşirken bile yıllar süren pazarlıklar yapılırken Dünya tarihini etkileyecek bir olayın 40 veya 50 yıl alması gayet normaldir.
AB’nin fanatik ve saldırgan bir Hıristiyan birliğine dönüşmesi elbette ihtimal dahilinde. Ama bundan korunmanın en iyi yolu ona katılmak, içeri girmek değil mi?

Meselâ eğer bir kaç büyük Müslüman ülke ABD ile AB üyeliğine benzer, güçlü ilişkiler kurabilmiş olsalardı belki de Neocon grupların güçlenmesini ve Irak’ın işgalini önleyebilirlerdi. Türkiye’nin AB’ye girerek Müslüman âlemine sağlayabileceği büyük bir fayda da Neocon renklerinde kurulabilecek bir AB hareketinin önünü kesmek olamaz mı?

Kanımızca bunun en iyi yollarından biri AB ile ortak projeler oluşturmak, Müslümanların can ve mal güvenliğini basta AB olmak üzere bütün Dünya için kıymetli hale getirmek olmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin AB üyeliği yönündeki çabalarının Müslümanları İran’ın atom bombasından çok daha iyi koruyacağı kanaatindeyiz.

Bu kolay olmayacaktır elbette. Ama başarıldığında bilgi ve becerisi, dolayısıyla satın alma gücü artmış Müslümanlar potansiyel terörist değil potansiyel müşteri olarak görülecektir. Müslümanlarla savaş değil ticaret ve işbirliği daha cazip hale gelecektir büyük güç odakları için.

Bunun ölçüsü nedir? Kişi başına düsen milli gelirin AB seviyesine yaklaşmasıdır. Yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012 için koyduğu hedefin sadece Türkiye için değil bütün İslam âlemi için gerçekleştirilmesi.
 

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:Haydar Tarih: Eyl 3, 2007 | Reply

    Tesekkurler Sayin Yilmaz.

    Müslümanlar potansiyel terörist değil potansiyel müşteri

    sozunuz hem bu konuyu hemde pek cok tartisilan diger konunlarin can alici noktasini ozetliyor.
    20 ve 21 Yuzyilin surukleyici ekonomik sistemi olan (seversiniz yada sevmezsiniz) Kapitalizm bu cumlenizin dinamigi ile varligini surduruyor.
    ***

    Almanyanin Grundig veya Japonyanin Komatsu yada Amerikanin IBM firmasinin patronlarina sorsak…
    -Kardes, Turkiyenin Afganistan kadar fakir bir ulke olmasinimi istersin yoksa Italya kadar zengin bir ulke olmasini istersin? sorusunun cevabi hic kuskusuz: Zengin olsun, cunku o zaman benim urunumu satin alir. Yani benim icin daha onemli pazardir.
    Bu yorumu yaparken Turkiyedeki insanlarin dini, dili, etnik yapisi, kara kasi-kara gozu hic farketmez.
    Kapitalizm ZENGIN VE TUKETICI TOPLUM ISTER.
    ***

    Peki o zaman basta Fransa ve Hollandanin gonulsuzlugunun sebebi nedir?
    Her iki ulke de ciftci basina en yuksek “AB tarim subvansiyonu” alan ulkedir. Yani her yil AB hazinesinden bunlara buyuk miktarda destekleme yardimi gider. Kisacasi onemli bir tarim ulkesi olan Turkiye Fransiz ciftcisi icin bu parayi paylasacak olan bir RAKIP dir.

    Dolayisi ile ortada bir celiski mevcut.
    ***

    Sarkozy nin secim oncesi ve secim sonrasi agiz degistimesinin kismen sebebi burada yatar.
    Secim sirasinda oy veren ve sayica bayagi yuklu olan ciftciler icin populer soylem: Turkiyeyi istemiyoruz.
    Fakat kapitalist guc; hudutlarin ve burokrasinin olmadigi, AB ye uye 70 milyonluk pazara agzi sulanarak bakar. Ve onlar: Turkiyeyi istiyoruz der.
    ***

    Diger AB ulkelerinin Turkiyeyi destekleyip desteklememekteki gerekceleride basta bu iki katagorik yaklasim olmak uzere cesitli otantik nedenlerden dolayi degisir.
    Ornegin Italyanlar pek ahim sahim olmayan otomobillerini Ingiltereye, Almanyaya, Isvece vs pek satamazken Turkiyede alicisi vardir. Polonyanin cok yuksek kalitesi olmayan urunleri Almanyada pazar bulmakta zorluk cekerken Turkiyedeki pazar zorlugu azdir. Dolayisi ile Italya, Polonya, Ispanya vs gibi ulkeler Turkiyeyi destekler.
    Bazi Iskandinav ulkeleri demokratik gerekcelerle, Yunanistan krizsiz komsu gerekcesi ile isterken, tum ulkelerdeki issizler/potansiyel issizler ordusu buna karsi cikar.

    Sonucta nereden bakarsaniz bakin hemen hepsi ekonomik hesaplar sonucunda alinan tavirlardir.
    Cok az miktarda onemseyenler olsada; Islam isin bahanesidir.

