Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

ABD-İsrail Krizi »

Obama ve değişim kelimelerinin aynı cümle içerisinde sıkça kullanıldığı  bir siyasi atmosferde ortaya çıkan son kriz Obama döneminin alışılagelmedik olaylara sahne olacağını gösteriyor. Ancak bu kadarını  da kimse beklemiyordu sanırım. 

Geçtiğimiz haftalarda ortaya çıkan ve genel olarak ABD-İsrail krizi olarak adlandırılan olay acaba köklü bir dış politika paradigması değişikliği mi yoksa önemsiz bir olay mı? Cevap ne olursa olsun ABD-İsrail ilişkilerinin eskisi gibi olmayacağı açık.  Read the rest

İslâmcılık İslâm’ın önüne geçti bu Pazartesi! »

Yobaz laikliğin sınırları devlet dairelerini aştı çoktan. Müzelere girerken, otobüslere binerken, ev tutarken bile ayrımcılığa tabi tutuluyoruz. 

 Kimi İslâmcılar(?) ise Türkiye’ye yeni gelmiş gibi hayret içindeler. “Vay, pis AKP nasıl yapar bunu!” diye şaşırıyorlar. Kıyafet kanununa muhalefet ettiği için  Şalcı Bacı’yı asan faşistler bu ülkeden değil sanki. Kur’an’ın tezgâh altında saklandığı, “suç unsuru” sayıldığı yıllar bu ülkede yaşanmadı sanki. O romantik ve unutkan İslâmcıları(!) yobaz laiklerden daha fazla kınıyorum. Çünkü AKP’ye duydukları düşmanlık vicdanlarının önüne geçti. İslâmcılık İslâm’ın önüne geçti. Çünkü başörtüsü düşmanı bir orduda davul zurna ile, halay çeke çeke gidip askerlik yaptılar. Şimdi seçim yaklaşırken bizim çilemizi kendi masalarına meze yapıyorlar. Hipokrat’ı duydunuz mu siz? “Tedavi edemiyorsan elleme, hiç olmazsa zarar vermezsin” diyen Hipokrat’ı? Bizim başörtümüz sizin seçim hesaplarınızı örtmesin. AKP’ye vurulacak çok malzeme var ama sizin işinize gelmiyor meselâ milliyetçilik üzerinden AKP’yi dövmek.  Çünkü siz de onlar kadar milliyetçisiniz. Onlar kadar devletçisiniz. İktidara gelseniz beterini yapacaksınız. Yeter, siz de çekin ellerinizi başörtümüzden. Yobaz laikler yetmiyormuş gibi bir de siz çıktınız başımıza!

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Mart ayında en çok okunan kitaplar »

Türkiye bölünür mü? 444
Liberalizmin Ak Kitabı 411
Derin İnsan  400
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı? 351
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı  338
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu 287
Bir pozitivizm eleştirisi  284
Para Yenir mi? 255
Türk Solu  235
 Zorunlu Askerlik Gerekli mi? 234
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir… 230
 Baudolino (Umberto Eco) 215
“Ötekilere” bakarken (Çeviriler) 209
Amerika Tedavi Edilebilir mi? 200
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları 174
 Kadın hakları ve Kemalizm  171
TOPLAM 4438

Seni Yaratan’ın resmini yapabilir misin William?: Sanat’ta ayrıntı (5) »

Not: Resimleri büyütmek için üzerlerine tıklayın.

Kariyer peşinde koşan kadınların çocukları ve annesi “erken” ölenler iyi bilirler. Yok-Anne, kökünden sökülmüş bir ağaca benzer. Geride bıraktığı çukur asla dolmaz. Yok-Anne’nin çocukları büyümezler. Çünkü hatıralar yaşlanmaz. Hafıza dolabının çekmecelerinde sabun kokulu çamaşırlar yoktur. Yok-Anne’nin çocuğuna  kor halinde taşlar kalmıştır yadigâr… Soğumaz o taşlar. Elini yakar her hatırladığında, tutamaz. 70 yaşına bile gelseler çocukturlar, hatırlamak yoktur onlar için. Geçmişi yeniden ve yeniden yaşamaktır her hatırlamak. Yeniden içi yanmaktır. Onun için büyüyEmezler bir türlü. Çocuk kalırlar. Yok-Anne’nin mezardan, hapisten, çalışmaktan veya tımarhaneden dönmesini beklerler.

Küçük William da böyle sonsuz derinlikte bir çukurun kıyısına oturup annesinin akıl hastanesinden dönüşünü bekledi ve 70 yaşında bir bebek olarak hayata yumdu gözlerini.

“Söndükten sonra ışığı hala yer yüzüne gelmeye devam eden yıldızlar gibi William Turner da ölüyken bizi aydınlatmaya devam ediyor. Henüz dünyaya gelmemiş kuşaklar bile doğayı o gözlerle görecekler, mezarın içinde, bir daha açılmamak üzere kapanmış olan o gözlerle.” (John Ruskin, sanat eleştirmeni ve Turner hayranı, ressamın yakın dostu)

Kanaatimce Lascaux’da mağara duvarlarına av sahnesi çizilen devirlerden bugüne kadar Avrupa’nın yetiştirdiği en büyük ressam oldu William Turner. Biyolojik hayatı sona erdiğinde evinde bulunan 19.000 karalama, suluboya, renk araştırması ve taslak ne kadar büyük bir uçurumun kıyısında oturduğunu ve bu boşluğu doldurmak için ne kadar çabaladığının işaretiydi.

William’ın tablolarının kopyası hâlâ yapılamıyor. Çünkü çocuk-William resim yaparken kâğıdı yırtılacak kadar ıslatıyor, tuali tırnaklarıyla kazıyor, kopan küçük parçacıkları parmaklarıyla yuvarlıyordu.  Çocuk-William resim yapmıyor adeta Sanat’la nefes alıp veriyordu. Sanat’ı yiyordu, tual ile, boyalar ile, resmettiği doğa ile Yok-Anne uçurumunu doldurmaya çalışıyordu.

“… Annem ve babam kavga edip evde hava gerginleşince, gök başıma düşecek gibi tehditkâr olup kapılar sertçe kapanmaya başlayınca günüm bir boşlukta yüzer gibi olur. Bu boşluğu doldurmak için lavaboyu bile yiyebilirim. Yiyeceklerde eksikliğini duyduğum o ağırlığı buluyorum…. Yiyecek dediğim zaman salata gibi ağırlıksız (/önemsiz) şeylerden bahsetmiyorum. Rüzgâr gibi gelip geçen, Read the rest

Ya Müslümansın Ya Milliyetçi! »

Irkçılık bir düşünce değildir, ruhsal bir bozukluktur. Irkına cibilliyetine toz kondurmama halidir ki ne din bu duyguyu salık verir ne veda hutbesinde peygamber insanlara bunu öğütler nede vicdanda böyle bir duygunun yeri vardır. Çünkü baktığı her yerde düşman gören ve sürekli düşman üreten yüce Allah’ın yarattığı insanlardan bu kadar nefret eden ve insanlarla bu kadar sağlıksız bir ilişki kuran bir kafanın içerisinde ne düşünceyi, ne değerler manzumesini, ne ahlakı ne de vicdanı aramaya gerek var. Ünlü ırkçı Nihal Atsız’ın oğlu Yağmur’a yazdığı vasiyetnamesinde olduğu gibi;

“Yağmur Oğlum!

Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarın ki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı yardımcın olsun!” Read the rest

Nefret ettiren, inciten suçlar… »

Turkiye’de yillardir fiili olarak tanik oldugumuz, ancak son bir kac yildir tartismaya basladigimiz “nefret soylemi” ve “nefret suclari”ni aktivistler, akademisyenler, gazeteciler ve hukukcularla konusuyoruz.

Medyanin nefret suclarinin artmasindaki rolu nedir, nefret soylemini uretme ve yeniden uretmeyi engellemek icin araclarimiz Read the rest

Hangi Liberalizm? »

Tartışma çoktandır var. Türkiye’deki liberaller ne zaman bir araya gelse, konular bir yerde (genelde sosyal adalet ve piyasa ekonomisinde) düğümlenir; düğümlenen noktalarda farklı düşünenler farklı filozoflara atıfta bulunur.

Yalnız farklılık iknayı beraberinde getirmez. Birisi diğerini çelişkili olmakla suçlar, öbürü berikini ütopik olmakla..Sonunda şu soru hep cevapsız kalır: Ama hangi liberalizm?

Bireysel özgürlüğü fırsat eşitliği temelinde alan modern liberalizm mi? Küçük ama etkin devleti idealize eden klasik liberalizm mi? Doğal haklara hiç bir müdahaleyi meşru görmeyen liberteryenizm mi?

Bunlardan hangisi liberalizmi layığı ile temsil ediyor? Hangisi daha gerçekçi, hangisi daha ahlaki? Liberalizmin kuruluş felsefesini bugün nasıl yorumlayabiliriz? Liberalizm sola mı daha yakındır, sağa mı?

Tüm bu soruları uzun zamandır facebookta tartışıyoruz; şimdi gelin kendi aramızda tartışalım diyoruz. Tabi, tartışma sadece 3H Hareketi üyeleri arasında geçmeyecek.  3H Hareketinde Klasik Liberaller – Liberteryenler arasında geçen bu tartışmaya Bilgi Üniversitesi, Genç Siviller, Toplum ve Politika Enstitüsü ve DSİP’den  modern liberaller ve hatta eski liberal yeni sosyalist akademisyen ve entelektüeller de katılıyor.

Liberalizm’i daha yakından öğrenmek ve hatta liberalizme getirilen eleştirilerden haberdar olmak istiyorsanız, bu toplantıyı kaçırmayın deriz.

3 Nisan Cumartesi, Saat 13.00 – 17.00
FNST Ofis, Taksim / İstanbul

Bilgi için: http://3hhareketi.org/

Oscar Alan İlk Kadın Yönetmen(miş) »

Oscar ödüllerinin verileceği zaman yaklaşınca bir koşuşturmacadır alır sinema sektörünü. Tahminler havada uçuşur. Tahmini tutan sinema eleştirmenleri, eleştirmen apoletlerinin üstüne bir yıldız daha ekler, tutmayanlar ise bir süre suskunluğa bürünürler.

Türkiye’den Oscar adayı olacak filmlerin belirlenmesi sırasında da benzer şeyler yaşanır. Hangi film belirlenirse belirlensin, o film yerine bir başkasını öneren, Oscar’a onun daha çok “yakışacağını” söyleyen eleştirmenler arasında yoğun tartışmalar yaşanır.

Oscar ödüllerine sinema sektöründe bu kadar önem verilmesinin birinci sebebinin, sanat değil Read the rest

Her sanat eseri bir soru demektir 3 »

Hayat Var (2008) Reha Erdem

Hayatın  tüm yükünü sırtında taşıyormuş gibi yorgun Hayat, gözlerinde dünyanın bütün akşamlarını yansıtıyor sanki. Ancak o gözlerde, dünyanın tüm sabahlarını solumak için sabırsız bir istek de usulca kendini belli ediyor. Aynı Bresson’un Mouchette’i gibi, Hayat’ın da tüm beklediği kendisine uzatılacak sevgiyle dolu bir el. Bu beklenti, o yaşlarda en büyük tehlikelerin zehirli çiçeklerini açtığı bir ortamı da beraberinde getiriyor.

Mouchette, insanlara ve hayata yönelik küçücük bir umudu ve bu umudun sevgi dolu bir karşılığını göremeyince, ölümde buluyordu çareyi… Hayat ise, kendisi gibi bir taze baharla birlikte hayatı seçiyor.

Peki, hayat terazisinin karşı kefesini ağırlaştırdığı için; yükü, ilk fırsatta teraziden atılarak hafifletilen hayat, gerçekten “Hayat varmış!” dedirtebilir mi Hayat’a yaşayacağı uzun yıllarda?

Karamazovi(2008)Petr Zelenka

Roman, tiyatro ve sinema birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olabilirler? İyi romanlar, iyi tiyatro eseri olabilirler mi? İyi tiyatro eserleri aynı güç ve güzellikle Read the rest

Bu pazartesi Atatürkçü kıza söz hakkı! »

Kemalist kızın cevapsız kaldığı başörtüsü sorusu from platform haber on Vimeo.