Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Fotoğraf Üzerine / Susan Sontag »

susan-sontag-fotograf-uzerine-1Aileler, fotoğraf yoluyla bütün sülalenin bir portre-tarihçesini çıkarır (aile fertlerinin birbirine bağlılığına tanıklık eden taşınabilir bir görüntüler kutusu oluşturur). Çeşitli vesilelerle çekilip aziz bir hatıra olarak saklandıkları sürece nelerin fotoğraflandığının pek bir önemi yoktur. Avrupa ve Amerika’nın sanayileşmekte olan ülkelerinde, aile kurumunun kendisinin kökten ameliyata alınmasıyla birlikte fotoğrafın da aile hayatinin bir ritüeline döndüğünü görürüz. Çekirdek aile adı verilen o klostrofobik birim çok daha büyük bir topluluğu temsil eden geniş aileden koparılıp çıkarılırken, fotoğraf da aile hayatının tehdit altındaki sürekliliğim ve süreç içinde kaybolmakta olan genişliğim hatıralaştırmaya, sembolik düzlemde yeniden oluşturmaya yaramaktadır. İşte bu hayali gizler -fotoğraflar-, dört bir yana dağılmış akrabaların sembolik varlıklarının bir nişanesidir. Bir ailenin fotoğraf albümü, genellikle geniş aileyle ilgilidir ve çoğunlukla da o geniş aileden geriye kalan tek şeydir.

Fotoğraflar, insanların gerçekdışı bir geçmişe hayallerinde sahip olmalarına imkân tanırken, kendilerini içinde güvenli hissetmedikleri bir mekânı ellerinde tutmalarına da yardımcı olur. Bu yüzden fotoğraf sanatı, modern faaliyetlerin en karakteristik olanlarından biriyle -turizmle- yan yana gelişecektir. Bu dönemde tarihte ilk defa çok sayıda insan, kısa sürelerle hep bildikleri çevrenin dışına gezmeye çıkacaklardır, işte, zevk için yapılan bu gezilere, yanında bir fotoğraf makinesi olmadan çıkmak kesinlikle doğal görülmeyecektir. Fotoğraflar, çıkılmak istenen gezinin yapıldığının, belirlenen programın uygulandığının ve arzu edilen eğlencenin yaşandığının tartışma götürmez kanıtları işlevim göreceklerdir. Fotoğraflar, ailenin, arkadaş ve dostların, komşuların bakışinın dışinda yapılan tüketimlerin sarih birer belgesidirler. Ne var ki, insanın tecrübe ettiği şeyleri gerçek kılmaya yarayan fotoğraf makinesine bağımlılık, insanların daha fazla yolculuğa çıkmalarıyla azalacak değildir. Fotoğraf çekmek, nasıl alt orta-sınıftan tatilciler Eyfel Kulesi’nin ya da Niagara Şelaleri’nin şipşak fotoğraflarını çekmeye bayılıyorlarsa, kozmopolit insanların yukarı Nil’de düzenledikleri tekne gezilerinin, ya da Çin’de geçirilen iki haftanın fotoğraf-hatıralarını biriktirmeleriyle de aynı ihtiyacı karşılarlar. Read the rest

Petro-dolar Aforizmaları »

petrodolar

  • Petrol sıradan bir emtia olmadığı gibi Amerikan doları da sıradan bir para birimi değildir.
  • Petrol ticaretinin dolarla yapılması bu paranın değerini yapay olarak yükseltir.
  • ABD’nin bütün zayıflıklarına rağmen petrolün dolar cinsinden fiyatlanması, doların rezerv para olmasının en güçlü dayanağıdır.

petro-dolar-2a

  • Dolar dışında bir parayla veya takasla petrol ticareti yapmaya kalkan ülkeler “terörist” ilân edilir; darbe ve işgâl dâhil her yol denenir.
  • Uzun yıllar ABD’nin “dost ve müttefiki” olan Saddam ve Kaddafi’nin bir gecede “terörist” olması da petrolle ilgilidir.

petrodolar-6

  • Çünkü petrolün fiyatı yapay krizler ve savaşlarla yükseltilir. Ham petrolün varili 1972’de 1,90$, 1981’de 34$ ve 2008’de 140$ oldu.
  • Bu yüzden petrol fiyatındaki oynamalar kesinlikle üretim maliyeti veya rezervlerin tükenmesiyle açıklanamaz.
  • Zaten petrol rezervlerinin bitmek üzere olduğu da koca bir yalandır. Sürekli yeni kaynaklar bulunuyor ve eski kuyuların sadece %33’ü kullanıldı.
  • Ancak petrol satışlarından biriken milyarlarca doların Arap ülkelerine veya Venezuella’ya bırakılması ABD’nin sonu olurdu. Peki ABD ne yaptı?

