RSS Feed for This Post

Kurumsal Dayanışmadan Sosyal Çatışmaya (Vesayetçiliğin Doğuşu)

M. İkbal Tuna
Pakvizyon.com 

Ülkemizde kamu personelinin özellikle de güvenlik mensuplarının (asker ve polis) kendi içersinde yoğun mesleki sosyalleşme ve mesleki dayanışma sonucunda ciddi şekilde sosyal çatışma ve giderek sivil toplumdan uzaklaşma meydana gelmektedir. Bu sadece kolluk kuvvetleri için geçerli olan birşey değildir. Her mesleğin kendi içine kapanıklığı sonucu, meslek dışındaki toplumla olan bağ da yavaş yavaş kopmaya başlamaktadır. Fakat meslek öncesi ve meslek hayatı döneminde bu en çok polis ve askerde göze çarpmaktadır.

Güvenlik mensuplarının büyük bir çoğunluğu 13-14 yaşlarında bu mesleğe adım atmakta olup, bu yaştan itibaren aileden ve sivil toplumdan soyutlanmakta ve yaşamının geri kalan kısmını üniformalı, hiyerarşik ilişkilerin baskın olduğu ortamlarda geçirmektedirler. Yatılı ortamda geçen bu eğitim döneminde, yatılı ortamın doğası gereği masum sosyal ilişkiler olarak başlayan bu arkadaşlıklar bir yandan meslek mensuplarını müspet veya menfi menfaatler uğruna sıkı bir şekilde birbirlerine kenetlerken, bir yandan da onların topluma bakışını da şekillendirmekte olup ” biz ve onlar ” ayrımını genç yaşlarda hafızalara kazımaktadır.Kısacası, polis ve askerlerin öğrencilik yıllarında başlayan ve meslek hayatı boyunca da devam eden yopun bir mesleki sosyalleşme söz konusudur. Okul ortamında sürekli olarak vurgulanan devre psikolojisi ile aidiyet duygusu kökleşmektedir. Eğitim sürecinden başlayarak, sistemli olarak sivil toplumdan izole edilen güvenlik mensuplarında, kendilerini toplumun dışında ve farklı görme duygusu yerleşmektedir. Sekiz yıla (askeri lise,polis koleji-harp okulu,polis akademisi) kadar varan, uzun süreli bir eğitim ortamında yetişen güvenlik mensuplarının değer yargıları ile sivil toplumun değer yargıları çatışmaya başlamaktadır.

Bütün bu izolasyonları yakından bakmak gerekirse güvenlik mensuplarının eğitim ve meslek yaşantılarına bakmak zorundayız. Güvenlik hizmeti yürütülen yerlerde sivil personel sayısı yok denecek kadar azdır. Öğrencilik yıllarını toplumdan tecrit edilmiş bir şekilde geçiren güvenlik mensuplarının meslek hayatında da sivil toplumla ilişkilerinin zayıf olması, onları daha da kendi içlerine kapandırtmakdır. Bütün bunlara ek olarak devlet tarafından ” sosyal imkan ve sosyalleşme ” olarak sağlanan lojman, makam aracı, gazino, tatil köyleri meslek içi sosyalleşme ve dayanışmayı artırırken, toplum içi sosyalleşmeyi zayıflatmaktadır. Özellikle birçok kuruma tahsis edilmiş olan etrafı dikenli tellerle çevrilmiş site şeklindeki lojmanlar, polis ve ordu evleri, ucuz barınma ve tatil yapma imkanı sağlamak amacı ile kurulan tesisler, meslek mensuplarını özel yaşamlarında bile toplumdan uzaklaştırmaktadır.

Meslek öncesi ve mesleki yaşamlarını bu şekilde geçiren güvenlik mensupları, zamanla sivilleri potansiyel suçlu görme eğilimine kapılmakta ve kendi mensupları dışındakilere güvenmeme duygusunun tüm kurumlara yayılmasıyla kurumsal paranoya meydana gelmektedir. Böylelikle güvenlik sektörü ortamında “biz-onlar” hatta “dost-düşman” ayrımı meydana gelmektedir. Sivil toplumda var olan hukukun üstünlüğü, sivil otoriteye itaat, iletişim, diyalog anlayışlarına karşın güvenlik sektöründe var olan amir ve üstlere mutlak itaat, emir-komuta, üst her zaman haklıdır anlayışı çatışmakta ve böylelikle kurumsal paronoya da ciddi boyutlara ulaşmaktadır.

Gerek sivil toplumun güvenlik sektöründeki denetim eksikliği gerekse de güvenlikçilerin kendi içerisindeki sosyalleşmesi sonucu ciddi sorunlar meydana gelmektedir. Öğrencilik yılları ve meslek yaşamlarındaki tüm ihtiyaçları toplumdan alınan vergilerle karşılanan meslek mensupları, topluma minnet ve şükranla bağlanması gerekirken tüm bunları unutup her şeyi devlete mal etmektedirler. Halbuki devlet, kamu kaynaklarını kullanarak topluma hizmet eden soyut bir kavramdır. Bu yüzden hem asker hem de polis devletten önce topluma karşı sorumluluk taşımalıdır. Çünkü güvenlik güçlerini oluşturan personellere, vatandaşlardan alınan vergilerle oluşan kaynak kullanılarak maaş verilir ve silah temin edilir. Bir başka deyişle bu maddi kaynaklarla görevliler silahlandırılır. Bu yüzden güvenlik kurumlarında görev yapanlara tam olarak verilen isim “silahlandırılmış bürokratlar”dır. Buradaki silahlandırılmış olma noktasına özellikle dikkat edilmelidir. Zira silahlı olmayla, silahlandırılma arasında mühim bir fark vardır. Silahlanmada silahlanan kişi asıl öznedir. Silahını kendisi temin eder ve sonuçlarına katlanmak üzere bu silahı nasıl kullanacağına da kendisi karar verir. Silahlandırılma da ise durum böyle değildir. Çünkü silah başkası tarafından(halk) temin edilmiştir. Bu yüzden silahlanan kişi silahlandıran kişiye tabidir.Fakat yakın geçmişimize dikkatli bir şekilde bakıldığında açık bir şekilde görülecektir ki, yapılan tüm darbelerin altında “halka rağmen, devlet için ” zihniyeti yatmaktadır. 60 darbesine bakıldığında silahlar, silahlandıran kişilerin seçtiği temsilcilere doğrultulmuştur.

Tüm yaşamları boyunca sivil denetimden uzak yetişen asker ve polisler, güvenlik hizmetini üzerinde konuşulamayacak bir tabu aline getirmektedirler. Bu denetimsizlik ve meslek içi sosyalleşme sonucu bir tür dokunulmazlık meydana gelmektedir. Türkiye’de özel şartların varlığı ve ordunun modernleştirici rolünü öne sürüp, ordunun siyasette ve devlet yönetiminde etkin varlık olmasını meşrulaştıran zihniyetler de, yine toplumun askerle olan bağlarının zayıf olması ve tarihten gelen bir olgunun var olduğudur. Zira Türkiye’de güvenlik güçlerinin özellikle de askerin bu kadar “hikmetinden sual olunmaz” olmasının sebebi askeri vesayeti içselleştiren zihniyetlerin varlığı ve ordunun tarih sahnesindeki rolüdür. Örneğin İttihat ve Terakki hareketinin askerden çıkması, Kurtuluş Savaşı’nı yapanların ordudan olması, onu halk gözünde tartışılmaz kılmaya yetmiştir.Sivil toplum tarafından denetlenemeyen güvenlik kurumları zamanla, ülkenin ulusal çıkarları için tehdit oluşturmaktadır. Vatan ve milletin ali menfaatleri için yapılan darbelerin temelinde askerin eğitim ve meslek döneminde sivil hayatla olan ilişkilerinin azlığı dikkat çekmektedir. Askeri vesayetin doğası da yine sivil denetimsizlik, sivil toplumla olan irtibatsızlık ve meslek içi dayanışmadır.

 

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Tarih: Nis 13, 2007 | Reply

    İkbal TUNA,

    Bu saptamalara katilmamak imkânsiz.

    Türk Ordusu’nun ABD’deki gibi profesyonellesmesi hakkinda ne düsünüyorsunuz?

    TS

  3. Yazan:habil zaman Tarih: Nis 15, 2007 | Reply

    Mecut bir yapının; yeri geldiğ zaman amacının dışına çıkarak özüne karşı çatışma içine girdiği, bunun nedenleri üzerine öne sürülen sosyaleşme yanlışlığı sadece nedenler arasında en küçüklerinden bir tanesi olarak düşünüyorum.
    Bir insanın başka bir insanın canına kast etmesi, bu mağdurun kastedenin varlık sebebi olması olayı küçük yanlışlıklar sonucu oluyor demek çok iyi niyetli bir yaklaşım olrak görmek gerekir.
    Meydana gelen ve hepimizin hayatını olumsüz etkileyen bu olumsuz olayların müsebibi sadece bunları yanlış organize edenler değildir. hepimiz bu konuda süçlüyüz önce itiraf etmemiz kerekir, yoksa işin içinen çıkmamız zor görünüyor.
    Olay şu: Allah insanı herşeyin üzerinde ve değerli tutarken biz insanlar devleti herşeyin üzerinde tutuyoruz (KUTSAL DEVLET ANLAYIŞI) ondan sonra canımız yanınca da bunlar kimin vardır, kimin vergileriyle ayaktalar,silahlarını kim veriyor siz bizm için varsınız vs…
    Kusura bakmayın bizim sakat anlayışımızdan kaynaklaniyor bu olanlar ve olacak olanlar.
    Basit bir örnek vererek konuya devam etmek istiyorum: Biz erkek çocuklarımızı
    yetiştirirken; hep kahraman önüne geleni deviren kız çocuklarımızdan üstün tütan kızlara almadımız oyuncakları onlara alan küçükken yaptıkları terbiyesizlikleri görmemezlikten gelmeler, gördüğümüzde de erkektir yapar benim oğlum diyen biz değilmiyiz. daha küçük yaşta bile oyuncak silah eline verip çocuğun şiddet kullanmaya teşvik ederek büyüdüğünde ilk küfür ettiği annesi olmiyor mu? yetşkin olunca da babasını dövmiyormu?
    Ne alkası vardır bu olayın konumuzla diyenler olabilir. Bizde açıklamakla görevliyiz. Çocuğumuzu yetiştirirken insan sevgisini öncellemektense, insanlara üstün gelmeyi öncellediğimizden daha sonra başımıza bela ediyoruz.
    Tarihsel bir yanlışlığın kurbanları olrak yarınların daha güzel geçmesini istiyorsak kutsal olmyan şeyleri kutsallaştırmadan insana değer verelim.
    Derin düşünmeye devam…

  4. Yazan:ridvan Tarih: Nis 17, 2007 | Reply

    Sevgili Muhammet İkbal Tuna Bey,
    Teşekkür ederiz, kardeşlerimiz, ağabeylerimiz, komutanlarımız ve müdürlerimizi ve onların durumlarını ve ilişkilerimizi aktarmışsınız yazınızda. Her satırındaki doğru tespitleriniz ve belki bu durumu düzeltmek için yapılabilecekleri aramanız çok sevindirdi bizleri.
    Ben müsadenizle tanıdığım üniformalıları anlatarak yorum yapayım.
    Evet lojman, evler, makamlar, araçlar vs. gibi imkanları var onların ama olmalı gibide geliyor bana, bir polis, benimle güney doğu da görevliydi, terör müdürüydü ve ildeki olaylara, eylemlere, siyasi gözüken pkk yürüyüşlerini bastırmak bizlerin huzurunun bozulmaması için, vatanın bölünmesi amaçlı eylemleri bastıran polislerin başında bulunmuş ve yerel tv lerde görüntülenmişti, herkes tanımıştı onu, evet biz gurur duyuyorduk ancak o vatanımıza kastı olanlar, mimliyorlardı, kapısında nöbetçisi olmasaydı üç güzel kızı için endişelenerek faydalı olabilir miydi, bizlere, uğrunda şehit olmaktan korkmadığı vatanına. Benim akrabam değil ben işimi güzel yapmaya çalışıyordum, oda çok, tek amacımız çocuklarımıza huzurlu bir hayat vermekti ve dost olduk.
    Benim 20 yıllık iş hayatımda (turizm), saymaya çalıştım 2 Vali ,2 il emniyet müdürü 15 şube müdürü polis,2 General, 3 Albay, 5 emekli albay, abim, arkadaşım oldu. Emin olabilirsiniz biz iç içeydik, özellikle polisler çok içimizdeler di, zaten memurlar sivilden kısa bir eğitimle gelmiş, o devre, yatılı okul ilişkilerini yaşamamışlardı bile. Onun anneside benim annem gibi başını örtüyordu annelerimiz birbirimizin annesiydi. Lojmanda yaşayan Polis tanıdıklarım, arkadaşlarımda sanki başka mahallede oturuyorlardı sadece.
    Komşumuzun oğlu Mehmet polis memuru olmuştu. Ailesinden iyi terbiye almış, içinde Allah sevgisi olan, dürüst Mehmet bizdendi ve polis olarak bizim için, Vatanımız, ailemiz için o da çalışmaktan mutluydu. Polis arkadaşlarım ise mükemmel çocuklardı yine, ben kompleks tavırlarda görmedin onları, değişik illerde görev yapıyorlar şimdi ama inanır mısınız silah bile taşımazlar gerekmedikçe (ben görmedeim), hiçbir yerde kimliklerini söylemezler. Onlar çok bizdenler di, yanlışlık yapan, sapan arkadaşlar tabiî ki olacaktır, benim mesleğimde veya sizin mesleğinizde olduğu gibi.
    Hepimiz ve onlar; işlerimizi doğru yapmaya çalışırsak ve Allah’ımın emrettiği gibi kul hakkına özen gösterirsek, bu insanlarda bizden olur, zaten öylelerde.
    Komutanlarım biraz farklı belki, çok faklıydı onların okulları galiba, evet onlar farklı gözüküyorlardı bizden, okullarındaki eğitimdendir belki, Allah ismini, kardeş diye hitabı çok duymazdım belki ağızlarında, sizinde yazdığınız gibi, “güvenlik hizmetini üzerinde konuşulamayacak bir tabu aline getirmektedirler” daha fazla uyuyorlar bence askerlere. Asker arkadaşlarım ve ağabeylerimde gözlemlediği, inaçlarını gizli tutmaya çalışmaları idi, herzaman Atatür ismiyle söze başlarlardı, benim Gazim değilmiydi Mustafa Kemal oysa. İçlerinde olduğunu görüyordum, Allah, ana, aile, kardeş konuşmalarımız da. Ne varki üniforma altında sizinde aktardığınız gibi “İttihat ve Terakki hareketinin askerden çıkması, Kurtuluş Savaşı’nı yapanların ordudan olması, onu halk gözünde tartışılmaz kılmaya yetmiştir” tavrını farklılığını görüyordum. Yazdığınız gibi onlar tel örgü arkasında yaşıyorlardı, ama onlarda bizim kardeşimizdir ve bu 100 yıldır onlara yerleştirilen ve kalan hava, tavır düzelecek diye umarak ve ailemizin oğlu olarak aramızda , iç içe olacaklardır.
    Bildiğim şu ki, ben, siz ve toplumumuzun her ferdinde benzer tutumlar, gruplaşmalar, farklı bakmalar, ötekiler ayrımı görülebilmekteyiz. Ben kolej bitirdim, arkadaşlarımda o şımarıklığı gördüm ve tercih etmedim, yukarıdan bakmayı, farklı hissetmeyi. Farklı değildim çünkü, gece yatağıma yattığımda yine Allah’ın ridvanı, ailesine bağlı, doğruları kadar hataları olabilen, çalışkan kişiydim sadece, hafta sonları sanayide babamın atölyesinde çırak oluyordum, kendi isteğimle. Eski, her kesin bildiği kolej bana eğitim vermişti belki ama ben hala annemin küçük oğluydum, bugünde kızlarımın babası sadece. Arkadaşlarımın çocuklarıda babalarını sarılırken görmek istiyorlar hep.
    Bence evlat yetiştiren anne, baba çok sorumlu bu dikkat çektiğiniz tavır ve tutumdan. Annesinin elini Allah a teşekkür ile öpen bir general farklı, ayrı kalmak istemez, bizlerden.
    Sayın Tuna, ben insanları anlattıkça anlatırım. Şunu söylemek istemiştim, herkes olduğu gibi görünürse bu farklı tutıum ve ayrım kalmayacaktır.
    Teşekkürler, kolay gelsin.
    Sağlıkla Allah’a emanet olun.

  5. Yazan:M. İkbal TUNA Tarih: Nis 20, 2007 | Reply

    Merhaba arkadaşlar,
    Yorumlarınız için çok teşekkür ederim.
    Mehmet Bey Amerika’da askerin profesyonelleşmesi meselesi Batı ve Amerikanın geleneksel yapısında yatmaktadır. Her ne kadar ilk sivilleşme hareketi Osmanlı’da başlasa da(ahi teşkilatları) Avrupa tarihine bakıldığında sivilleşme hareketinin her zaman öne çıktığını görebiliriz.
    Her zaman halkın otoritesi, sivil iktidar, sivil örgütlenmeler ön plana çıkmıştır. Amerika’da ve Avrupa’da çok iyi derecede bir işi bölümü yapılmıştır. Yani asker askerliğini yapacak, doktor doktorluğunu yapacaktır. Asker siyasetçilerin ve halkın iç işlerine karışmayacaktır. Burada askerin karışmasının istenmemesinin sebebi ona güven duyulmadığından değildir. Altında yatan düşünce ise şudur “ ben sana savaşta güvenirim, sen güvenlik işlerinden sorumlusun” böylelikle meslekler arası iş bölümü de mükemmel bir şekilde yapılmış olur.
    Muhabbetle

  6. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 20, 2007 | Reply

    Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu sosyalleşme problemi ailede başlıyor. Kışlada hayatını disiplin ve emre itaat üzerine kuran psikoloji, eve de bu farklılaşmayı taşımak istiyor. Bu noktada çatışmalar başlıyor. Tanıdığım üç albay emeklisi var, birisi çocuklarını kemerle disipline ederdi, birisi yemek zamanında sofrada olmadı diye tabakları camdan dışarı atardı, çocuklarının traşsız gezmesi gibi bir konuyu devlet meselesi haline getiriyordu, bir diğerinin de devre arkadaşlarından başka bir sosyal hayatı yoktu.
    3.sayfa haberlerinde de cinnet geçirenlerin bir istatistiğinin yapılması lazım. Neden hep bu çoluğunu çocuğunu, karısını öldürenler polis veya asker çıkıyor? Bunun psikolojik altyapısı çok iyi araştırılmalı.

  7. Yazan:Talha CAN Tarih: Nis 21, 2007 | Reply

    İkbal Bey,
    gerçekten çok önemli birkonuya değindiniz. Kamu personeli hakkındaki ilk görüşüm bu yükümlülüğe giren insanların halıkın vergisiyle sosyal hayatlarını idame ettirdiklerini unutmamaları ve hizmetini kesinlikle esirgememeli. Yurdun hertarafı onlar için aynı olmalı. http://www.pakvizyon.com/?p=135
    Dediğiniz gibi profesyonelleşme de çok önemli, hala memleketimizde yıllar öncesinin polisliğini, asırlar öncesinin askerliğini yapan ve bu zihniyeti barındıranlar var.
    Muhabbetle…

  8. Yazan:Cân Araf Tarih: Nis 22, 2007 | Reply

    İkbal Bey,

    Lojman konusuna çözüm biraz sıkıntılı.Sonuçta bilindiği üzere Doğuda güvenlik sorunu var.Batıda bu sorun yok ama oradada geçim sıkıntısı var.Bu konudaki sıkıntı ciddi boyutta.Bunun için yarısı sivil yarısı kolluk kuvveti olan binalar yapılmalı diye düşünüyorum.

    Makam aracına gelince,bu durumun sadece ülkemiz için geçerli olduğunu görüyoruz.Avrupa’da böyle bir lüks yok.Sadece çok üst düzey yöneticilere(vali,belediye başkanı vb.) araç tahsis ediliyor ancak ülkemizde bu durum böyle değil.Emrinde 3-5 kişi olan herkes hemen makam aracına biniyor.Üstelik sayı bazen birle kalmıyor 2-3 oluyor.

    Dediğiniz gibi güvenlik hizmetlerini yürüten kamu personeline büro işlerini yaptırtmak tamamen mali külfet.Trafik polisi saatlerce egzos gazına maruz kalıp sağlını tehlikeye atıyor ve büroda yazı yazan polisle aynı parayı alıyor.Bu örnekleri çoğaltmak malesef mümkün.Bunu engellemek ve aynılaşmanın önüne geçmek için kesinlikle sivil memur alınmalı ve bunların yarısı bayan olmalı diye düşünüyorum.

    Ellerinize sağlık çok güzel bir çalışma olmuş.

    Muhabbetle …

  9. Yazan:M. İkbal TUNA Tarih: Nis 24, 2007 | Reply

    İyi günler Can Bey,
    Yorumunuz için teşekkürler.
    Özellikle Lojman konusundaki hassas tespitleriniz çok güzel. Makam aracı konusunda da eğer araç sayısı ciddi derecede azaltılırsa ekonomik açıdan da iyi olacağını düşünüyorum.

  10. Yazan:mutlu Tarih: Nis 30, 2007 | Reply

    ikbal bey
    yazılarınızı beğenerek ve ilgiyle okuyorum.sosyalleşme konusunda ilçe ve illerdeki kaymakam ,vali,hakim,savcı ve bazı bürokratlarda devlet millet kaynaşmassı i tenilen standartlarda değil.gönül isterki bu bürokratlarımız halkın içinde olsunlar.sinemaya,lokantaya,alışverişe,yürüyerek gitsinler.işlerine yaya , uzaksa dolmuşa binerek gitsinler.hatta arasıra bisiklete binsinler. vatandaşın içine girip halini hatırını sorsunlar.amirlik elbisesini halkın içinde çıkarsınlar.bu ve buna benzer uygulamaları çoğaltabiliriz.bunun en ücra yerden en gelişmiş yerlerde uygulanması gerekir.toprak fethetmekten ziyade gönül fethetmek gerekir.selamlar.

  11. Yazan:Kıvanç Tarhan Tarih: May 12, 2007 | Reply

    Ben de askeri okullarla ilgili dışarıdan da olsa edindiğim izlenimimi paylaşmak istiyorum. Çocuk yaştakilerin beyinlerinin yıkanması pek çok zaman pek çok ortamda tartışılagelmiştir. Bu konuda en çok suçlanan da dindar kesim olmuştur. Gerek imam hatip liseleri gerek Fethullah Hoca cemaatine başlı okul ve dershaneler bu konuda hep bence haklı olarak eleştirilmiştir. Diğer devlet okulları da endoktrinasyonda bu iki guruba yaklaşır. Ancak bu konuda askeri okullar birinciliği kimseye kaptırmaz. Ortaokulu beraber okuyup da askeri liseye devam eden arkadaşlarımda gördüğüm değişim inanılmazdı. Bu şekilde yetiştirilmiş nesillerin ne demokrasiyi ne de cumhuriyeti koruyabileceklerine ihtimal vermiyorum.

  12. Yazan:Haydar Tarih: Tem 10, 2007 | Reply

    Esasta Lojman ihtiyacinin sebebi mahrumiyet bolgelere gonderilen memurlarin bu durumunu azaltmak amacidir.
    Ornegin; eskiden, 1960 oncesi, Karayollari Gnl Md. personeli aylarca Tokat yada Kutahyanin daglarinda calisirlardi aksam oldugunda 1 saatlik mesafedeki Bolge Md. lojmanlarina vs donerlerdi. Bu asker, yargi, koy ogretmeni, vs gibi “sezonluk” yada “sureli donem” gorevde olan kimseler icin gecerliydi. Yoksa bu saydigim memurlarin yerli halk ile bir alip veremediginden degildi.
    ***
    Fakat bugun mesele bambaska hale donusmus, o memurlar ile yerli halk arasinda guvensizlik sorunu olabildigi gibi, sembolik kira vermenin hesabida var.

    Sayin Tuna gayet guzel meselenin psikolojik analizini yapmis. Isin birde ekonomik fayda ve ayricalikli olmanin faydalari var. Iste bakilmasi gereken noktalardan bazilarida bunlar.

    Ekonomik fayda saglama
    Ayricalikligin avantajlari
    Psikolojik egitim ve izolasyon
    Yore halkina guven kaygisi
    ve diger nedenler.

    Bu konu basliklarin analizi yakinda yapmak uzere… simdilik hoscakalin.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin