Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Post-Modern Zamanların Modern Hayaleti: Milliyetçilik »

Sunuş: Okuyacağınız yazıyı yayına girmeden önce uzun uzun düşündük. Aslında “iyi bir DD makalesinde” bulunması gereken bir çok özelliği bünyesinde barındırıyor. Özgün fikirler,eleştirel bakış, toptancı önyargılar karşısında tahlile davet… Emekleri için Berrin Hanım’a teşekkür ediyoruz. Ama dediğim gibi uzun uzun, biraz da kara kara düşündük yayınlamadan önce. Zira makaledeki bir tek paragraftan biraz … nasıl diyelim… “rahatsız” olduk. Bunu yorumlarımızda belirtmek niyetiyle makalenin tamamını ilginize sunuyoruz. (MY)

 

Post-Modern Zamanların Modern Hayaleti: Milliyetçilik

Berrin Sönmez

Moderne ait ne varsa sorgulanmakta günümüzde. Eleştirilmekte kıyasıya… Özellikle de bizim gibi model alma yoluyla modernleşmeyi seçmiş daha doğrusu modernleşme buyruğuyla dönüşmüş toplumların günümüzdeki sancısı bu. Geçmişle yüzleşmek. Zira hayatımıza renk ve ışık kazandıran, gönüllerimizi şenlendiren birçok unsurun yanı sıra belki bunların verdiği hazlardan çok daha fazla acılar yaşadı her toplum, modernleşme sürecinde. Biz de başka toplumlar gibi meşhur halaskarların yönlendirdiği meçhul kahramanların/askerlerin yardımıyla (!) homojen toplum hayaliyle yanıp tutuştuk. Hem de yakıp kavurduk, memleketi, kültürleri ve dilleri ve insanların mutluluk emelini kül edip savurduk, bilinmeyen zamanlara. Gelin görün ki o zamanlar da geldi şimdiki anımızı kuşattı.  Modern hayaletlerle kuşatılmış halde bir kâbustan uyanmaya çalışıyoruz. Günümüz sosyal ve siyasal gerilimleri, su meşhur filmin gerçek hayata yansıması adeta… Hayalet avcılığı yapıyoruz. Benedict Anderson’un ünlü kitabına verdiği Hayali Cemaatler isminden mülhem, hayalet deyişim, homojen toplum idealine. Bu ideale dayanak yapılan bir milliyetçilik anlayışı Read the rest

Mini Test: Bu sözler kime aittir? »

“… evlilik dışı cinsel ilişki, zina, pislik, şehvet, putperestlik ve benzeri şeylerin […] insan nefsinin işleri olduğu inkâr edilemez. Tanrı’nın egemenliğine içtenlikle ihtimam gösteren ve onu insanlar arasında yaymak için gayret göstermenin görevi olduğunu düşünen herkesin, kendisini, mezhepleri ortadan kaldırma işinden ziyade, bu ahlâksızların kökünü kazıma işine ve çabasına vermesi gerekmektedir… Bazı cemaatler kendilerini şehvetli bir şekilde önüne çıkan herkesle cinsel ilişki kurmanın pisliğiyle kirletselerdi yahut başka türlü iğrenç anormallikleri âdet hâline getirselerdi, siyasî yönetim dinî bir beraberlik içinde bulunuyorlar diye onlara hoşgörü göstermek mecburiyetinde mi olurdu diye sorabilirsiniz. Cevaplıyorum: Hayır.

a) Hayrettin Karaman (Dini Yasaklar ve Toplumsal Ahlâk)

b) Ayetullah Humeyni (Devrimin Prensipleri)

c) Mehmet Şevket Eygi (Dinimiz Açısından Zina ve Cemiyet)

d) John Locke (Hoşgörü Üstüne Bir Mektup)

 

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Kemalizmin Zararları(12): Katliam Yaptırır! »

“… Cumhurbaşkanı İnönü durumdan haberdar olur ve 3. Ordu Komutanı Muğlalı’ya, “Halkla kaymakam birbirine girmiş, işi hallet.” der. […] Bunun üzerine iki rekât namaz kılmak için izin istiyorlar. Elleri bağlı vaziyette Engiz deresinden abdest alıp cemaatle namazlarını kılıyorlar. İçlerinden Serheng adlı kişi hem ezan okuyor, hem de imam oluyor. Sonra kurşuna diziliyorlar. Ölenlerin çocuklarından
bir kısmı sınıf arkadaşımdı. Nasıl bir acı yaşıyorlardı, anlatamam.”
TAMAMI

Aşk, Allah Seni Korusun »

Eserle buluşmama vesile olan Memduh Yağcı’ya teşekkürlerimle…

Dünyadaki ruhlar kadar, Allah’a giden yol vardır” Bab Aziz’den…

  Film eleştirmenliği, incelemesi başlı başına bir uzmanlık alanıdır. Ancak bir film üzerine yazma çabası hem bu gayenin içinde hem de bazen çok üstündedir. Özellikle ruhani, sürreel eserlerin incelenmesi tekniğin yalnızca izaha çalıştığı ve eseri çoğu kez özünden koparan çalışmalardır. Eğer eser ruha dokun[ma]mışsa, kalıba bina edilen, tekniğe bağlı bir inceleme esere kesinlikle zulümdür. Yineliyorum, bu bahis özneldir ve sadece özel eserler için geçerlidir.

  Mesela İnception-2010 (Başlangıç) filmi pekala bir eleştirmen elinde incelenebilir, tekniğe yatırılabilir zira aslı değil, suretidir, yansıma bile değildir, yanılsamadır. Buna mukabil Nacer Khemir’in Bab Aziz, Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı gibi filmler-eserler tekniğin izah edemeyeceği derinlik barındırırlar.

   Empresyonistler(izlenimciler) eseri olduğu haliyle değil bıraktığı iz ile yorumlamayı savunurlar. Aslında bir anlamda incelenen eser ruhani ve sürreal ise empresyonist çizgi açığa çıkar. Dolayısı ile bu izafi ve görece sonucu doğurur. İzafi olan, olabilen ise bir anlamda ‘zengin’dir.

  Elbet bu yazının varlığı ve içeriği de mevcut zenginliğe sadece küçük bir dokunuştur, yukarıdaki bahse örnektir, işin ‘bence’sidir. ‘Bence’ bahsi ise Nacer Khemir’in Bab Aziz filminden alıntıladığım “Dünyadaki ruhlar kadar Allah’a giden yol vardır” cümlesi ışığında anlaşılmalıdır; her eser ve her eserin -bırakabiliyorsa- bıraktığı etki kadar ona giden yollar vardır, bazen o yolların çokluğu varılacak yerin yüceliğini de gösterir.

Yanlış hatırlamıyorsam Goethe’ye ait bir cümle okumuştum; ” Kendi yağıyla kavrulan sanatçı yoktur” küllühüm katıldığım bir ezcümle…

  Tunuslu yönetmen, sanatçı Nazer Khemir’in 1991 yapımı filmi Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı bu anlamda İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı eserinin bir ürünü, bir yansıması ve dahası bu iki muazzam eser ise ‘aşk‘ı izah etmenin birer yöntemi, bir nevi ruhların ve yolların çokluğunun ispatı.

  Khemir, alışılmışın çok ötesinde ve hatta meraklısı için, üzerinde bir sanatçı, eserlerine şahid olduktan sonra yönetmen diyemeyeceğiniz, ancak var olan bir ruh, bir arayış, bir yolcu, bir zanaatkar, sanatçı diyebileceğimiz bir usta. Read the rest

Bu pazartesi değilse ne zaman? Sen değilsen kim? »

Amerikan Saldırganlığı ve Batı’nın Barış Anlayışı (2) »

Son Afgan fotoğrafları (Yıldız Ramazanoğlu)

ABD Libya’ya çıkarma yapmak niyetinde. Sonra mutat olduğu üzere Müslüman avı başlayacak ve zamanla yüzlerce insanın akıbeti küçük birer üçüncü sayfa haberi kadar bile değer taşımayacak.  TAMAMI

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa …

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?  Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor! 

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

Amerikan Saldırganlığı ve Batı’nın Barış Anlayışı (1) »

Sides of the Wire | Afghanistan from photojournale on Vimeo.

 

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?  Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

Laiklerin Bastırılmış Cinselliği »

[…] Kimi diğerleri ise, dekolte karşısında tahrik olmayı ilkellik ya da asosyallik gibi olumsuz vasıflarla ilişkilendirdiler. Cinselliğin insan doğasındaki yerini reddeden bu yaklaşıma göre, medeni bir insan öyle dekolteden falan asla tahrik olmazdı! Böyle şeylerden olsa olsa bazı gericiler etkilenirdi! Zira medeni dediğin insan, (tıpkı dinsel duyguları gibi) cinsel duygularını da dört duvar arasına girmeden asla hissetmezdi! […]

[…] Namus ve şeref üzerine yemin etmenin çıkış noktası da budur. Böyle bir yemin, kadınların, ailelerindeki erkeklerin namusu oldukları varsayımına dayanır. Dolayısıyla, namusu üzerine yemin eden bir kişi, yabancı kimselerden saklamak ve korumakla yükümlü olduğu kadınların mahremiyeti gibi hassas bir konudan hareketle şerefini ortaya koymaktadır. Zira ailesindeki kadınlardan birinin namusunun kirlenmesi, kişinin şerefinin de lekelenmesi anlamına gelecektir.

Cumhuriyet, dayattığı yeni hayat tarzını işte böyle bir altyapı üzerine kurdu. Bu hayat tarzında merkezi bir öneme sahip olan örtünmemek, Batılılar gibi giyinmek, balolara katılmak ve dansetmek gibi pratikler, bunlara emrivaki ile uyum gösteren dönemin CHP’li erkeklerini son derece rahatsız eden kimi yönlere sahipti: Kadınlar ecnebiler gibi giyinince, onların kollarına, omuzlarına, açık yakalarına bakan erkekler tahrik olmayacaklar mıydı? Hiçbir erkek böyle bir şeye rıza gösteremeyeceğine göre, ecnebiler bu konuyu da çoktan aşmış olmalılardı! Demek ki onlar kamusal alanda zinhar tahrik falan olmuyordu! Demek ki problem yine bizdeydi… O halde, tahrik olmak kötü bir şeydi ve bu gibi ilkel duyguları bastırmak gerekliydi! (DerinSular)

Kemalizmin Zararları (11): Atatürk’ün Fotoğrafı Uzayda! »

Son görevini tamamlayarak, dün dünyaya dönen uzay mekiği ”Discovery” ile Atatürk’ün fotoğrafı ve Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nın logosu da uzaya çıktı. Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan (ISS) astronot Bill McArthur ile 2005 yılının Aralık ayında TAMAMI

Hiroshima Mon Amour / Hiroşima Sevgilim, Alain Resnais (1959) »

Ne zordur aşktan vazgeçmek, aşkından vazgeçmek. Akıllanmak unutmak anlamına gelir. Hayır, akıllanmak değil, arada bir hatırlamak… ne kadar sevdiğini ve ne kadar acı çektiğini arada bir hatırlamak.

Aşkın kollarında olmak, aşkının kollarında kalmak isterken, ölüm bile ayrılık anlamına gelmiyorken, insana en büyük engelin yine kendisi olması, belleği. Bellek unutmaya mahkumdur çünkü, acıyı dahi unutmaya…

1959 yılında bir barış filmi çekmek için Hiroşima’ya gelen Elle ile Hiroşima’da mimar olarak çalışan Lui arasında ansızın başlayan tek gecelik ilişkinin aşka dönüşmesi, birbirlerinden vazgeçememeleri ve bu vazgeçememenin ortaya çıkardığı geçmiş. Bitmesi istenmeyen o bir gecede; geçmişe, Nevers’e dönüş. Bir kadının gençliğinin, ilk aşkının, ilk aşk acısının bir şehir bağlamında verilişi. Yeni bir şehirde aşkı yeniden keşfetmesiyle aşkın önce iki şehir arasındaki git-gellerle verilirken, sonradan iki şehrin bütünleşmesiyle tek şehre dönüşmesi. Şehirlerin belleğinden, bellekteki şehirlere git-geller. Hiroşima’nın belleğiyle insanlığın belleğinin sorgulanması; Elle’in belleğiyle hem insanlığın hem de kendi belleğinin sorgulanması.

Film ilk katmanda, film içinde çekilen barış filmi aracılığıyla insanlığın belleğine yönelir ve ona, Hiroşima’yı, atom bombasının etkilerini, fotoğraflar ve dramatizasyonları kullanarak Read the rest