Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Süt / Semih Kaplanoğlu (2008) »

Süt dolu kaynayan kazana atılan yazı, ayaklarından kazana doğru baş aşağı asılan kadın, kadının ağzından çıkan yılan. Şaşırtıcı, beklenmedik, tuhaf…

Annesiyle geçinmek için süt ve süt ürünleri satan Yusuf. Sütçü şair. Okumayı seven. Annesinin yorgun, hüzünlü, güzel yüzü. Tutumlu, evini geçindirmeye çalışırken hayata ait güzellikleri göremeyen, sadece sorumluluklarını yerine getiren bir anne, sonradan kadınlığını hatırlayan ve farklı bir yol çizen.

Yusuf, çok okuyan, annesinin ifadesiyle, toprağa bakan, göğe bakan, evin neyle geçindirileceğiyle ilgilenmeyen, hayalleri olan çocuk. Yusuf, farklıdır yaşadığı hayattan, yüzünü bambaşka bir yöne dönmüştür ama mutludur dingin hayatında süt satmaktan ve okumaktan. Tanpınar, Dostoyevsky, Rimbaud’nun fotoğraflarıyla,  kitaplarla dolu kütüphanesi Read the rest

Ölüm gibi güzelsin »

 

Bu bir aşk ilânı olabilir ancak. Belki gökyüzünde kıyılmış bir nikâh? Seni dünya gözüyle görmeden önce rüyamda görmüştüm. Beyazlar giymiştin ve karlarla kaplı bir tepede tevekkülle oturuyordun. Kapından içeri girdim, selâm verdim ve beyaz duvarlarla çevrili beyaz halına oturdum. Tavan beyazdı. Konukların beyazlar giymişti. Pencerelerinden dışarı baktım ve bembeyaz kar, bembeyaz gök vardı, ufuk yoktu. Ne kadar güzeldin. Ölüm gibi güzeldin.

Bu sefer seni dünya gözüyle görmek nasib oldu. İstanbul Boğazı’nda bir ikindi vakti hiç beklemiyordum. Paket taşlarla döşeli dimdik bir yokuşun başında sanki beni bekliyordun. Yeşiller giymiştin. Yeşil sana ne kadar yakışmıştı. Bahçen, yosunlarla kaplı mezar taşların, duvarların yemyeşildi. Önünde kediler toplanmıştı. Yine beni buyur ettin. Namaz kıldık beraberce. Boğazı seyrettik sonra. Ne kadar güzeldin. Ölüm gibi güzeldin. “Kal” deseydin ben hazırdım sonsuza kadar seninle kalmaya. Yatacak bir yer gösterseydin bana. Senden ayrılmayı hiç istemezdim. Ama bu ayrılık nimetidir kavuşmayı bana terbiye eden. Ayrıldık yine. Şimdilik tabi. Sadece şimdilik.

Seni çok özledim.

 

DSC02089 

DSC02091 

 

DSC02092 

DSC02106

Yumurta / Semih Kaplanoğlu (2007) »

Gündüz ve gece olur, gün akar her şey gibi, gelenler ve gidenler olur, birileri akıp gider ve gidenin peşinden geçmişe döneriz bazen, bizden parçaya, bizden eski bir parçaya, bizden değişen bir parçaya, eksik bıraktığımız parçaya…

Hayatımızın iki ucu, arada yolların ve dağların, yaşanmışlıkların ve yaşanmayanların, yitenlerin ve kalanların, elimizdeyken yerini koca bir boşluğun doldurduğu bizden olmayan ama bir parçamız kabul ettiğimiz şeylerle doludur, şeyler: insanlar, yerler, anılar, başarılar, başarısızlıklar, günler, günleri dolduran hayatlar, gelenekler, sevgiler, nefretler, yarım kalan aşklar, yarım kalan…

Kaçıp gittiğimiz ve dönme vakti gelince tepkimizi sona attığımız. Sonda, yalnız kalınca, sana kimse kalmayınca, bir başına, bir ıssızlıkta yaşadığımız an verdiğimiz tepki: Ağlamak. Bazen, evet bazen, algılayamayız Read the rest

Savaş,barı​ş,mal mülk ve Nesin Vakfına dair »

Mücadele güzel şey. Barış daha karmaşık. Hikâyesini anlatmak kolay değil. Üç günden beri bir türlü toparlayamadım.
 
Öncelikle kaymakam ve vali beylerle barışmamızı tavsiye ettiler. Cuma günü Ali Nesin’le kaymakamı, dün valiyi makamlarında ziyaret ettik. Herkes çok olgun davrandı. Gözle görülür bir rahatlama oldu. Hatta kaymakam beyle o kadar kaynaştık ki dün valilikte tekrar karşılaşınca eski bir dostu görmüş gibi Read the rest

N.Ç Vakası ve Adli Tıp Kurumu Faciası »

Basında N.Ç. davası olarak yer alan dava  zaman aşımı sebebiyle düşmesine bir ay kala nihayet sonuçlandırıldı. Derin Düşünce sayfalarında bir kaç ay önce “İmtiyazlı yurttaşlık olarak yasa bağışlayıcılığı” ve “Kaçın kadınlar devlet geliyor” gibi yazılarla bir parça bu davayı anlatmaya çalışmıştık.