  3. Yazan:arif Tarih: Eyl 3, 2007 | Reply

    Mehmet bey, Türkiyede son dönemde yaşananlar
    aslında Özal sonrası yaşananların mutlu bir sona ulaşma halidir denebilir. Türkiye sokaklarında kısa pantolanla oynayan halk çocuklarının, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak
    milletini yönetme zirvelerine, yine milletçe taşınma
    bayramıdır bir bakıma.Bu cumhuriyet ve
    demokrasi bayramıdır. Şimdi sivil bir anayasa
    ile taçlanacak bu bayram. Bu yola Atatürk ile
    çıktık, Menderes ve Özal ile adeta tırnaklarımızla kazıdığımız bu yolda,Erdoğan, Gül ikilisi ile zirveyi yakaladık. Özal kendine
    güvenini AB ye tam üyelik başvurusu ile göstermişti. Erdoğan ve Gül de aynı güven ile
    yolun doğal adresi olarak AB ile bütünleşmeye çabalıyor. Bu kulübün üyelerinde halk çocukları
    babası sakallımı, tekne kaptanımı bakılmadan en
    yükseğe çıkabiliyor. Başka hangi saikler bizi frenlese, moralimizi bozup küstürsede sırf bu
    gerçek bile Erdoğan ve Gül ile Özalın AB gayretini anlatabilir. Eğer demokratik ve ekonomik çıtasını yükseltmiş bir Türkiye AB ye tam üye yapılmaz ise, yazınızın başlığındaki
    kehanet gerçek olur ve AB dağılır. İnsan hak ve
    hukukunun evrensel savunuculuğu iddiasından vaz
    geçmek zorunda kalır. Doğunun değerlerini batıya, batının değerlerini doğuya aktaracak bir meziyete sahibiz. milyonlarca arapça okuyup yazan yurttaşımız var. Latin alfabesi kullanıyoruz. Milyonlarca yurttaşımız batılı ülkelerde yaşıyor. Ticaret yapıyoruz. Turizm ve
    ihracat gelirlerimizin yüzde yetmişi bu ülkelerden. ve biz herşeye rağmen doğuluyuz.
    Doğunun yüksek manevi değerlerinede aşinayız.
    Belleğimizi hiç yitirmedik. Geleneksel yaşantı
    hala sürüyor, müzelik olmadı ve artık koruma bilincide oluştu. İslamın barış dini olduğunu
    anlatmaya bile gerek duymuyoruz yaşıyoruz çünkü. Ramazanda ne kutlu yardımlaşma ve kültür
    şahikaları sergileyeceğiz. AB eğer kör bir islam düşmanlığına kapılıp Türkiyeye sırtını dönerse bir büyük medeniyetle kaynaşma talihini
    kaçıracaktır. Yüzlerce Avro ödeyip müzelerde kokladıkları değerler, Adeta açık bir müze olan Anadolumuzda yaşıyor zira. Neo-Con haçlı çılgınlığını rehber edinenler ve muarrızları
    değilde, tanışıp kaynaşma yanlıları kazanır diye umuyorum. Gelin tanış olalım/ işi kolay tutalım diye boşuna söylenecek değil ya Yunusumuz…

  4. Yazan:Caglar Sarihan Tarih: Eyl 4, 2007 | Reply

    Mehmet Bey,
    Umarim AB’ye girdigimiz gun zaten bircok konu uzerinde ilerlemis oluruz da diger AB ulkeleri de bizleri ornek alirlar…

  5. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Eyl 4, 2007 | Reply

    Bu linkte hem avrupali politikacilarin hem de Tarik Ramadan, Mehmet Altan gibi aydinlarin Türkiye’nin üyeligi üzerine kaleme aldiklari yazilar var. Taraftar ve karsit argümanlari vermesi açisindan okumaya deger:

    http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/import.do?abyolundaturkiye

  6. Yazan:Kayhan Sarica Tarih: Eyl 5, 2007 | Reply

    AB ve ABD hiristiyan klubudur. Bizim bunlarin arasinda isimiz yok. Neden bu fikirleri savundugunuzu annamadim.
    Ne mutlu Türküm diyene (Ulu Atatürk)

  7. Yazan:mustafa Tarih: Oca 15, 2010 | Reply

    nasıl bir zihniyettir anlamıyorum avrupa birliği dediiniz şey müslümanları terör olarak görürken hala niye biz onlara gitmeye çalışıyoruz ki ve dünyanın en zengin topraklarında yaşarken başımıza gelenler para deyilde görevlerini düşünüp uygulasa ab bize yalvarır gelindiye yaşadığımız toprağa değer biçmeye insanın aklı yetmez buna emin olun arkadaşlar

  8. Yazan:Mustafa Tarih: Oca 15, 2010 | Reply

    yukaridaki “mustafa” isminde yazan sahs bu sitede eskiden beri “Mustafa” ismi ile yazan sahs ile aynisi degildir.

  9. Yazan:proudhon Tarih: Oca 15, 2010 | Reply

    Mehmet Bey selamlar. İki şey var affınıza sığınarak. Birincisi, yüzdelik rakamlar verdiğiniz bu müslüman, hristiyan, yahudi, budist v.s topluluklar içindeki agnostik oranı nedir? İlk bakışta alakasız gibi görünebilir ancak takdir edersiniz ki siz sınıflandırma yapabildiğiniz gibi başkaları da yapabilirler ki bu kadar kalabalık bir dünyada karmaşayı yaratan da bu. İkincisi Türkiye’de yaşayan insanlara yaptığınız itidal çağrısı. Niyet iyi ama öyle bir dil kullanmışsınız ki sadece devlet olan kullanır. Yani hep birlikte sivilleşmeye çalışırken, telkinleri bireyin refahı üzerinden yapmak, devlet veya ülkenin global başarısı üzerine yapmaktan daha şık olur gibi. Saygılar.

  10. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Oca 15, 2010 | Reply

    Selamlar Prudhon,

    Yaziyi yazdigimdan beri AB’nin durumu kötülesti. Böyle giderse zaten AB bize basvuracak “Türkiye’ye katilalim” diye 🙂

    dostlukla

  1. 2 Trackback(s)

  2. Eyl 28, 2007: Fikir otobanına doğru : Derin Düşünce
  3. Kas 23, 2007: Türk Korkusu : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin