RSS Feed for This Post

ABD’de demokrasinin çöküşü(3): Özel banka isen kârlar senin, zarar halkındır

Önceki bölümler: 1, 2

“… Beyler! Bankaların Birleşik Devletler’deki faaliyetlerini yakından biliyorum. İçeride adamlarım var ve sizi gözlüyorum uzun zamandır. Bankanın parasıyla spekülasyon yaptığınızdan, halkın ekmeği ile oynadığınızdan eminim. Kâr edince aranızda paylaştınız, zarar edince yükü bankaya yıktınız. Bana diyorsunuz ki bankayı kapatırsam on bin aile perişan olur. Doğru olabilir ama günah sizin. Eğer sizi kendi halinize bırakırsam elli bin aile perişan olur ve günahı da benim boynuma. Sizler birer hırsız, birer zehirli yılan gibisiniz. Sizi kovmaya kararlıyım ve (yumruğunu masaya vurur)Tanrı’nın yardımıyla yapacağım bunu.” (Andrew Jackson, ABD’nin 7ci başkanı – 1834, Philadelphia Vatandaş Komitesi tutanakları-)

 Kârları özelleştirmek, zararları kamulaştırmak konusunda uzman olan bu zehirli yılanları kovacak bir Andrew Jackson ya da Thomas Jefferson yok bugün Amerika’da. Tabi 1800’lere kıyasla yatırım araçları çok gelişti, para hareketleri hızlandı ve küreselleşti. Bugün zehirli yılanların çalışma yöntemleri de daha bir sinsi, daha bir cilalı.

 Fakat temel sorun aynı : Özel bankalar işlerine gelince özel, gelmeyince kamu kuruluşu gibi davranıyorlar. Çünkü “Özel” de olsa bir bankanın iflası bakkal dükkânı veya tuğla fabrikası iflası gibi değil. Ulusal-devlet devreye giriyor, halkın vergileriyle banka kurtarılıyor ama sağlık, eğitim, güvenlik gibi hizmetlere para kalmıyor. İşler yolunda iken, ekonomi büyürken bankalar “özel ve enternasyonal”. Yaptıkları kârı kimseye koklatmıyorlar. Ama kriz dönemlerinde hepsi “ulusal” olup çıkıyor. “Bizi kurtarmazsanız kriz büyür, sizi de yutar” diyerek şantaj yapıyorlar. Yani kârları özelleştirip, zararları kamulaştırıyorlar. Demek ki devletin ve halkın bankalar üzerinde daha fazla söz hakkı olması gereklidir ve meşrudur. Riskleri halkla paylaştıkları müddetçe bankalar “özel sektör” sayılamazlar.

 İsterseniz geçen bölümde bahsettiğimiz OTC (Over The Counter) işlemleri ele alalım… Tahmin edersiniz ki OTC operasyonlar marjinal kaldığı müddetçe “eh iki banka aralarında anlaşmış, şu şu riskleri transfer ediyorlar” diyebiliriz. Ama bankaların teminat kapasitelerinin çok üzerindeki bir seviyede risk transferi oluyorsa devletin finansal sağlığıyla, halkın ekmeğiyle oynandığını söylemek icab etmez mi?

 “Teminat kapasitesinin üzerinde” derken neyi kasdediyoruz? Meselâ krizden önce risk provizyonları 2 milyar dolar olan Amerikan sigorta firması AIG’ye bakın. Battığı zaman Amerikan halkının 85 milyar dolar parası kullanıldı. Nasıl oldu da 2 milyar dolarlık provizyon gerçekleşen riskleri karşılamadı? Nükleer bir patlama ya da dev bir meteor gibi beklenmedik bir kaza mı oldu? Hayır. Daha basit.

 AIG riskli emlâk kredilerini sigorta ederek kapasitesinin 400 ila 800 katı büyüklüğünde YÜKSEK risk aldı. Bu risk alış iki kere sorunluydu. Çünkü miktarın aşırı ve (bizce) gayrı ahlâkî derecede yüksek olmasına ek olarak, alınan risklerin gerçekleşme ihtimalleri de çok YÜKSEK, hatta %100′e yakın idi. Önce firmanın kârı 4’e katlandı, traderları milyoner oldular. Bu tür risk transferlerinde kontrol rolü oynaması gereken FED ve SEC devre dışında kaldı. AIG bu yüksek riskleri başka risklerle birleştirerek dönüştürdü, (bizce) gizledi ve menkul kıymetleştirme yoluyla yeni finansal ürünler sürdü piyasaya.  Bu saklambaç oyununa AIG’nin müşterisi olduğu kredi derecelendirme kuruluşları da yardım ettiler. Türev ürünler içeren, bilanço dışı işlem gören ve yüksek risk arz eden kompozit portföylerin %90’ı AAA notuyla kamufle edildi. Yani bu “uzmanlar” dünyanın en riskli ürünlerini aldılar, G8 ülkeleri tarafından devlet garantisiyle satılan en güvenli finansal ürünlerle aynı kefeye koydular, onlarla eşdeğer-miş gibi gösterdiler!

 İflas etmeden sadece bir kaç gün önce AIG’nin notu da AAA idi. İflas etmeden önce Lehman Brothers’ın notu AAA idi. İflas etmeden önce Fannie Mae –Freddie Mac’ın notu AAA idi. Bu apaçık bir suç ortaklığıydı. Ama bankacılar gibi derecelendirme kuruluşları da krizden sonra cezalandırılmadılar.  FED 16 eylül 2008’de kendini batıran AIG’yi iflastan kurtarmak için tam 85 milyar dolar enjekte etti. Oysa 2005’te 200.000’den fazla ailenin evsiz kaldığı Katrina kasırgasından sonra hükümet tarafındanvaad edilen yardım sadece 11 milyar dolardı.

 Kravatlı eşkiyalar çok kolay hareket edebildiler. Çünkü borsayı çok iyi bilenlerin bile  anlayamayacağı bir piyasa(?) çıkmıştı ortaya. Karmaşık ve yüksek riskli ürünler bir sis bulutu teşkil ediyordu. Bu puslu havada bir radar gibi, TARAFSIZCA yol göstermesi gereken/umulan kredi derecelendirme kuruluşları ise batmakta olan bankalara AAA notu vererek yatırımcıları kandırdılar. Özetle şeffaflık daha da azalmıştı. Ev kredisini kesinlikle ödeyemeyecek olan yüzbinlerce garibanın teşkil ettiği devasa kredi riski rakamların, istatistiklerin, kredi notlarının arkasına gizlenmiş oldu. Riskin miktarı, gerçekleşme ihtimali, teminatların arkasındaki güvenceler… Bunlar bir sis bulutu içinde kalmıştı. Avrupa’daki emekli sandıklarına, belediyelere, vakıflara satıldı bu ürünler ve böylece krizin küreselleşmesi için gerekli son taşlar da döşendi.

 Neticede 1980’den itibaren para piyasaları giderek kumarhaneye dönüşüyordu. Finans sektörü hukukun dışında/üstünde idi artık. Hükümetlerin denetimi dışında kalan alt kuruluşlar, bilanço dışı işlemler, gayri ahlâkî kredi derecelendirme, şeffaflığın tamamen ortadan kalkması, müşterilerine açıkça yalan söyleyerek onları iflasa sürükleyen bankalar… Basel Committee on Banking Supervision’ın raporuna göre 2008 krizinden önce OTC (piyasa dışı) türev ürünler piyasasında cari işlemler 650 trilyon doları buldu. Bu rakam o yılki dünya ekonomisinin tam 10 katıydı! Bir başka deyişle palavra ticareti mal ve hizmet ticaretini fena halde sollamıştı. (Devam edecek)

 

… Bu konuda e-kitap… 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

  Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 3 Trackback(s)

  2. Ara 4, 2012: Bize Demokrasi değil Adalet lâzım
  3. Ara 5, 2012: Kâr ederse banka hepsini alır, zarar ederse halk hepsini öder
  4. Ara 5, 2012: Demokrasinin en büyük düşmanı halktır!

Sorry, comments for this entry are closed at this time.