N.Ç. 12 yaşında zorunlu göç mağduru bir ailenin kızı. Tam 7 ay boyunca Mardin’de aralarında Yüzbaşı, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü, bir okulun müdür yardımcısı ve eşraftan bazı kişiler tarafından toplamda tam 31 erkeğin tecavüzüne uğramış, fiili livataya maruz kalmış bir kız çocuğu. Basının gündemine bundan 7,5 yıl kadar önce önceleri “Falanca Bakanımız” sonraları “Filanca Bakanımız”  olan Cemil Çiçek’e yazdığı mektupla geldi. O mektubunda şöyle diyordu N.Ç.:

“Sayın bakan adım N.Ç. 13 yaşındayım. Ben daha çocuğum. Küçük yaşta çekmediğim acı kalmadı. 12 yaşındayken; babam ve dedem yaşındaki onlarca adam bana 7 ay boyunca zorla tecavüz ettiler. Davam hala devam etmektedir. Ben bunların hiçbirini hak etmiyorum. Gazeteleri her gün takip etmekteyim. Her gün bir genç kızın hayatı kararıyor. Yeter artık biz çocuklar okumak istiyoruz. Oyun oynayacak çocuklarız. Ben artık hiçbir genç kızın hayatının kararmasını istemiyorum. O kötü acıyı ben çektim, başka kimsenin çekmesini istemiyorum”

Geçen bu 7,5 yıllık süreç içerisinde 31 sanıktan bir kısmı delil yetersizliğinden serbest Read the rest

Annelik miti »

 Annemin hayali bir mite dönerken…

Beni aradığında Mecidiyeköy’deymiş, ben de Bahçelievler’den dolanıp geldim Mecidiyeköy’e.  Mekanımız Cevahir’di. Gözümüzü kestirdiğimiz bir yere oturduk, tercihimiz lahmacundan yanaydı. Bir taraftan yerken bir taraftan da konuşmaya başladık. Gazeteciliğe başlamıştı, çok heyecanlıydı. İçinde bulunduğu dünyayı sorgulamayı da unutmuyordu. Hızlı hızlı konuşurken kararsızlıklarının onu yavaşlattığını görüyordum, bir şey demiyordum. Meslek sahibi olmak kaçınılmaz, mesleki kariyer Read the rest

Bu gün cuma, her gün cuma »


Code Rouge feat Amel Mathlouthi"Horizon"Génération Palestine
Yükleyen edyes. – Güncel haberleri izleyin

Bab Aziz / Nacer Khemir »

Bu filmi izlememe vesile olan Bilal’e ithaftır, eleştirileriyle hatalarımı gösteren Sevgili Dost’a…

 

Bir rüyanın içine girdim, başka bir rüyada nefes alıyorken. Çöl seslenirken gizini aramaya, ney sesi üflüyor ayrılık acısını ruhuma. Kays’ı çöllerde arayan Leyla’yım, Leyla’yı göremeyen/tanıyamayan Mecnun’um şimdi. Bir hikayenin içinde dinleyen, bir mesnevinin içinde gözleyen, bir masalın içinde çocuğum şimdi.  Kapılar açılsın ve Bab’ Aziz anlatılmaya başlansın şimdi.

Allah’a ulaşmak için yaratılmışlar adedince yollar vardır.

Fırtına diner, İştar dedesinin yüzündeki kumları temizler, sonra tutar dedesinin ellerinden, -onun gören gözüdür- onu buluşacağı yere götürürken yol arkadaşı olur. Aslında tersidir, dedesi tutar İştar’ın ellerinden- onun gören kalp gözüdür- onu buluşacağı yere götüren yol arkadaşı olur. Bu yolda İştar’ın öğreneceği çok şey vardır ve bu yol, uzundur.

Masumiyet ve hikmet el eledir, başlangıç ve son, hayat ve ölüm. Read the rest

Korkma Sönmez Ulan! »

… Bu konu ilginizi çektiyse…

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Roman ve Yazar »

 “Yazarın malzemesi gerçeklik ve hayâldir. Gerçeklik, sosyal, bireysel olduğu gibi tarihsel de olabilir. Hayâl gücü, yaratıcı yazarın kullandığı yapı taşlarının ikinci öbeğini oluşturur…”[1] Yazarın romandaki tutumu onun ele aldığı gerçekliğe karşı tutumunu yansıtır ki “bu da bir ve tek değil, çeşitlidir. Gerçekliği kendi ruhsal merceğinden geçirmektir yaratıcı yazarın yaptığı iş. Ve bu mercekten geçtikten sonra da gerçeklik, nitelik değiştirir ve kurmacaya dönüşür.”[2] İşte romanın bu yönü, toplumların yazara bakış açısında değişik tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. “Yazarı, ileriyi gören, bir kâhin, bir yol gösterici sayanlar olduğu gibi onu, işi kurmaca olduğu için boş şeylerle uğraşan, hayâlci, hatta toplumun asalak kişisi olarak niteleyen dönemler olmuştur.”[3]

Kimdir yazar, bir kahin mi, bir yol gösterici mi yoksa yalnızca bir hikâye anlatan kişi mi?

Yazarlar farklı toplumların, farklı çağların, farklı dillerin… üstünden okuyucuya ulaşan sanatçılardır. Hepsinin en önemli noktası, yaratma eyleminin içinde olmalarıdır. Olayı, insanı, nesnesi, zamanı… insanın dış ve iç yapısı, davranış, düşünce ve duyguları… ile kendi eliyle kurmaca bir dünya yaratır romancı. Forster, yazarı bir yaratıcı olarak alır ve “Eğer Tanrı evrenin öyküsünü anlatabilseydi, o zaman evren bir romana dönüşürdü.”[4] der ve devam eder “Çünkü romanda temel ilke, yaratıcı ile yazarın aynı kişi olmasıdır.” Read the rest