Read the rest

Sultanlar Şehri İstanbul / Julia Pardoe »

guler_ara_21

Türklerin ölülerini gömmek için en güzel yerleri seçmekte gösterdikleri itinadan daha önce de söz etmiştim. Ve bu nevi yollarla ölümü en kasvetli vasıflarından nasıl tenzih ettiklerini de. Eski Romalılar gibi, mezarlıkları yol kenarlarına yapıyorlar; onlar gibi, mezar taşlarına en güzel tevekkül ve felsefe derslerini yazıyorlar. Pera Mezarlığı kendine has bir manzara arz ediyor; “Champ des Morts”un Türk, Frenk, Rum ve Ermeni bütün halkın tenezzüh yeri olması vaziyeti daha da dikkate değer kılıyor. Küçük Kabristan, yani Petit Champ sadece Müslümanlara ait ve limana hâkim olan tepenin eteklerim karanlık servileriyle süslüyor.

IMG_20160103_011640Çepeçevre evlerle sarılı bu mezarlığa yüzlerce bina bakıyor; burada inekler otluyor, sessizliği bozan selamlaşmalar ve dedikodular işitiliyor; karşı kıyı ve limandaki gemiler kolayca görülüyor. Mezarlık ağaçlarının arasında patikalar var. Karanlık gölgelerin arasından parlayan güneşli akisler, ot bürümüş bayırlara kümelenmiş mezar taşları ve ölülerin müdafaasızlığıyla alay eder gibi, kapılarında askerlerin aylakça dolaştığı as- keri karakollar aynı tablonun parçaları. Vadinin en derinlerindeki küçük sekiz köşeli binadan söz etmeyi unutmamalıyım. Yüksek bacasından çoğu zaman çıkan kesif dumanla kendini belli eden bu bina, ölülere karşı son cismani görevlerin yerine getirildiği yer: Naaş yıkanıyor, sakal tıraş ediliyor, tırnaklar kesiliyor, kol ve bacaklar münasip şekilde yerleştiriliyor; daha sonra, kısa müddet evveline kadar halis mümin olan şahıs, dar bir mezarda istirahat uykusuna bırakılıyor, ta ki İsrafil’in suruyla uyandırılacağı zaman gelene kadar.

Türk mezarlıklarının Avrupa’dakilerden üstün olmasının birkaç sebebi var: Mezar taşları daha pitoresk ve çeşit çeşit; yerleri daha iyi seçiliyor; hep- sinden mühimi, Müslümanlar ölülerin kemiklerin; asla rahatsız etmiyor. Bizde olduğu gibi aynı noktaya birkaç şahıs gömülmüyor. Göçmüş olanlardan geriye kalanlar kutsi addediliyor. Bir naaş toprağa verildiğinde, imam mezarın başına ve ayakucuna birer servi dikiyor. Türkiye manzaralarında bunca mühim bir hususiyet teşkil eden geniş ormanlar, ölülerin gölgeli şehirleri işte böyle teşekkül ediyor. Altı ağaçtan sadece biri tutsa, sık ve huşu uyandırıcı bir koru teşekkülüne yeter bu. Ne var ki, Türklerin garip bir batıl itikadı var; ulu başlarını göğe doğru yükseltmek yerine, çıktıkları toprağa dönmek istercesine yere doğru eğen servilerle alakalı bir itikat: Eğik servilerin, naaşlarını gölgeledikleri faniye ait ruhun lanetli olduğunu haber verdiğine inanıyorlar. Ve ağaçlar birbirlerine öyle yakın dikiliyor ve bu yüzden sayıları öyle çok ki bu nevi- den aksilikler hiç de ender değil. Bu, en azından çok rahatsız edici bir iti- kat olsa gerek. Fakat dünyada büyük ihtimalle hiçbir benzeri olmayan bir manzara görmek için bir yabancının adımlarını çevirmesi lazım guler_ara_39gelen yer “Grand Champ”dır. Neredeyse bütün yol boyunca cumbalı üst katların başımızın yukarısında bir gölgelik teşkil ettiği uçsuz bucaksız Cadde-i Kebir’den çık- tığınızda, sol tarafta Frenkler için yapılmış veba hastanesini ve sağ tarafta Rum mezarlığının bulunduğu yüksekçe bir tepeyi görürsünüz. Burada adımlarınızı yavaşlatmanıza değecek bir şey yok; çok bakımsız olan bu mezarlık çevresindeki evler olmasa, ürkütücü ve metruk bir yer havası verecek kadar derbeder. Rumlar bugünün mahlûkları, dün defterlerinden silinmiş. Mezarlığı geçtikten sonra, yol genişleyerek Sultan [III.] Selim’in süvari kışlası olarak inşa ettirdiği muazzam yekpare binanın önündeki meydana açılıyor. Gül pembesi renkte boyanmış heybetli bir girişi ve neredeyse Avrupai denebilecek kadar muntazam bir görünüşü olan bir bina. Binanın haki- İçi büyüklüğünü, ancak büyük kabristana inen hafif meyilli bayın indiğimizde anlayabilirsiniz. Üç cepheden girişi olan dört köşeli binanın dördüncü cephesi ahırlara ayrılmış. Mezarlığın yanından Tarabya’ya giden Read the rest

Âmâk-ı Hayal / Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi »

Âmâk-ı Hayal - Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi-2CC22Yokluk Tepesi

Kahveleri içtikten sonra Aynalı Baba kulübeden bir ney çıkardı. Hafif hafif, hoş bir şekilde üflemeye başladı. Mezarlığın sessizliği ve neyin hüzünlü sesi bana garip bir zevk veriyordu. Göğsümden bazen hüzünlü, bazen sevinçli ahlar çıkaracak kadar şiddetlenen bu tuhaf zevkte şüphesiz, kahvenin de etkisi vardı. Kendimde acayip değişiklikler hissediyordum. Sanki taşımaya mahkûm olduğum büyük bir yük üzerimden alınmıştı. İçimde büyük bir ferahlama duyuyordum. Aynalı Baba ney taksimini bitirdikten sonra hafif ve Davudi bir sesle gazel okumaya ve ney çalmaya başladı:

Bu fena mülküne ibretle nazar kıl, ey can,

Gafleti eyle heba, hail değildir meydan.

Hani Sultan Süleyman, hani İskender han ?

Sat hezar ömrü sürür ile geçir sen bir an.

Ne güle, bülbüle bakî a gözüm bağ-ı cihan,

Kime yâr oldu muradınca felek — i devr — i zaman*

*Ey can! Yok olacak bu âleme ibretle bak. Gafletten kurtul, meydan boş değildir. Sultan Süleyman ve İskender Han neredeler? Yüzbin senelik ömrü neşe içinde geçirsen de, aslında hepsi “bir an”dan ibarettir. A gözüm! Cihan denen bu bahçe ne güle, ne bülbüle kalacaktır. Zaten felek, kime isteğine göre yâr olmuştur?

Bu gazel ne kadar da etkileyiciydi. Aynalı Baba bu parçayı bitirip de neyi üflemeye başladığı zaman gözlerimden yaş akıyordu. Bunlar özlem ve üzüntü gözyaşları mıydı? Yoksa aşk ve zevk gözyaşları mı? Bunu bilmiyorum. Yalnız çok duygulanmıştım. O anki ruhî ve vicdanî hâlimi anlatmak mümkün değil.

Aynalı Baba okumaya devam ediyordu: Read the rest

Âmâk-ı Hayal / Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi »

Âmâk-ı Hayal - Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi-222Böylece, bir güzellik abidesi çıktı ortaya. Kollarını açarak: “Gel!.. Gel!” dedi. Ben minnet ifade eden bir çığlık kopararak kucağına atladım. Parlak yanaklarını ve titreyen dudaklarını öptüm. Bu birleşme sadece bir an sürdü, bir an… O sırada gök gürültüsünü andıran bir ses yeri göğü inletti. Korkunç bir zelzele, sanki dünyayı alt üst etti. Düşen bir yıldırım sarayı sarstı. O kocaman bina bir avuç toprak gibi yığıldı. Yıkılıp gitti. Korkudan gözlerimi kapadım. Sevgilime sarıldım. Gözlerimi açtığımda kendimi bir cadının kucağında buldum. Çok iğrenç ve çok pisti. Hayret ve nefretle dolu bir çığlık kopararak, boynuma sarmış olduğu kollarını açtım ve kendimi kurtarmaya çalıştım. Baykuş sesini andıran kahkahalar kopardıkça hilâl şeklindeki çenesi, kartal gagasına benzeyen burnuna değiyor, bu iki çengel birbirinden ayrıldıkça lağım çukuruna benzeyen ağzı açılıyor, sararmış uzun dişleri görülüyordu. Ben kendimi kurtarmaya çalıştıkça, cadı olanca kuvvetini kollarına verip beni bırakmamaya çalışıyor ve şöyle diyordu:

-Nankör! Az önce ayaklarıma kapandığını ve tattığın eşsiz zevki unuttun. Merak etme, ben, bir müddet sonra yine eski hâlime döneceğim.

Güç belâ cadının elinden yakamı kurtardım. Saray, bir çöplüğe dönüşmüştü. Önceden her biri birer huriye benzeyen hizmetçiler şimdi birer cadı olmuştu. Beni kovalamaya başladılar. Ellerine düşmemek için ardıma bakmadan koşuyordum, daha doğrusu uçuyordum. Nihayet yorgunluktan bitkin düştüm. Cadılar beni takip etmekten vazgeçmişlerdi. Etrafıma bakındım. O zümrüt gibi çimenlerin yerinde dikenler, bülbüllerin yerinde baykuşlar, altın kumların yerinde siyah ve sivri çakıllar vardı.

O an aklıma Buddha geldi. Beni kapının önünde bekleyecekti. Fakat ortalıkta ne kapı, ne de Buddha vardı. Ağır ağır dağdan inmeye başladım. Sonunda bir meydana vardım. Karşımda bir kalabalık belirdi o an. Meydanın doğusunda, başında altın bir taç, elinde kıymetli taşlarla süslenmiş bir asa, üstünde kıymetli elbiselerle Buddha bir tahtın Read the rest

Açık Toplum ve Düşmanları / Karl Popper »

capulcular

Nefsanî kavgalar ülkelerin birliğini bozar. Platon, «Timokrasiden oligarşiye nasıl geçildiğini betimleyelim» der. «Körler bile bu geçişi görebilmelidir. Bu ana-kuruluşu yıkan hazinedir. Onlar (timokratlar), gösteriş yapacak, para harcayacak yerler bulmakla işe başlarlar ve bu amaçla yasaları eğip bükerler, sonunda kendileri de, karıları da yasaları saymaz olur, yarışarak birbirlerini geçmeye çalışırlar.» Bu yoldan ilk sınıf çatışması ortaya çıkar: Erdemle para, ya da derebeylik sadeliğinin eskiden beri yerleşmiş yollarıyla yeni zenginlik yolları arasındaki çatışma. Zenginler, «belirli bir gelir ölçüsüne ulaşamayanları, kamusal görev alma yeteneğinden yoksun kılan» bir yasa koydurunca, oligarşiye geçiş tamamlanmış olur. «Bu değişiklik, tehdit ve şantaj yetmezse, silah gücüyle kabul ettirilir» «Oligarşinin kurulmasıyla, oligarklar ve yoksul sınıflar arasında patlaması olası bir iç savaş durumuna girilir. Bu iç savaş, demokrasiyi doğurur: «Yoksullar düşmanlarını yenerek zenginlerin bazılarını öldürüp, bazılarını da yurt dışına sürünce ve vatandaşlık haklarıyla kamu görevlerini, eşitlik uyarınca aralarında paylaşınca, demokrasi kurulur.» Read the rest

Güzelin Metafiziği / Arthur Schopenhauer »

Güzelin Metafiziği - Arthur Schopenhauer-5

Güzelin Algılanışı Neden Bizi Mutlu Eder? Güzel metafiziğinin gerçek meselesi şu soruyla gayet basit bir şekilde ifade edilebilir: Bir obje irademizle herhangi bir ilgi/ilişki içinde olmaksızın bizi nasıl tatmin edebilir ve ondan nasıl haz duyabiliriz? Nitekim herkes bir şeyin verdiği haz ve tatminin gerçekte ancak irademizle, ya da alışkın olduğumuz bir anlatımla ifade edecek olursak hedeflerimizle ilişkisinden kaynaklanabileceğini hisseder, dolayısıyla (irademizi harekete geçirip) bizi heyecanlandırmayan haz bir çelişki gibi görünür. Ancak güzel bu vasfıyla, kişisel hedeflerimizle ve dolayısıyla irademizle herhangi bir ilişki içinde olmaksızın gayet açık biçimde bize keyif ve haz verir.

Bu muammaya benim önerdiğim çözüm şuydu: Güzelde biz her zaman canlı ve cansız doğanın temel ve asli biçimlerini, dolayısıyla Platon’un idealarını kavrarız ve bu kavrayışın içinde onun koşulu olarak Read the rest

Modern Kültürde Çatışma / Georg Simmel »

Modern Kültürde Çatışma Georg Simmel-Oliver-Henggeler 

« … 18. asrın insanları, devlette ve inançta, ahlâkta ve iktisatta tarihsel olarak gelişmiş bütün bağlardan kurtulma çağrısında bulunmuştur: Kökeninde iyi ve bütün insanlarda ortak olan insan doğası, dizginsizce gelişsin diye. 19. yüzyılsa, daha çok özgürlüğün yanı sıra, insanın ve işinin uzmanlaştırmasını gerektirmiştir: Bu uzmanlaşma, her bireyi diğerleriyle karşılaştırılamaz hale getirip vazgeçilmez kılacak, ama aynı zamanda onun başkalarının etkinliklerine daha bağımlı olmasına neden olacaktır … »

… Modernite üzerine kitap okumak için…  Read the rest

Antikite’den Postmodernite’ye / Yusuf Kaplan »

abandoned cars ile ilgili görsel sonucu“… Modernlik, bir tür makineye dönüşen Kilise Hıristiyanlığı’nın Tanrı’nın mahiyeti sorununu çözememesi ve antik Yunan’daki insanı tanrılaştıran ‘İnsan-Tanrı’ figürünün yerine, Tanrı’yı insanlaştıran ‘Tanrı-İnsan’ figürünü yerleştirmesi, insanın özgür iradesini yok sayması nedeniyle insanın yaşadığı ontolojik güvensizlik duygusunu epistemolojik güvenlik alanlarını genişleterek insanın her şey üzerinde hâkimiyet kurmasına yol açan süreci tetiklemiş; papaz figürünün yerine önce ‘tüccar’ figürü, daha sonra da ‘mühendis’ figürü yerleşmiş, bütün bunların sonucunda modernlik bu kez sembolik olarak değil bilfiil makine’ye dönüşmüş, insanın da, Tanrı’nın da, doğanın da karikatürleşmesine, insanın da, doğanın da, dünyanın da geleceğinin tehlikeye girmesine yol açan, çatışmanın, büyük dünya savaşlarının, küresel bir kaosun ve katastrofun yaşanmasına zemin hazırlamıştır …” (Düşünen Siyaset Dergisi, 2005)

… Modernite üzerine okumak için… Read the rest

Postmodernliğin Durumu / David Harvey »

Orijinal görseli göster

“… Gelenekler ve inançlar dünyanın faniliğini anlatırken insan fiillerini dinsel perspektifte değerlendirmiş, onları sevap ve günah diye nitelemiş. Modern dünya görüşü ise; bu dünya hayatını bir mânâya haiz olduğunu anlatmak için adına dikotomileri ihdas etmiş ve bu yolla kendi çağını bütün zamanların merkezi gibi görmüş ve göstermiş. Bu dikotomilere bakıldığında modernnizmin müsbet değerleri olarak şunları görüyoruz: Evrensel gerçeklik ve mantık, rasyonel, akıl egemen, bilimsel doğrular, determinist düşünme… Kısacası pozitivizm.  Modernitenin vitrine koyduğu bu “iyi” kavramların karşısında genellikle inançları, gelenekleri dinsel ve kültürel olan duyguları buluruz. Bunlar: Ahlâk, vicdan, adalet, paylaşma ve merhamet gibi bilimsel çerçeveye girmeyen, insanların maneviyatına dair şeylerdir. Modernizmin sosyolojik manzarası pozitivisttir. Modernizm, cemiyete bir hayvan ya da robot gibi bakan pozitivizmin yüzünden ileriye doğru olan herşeyi “gelişme” kabul eder. Bunu hedefler ve bu konuda yardımcı olacak bilimsel, teknolojik, ticarî rasyonel temeller dışında hiçbir değer kabul etmez. Bu soyut manevî değerleri terk etmek ve yerine makinelerin hızı, malların fiyatı, insanların maaşı gibi maddî değerleri koymaktır. Bir diğer deyişle insanı hesaba katmayan katıksız bir nesneleştirici-bilimperestliktir. Modernlik herşeyin standartlaşması, birbirine benzemesidir …”

… Modernite üzerine kitap okumak için… Read the rest