RSS Feed for This Post

İletişim Stratejisi Açısından: AKP’nin Gençlik Oy’un’u

Arzu Cihangir
Molaverrahatla

Birileri Ak Parti derken başka birileri ısrarla AKePe şeklinde telaffuz etmekte. Aslında tam burada yani isminden başlıyor AKP’nin iletişimi. Merkezinde R. Tayyip Erdoğan’ın olduğu partiyi iki kademede incelemekte fayda var. Bilinen adı ile Selamet Partili insanlarla, modern muhafazakarların oluşturduğu AKP, tabandan beslenip tavana yayılan bir strateji ile dikkat çekiyor. Çok uzun zamandan sonra tek başına iktidar olmayı başaran partinin sadece muhafazakar insanlardan beslenmediği de aşikar. Seçim döneminde Avcılar-Esenyurt’ta bulunuyordum. Ağırlığını Kürtlerin oluşturduğu bu bölgedeki insanların, rahatlıkla şunları söylüyor olmasına şahitlik etmiştim:

“Görünen o ki, bizi temsil edecek partinin meclise girmesi zor. O halde biz de hakkımızı korumasa bile bizi ezmeyecek olan damadımız Tayyip’e oy veririz.”

R. Tayyip Erdoğan Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki çalışmaları ve çıkışları ile “güven” duygusunu yüreklere salmıştı. Bir de şiir okuduğu için 10 ay hapislik olayı ile haksızlığa uğradığını düşünen tüm insanların belleğine kazındı. “O da bizden biri!” mesajını algıladı insanlar. E buna bir de Karadenizliliğin ve Kasımpaşalı olmanın verdiği “bıçkın delikanlı” yönü eklenince, liderliğe soyunması hiç güç olmadı. Erbakan döneminde bile dikkatleri üzerine çeken, umut vaat eden, başarılı siyasetçilerin menzili AKP olunca, sarsılmaz tahtın gücü perçinlenmiş oldu. Sivas’tan Abdüllatif Şener, Kayseri’den Abdullah Gül, Ankara’dan Ali Babacan, Manisa’dan Bülent Arınç ve birçok isim hiç de küçümsenmeyecek yetkinlikte bürokratlardı. Sandıktan ezici çoğunlukla çıkması ile birlikte büyük beklentiler içine giren halk, onları ilk defa AB sürecinde gördü ve “Doğruyu yapmışız!” dedi. AB süreci boyunca sadece yurda değil, yurtdışına da büyük sınav veren AKP, alnının akı ile süreci yönetmeyi bildi ve dosta da düşmana da “40 yılda alınan mesafenin iki mislini birkaç ayda verdiler!” dedirtti. Ekonomideki göstergeler daha birinci yılını dolduran hükümete güvenin yersiz olmadığını gösterdi. İş dünyası halinden oldukça memnundu.

Ancak kendilerini meclise taşıyan taban, onlardan “başörtüsü” problemini çözmesini beklerken, konunun sürekli gündem dışında bırakılmasına içerledi. Taban zayıflamaya başlarken, yerinde boş boş durmayan parti, odağını “genç”lere çevirdi. Gençlik kollarının üzerine oynadığı kartı, tam zamanında oynamıştı. Diğer partiler ise aksattıkları bu kitlenin yeni seçimlerde kendilerinin başına taş gibi düşeceğini görememiş olmalı ki, seçimlere birkaç ay kalan şu dönemde paçaları tutuşmuş olarak faaliyetlerine hız vermeye başladı.
 
Aslında ekonomi ve yurtdışı siyaseti ile bunca meşgul olan AKP’nin hangi arada ve hangi stratejistin aklı ile “genç”lere yöneldiğini bulmak da zor olmasa gerek. Bünyesine kendisi gibi düşünmese bile, alanında uzman olan insanları katmayı bilen AKP’nin Edibe Sözen gibi bir isimle yoluna devam etmesi çok mantıklı ve akıllıca. Reklam kampanyalarını yürüten Arter reklam ajansı da, çok profesyonel olmasa bile bir ajanstan bekleneni verme kararlığında oldu hep. Şimdilerde Ali Taran ile çalışacağına kesin gözüyle baktığım AKP, seçmenlerini bazı konularda hüsrana uğratsa da, daha iyi bir seçenek olmadığını düşünen bu kitle tarafından, tekrar mecliste tek başına iktidarı oynayacağa benzer.
 
İnsanlar kendi aralarında konuşurlarken her ne kadar hükümete ağır eleştiriler sunsalar da, ekonomik olarak rahatlığın içlerindeki sesi yönlendireceğinden de kuşkum yok. %50’lerde seyreden enflasyonun son yıllarda tek haneye düşmüş olmasını rakamsal olarak okuyamayabilir halk. Ancak pazara her çıktığında filesini doldurup eve gitmenin, muz-kivi gibi lüks sayılan meyveleri haftada birkaç defa evine götürmenin, yılda iki defa kıyafet alabilirken şimdilerde ayda bir kıyafet alabilmenin hazzını, çözülemeyen diğer sorunlara tercih edecek izlenimi veriyor bana. En azından ömrünün 20 yılını SHP ve CHP’ye adamış babamın oyunu AKP’den yana kullanacağını bilmek, bu tahminlerde yanılmadığımı ispatlıyor.
 
AKP gençlere yönelerek nasıl akıllıca davrandı ise, son zamanlarda üzerindeki ölü toprağından sıyrılmayı da bilmeli. Kendisine dargın konumdaki kitlelerden ufak ufak gönül almaya başlamalı. Kötü günler için elinde sakladığı bir proje varsa onu ortaya çıkarmalı ya da böyle bir proje ile çıkış yapmalı.

 

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 25 Yorum

  2. Yazan:Talha Can Tarih: Mar 23, 2007 | Reply

    Arzu Hanım,
    Seçim öncesi kısa ama güzel bir analiz olmuş. Klişe bir söz olacak ama yazının altına imzamı atabilirim. Ak Parti belirttiğiniz istisnalar haricinde genel olarak liberal-muhafazakar tabanın oyuyla iktidara geldi ki AB süreci bu kesimi oldukça memnun etmişti. Erdoğan’ın son seçimdeki başarı unsurlarına şunları da ekleyebiliriz, 2001 ekonomik krizi, 28 Şubat ve diğer partilerin önünü kesen GP. Önümüzdeki seçimler için yaptığınız tahminlere bir konu eklemek isterim. Gelecek seçilerde Ak Partinin oyunu cb seçimleriden sonraki icraatları ve CB’nin sorumluluk-yetki konularına eğilimi olacaktır. Uzun vadede şundan eminnin, cbliğin yetki-sorumluluk konusunda Ak Partinin yapacağı siyasi jest, bir fedakarlık, demokrasi ve Ak Parti iktidarı adına büyük bir yatırm ve gelişim olacaktır. Aksi helde her ne kadar siyasetten çok da beklenmeyecek bir hamle olarak düşünülüp geçmiştekilerin hatalarını tekrarlamak, Ak PArtinin samimi duruşunu zedeleyecektir.
    Tekrar teşekkürler, muhabbetle…

  3. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 23, 2007 | Reply

    Siyasete soğumuş biri olarak.Siyaseti çözüm değilde rant kapısı gören bir halkın bireyi olarak ”Liberal-muhafazakar taban” kavramına adault mutant heroes demeyi uygun görmekteyim bu kavramin içinde olanlar genelde eski merkez solcularin 40 dan sonra hidayet bulmuş olanları.Bunlarnda bir partiyi ole alip bir yere getirme kapasiteleri yok.Her ülkenin siyasetini orta sınıf belirler.Akp çatır çatır aldığı orta sınıf ve kırsal oylarla bunu başardı.Şehirlerdeki oy sizi aldatması hepsi ghetto oyları yani şehirleşememiş köylü kesim.İstanbulu bile metropolisten büyük köy haline sokanlar yani.Şimdi esas değişim Türkiyenin orta sınıfında olmuştur eğitim olarak son 20 senede düşüş göstermiş ama ekonomik olarak orta sınıf tıpkı arabalardaki orta üst orta alt segment dedikleri türde genişlemiş yada genişletilmiştir.Köylülerin genişletilmesi ile olan bu topluluk maddi birikimini yastık altı ekonomisi yapmaktan öte bir faaliyeti pek bilmediğinden ”insana yatırım” hep düşmüş buda genel ülke tablosunda demokrasinin gelgitlere hemde kısa zamanda oluşan büyük gelgitlere gebe olmasını sağlamıştır.(Anap-Shp periodu sonra Dsp-Mhp sonra Akp (eski solcu yeni liberal kapitalistler+eski selamet parti çekirdeği)) Buda tabi ülke ekonomisine hiç olmadığı kadar zorlu yıllar yaşattı.Şimdi Avrupa birliğine girmek için özetle en büyük engel ”kırsal nüfus” bunların şehirleştirilmesi üretime direk katılması gerek.Bu bir paradoks kısa vadede Akpyi 10 sene daha 1. parti yapar çünkü köyden göç hala kaçınılmazdır.Madalyonun diğer yüzü ise ”insana yatırımında düşmesi sebebiyle” köylüler şehirleşeceğine şehirler köyleşebilir ki bu eğilim açıkca görülmekte.Buda uzun vadede gene merkez-sağ denilen partilere yarar.Bir nevi kısır döngü.Sol partiler bu ülkede çözüm üretmekle alternatif olmakla yeni açılımlarla uğraşmayan dogmatikler olduklarından iki-üç ezberle cepten yemeye devam ederler.(Çözüm nemi?Eğitim de eğitim ama eğitim ancak kurtuluş savaşı gibi algılanırsa elbette.) Walla nerden nereye geldim Arzu hanımın yazdıkları bunları düşünmeye sevketti demekki gerçekten bakış acısı olarak tetikleyici.Elinize sağlık diyelim..

  4. Yazan:Talha Can Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Mustafa Bey,
    kesinlikle farklı şeylerden bahsetmiyoruz. Liberal-muhafazakar kesimden kastım ve bunun genelde kullanılışı bahsettiğiniz “orta sınıf”tır ki bizde merkezin karşısında olan taşradır. Taha Akyol ve Şerif Mardin’in çok güzel açıklamları vardır. Liberal-muhafakar derken “liboş”ları kesdetmedim. Taşranın eğitim gören çocuklarının sırtladığı, ve özellikle muhafazakar cemaatlerde bile görülen liberalleşme reflekslerini söylemeye çalışıyorum. Ekonomi de bunu Anadolu Kaplanları olarak gördük, haftalık aylık dergilerde çok zaman manşet olmuştu, demokratikleşme ile bile bağlantısı olan orta sınıf Türkiye’de özellilke 80lerden sonra Özal’ın girişimleriyle gelişimini hızlandırmış, şu an Ak Partinin icraatlarına ve açılımına parelel olarak tabanının oluturmuştur. Yansıması ve sloganı muhafazakar demokratlık olan orta sınıfın zihni liberalleşen muhafazakarlık yönündedir ki Türkiye’yi bundan sonra sırtlıyacak olan kesimdir. Yani halkçılık değil gerçek halkın kendisi. Görüşlerinize katılıyorum, ayrıldığımız bir noktanın olduğnu düşünöüyorum. Sadece tanım herhalde:)
    Muhabbetle…

  5. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Yok tanımda değil Sayın Talha siz şöyle demişsiniz;

    ”Taşranın eğitim gören çocuklarının sırtladığı, ve özellikle muhafazakar cemaatlerde bile görülen liberalleşme reflekslerini söylemeye çalışıyorum. Ekonomi de bunu Anadolu Kaplanları olarak gördük, haftalık aylık dergilerde çok zaman manşet olmuştu, demokratikleşme ile bile bağlantısı olan orta sınıf Türkiye’de özellilke 80lerden sonra Özal’ın girişimleriyle gelişimini hızlandırmış, şu an Ak Partinin icraatlarına ve açılımına parelel olarak tabanının oluturmuştur.”

    Bir kere muhafazakar yapının liberalleşmesi en hafif tanımıyla mutasyona uğranması demek benim için.Mutasyonun yararlı olanı çok azdır:)Siz esas itici güçün bu kesim olacağına inanıyorsunuz.Ben ”inanmıyorum”.Türkiyede esas ”güç ” elitlerin daha uzun sürede öyle kalacak gibi görünüyor.Sebebide çok basit ”eğitim” şimdi biraz popüler bir örnek olacak ama tarih bilgimi kullanayım; 300 Spartalı filminin büyük kısmı fantazi sex and city seyrederek modern olunacağını zanneden şehirli kadın tayfasına yönelik Mr.Olymoia show.

    Ama bu filmin arkasında yatan tarihi gerçek eğitimli 300 Spartalının gerçektende kendilerinden sayıca çok çok daha büyük bir kuvvete etkin bir şekilde direnebildiğidir.(bu size tanıdık gelmiş olmalı:) Bunun nedenide Spartalıların çoçuk yaşta başlayan askeri – ilmi eğitimleridir.Disiplinli eğitilmiş 300 kişi ”inandıklarında” tarihin akışını pekala değitirmiştir.Bunun benzerini İslam tarihinde Bedir savaşıyla yaşamadık mı? Phalanxda (yada saflarda) omuz omuza çarpışan 300 kişi değil 300 kişiden oluşan yek vücuttur. Diyeceğim eğitimli ve inanmış az bir topluluk (elit deyin isterseniz yahudiler deyin isterseniz Chealsea mahallesi sakinleri yada Harward mezunları değin) kendisinin dışındaki yığını alt etmiş yönetmiştir.Sorunun temelde eğitim olduğu açıktır.Eğitim seviyesi yükselmemiş bir ”orta sınıf” ancak limited arabadır.Elitler ise limited edition arabadır aradaki fark budur.Saygılarımla….

  6. Yazan:Mehmet Edebali Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Talha Bey,
    Şerif Mardin demişken, bahsettiğiniz “liberal-muhafazakar” kesime asıl olarak “çevre” dersek yanlış olmaz.
    Çevre de gözbağlarından kurtuldukça, ülkeyi yarınlara sırtlayacak, bahsettiğiniz gibi bir bakıma AKP’yi destek olacaktır.
    Yarınların güçlü Türkiye’si için verdiğiniz “Anadolu Kaplanları” örneği yerinde olmuş.

    Mustafa Bey,
    Analiziniz güzel.
    Fakat ben şehirlerdeki AKP oyların büyük kesimi ghetto oylarıdır görüşünüze katılmıyorum.
    İki önceki seçimde iktidara gelen RP oylarını büyük sosyolojik analizler değil, halkın tepkisi vb. değil, 80’den bu yana hızla dindarlaşan Türk insanının isteklerinin, daha kendinden gördüğünün sandığa yansımasıdır düşüncesi açıklar.
    Aynı şekilde belli ölçüde, AKP de kabul edelim ki tepki oyu almıştır, fakat aldığı oyları illa bir sebebe bağlayacaksak, bunu yukarıdaki “dindarlaşan Türkiye” yorumu açıklar.
    AKP’yi tepki oyları iktidara taşıdı analizi, çok kaliteli bir psikolojik harekattır, hatırı sayılır entelektüelimiz de bu kandırmacayı yutmuştur.
    Çünkü tepki oyları bir yıl sonraki “yerel seçimleri” açıklamaz.
    Şu an her gün biri piyasaya çıkan, %30’lardan %40’lara seçim anketlerini,
    Arzu hanımın babasını,
    Camilerde sıkça görmeye başladığımız gençlerin cafe-kahve muhabbetleri esnasında “oyum AKP’ye arkadaş” muhabbetlerini,
    …..
    açıklamaz.
    AKP gecekondudan büyük oy çıkardı.
    Ama küçük bir örnekle Çankaya Belediyesi’ni de parmak farkıyla kaybetti.
    Türkiye dindarlaşıyor.
    Oylar AKP’ye yansıdı, yine AKP’ye yansıyacak.

  7. Yazan:Talha Can Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Bahsettiğiniz eğitim konusunu ilk cümlemde söylemiştim. Taşranın çocuklarının eğitime yöneldiğini belirtmiştim, ve dinamiğin bunun olduğunu da ima ettim. Sırtlama konusunda dediğiniz gibi farklı perspektiften bakıyoruz herhalde, çünkü ben geleceğin kahramanlarının “halkçı” elitlerde değil “halk”ın kendisi olan çevrenin eğitime, sanayiye, demokrasiye yönelmiş, dünyaya açılmış çocuklarının olacağını düşünüyorum. CB ve gelecek meclis seiçmlerininde bu soslolojik taban hareketlerinin siyasi yansıması olacağı kanısındayım ki elitin çırpınışları bundan olduğunu düşünüyor ve gözlüyorum. Türkiye’de elitin elindeki güç evrimsel bir hareketle devrilecektir. Bundan eminim. Fakat kimin haklı olacağını şimdi söylemek erken ve abes olur, Mustafa Bey, bırakalım bunu tarih yazsın. Üstelik sadece Türkiye değil, Dünya Tarihi.
    Saygı benden…

  8. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Sayın Mehmet Bey teşekkürler ama şu satırlarıma dikkat ediniz” Köylülerin genişletilmesi ile olan bu topluluk maddi birikimini yastık altı ekonomisi yapmaktan öte bir faaliyeti pek bilmediğinden ‘’insana yatırım’’ hep düşmüş buda genel ülke tablosunda demokrasinin gelgitlere hemde kısa zamanda oluşan büyük gelgitlere gebe olmasını sağlamıştır.(Anap-Shp periodu sonra Dsp-Mhp sonra Akp (eski solcu yeni liberal kapitalistler+eski selamet parti çekirdeği)) Buda tabi ülke ekonomisine hiç olmadığı kadar zorlu yıllar yaşattı.”

    Siz ise; ”Aynı şekilde belli ölçüde, AKP de kabul edelim ki tepki oyu almıştır, fakat aldığı oyları illa bir sebebe bağlayacaksak, bunu yukarıdaki “dindarlaşan Türkiye” yorumu açıklar.” demişsiniz ben dindarlaşan Türkiye demeyeyim izninizle ülkenin dindarlaşması Ayşe hanım ve Yaşar Nuri Bey ile birlikte ise hiç almayayım.Ruhan mengi bile programında masaya yatırıyor.Sanki çok anlıyormuş gibide yorum üzerine yorum.Mücadele bellidir dediğim gibi medyanın oyunlarına gelmeyin dindarlaşma filan yok olsa olsa taklidi Müslümanlıktan ötesine izin vermeyecek bir zihniyet var.Anadolu kaplanlarıda öle çok abartılacak şeyler değil Denizli ve Kayseri dışında zaten balon gibi söndüler.Onlarda ne badireler atlattı malum.Bu oradaki kültürlerle alakalı din ile değil yoksa buradan çıkacak sonuç Presbiteryen-Protestan ekonomik hareketine benzetilebilir ve bazı grupların hareketide luteryan-makyavellist açıdan değerlendirilir.Eğitimde kastım da din eğitiminden tutun seküler eğitime kadar mutlaka ve mutlaka eskinin yobaz kalıplarından kurtulunması gerekliliğidir.Dindarlaşmak için önce loncalaşmamak gerekli oysa Türkiyede bunu aksi durum söz konusu.seküler eğitim konusundada Tübitak gibi köhenleşmiş ”çeviri”zihniyetinden kurtulup bişeyler üretenlerin önü açılmalı.Kurumlar posizyon almış baksanıza kendi halklarına her iki cephedede öle ekonomik olarak dindar kesim dışlayıcı bürokratik olaraksa elitler bunu sonucu Amerikaya boyuna ”beyin ” gönderiyoruz sonra burda ayakta kalmaya çabalıyoruz.Mahrur medyamızdada Türk bilim adamaları şunu buldu.Bilmemne üniversitesinde yada kurumunda yada College’inde akademisyen olan Türk bunu buldu.

    Akp nin oy toplaması öle çok entellektüelite değil.Basit azcık delikanlı duruş ağabey konuşmalar sahip çıkma söylemleri Sarar takım elbise içinde modern ılımlı liberaller olmak,uzlaşma diyalog gibi söylemler.Kararında bir potada yapılan şerbete benziyor.

    Bizim halk maalesef ”eğitimsiz olduğundan” öle kaplanlarla, liberalleşme ile oy atmaz tepki vermez.Birisi saçmalar (sağ-sol) ona tepki verir.yada içi ısınmaz ona atmaz oyunu size şu kadarını söyleyim ben kendim biliyorum nap zamanı bir dağ köyüne manisada su gelecekti.Adamalr biz ”anap borusu” ile su istemeyiz diye suyu kabul etmediler.İnanın bu gerçek ben tanığım, şaka gibi değil mi?düşünü demokrasi nasıl şekilleniyor eğitim olmadan biz demokrasidende onun nimetlerinden de bahsedemeyiz öyle frazı misal kısr elit-muhafazakar çekişmesi içinde uygarlık trenini kaçırırız.3.dünya olmaya devam ederiz…

    Siayseti sevmeyen biri olarak bu yorumlarımı algılayaın elbette.Saygılarımla.

  9. Yazan:Suat Öztürk Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Arzu Hanım’ın eline sağlık.

    Ne güzel tartışma oluyor. Konu uzun vakit az; Mustafa Aclan kardeşime katılmadığımı, Talha ve Edebali arkadaşların güzel analizlerde bulunduklarını belirtmekle iktifa edeyim.

    Ve Mustafa Özel’in bu ayki Anlayış dergisinde yazısının linkini vereyim. Liberalleşme, ekonomik söylemler, kaynayan Anadolu ve “Kabuğunu Kır, Muammer”:

    Mutlaka okuyun derim:

    http://www.anlayis.net/Yuzlesiyorum.aspx?SAYI=46#260

  10. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Suat abi katılmamana şaşırmadım desem:) linki okudum bilmiyorum benim son yorumdan sona mı yazdın yorumu ama yani benim yorum çuk diye oturmuş diyeceğim 🙂 oryantalist Weber’den Kalvanist loncalaşma ve bunun abd gibi bir kapital dev oluşturmasına kadar giden süreç.Bizdende anadolu kaplanları loncalar cemaatler…;şimdi hollanda yada almanya gibi germen kültüründen gelen teutonic halkların kültürel disiplini doğaldır.O halkların kültüründe var olan birşey Hristiyanlıka gelmiş bişey değil.Nedenide çok basit Avrupanın Kuzey bölgesinde yaşamak için koşulları yenmeniz gerekir.Doğa ile savaş hüküm sürer buda insanları ”yaşamak”için belli disipline mecbur kılar.Bu nedenledir ki Avrupanın hemen hemen tüm teknolojik gelişmeleri Kuzey Avrupa yani Po ovasının üstündeki topraklardan gelir.

    Günümüzde bile hala öyledir.Nokia orman kersteciliği yapan bir şirketken telefon tellerini donmasıyla yaşanan ölümlere kafa yoran insanların bulduğu telsiz-cep telefonu ile bugün bir dünya devi olmuştur.Ericsson ulaşımın yılın 6 ayı nerdeyse imkansız olduğu topraklarda hayati olan iletişimi sağlamak için kurulmuş bir şirkettir.Abdülhamidin yıldız ve dolmabahçeye bağlattığı ilk telefon hattınıda Ericsson kurmuştur.

    Oysa Akdeniz havzasında teknoloji için kapitalin birikimi gereklidir.Kuzeyde zorunlu gelişmeler kapitalin birikmesine sebep olmuştur.Anadoluda bereketli toprakları ılıman iklimi ve bol meyveli ve sulu bahçeleri ile yaşam savaşının insan için en az olduğu yerlerden biridir.Şimdi Türklerin(kültürünün) orta asyadaki yaşam koşulları sebebiyle neleri icat ettiğini neleri insanlığa kazandırdığını düşünün!

    Şimdi Suat baimin verdiği linkteki can alıcı satırları vereyim ;” Mu­am­mer­le­rin be­de­ni­ne sar­dı­ğı ya­pay ka­buk, işi büs­bü­tün zor­laş­tı­rı­yor. Bu­na rağ­men, de­rin bir bi­linç­le kav­rı­yor­lar ki, cid­di ik­ti­sa­di gi­ri­şim­ler ar­tık sa­de­ce bi­rey­sel ka­zanç ara­cı de­ğil; dün­ya üze­rin­de be­lir­li bir yer tut­ma­nın ol­maz­sa ol­maz şar­tı­dır. Ka­bu­ğu­nu kır­ma, bir var ol­ma me­se­le­si­dir.”

    Bunun için çok ama çok geç kalınmıştır.Makalede verilen örnek ülkelerin 1948’deki hallerini düşünün! Buyrun görün taş taş üzerinde kalmayan Alma ve Japon ekonomisi bugün nerede savaşa girmemiş Türkiye ekonomisi nerede!

    Evet Çinde olduğu gibi milli bir şuurun bu ülkeye yerleşmesi gerekli ekonomik güç olmadan herşey hikayedir.Sümerlerden beridir ekonomi medeniyeti oluşturan güçtür.Bu gücün kaynağı Spartalılar gibi birleşmiş yek vücut olmuş toplumların ekonomik faaliyetleridir.Bunun Türkiyede cemaatler üzerinden sağlanması ise maalesef ” hayaldir” hepsi kendisinin meşrebişnin amalinin ve iktisadi anlayışının kutsallığına biat etmiş insanlardan oluşmuştur.Kimse kimseyi ”aslında” beğenmemekte,kehren kardeşiz deyip arkadan gıybete her türlü devam etmektedir.Kendi içlerinde muhafazakar enterprise’sı sömürme yarışına giren bu oluşumlar (kombassan ,jetpa vs) ile mi muhasır medeniyete varacağız.Muammer bey gibi Don kişotlarla mı?Hiç sanmıyorum…

    Eğitim çökmüş,cari açık boyu aşmış,imf kontrollü yatırım yapma gerekli,ekonomi özelleştirme gelirleri ile dönmekte onlarda iç borç faizlerine giderken mi? Bence çok optimist çok heidici bakış acısı kusura bakmayın.Çıkış yolu göstermek haddime değil ama eğitim dediğim gibi kurtulş savaşı gibi algılanırsa ozaman umut ışığı bir rönesans beklenebilir.Gerekli olan Akp nin simgesi ampülü yapabilecek vasıflı insan yetiştirmektir.Onun ithal edip satacak liberalleri değil! yada bir markanın Denizlide fason üretimini yapacak fabrikayı değil!

  11. Yazan:Suat Öztürk Tarih: Mar 24, 2007 | Reply

    Aclancığım,

    Diğer yerlerine bir şey demeyeyim çünkü düzeltmek için uzun bir yazı gerek.. 🙂

    Ama şu satırlarını okuyunca birkaç şey demeden geçemedim:

    “Bunun için çok ama çok geç kalınmıştır.Makalede verilen örnek ülkelerin 1948’deki hallerini düşünün! Buyrun görün taş taş üzerinde kalmayan Alma ve Japon ekonomisi bugün nerede savaşa girmemiş Türkiye ekonomisi nerede!

    Devletlerin tarihi onyıllar ile ölçülmez. Hele hele apayrı coğrafyalarda mukim, apayrı geçmişleri ve kültürleri olan toplumları karşılaştırmak abesle iştigaldir.

    2.Dünya savaşında “taş üstünde taş kalmamış Japonya ve Almanya” muhabbeti ağızlarda sakız olmuş bir kahve muhabbetidir.

    Japonların bugünkü teknik ve ekonomik seviyelerine ulaşmalarının temelinde 200 yıllık geçmiş vardır. Ve japon askeri gücü 2. Dünya savaşının en önemli güçlerinden birisidir. Japonların aynı teknik seviyelerini ve altyapılarını savaşa rağmen korumuşlardır. Yıkılan üstyapıdır, altyapı değil.. Mesela Japonların bugün güçlü bir orduları yoktur. Bunun sebebi kendi yetersizliklerinden değil 2. Dünya savaşını kaybetmeleri nedeniyle imzaladıkları anlaşma şartlarından dolayıdır. Medeniyet seviyesi bakımından hem Japonlar hem Almanlar 2 yüzyıllık bir evrim sürecine sahiplerdir ve 2. dünya savaşı zannedildiği gibi Japonları çok kötü etkilememiştir.

    Savaş Almanları kötü etkilemiştir ama sorunlu bir Almanya, Avrupa için her zaman “sorun” olacağından bir ordu kurmasına izin verilmemesine rağmen pek çok dış yardımla ayağa kaldırılmıştır. Bu da zaten var olan altyapısının da -çünkü savaş sırasında Almanya dışına çıkan elit Almanlar savaş sonrası dönmüşlerdir- önemli oranda etkisi ile kısa sürede toparlanmışlardır.

    Bu “yeterliliğin” geçmişi de onyıllara değil 2 asra dayanır. Japonların ve Almanların ellerindeki bu imkanlar bilindiği için küresel aktörler uluslararası arenada hassas bir dengede dururlar. Japonlar ve Almanlar ellerindeki kozun bilincindeler, bu yüzden 2. dünya savaşı sonrasındaki anlaşmalara uyarlar ama küresel güçlerinden de birşey kaybetmezler. Çünkü mevcut durumdan alan da satan da memnun olduğunda bir “denge” hali vardır..

    Senin “önerdiğin” gibi bir süreci yaşanayan hiçbir toplum yok. Avrupa tarihi uyum değil çatışma toplumudur. ütme, dolaba koyma, arkadan vurma Avrupa’nın bir numaralı hasletidir. Çatışarak gelişmişlerdir, yardımlaşarak değil. Rekabetle büyümüşleridr, hamasetle değil. Önerdiğin model gayet tabii ki doğru ve ahkalı olmakla birlikte insan doğasına aykırı bir ütopyadır..

    Japon mucizesi gibi söylemlerde çok abartılır, ona da girecektim ama üşendim şimdi 🙂

    Kimsenin Avrupa’nın kapitalistlerme tarihini copy-paste edelim dediği yok, -hem bu mümkün de değil- ama Amerikayı yeniden keşfe de gerek yok. Bu küreselleşme çağında hamaset, içe kapanma ve boş milli söylemler hiçbirşey ifade etmiyor.

    Gelişimi kapitale bağlamak doğrudur ama coğrafyayı işin içine kattıktan sonra kapital birikimi için milliyetçilik tavsiyesi, topu taca atmaktır kanaatimce 🙂

    Nokia’ya telefon tellerini donmasıyla yaşanan ölümlere kafa yoran insanların bulduğu telsiz telefondan neşet etmiş bir dev dedikten sonra Muammer’in birşeyler için kafa yormasına donkişotluk demek tutarsızlıktır. Aynı bakış açısı Nokiadan önceki yıllarda donan tellere bakıp bakıp düşünen Finlilere de aynı biçimde “donkişot” derdi çünkü.

    Hem donkişotluk iyidir; hayatı sefalet içinde geçen Marks tüm dünyayı sefaletin kalkacağı bir toplum hayali ile tutuşturmuştur, işsiz güçsüz sefil biçimde kapağı ABD’ye atan Thomas Paine, “Sağduyu” adlı risaleyle Amerikayı İngiltereden kopartmıştır.

    Toplumların tarihsel şartları, dinamikleri birbirine benzemez, taklit de edilemez. Ancak örneklemeler yapılır ve dinamikler karşılaştırarak bir senteze varılır. Medeniyet değişimi/gelişimi böyle olur.

    Tarihin itici gücü ne yalnızca ekonomidir, ne coğrafi koşullardır, ne insandır, ne de diyalektik. Her dinamiğin gerek ve yeter şartları belli koşullarda belli ve sınırlı etkenleri vardır. Birisini “temel” yapmak analizleri topal yapar.

    Selamlar.

  12. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Suat abiciğim ”Last Samurai” söylem olmuş:)Bu konuda anlaşmamız gerçekten zor. Bu sebeple senin bakış acın benimkine bu konuda çook uzak demekle yetineyim.

    Birde Almanların gelişmişlik serüveni Gutenbergden başlar.İkincisi Muammerlere inanmak olsa inanalım ama olmuyor işte. Cervantesin Don Kişotu Türk-Müslüman düşmanıdır:) Muammere o giysi dar gelir.Dünya devi olmuş kapitaller kurdukları kartellerle bu oluşumların büyümesine çok mu müsaade ede sanıyorsun.Bak Zorlu holdinge İsrail sermayesi ile ortak olmasa silikon vadisinde arge üsttü mü kurabilirdi?Yapmayın eylemeyin esas siz 2000 senelik ticari hakimiyeti küçümsüyorsunuz hemde çok küçümsüyorsunuz.

    Japonların sadece üst yapısı mı gitti diyorsun? Bunu istersen bir Japona söyleme derim.Çanakkalede bizim kaybettiğimize benzer eğitimli bir nesli pasifik savaşlarında yitirdiler.

    Nokianın durumu don kişotluk filan değil aksine zorunluluk.Ölümler onları buluşa itmiş.Donan teller olmasa bundan dolayı yaşanan ölümler olmasa buluş olur muydu? Yada bunu niçin Doğu anadolulu halkım yapmamışta daha milli şuuru bile 100 senelik olmayan Finliler yapmış diyesi gelir insanın?Doğu anadolular loncalaşamadığından mı?Finliler Kalvenist olduklarından mı? Yoksa her ikiside mi?

    Soruyorum ;anadolu kaplanları denilen hareket bugün fason üretimden başka ne yapıyor Allah aşkına? 2000’lerde daha ekonomide değer üretmenin ilk adımının marka olduğundan haberleri mi yok yoksa?Benim kanaatim çok duygusal takılındığı yani İslam merkezli Türklük işin içinde oldu mu ayranımız kabarıyor.Diyelim ki Japonlar mucizesi abartı Çinde mi öyle? Bunlarda ilahi dinlerden bilmem ne mehzebinden nasiplenmemiş bu işleri yaparken bak şu yaptıklarına!

    Ekonomik gelişimi ile dini oluşumu ayırmazsanız tapınak ekonomisi çıkar buda Romada ki gibi ”godfather” senaryolarına ilham olan kepazelik ile yada yeşil holding zedelerin feryadları ile sonuçlanır.

    Colomb keşfi zunun yaparken ezgotik tatil yerleri mi yoksa hindistan ticaret yolunu mu aramıştır?Abd ıraka demokrasi mi getirmeye gelmiştir yoksa az kurşunlu bol petrol için mi ”uğramıştır”? Benim için tarih eco-homo ların mücadelesidir.Bu sebeple tarih algılarımızın bu noktada uyuşmaması doğal.Yinede Muammerlerin heidiciliğinin başarılı olması için dua ederim ama rasyonellik bunların daha büyük kapitallerce yutulacağını biliyor.Yanılmayı dilerim inşallah Çince 50 sene sonra ikinci resmi dilimiz olmaz ne diyeyim…

    Tarihin itici gücü ”ekonomi”dir.Medeniyet ekonomi olmasa idi kurulmazdı.Medine- şehir ekonomik ilk birliktir.Üretim fazlası Sümerde kayıt altına alınma zorunluluğundan ”yazı”yı icat ettik.Verimli topraklar zengin beldeleri ele geçirmek için savaştık.Haçlılar buraya Hristiyanlık için mi geldiler 🙂 Tapınak şövalyeleri bankacılığı nasıl ve kim adına kurdular? gerçekten bunlar uzun meseller yorum köşesi yetmez.Ayrıca birbirimizi ikna etme çabasıda gereksiz çünkü ikimizde bu konuda bugüne değin okuduklarımız+bağlamlarımızla yazıyoruz.Tarih Matematik olmadığından sağlamayı geleceğe bırakmak gerek…

  13. Yazan:Suat Öztürk Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Aclancığım,

    Japonlar konusunda yanılıyorsun. Japonların “elitlerine” savaşta hiçbir şey olmamıştı. Kaybettikleri adalardaki zavalli sömürüleri idi. Bizim çanakkale kaybımızla falan uzaktan yakından ilgisi yoktur. Japonya bizimki gibi bir işgale uğramamıştır. Bu konuda Paul Kennedy’nin “Büyük güçlerin yükselişi ve çöküşü” ne bakılabilir. (Japon avamı bunu bilmez ve hamasetini yapar, bize de sakızını çiğnemek düşer)

    Bizim şu an izlemeye çalıştığımız yöntem ile Çin’in yöntemi arasında ne fark var? Çin kapitalistleşmiyor mu yoksa? Çin’i överken aynı yolu izleyen bizi yeriyorsun? Bu açık bir çelişki..

    Benim bildiğim İslam merkezli Türklük işin içinde olduğu zaman ayranı kabaranlar milliyetçiler. Ben milliyetçi olmadığım için bu kısmı geçeyim. :-))

    Nokia’nın ki zorunluk da niçin Muammerin ki zorunluluk değil? Bugün her yeni buluş için insanların ölmesi mi bekleniyor.? Bir örnek bu kadar genele şamil edilebilir mi? Dünyada ilk insan Finlandiyada mı öldü? O çağlarda İrlandalılar açlıktan ölüyordu, Fransızlar hastalıktan? Her ölüm hemen sebebine çare olacak icatlar mı yaptırıyor?

    Marksist diyaklektik ancak bu kadar çuvallayabilir. 🙂

    Senin marksist damarını bilmiyordum. 🙂 Tarihin “tek” ekonomik itici gücü ekonomi değildir. bak “tek” diyorum, dikkatini çekerim. Verdiğin örneklerin tamamı “doğru” ama tamamı “yanlış.”

    Neden?

    Mekke’de “İslam” doğmasaydı istediği kadar “ticaret” yapsın arap yarımadası, olduğu gibi kalırdı. Demek ki burada “itici” güç olarak “din” devreye girdi.

    Kolomb Kıt’a avrupasının sert iklimine sıkışmasaydı Hindistana ulaşmak için canhıraş uğraşmazdı. Demek ki burada “coğrafi dayatım” devreye girmiş. (Bu arada, Amerika’yı ilk kez Kolomb’un keşfettiğine inanmıyorsun değil mi?)

    Anadolu kaplanları bugun Çin 15-20 yıl önce ne yapıyorsa aynen onu yapıyor. Çin’in geçirdiği süreçleri iyi incelemeni öneririm. Ekonomik gelişim ile dini gelişim birlikte olmak zorunda olmadığı gibi ayrı olmak zorunda da değildir. Birbirlerini besleyen süreçler olduğu gibi köstekleyen süreçleri de vardır. Yahudiler kapitalizin babasıdır, sen de söçylüyorsun. Güzel. Neden? Çünkü oradan oraya sürüldüklerinden kapital yapmışlardır. Sürülme gerekçeleri nedir? Din. Peki direnç kaynakları nedir? Din. Dini dirençleri olmasaydı çoktan asimile olmuşlardı.

    Neymiş? Demek ki dinamiklerin birbirlerine bağıntıları varmış.

    Elbette ABD Irak’a petrol için gelmiştir. Elbette ABD nükleer deneme yapan K.Kore’ye ses çıkartmazken İran’la daha emekleyen teknolojisi nedeniyle ekonomik çıkarları için savaşmaktadır. Ama kamuoyunu beslemek için İslamofobu körüklemek zorundalar. Demek ki “din” olgusu yine devredeymiş.

    Peki Amerikanın geçmişinde ne vardır? ABD yi kim kurmuştur? Avrupadan kaçan “dindarlar”

    Elbette haçlılar buraya ekonomik sebeple geldiler ama “haçlılık” olmasaydı bu kuvveti bulamazlardı. Demek ki burada da “din” en büyük destek güçmüş.

    N’oldu? hepsi çorba oldu değil mi?

    Tekrar edeyim.

    Tarihin itici gücü ne yalnızca ekonomidir, ne coğrafi koşullardır, ne dindir ne insandır, ne de diyalektik. Her dinamiğin gerek ve yeter şartları belli koşullarda belli ve sınırlı etkenleri vardır. Birisini “temel” yapmak analizleri topal yapar.

    Tarihin bir sürü dinamiği vardır. Ekonomik dinamik “en güçlülerinden” olmakla birlikte “tek dinamik” değildir. Şartlara göre, coğrafyaya göre dini motiveye göre, kültüre göre iklime göre değişimin dinamiği farklılık arzeder. Senin savunduğun katıksız marksist diyalektiğe çıkar.

    İslam medeniyetine gelelim. Niçin geride kaldık?

    Avrupanın sıçrayışı “Coğrafi keşifler” denilen olaya dayanır. Bu keşifler Avrupa’nın yeni kıtaları tanıması olayıdır. Vasco da Gama bin bir zahmetle Ümit Burnu’ndan dolaşıp Hindistan’a indiğinde İspanyolca konuşan bir Tunuslu Müslüman tüccarla karşılaşır ve şaşırır. Haklıdır, çünkü buraları bilmeyen tek kıta, Avrupa’dır. Yani kendilerinin eski kıt’adan ilk kez çıkıp yeni yerleri “keşfetmesidir” bu coğrafi keşifler. Halbuki tüm eski medeniyetler (İslam, Çin, Hind) dünyanın heryerini zaten biliyorlardı ama kimsenin aklına gidip de oraları yağmalamak ve insanlarının kökünü kazımak gelmedi. Avrupa açtı da doğu çok mu “tok”du? Hayır. Kültürel farklılık vardı, “din” olgusu vardı. Çinliler çok mu rahattı da yağmaya girişmediler? Hayır. Ama konfiçyusun kanaatkarlığı vardı.

    Değişimin dinamiği olarak kozmpolit etkenler var.

    Mesela tam Avrupa-İslam temasının başladığı, Avrupalıların İslam metinlerini tercüme hareketine giriştiği yıllarda korkunç bir Moğol istilası geliyor. Bilginin şimdiki gibi saklanma imkanının olmadığı bir ortamda tüm Avrupa’nın baştan başa kütüphanelerine ve yetişmiş insanlarına varıncaya kadar yağma edildiğini düşünün. Yine aynı zamanlarda Batı’dan da dini amaçlı olarak bilinen ama aslında ekonomik sebeplerle dayanan Haçlı seferleri geliyor.

    Bunlara ilave olarak ticaret yollarına alternatifler daha aşağıdan çıkıyor. Doğu’nun elinde olan ticaret yolu önemsizleşiyor. Üstüne diğer skolastizme isyan eden akılcılık, ardında yatan yüzyılların mahrumiyeti ve etkileri de katıldığında her birerinin tek tek sebep olamayacağı ama biraraya geldiklerinde çok değişik sonuçlara yol açan, karmaşık etkenler zinciri ortaya çıkıyor. ve değişim geliyor. ne ekonomik dinamik ne din ne coğrafi şartlar ne “insan” bu değişimi “tek” başına açıklayamıyor. Kelebek etkisinin daha olgusal ve determine edilir bir tasvirini düşün.

    Mesele budur.

    Son olarak sana değil de genel bir bilgi babında şunu söyleyeyim. Avrupa tarihi konusunda da çok yaygın ezberler var. Analizlerin önemli bir bölümü bu ezberlere göre yapılıyor bu sebeple de çuvallanılıyor. M. Armağan’ın “Avrupa tarihinin 10 büyük yalanı” başlıklı 3 yazısı var. Mutlaka okunmalı:

    http://www.mustafaarmagan.com/yaziGoster.php?yaziNO=1022
    http://www.mustafaarmagan.com/yaziGoster.php?yaziNO=1023
    http://www.mustafaarmagan.com/yaziGoster.php?yaziNO=1024

    Yazıdan konuştuğumuz tarih dinamiği bakımından bir bölüm:

    Öyleyse Hodgson ve Blaut gibi birinci sınıf tarihçilerle sesimizi gürleştirelim: Avrupa’nın “gelişmesi”, Afrika ve Asya karşısında uzun süren geri kalmışlığını telafi etmeye ancak 1800’lerde yetecekti. Avrupa, dünyanın diğer kısımlarındaki gelişmelerden o kadar uzak kalmıştı ki, şu meşhur keşiflerle bir parça nefes alabilmişti. Bu açılma da, Asya ekonomilerinin tarihinde pek çok defa vuku bulan bir gerileme anına denk gelmiş, Osmanlı ve Çin dahil Doğu’nun başlattığı bir küreselleşme dalgasının üzerine binmişti. İşte Avrupa bu sayede kıyıda köşede kalmaktan kurtulup küresel ekonominin motoru olabildi.

    Son sözü Hodgson’a bırakmak en iyisi. Ona göre, modern dünya ile Batı, aynı şeyler değildir. Modernlik, Afrika, Asya ve Avrupa’nın beraberce inşa ettikleri bir oluşumdu. Yüzyıllar süren bu hazırlık döneminden kârlı çıkan bölge, fırsatları değerlendirmeyi bilen ve bir katalizör rolü oynayan Avrupa oldu. Şartlar orada birbirine kavuştu ama kavuşmayabilirdi de. Modernlik Çin’de veya İslam âleminde de ortaya çıkabilirdi (tabii oralara mahsus görünümleriyle). Asya ve Afrika’nın muazzam bilgi birikimi ve ticaret ağı olmasaydı, Avrupa’daki modern dönüşüm hayal dahi edilemezdi.

    “Tek” bir motor güç olsa böyle mi olur?

    Neyse.. Arzu Hanım’ın yazısının çarkına okuduk. Özür dilerim Arzu hanım.. Ben artık çekileyim. 🙂

  14. Yazan:Mehmet Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Japonlar, Almanlar, Nokia ve millî suur

    Japon ve alman örnekleri ne yazikki milliyetçilikle ekonomi arasinda baglanti
    olmadigini gösterir. Neden?

    Cünkü soguk savas nedeniyle bu iki ülkede milliyetçilik gerilemis,
    ekonomi ise ilerlemistir. Söyleki :

    II Dünya savasi sonunda alman milliyetçiligi dünya barisi için
    bir tehdit olarak görüldügünden ABD isgali altindaki bu ülkede milli kültür,
    suur ne varsa propaganda yoluyla yok edildi. Bugün bile (yahudilerin de katkisiyla)
    bu propagandanin etkisi altindaki almanlar için milliyetçilik bir tabudur.
    Bir almana neyle gurur duyuyorsun dedigimde Mercedes markasiyla demisti 🙂

    Ancak daha savas bitmeden ABD’ye kafa atmaya baslayan
    Komünist Rusya karsisinda bir kale vazifesi gören bati almanya’nin ekonomik
    olarak geriligi ABD için ciddi bir sorun haline geldi ve bize kirintilari
    düsen Marshal yardimlariyla Almanya’nin (baska avrupa devletleriyle beraber)
    alt yapilari (demiryolu vb) kuruldu, binlerce alman mühendis ABD’ye egitime gönderildi.

    Gelelim japonlara…

    Bir kere japonlar daha birinci dünya savasinda uçak gemisi yapabilecek
    teknolojik seviyeye sahipti. Japon deniz kuvvetleri en az 100 yildir
    Ispanya, ingiltere ve fransa ile büyük okyanusun hakimiyeti için
    mücadele ediyorlardi.

    Ikinci dünya savasindan sonra ABD japonya’yi isgal etti.
    Japonya’da da miliyet bilinci ve imparatora baglilik
    gibi kavramlar japon gençlerine öcü gibi gösterildi. Almanya gibi ABD isgali
    altindaki bir ülkede bunu yapmak zor degildi elbette. Hatta japonlarin millî dini olan
    ve savasçiligi (bkz kamikaze) yücelten shinto dini yasaklandi, bütüntapinaklari
    yikildi.

    Gene komünist rusya’yi bu kez dogu-kuzey dogu hattindan kusatma pesinde olan
    ABD japon ekonomisinin ileri gitmesi için çok yatirim yapti.

    Ama büyük piyango vietnam savasi ile vurdu japonlara. Sayica üstün ve savas bölgesine
    komsu olan çin birliklerini saturation taktigi ile alt etmek isteyen ABD
    Japonya’ya dönemin en modern silah fabrikalarini ve tershanelerini kurdu.

    öyleki bazi savas gemilerinden günde bir tane üretecek duruma gelmisti japonlar.

    Gene saturation stratejisinin bir sonucu olarak verim ve maliyet düsürme
    gibi metodlar, yöneylem (operational research) konularinda ABD bütün
    bilgisini japonlara trasfer etti.

    Bu kosullar altinda issizlik sorunuyla da karsilasmayan japonya hizla toparlandi.

    Ayrica hem almanya hem de japonya’nin savunmaya para harcamadiklarini, tersine
    ülkelerinde bulunan çok sayida amerikan üssünün kira gelirler ve askerlerinin
    canlandirdigi ekonomileri sayesinde buradan da para kazandiklarini hatirlamak gerek.

    Türkiye’nin yükselisi de su veya bu ideolojiye bagli degil. Gerçekçi bir yol
    izlenmesi gerekiyor ki AKP bunu yapiyor. fikirleri ne olursa olsun ihtiyaç
    duyduklari uzmanlari devreye sokarak çalisiyorlar.

    AKP’den süphe eden arkadaslarin popüler türk gazetelerini degil
    ciddi ekonomik kaynaklari taramalarini ve makro ekonomik verilere
    bakmalarini salik veririm.

    Dostlukla

  15. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Sevgili Suat abi

    Gecenin bir yarısı vakit ayırıp onca yazdığın için müteşekkirim.Senin yazdıklarına bir Müslüman gözüyle itirazım pek yok.Genede çok ayrıntılara inerek ve gerçeğin doğasında olan basitlikten oldukça uzaklaşarak konuyu ele alıyorsun.Genel kadrajlama yerine resmin sadece din kısmına odaklanmışsın.Ben ekonomi derken onuda içine alıyorum zaten.Haçlılardan kastımda oydu ama sadece biz Müslümanlar için değil genel insanlık çercevesinde eco-homo diyorum. Bu senin ”algın” yada hadi diyeyim ”bizim algımız” oysa tarihi sadece biz yapmadığımıza göre demek oluyor ki diğer toplumlarla aynı trendeyiz.Bizim millet-ümmete düşen kompardımanda savunduğun gibi davranmış olabiliriz.Bunu dinsel nedeni-çıkarımıda vardır.Bu bize özgüde olabilir.Fakat insan camiası diğerlerine hep meta gözlüğü ile baka gelmiş.Ötekiler hep olmuş ve olacak.reklamlarında Ask for more… diyenlerin elbette kanaatkarlık kültürlerinde olamaz ama kanaatkar toplumlar olmak suç mu?Benzeşim kurduğumuz Evangelist-baptist yada kalvenist protestan cemaatler dindar değil mi? Niçin dini ahlaklarını ekonomik hayatlarına uyguladığı söylenilen (webber vs) bu insanlar diğer dindarların kanını bir damla petrolden değersiz görmekteler? Kanaatkarlar sömürmemiş,çalmamış,kan emmemiş olabilirler.Bunu yapmadıkları için mi bugün tecavüzlere,linçlere, kültürel taaruza, asimilasyona maruz kalmaktadırlar?

    Yahudilerde bahsettiğin kimlik korumayı sağlayan dindir evet ama yahudilerin tolerans gösterilerek millet olarak devamını sağlayan din değildir.Aksine ekonomileri ve yetişmiş insan güçleridir.Hatta yahudiler bu eco-homolukları sebebiyle Dinlerini bile dejenere etmemişler mi?KEndilerine göre bu dünyada kazanmak hayatta kalmak için? Yahudi halkı fiziken ortada olmasa din olarak Musevilik tarihte anılardaki yerini almayacak mıydı?Esas sürekli din sebebiyle yok edilmek istendiler.Eco-homo olmasalarda yani işe yarar adamlar olmasalardı yangında ilk yayılacak olanlar olduklarını Avrupalılar nazi Almanyasında gösterdiler zaten.(öncesi engisizyon)

    Colomb olayında Coğrafi değil İspanyanın Doğu Akdenizi hatta Akdenizi Osmanlılara kaptırması sebebiyle diğer tarafa yönelindi.

    Abd kim mi kurdu? ilk kuranlar Avrupadaki cezaevleri ve genel evlerde yani kıta avrupasının kangrenlerinden oluşan topluluklardı.Senin bahsettiğin dindarlar çok sonraları özellikle irlanda-italyadan göçen açlık-kıtlık mağdurları.

    Velhasıl her cevabına alternatif sunmaya gerek yok.Kısaca kalben senle aynı fikirde olmayı arzuluyorum.Ama aklım tarihin eco-homo olduğunda ısrarlı.Bununda yani muhafazakar-ekonomik kalkınmanında yada loncalaşmanında dini cemaatlerde yozlaşmadan başka bir getirisi olabileceğini düşünmüyorum.Kısa vadede kazanımlar elde edilmesi dimyata pirinçe giderken evdeki bulgurdan olmaya sebep oluyor.Akp ilede bir alıp veremediğim yok ben oy bile kullanmadım hayatım boyunca bundan sonrada düşünmüyorum.Siyasetin ne denli kirli bir insan oyunu olduğunu görüp soğudum diyelim.

    İtirazım Dinin Allahla kul arasındaki rabıtayı ve cemaat arasında kardeşliği sağlayıcı ana görevleri dışarsında kullanıldığında yaşadıklarımız, insan topluluklarının yaşadıkları.Evet teoride (dinende) doğrusun ama pratikte bugün ırakta maalesef haksız olduğun açıkca görünmekte.Ben onca kardeşin ölmesindense bir ara yanlış düşünmüş olabilmeyi tercih ederim.Birileri gibi özür diler geçerdik..

    Evet tek bir motor güç var abi maalesef öyle..bizde ona karşı madden-manen mücadele etmiyormuyuz söyle?

  16. Yazan:Suat Öztürk Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Aclan kardeşim..

    Resmin din konusuna odaklanmıyorum. Sadece ekonomin değişimi açıklamak için tek başına yeterli olmadığını başka dinamiklerin de olduğunu örneklemeye çalışıyorum. Yani ben senin söylediğin gibi tek pencereden bakarak “değişimin motoru dindir” demiyorum. “Bak bu da var” diyorum, “Yalnızca ekonomi değildir” diyorum; ve tüm dinamiklerin etkileşiminden bahsediyorum.. Tek bir örnek daha vereyim. İslam doğmasaydı dünya tarihi nasıl olurdu? Bir düşün..

    ABD’ye ilk gidenleri kasdetmedim, “kuranları” kasdettim. Onlar da özgürlük için göçeden Avrupalılardır. Paine’nin sağduyusunda bu “dindarlık” olgusu İngilre’den ayrılmak için başlıca “sebep” olarak gösterilir.

    Yahudiler konusunda kısır döngüye giriyorsun. Paraları için yokedilmeye çalışmaları çoook sonralarıdır. Yahudiler Romalılara neden ihanet ettiler? Kutsal topraklar için değil mi? Bu dini motive değil mi? Ta o zamandan, hatta çok daha eski zamanlardan beri sürülüp durmuyorlar mı? Ve bu sürülmeler sonrasında kapital yapıp kapitalizmin motoru olmadılar mı? Senin dediğin “paraları için” yokedilmeye çalışmaları çok sonralarıdır.

    Ve din Allah ile kul arasına sıkışmayacak kadar geniş bir etki alanı olan husustur. Din hayatın her alanını etkiler; istenildiği kadar seküler olunsun dini değerler insan yaşamının vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunlar kovalanmakla gitmez. Irakta olanlar ile benim söylediklerim arasında çelişki yok; çünkü mesele 10 yıllık değil 150 yıllık bir geçmişe sahip..

    Neyse. Ben seni gtalkta sıkıştırırır ikna ederim 🙂 Valla işim çok, zor geliyor yazmak.. Olmadı yanına gelirim, balık yeriz.. 😀

    Selamlarımla..

  17. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Suat abi,

    Mevzu ikna olmak olmamak değil.Tarih serüveninde sen en büyük motif dindir diiyorsun ben en büyük motif ekonomidir diyorum .Bak mesela sen benim yahudiler konusunda ne söylediğini anlamamışsın; Senin dediğin “paraları için” yokedilmeye çalışmaları çok sonralarıdır. demişsin ben diyorum ki bu adamların parası direk istense idi ilk baştan Sargonun yaptığı gibi katliama uğrarlardı.Romaya ayaklanma sebepleri vergilerdir.Dini motifleri bahane ederek hemde.Ticaretteki vazgeçilmez konumları,hekimlik,maliye gibi alanlarda o zamanki Avrupada yerlerininin doldurulamaması hayatta kalmalarına sebeptir.Tarihin akışında dini motif dediğin gibi başat olsa idi.Yahudi toplumu diye bir toplum bugün varolamazdı ben onu demek istemiştim.

    Paine’nin sağduyusunda bu “dindarlık” olgusu İngilre’den ayrılmak için başlıca “sebep” olarak gösterilir.demişsin sırf şimdi Paine dedi diye argüman doğru olamaz. O zamanki göç unusurunun ana kaynağı olan aşağı sınıfların varlığı nı inkar mı edelim?Sen benden çok daha iyi biliyorsun kıta Avrupasından ne kadar ipsiz sapsız katilin gittiğini hatta Will Smithin romantik bir film mi vardır geçen sene Hitch diye.Fimin kadın karakterinin secerini ordanda New Yorkun seceresini çıkarmışlar genel olarak ,üzerine basa basa göstermişler söz ettiğim olguyu.

    Benim esas karşı olduğum nokta Webber,Said gibi oryantalistlerin kendi içsel referansları ile İslam dünyasındaki gelişmeleri acıklayabileceklerini sanmaları.Neden öyle düşünüyorlar ?çünkü bu adamlar baştan aşağı Batılı zihniyet ürünü.1000 gece masallarından İslam ve Doğuyu öğrenen kitlenin düşünürleri.Adamlar biz zaten ileriyiz daha aşağıdakini anlamamız için kendi içsel tecrübemize bakarız,ordaki dinamikler bu ”güruhu” çözmeye yeter diyorlar.

    Ben eco-homo derken tek motor güç demiyorum onu sen benim için söylüyorsun ben ekonominin gücü okadar baskındır ki diyorum diğer kaytkı sağlayan güçler ancak onun oyuncağı olmuşlardır,ekonomi dilediği gibi oynamış insani değerlerle diyorum.Dinlerin özünü bile tahrip edebilecek kadar büyük bir güç bu diyorum.

    Iraktaki mevzu 150 sene Balford deklarasyonu vesaire kastetmişsin oysa ben toptan bakıldığında demek istiyorum Haçlı zihniyeti Papa II urbandan beri değişmiş mi?

    Din hayatın her alanını etkiler doğru ama dinde orta yolda olmamak her şeyi çok olumsuz yönde etkiliyor.Dinin vasat olarak yaşanmaması ”dini şekilde yaşamamak” seçeneğini kullanan insanları kabul etme potansiyelimizi elimizden alıyor.Onlarda buna reaksiyon olarak saçma sapan bir din düşmanlığı sergiliyorlar.

    Benim birçok cemaatte gördüğüm,tanık olduğum, ekonominin dini motiflerin içersine girdiğinde dejenerasyonun akıl almaz büyüklükte meydana geldiğidir.Bundan rahatsızım.

    gtalkta yoksun be abi iyice ekonomi ile iştigal ediyorsun bu aralar galiba:) sen gel abi başımın üstünde yerin var.Geleceksen ikna oldum bile.Allaha emanet ol…

  18. Yazan:Suat Öztürk Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Eyvallah Aclancığım, sağolasın.

    Sadece şunu düzelteyim; ben kesinlikle “en büyük dinamik din”dir demiyorum. Hatta söylediğim gibi ekonomi büyük bir dinamiktir, ama tek sürükleyici dinamik değildir diyorum.

    Benim dediğim yukarıda da belitttiğim gibi aynen şu:

    Tarihin itici gücü ne yalnızca ekonomidir, ne coğrafi koşullardır, ne dindir ne insandır, ne de diyalektik. Her dinamiğin gerek ve yeter şartları belli koşullarda belli ve sınırlı etkenleri vardır. Birisini “temel” yapmak analizleri topal yapar.

    Tarihin bir sürü dinamiği vardır. Ekonomik dinamik “en güçlülerinden” olmakla birlikte “tek dinamik” değildir. Şartlara göre, coğrafyaya göre dini motiveye göre, kültüre göre iklime göre değişimin dinamiği farklılık arzeder.

    Bu “din en büyük motiftir” demek değil..

    Ve ilaveten; her toplumun tarihsel şartları birbirinden farklıdır. Ne Batı Doğu ile birebir kıyaslanabilir ne de Kuzey, Güney ile..

    Unutma ki bahsettiğin ekonomik dinamiğin savunucuları olan diyaliktikcikere göre dinler de birer ekonomik çatışmanın eseridir. Mesela onlara göre Hz.Muhammed devrimci bir burjuvadır. Savunduğun tez marksist tezlerin tıpksıının aynısıdır, bunu gözardı etme..

    Bak gelirim de bakım iyi olmazsa karışmam, ona göre 😛

    Sağlıcakla..

  19. Yazan:Mustafa Vardar Tarih: Mar 25, 2007 | Reply

    Suat Abim 🙂 Marksist tezler olması bakış acısının değersiz olması demek değildir ki.Ben tarih algıma binae öyle dedim. Troçki, engels okuduğumdan oluşmadı bu anlayış aksine seninde bildiğin tarihçileri okuyarak olayların neden-sonuç ilişkilerini birbirine bağlayarak,sosyal içtimai hayatımdaki tanıklıklarımla bu ekonomi gidişatın asıl katalizörüdür diyorum.Mekke ticaretin merkezi olmasa idi orada o büyüklükte şehir kurulmazdı şehir kurulmasaydı medeniyet oluşmazdı demek bu.Yoksa diyalektik materyalizmin tarih algısı tıpkı Darwinin tarih algısı gibi benim için; doğru noktadan başlayıp sapabilinecek kadar sapmak demek özetle.Her koşul elbette her coğrafi ilmi ve idari koşullarda farklıdır.Öylede olmalıdır.İnsan algılarındaki bu fark kültürün esas aromasını oluşturmakta.Benim altını çok kalın çizmek istediğim şey belli.İnsanlar genelde ekonomik değerler üzerinden tarih yapıcılığı yapmışlar ama tarih yazıcılığına gelince senin belirtiğin dini algılar hakim olmuş paradigmaya.Bu nedenle diyalektik felsefe Sümer tapınak ekonomisinden meydana gelen uygarlığı açıklarken rahiplerin din dışındaki hayatlarını göz ardı etmiş.Onların çoçukları aileleri yada akrabaları olduğunu göz ardı etmiş.Elbette Sümerler mezopotamyaya harezmden gelmeselerdi ne üretim fazlaları olurdu nede tapınakları.Ben bunu söylemey çalıştım.Ürünlerin başına bişey gelmesinden çekindiklerinden,korktuklarından tapınak ekonomisi o denli büyüyüp,rahiplerin güçü pekişmiştir.Üretim fazlası tapınakta briktirildiğinden ötürü kayıt zorunluluğu ve burdan yazıya giden süreç başlamıştır.Yaklaşık bin yıl sonra Hattiler ve Asurlularda anallar Tanrı-tanrılara hesap vermek için yazılır olmuş.Demek isteyeceğim din olgusu birey bazında ekonomiye dayanmaz ama cemaat temelinde ister istemez içice geçer.Bu durum üretim için başta çok iyidir.Belli kastlar oluşmadığı müddetçede belkide en sağlam ekonomik modeldir.

    Şimdi sana şöyle söyleyeyim İki komşuyu ele alalım.Hindistan ve Çin.Nüfus oranları aynı, birinde elit kast çok daha fazla diğerinde avaraj nüfus çok daha fazla,birinde uçurumlar çok büyük diğerinde devlet uçurumları belli miktarda akılcı kontrol edebilmekte.Biri ucuz iş güçünü katalizör olarak kullanmakta diğeri nitelikli beyinleri ile yazılım sektörünün lideri.Şimdi biri kanaatkar diğeride kanaatkar peki,aradaki fark ne?Çok basit; din algısı Hindistanda kast dinin kendisi iken,Çinde kastın tarihi izlerini bile yok etmek için kıyımlar yaşandı ve çok büyük bir vasat kitle oluşturuldu.Bunun ekonomiye dönüşüde ucuz iş gücü ve maaliyet olarak geri döndü yani kapitalizmi kendi silahları ile vurdular.Sömürü devri biten Avrupa artık kendi kaynaklarından yemeye başladı.(ABD) gibi hatta çin sürekli ABd tahvili alarak tüketim ekonomisini sülbanse etmeye devam etmekte.Demek istediğim şu ki,din olgusunun çok kuvvetli olmadığı bir toplumda bile Klavenist tezlerin aksine milli şuur ve kader birlikteliği önemli.Bunun sağlanamayacağı Hindistan gibi ülkelerde ise dezavantajı avantaja çevirmek için nitekli insan gücü dahada kuvvetlendiriliyor.Kast daha kastlaşıyor ucurum daha da büyütülüyor ama sonuçta Hindistan-Abd ile müttefik oluyor diğer tarafta Çin genel anlamıyla tek başına sadece milli birlik ile Dünyaya meydan okuyor.Bunu yaparken ucuz maaliyeti kullanıyor ve gelen paranın bir kısmı ile tüketimi ateşliyor diğer kısmı ile eğitimi genele yayıyor.Bunu yaparkende ilahi bir metne dayanmıyor.Hindistan ise dayanıyor.

    Ben burda dinlerin kabahatidir asla demiyorum.İnsan işin çine ekonomik girdiyi soktuğunda cemaatlerde oluşan dini kalbi birliğin zedelendiği insanların hiyerarşik olarak sınıflara ayırdığından bahsediyorum.Camide cumada yan yana olabilenler.Akşam sohbetlerinde asla yan yana olamıyorlar.(olmak bile istemiyorlar)Ben bundan dolayı çok üzülüyorum.Herkes diğerinin çabasına dil uzatıyor lekeliyor çamur atıyor.Onun parası faizdendir şunun parası suudandır.Bunlar dolandırıcı aşmanyayı sömürdüler vs..işte abi sende yakınen tanık olmuşsundur.Ben bunların olmasında utanç duyuyorum.Bunun nedenininde insanların eco-homo olmasına bağlıyorum.Keşke senin söylediğin gibi,islamın dediği gibi bir modeli yaya bilsek bunun içinde diyorum Eğtim gerekli hemde kurtuluş savaşı gibi algılanacak bir eğitim reformu.İnşallah anlaşılmışımdır.Yoksa sende kalben pek farklı düşündüğüm yok.Mustafa Armağan ağabeyin abdülhamid vicdanı ile konuştuğunuda biliyorum.Bu sebeple açıklamaların için teşekkür ediyorum hayırlı pazarlar olsun..

  20. Yazan:Arslan Kıraç Tarih: Nis 5, 2007 | Reply

    “Ak Parti” demekten söze giriş yapmak istiyorum..Ak Parti kurulurken böyle bir isim kararı aldı..Ve bütün muhalifler saflarını belli edercesine Akepe demeyi seçtiler..
    Aslında bu bir bakıma saygısızlıktı Ak Parti için..Diğer partiler açısından da “ak” kelimesi,temiz,güvenilir anlamını verdiği için Ak Partiye puan kazandırabilirdi..Fakat bu 5 sene içinde Ak Parti hiç bir şekilde kendisine AKepe diyenleri kafasına takmadı,bu konuyu ciddiye bile almadı..Burası Ak Parti’nin ideolojisinin muhafazakarlık dışında liberalizmden de beslendiğinin bir göstergesi olabilir..

    İnsanlar gerçekten muz almaya başladılar bu dönemde..Ben bu örnekten bir başka örnek vermek istiyorum..Orta direk ve orta üst kesim bu dönemde evlerindeki beyaz eşyeları ya yenilediler ya da üst teknolojiye geçtiler..Örneğin LCD TV’lerin dünyada çoğu ülkede pazar payına dahi girememişken bizim ülkemizde insanların evlerinde görülmeye başlandı..Bireysel teknolojiye de bakıldığında çok nadir örnekler hariç 3 sene önceki kült cep telefonu modelleri,şu anda görülmemekte kimselerde..ADSL aboneliği patlama yaşıyor..İnternet hızımız Avrupa’yla yarışıyor dünyanın birçok ülkesinden ileride..

    Ak Parti’nin gençlere yöneldiği fikrine gelince..Ak Parti bugüne kadar iktidar olmuş partiler içinde gençlere en az önem vermiş parti olmuştur..Ak Parti,Gençlik Kolları olarak kamuoyuna dahi haber olmamıştır..Tabanı gerçekten en ilginç bir karmaya sahip olan bir partidir..VE gençlik kollarıı bu doğrultuda oldukça güçsüzdür… Gençlere yönelme açısından her şeye rağmen en önde,en umut vadeden ve alternatifi olmayan bir partidir Ak Partii

  21. Yazan:abdulrahman Tarih: Şub 29, 2008 | Reply

    ne okudum o nede anladım

  22. Yazan:hg Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Erbakan döneminde bile dikkatleri üzerine çeken, umut vaat eden, başarılı siyasetçilerin menzili AKP olunca, sarsılmaz tahtın gücü perçinlenmiş oldu. Sivas’tan Abdüllatif Şener…

    Başarılı siyasetçimiz, “Abdüllatif Şener, Adım da Benimle Beraber Büyüdü” isminde bir nehir söyleşi kitabı çıkarmış. Yazılanlar doğru ise bugüne kadar hiçbir siyasetçinin yapmadığını, yapmaya cesaret edemediğini yapmış diyebiliriz sanırım:

    …(Adının cumhurbaşkanı adayları arasına karışmasını kasttediyor.) Başbakan bundan hiç mutlu olmadı. Bana bir şey söylemedi. Ama bir şeyi anlamak için söylenmesi gerekmez. Siyasette pek çok şey söylenmeden söylenir. Hatta ben şöyle düşünürüm asla bana razı olmazdı! Çünkü artık kendince tek ses olan bir liderdi. Her şeyi kendisinin belirlemesi gerekirdi.

    Cumhurbaşkanını da kendisinin belirlemesi gerekirdi. Dolayısıyla o isim ben olamazdım. Ayrıca eğer bir grup toplantısında beni elimden tutup takdim ediyor olsaydı, ben o fotoğrafı kabullenir miydim? Benim kabullenemeyeceğim bir fotoğraftı o. “Benim cumhurbaşkanım” fotoğrafı. Bence bir cumhurbaşkanlığı süreci böyle olmaz. Bir partinin bir grup toplantısında bir liderin ilanıyla cumhurbaşkanlığı olmaz. Üstelik grubun belirlediği bir cumhurbaşkanı da değil. Liderin kendi kafasında oluşturup ilan ettiği, otoritesiyle dikte ettirdiği, o adaya da dikte ettirdiği bir yapıydı o….

    Devamı için: http://www.sonsayfa.com/Haberler-Erdo%C4%9Fan-Baykala-neden-gitmedi-79849.html

  23. Yazan:Sensakrak Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Cumhurbaşkanını da kendisinin belirlemesi gerekirdi. Dolayısıyla o isim ben olamazdım. Ayrıca eğer bir grup toplantısında beni elimden tutup takdim ediyor olsaydı, ben o fotoğrafı kabullenir miydim? Benim kabullenemeyeceğim bir fotoğraftı o.

    (A. Şener)

    Bunu şimdi değil o zaman söyleyecekti. Hani bir makama atanmayan birisinin ben zaten kabul etmezdim” demesi gibi. Ya da kovulan birisinin “ben istifa edecektim zaten” demesi gibi.

    Yazılanlar doğru ise bugüne kadar hiçbir siyasetçinin yapmadığını, yapmaya cesaret edemediğini yapmış diyebiliriz sanırım:

    Diyemeyiz. Şener’in birşey yaptığı yok. Daha önce, adı ilk geçtiğinde yapsaydı olurdu. Şimdi, herşey olup bittikten sonra “ben şöyle düşünmüştüm zaten” demek ciddiye alınacak birşey değil. İlk konu çıktığında Söyleseydi ya madem böyle yapılmamalı, şöyle yapılmalı diye? (Dilinin ucuyla lafı gevelemesi değil net biçimde söylemesini kastediyorum. ) Son ana kadar AKP, MKYK’na niçin kaldı.. Bunlar ara dönem tehlikesi başlamadan birşey dedi mi? hayır. Sonra sonra sesini çıkartmaya başladı, niyeyse tam da ara dönem gibi bir zaman girdiğimizde.

    Şimdi ancak kendini tatmin ediyor Şener. AKP’nin kapanacağına oynadı, yeni oluşum başlattı. AKP kapanmayınca ortada kaldı.

    Ayrıca Şener kitleleri etkileyecebilecek, hitabeti güçlü birisi değil. Önderlik yapamaz. ANcak iyi bir teknokrat olur. Ya da 4. adam, o kadar.

  24. Yazan:hg Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply

    Diyemeyiz. Şener’in birşey yaptığı yok. Daha önce, adı ilk geçtiğinde yapsaydı olurdu

    Yaptığı, henüz olayların üzerinden yıllar geçmeden makam sahipleri hala aynı makamlarda iken kendi zaviyesinden de olsa olayları açıklamasıdır. İnandırıcılık sorununu tartışmıyorum. İşin sadece bu yönünü belirtmek istemiştim.

    Şahsi kanaatim Abdüllatif Şener’in siyaseten tüm saygınlığını ve inandırıcılığını kaybettiğidir. Bu saatten sonra değil kitleleri ardında sürükleyen bir lider, köye muhtar bile seçmezler.

    Ama tanık olduklarını da ihtiyatla da olsa okumakta fayda var.

  25. Yazan:ali Tarih: Şub 3, 2009 | Reply

    selam aleykum ben gaziantepde oturan bir mahallenin muhtar adayıyım akpden gereken yardımı yapın muhtar adayı olayım dedımse muhtarlığa odenek yok dıyorlar bende muhtarlıkdan uzak durma zorunda kaldım gaziantep şahinbey barış mah ılgılerınıze arz ederım

  26. Yazan:muken Tarih: Ağu 23, 2011 | Reply

    bir genç olarak akp nin gençlere tavur takındığına inanıyorum.her genç muzdarip ben dahil

  1. 4 Trackback(s)

  2. Ara 12, 2008: En çok “sevilen” yazılar… : Derin Düşünce
  3. Eyl 14, 2009: En çok okunan ve tartışılan yazılar : Derin Düşünce
  4. Oca 12, 2010: En çok okunan ve tartışılan 50 yazı : Derin Düşünce
  5. Oca 31, 2018: İletişim Stratejisi Açısından: AK Parti’nin Gençlik Oy’un’u | Molaverrahatla

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin