RSS Feed for This Post

ABD’de demokrasinin çöküşü(2): Liberal yalanlar ve ekonomik gerçekler

Birinci Bölüm

 Ekonomik kriz kendi kendine çıkmaz, çıkar-T-ılır!

 1980’lere gelindiğinde Sovyet Rusya’da Komünizmin çöküşü ideolojik bir boşluk doğurdu. Batılılar serbest piyasa + demokrasi formülünün mükemmel bir toplum için TEK YOL olduğuna iman ettiler. Bu inanç sisteminin peygamberleri de vardı tabi: Fukuyama (Tarihin sonu) ve Friedman (Dünya Düz) … Hatta sahte nobel ödülleri bile ihdas edildi. Nobel Komitesi tarafından  değil, Alfred Nobel’in anısına Norveç Kraliyet Bankası tarafından verilen sosyal bilimler ödülleriydi bunlar. Ama yutuyoruz, yutturuyorlar. Bu sahte Nobel ödülleri ile liberalizm bilimselleşiyordu, başka yol yoktu, alterntif yoktu, yersen! Yiyoruz. Liberalizm rengârenk bir düşünce geleneği olmaktan çıktı, giderek totaliter bir ideolojiye benzemeye başladı:

  • Tek değer paradır,
  • Sermaye piyasası halkın, millet meclislerinin ve anayasa mahkemelerinin üzerinde bir karar merciidir,
  • Finans sektörü kendini kontrol eder, kanuna gerek yok,
  • Vatandaş yoktur, müşteri vardır,
  • Hak sahibi yoktur, sermaye sahibi vardır,
  • İhtiyaç yoktur, talep vardır, Amerikan doları cinsinden ifade edilemeyen değerler değersizdir,
  • Her şey alınıp satılabilir, tabiat, gelenekler, vatan sevgisi…

 Bu değerlerin liberal düşünce geleneğine nasıl eklendiğini, Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Popper, Berlin, Mises, Rothbard gibi liberallerin bu değerlere nasıl sahip çıktığını görmek için iki e-kitap okunabilir:

  1. Liberalizmin kara kitabı
  2. Liberalizm demokrasiyi sustururunca – Özgür ol! Bu bir emirdir!

 Fakirleri biraz daha sıksak su çıkar mı?

1900’lerden itibaren ABD’de faaliyet gösteren ekonomik bir aktör var: Savings & Loans. Aile babalarının para biriktirmesini sağlayan, emlâk kredisi, yaşlılık sigortası vb işlerine bakan bir tür kooperatif veya emekli sandığı diyelim. Üyelerin, borç alan ve verenlerin yönetimde oy hakkı var. 1980’li yıllara kadar da bu böyle. Diğer bütün ekonomik faaliyetler gibi Savings & Loans da kanunlara tabi.

 Fakat liberal ideolojinin yer ettiği 1980 sonrasında garip bir propaganda başlıyor ABD’de. Hem demokratlar hem de cumhuriyetçiler bir ağızdan haykırıyorlar:  “Irkı, etnik kökeni ne olursa olsun, hatta isterse işsiz veya bedensel engelli olsun, isterse çok yaşlı olsun herkesin ev satın almaya (to buy) hakkı vardır”. Tahmin edersiniz ki bazı kategorilerdeki insanların, düzenli bir geliri olmayanların kredi alması kolay değil.  Ama bu konu hassaslaşıyor, siyasî bir argüman, bir seçim sloganı oluyor. İnsanlar “fakirlerin ev sahibi olma hakkı” diyorlar artık. Elbette temiz, düzgün bir barınak herkesin hakkı ama burada hak ve güç kavramları arasında bir karışıklık var: Maddî olarak şu veya bu evi satın alma gücüne sahip olmak ile o güce sahip zenci, beyaz, kadın, erkek, Müslüman, Yahudi vs vatandaşların kanunen engellenmesi aynı şey değil. Parası olsun ya da olmasın herkese aynı malı / hizmeti vermek istediğinizde bir değer boşluğu oluşur. Bunu devlet kendi imkânlarıyla doldurabilir: Toplu konut yapar, fakirlere sübvansiyon ile ucuza, hatta bedava verebilir. Amerikalı bankacılar daha acayip bir şey yapıyorlar, o değer boşluğunu yani fakirlerin ödemesi mümkün olmayan kredileri daha da fakir olan insanları kandırarak finanse ediyorlar. Böylece işsiz, sermayesiz insanları kandırarak emlâk piyasasına çekiyorlar, ev talebi (yapay olarak) yükseliyor. Nasıl oldu da o kadar ekonomist, siyasetçi, gazeteci bu girdabı görmedi? Bir muamma. Bu dönemde Amerikan kamuoyunun medya ve bazı düşünce kuruluşları vasıtasıyla manipüle edildiğinden şüpheleniyorum, araştırmak lâzım.

 Neyse. Bu “fakirlerin ev sahibi olma hakkı” 1990’lara doğru iyice kabul görüyor zihinlerde. Buna paralel olarak finans sektörünü kanun dışına çıkarma isteği de adeta bir saplantı halinde. İşte bu ortamda “en alttakilerin” yani zencilerin, göçmenlerin, özürlü ve işsiz vatandaşların da ev sahibi yapılması bahanesiyle kanunlar gevşetiliyor. Aldığı kredileri geri ödeme imkânı olmayan bir çok insana KASITLI OLARAK kredi veriliyor. Hatalı beyannameden tutun da sahte imzalara, kara para aklamaya kadar her haltın yendiği acayip bir vurgun dalgası. Tabi sonunda risk gerçekleşiyor, Savings & Loans olarak bildiğimiz 3234 emekli sandığından 747 tanesi batıyor. Amerikan tarihinde görülmemiş bir olay. San Diego, Los Angeles… Bu “küçük” tsunami San Francisco’ya kadar geliyor. Oregon ve Washington direniyor, spekülasyon daha zayıf buralarda. Devlet batan sandıkları kurtarıyor. Amerikan halkına maliyeti: 125 milyar dolar!

 Küçük tsunami dedik zira 1990’larda tavan yapan bu emlâk krizi sanki 2008’dekinin bir provası gibi. İkinci emlâk krizinden önce başka bir vurgun geliyor tabi çünkü 2000’lerde kumarhane-piyasa emlâktan farklı bir sektör bulmuştu: Yazılım endüstrisi ve internet. Microsoft gibi gerçekten ekonomik değer üreten aktörlerin yanında çok sayıda genç firma borsaya girdi. Bunların çoğu bırakın kâr etmeyi daha tek bir kuruşluk satış bile yapmamışlardı. Ama finans uzmanı(!) basın sayesinde borsaya girer girmez hisse senetleri yılda ortalama %180 değer kazanıyordu. Goldman Sachs o yıl 18 genç firmayı borsaya soktu, bunlardan 14 tanesi zarar eden firmalardı. Bir yıl sonra hâlâ zarar ediyorlardı ama hisse senetleri %300 değer kazanmıştı. Tabi bir takım makro faktörlerin de katkısı oldu: Dolar ve Yen’in bolluğu, OECD ülkelerinin iletişim sektörlerini rekabete açması, internetin halka yayılması, 2000 yılında bilgisayarların bozulacağı korkusu… Bütün bunlar spekülasyonu kolaylaştıran faktörlerdi.

 Bu dönemde borsaya giren genç firmaların müşterileri de yoktu ama ikna ettikleri yatırımcıların verdikleri milyonlarca doları kullandılar. Yeni gelen yatırımcıların parasıyla kendilerine yüksek maaşlar ve eski yatırımcılara (güya) kâr payı dağıttılar. Yeni gelenlerin sayısı eskilerden fazla olduğu müddetçe mesele yoktu, görüyorsunuz, özünde dolandırıcılık hep aynı.

 2000 – 2005 arasında balon patladı. Balonu şişirenler parsayı toplayıp kaçtılar. AOL Time Warner 100 milyar $,  Nortel 19 milyar $, Vivendi 16 milyar $, Alcatel, Lucent, Cisco firmalarının her biri 3-4 milyar $… Fakat en çarpıcı Enron’un batmasıydı, 85 milyar dolar buharlaştı bir anda. Muhasebe doğru dürüst tutulmamıştı, rakamlar devletten saklanmıştı, kontrol eden firmalar da suç ortağı idiler. Worldcom ise 4 milyar dolarlık harcamayı “yatırım” olarak gösterdi. Bütün bunlar kredi derecelendirme kuruluşlarının ve benzeri “uzmanların” gözünden kaçmıştı (?) hep. Kim kaybetti peki bu paraları? Küçük tasarrufçular tabi. Bir deENRON’da yıllarca çalışmış, emekliliğini kazanmış garibanlar bir anda gelirsiz, maaşsız kalakaldılar. (Grafik: NASDAQ endeksi, 1999 – 2000 dönemine dikkat)

 Küresel Emlâk Krizi Nasıl Başlatılır?

 Yüzbinlerce insana asla ödeyemeyecekleri evler için kredi verildi. Fakat bankalar için endişe edecek bir şey yoktu, kredi ödenmemesi halinde oturanlar evden atılacak, ev bankaya devredilecekti. 2006’ya gelindiğinde emlâk krizinin patlamasına çok az kalmıştı ve imzalanan yüzbinlerce kredi dosyasının yaklaşık yarısı doldurulmamıştı bile. Amerikalılar bunlara “no doc loans” diyorlardı!

 Her yeni kredi alan öncekilerden daha fakirdi fakat yapay olarak üretilen bu ev talebi sayesinde ev fiyatları yükseliyordu. Bu spekülasyon tam bir fakir tuzağıydı. Meselâ 100.000 dolar kredi ile ev almış birisine banka telefon edip “evinizin fiyatı yükseldi, 120.000 dolar ediyor, 20.000 dolar daha kredi kullanabilirsiniz” diyordu. İlk kredinin faizlerini dahi ödeyemeyecek durumdaki fakirler bu parayla kredi taksitlerini ödemeye çalışıyorlardı. Bankacılar bu fakir tuzağina iki “komik” isim bulmuşlardı: Birincisi NINJA kredi idi: No Income, No Job, no Assets (gelir yok, iş yok, ana para yok). İkinci isim ise “neutron kredi”: Binalara zarar vermeden insanları yok eden bir bomba gibi fakirleri sokağa atıp evlerini ellerinden haciz yoluyla alacaklardı çünkü.

 Peki bu batırılan emlâk kredileri neden emlâk sektörüyle ya da bu sahada risk alan bir kaç banka ile sınırlı kalmadı? Önce bankacılık sekörü ardından bütün Amerikan ekonomisi ve en nihayetinde dünya ekonomisi sarsıldı?

 2008’den beri ekonomistler karmaşık ve uzun açıklamalarla kafamızı karıştırıyorlar ama gerçek çok daha basit. Tek bir sorun var: Eğer gerçekler ortaya çıkarsa batan bankaları kurtarmak için harcanan trilyon dolarların hesabını kimse veremez. ABD ve Avrupa hükümetleri halklarına “kusura bakmayın, biz fakirden alıp zengine verdik, sizin verdiğiniz vergileri kriz çıkaran bankalara peşkeş çektik” demek zorunda kalacaklar.

 Tekrar krizin hızla büyüme ve dünyaya sirayet etme sebebine dönecek olursak… Goldman Sachs gibi büyük bankalar krizi başlatan bu riskli emlâk kredilerini finansal risk sigortası  denebilecek ürünlere kattılar: CDO – Cash Collateralized debt obligation. Farklı risk seviyelerine göre yapılandırılan bu ürün özünde bir sahtekârlık içermiyor ama meslekten olmayanların gerçek riski ölçmesi, doğru fiyatı kestirmesi imkânsız. Yani bilgide bir asimetri var, şeffaflık yok. Serbest piyasanın en temel ilkelerinden biri çiğneniyor. Üstelik kur riski gibi meşru ürünlerin yanında ne işe yaradığını kimsenin açıklayamadığı karmaşık ürünler aşırı iyimserlik ve panik ortamı hazırlıyor yani spekülasyon kolaylaşıyor.

 Uzman olmadığınız bir sahada nasıl karar verirsiniz? Doktor ya da avukata işiniz düştüğünde kuzu gibi olursunuz değil mi? “Filan ilacı iç, şunu ye, bunu yeme… Peki doktor, emredersin!” Başka yolu yok zaten, karnı ağrıyan herkes gidip 8 sene tıp okuyacak değil ya. Finans sektörünün doktorları da kredi derecelendirme kuruluşları. Filan ürüne, firmaya hatta koca bir ülkeye “AAA” veriyor, ertesi sene notunu kırıyor. Neye göre? Belli değil. Bir bakıyorsunuz Tayland’da darbe olmuş ama kredi notu Norveç ile aynı. Soruyorsunuz, “usta ne ayak? Sen sus, ekonomiden ne anlarsın sen?” Kısacası rasyonel bir yatırım piyasası şeffaflığını yitirdikçe sadece “uzman” hırsızların söz geçirdiği bir kumarhane-piyasa haline geliyor.

 İkinci ve daha büyük sorun var: Bu isli, sisli, pis puslu ortamın ruhban sınıfı olan kredi derecelendirme kuruluşları. Kim veriyor paralarını devlet mi? Hayır. Ürün kalitesini “ölçtükleri” bankalar! Yanlış okumadınız, finansal ürünlerin riskini ölçen kredi derecelendirme kuruluşlarının kazancı ürünü ölçülen bankalardan geliyor. Yani bir banka kendi ürünlerine “A” veya “B” gibi not veren firmalara doğrudan para ödüyor. Üstelik bu ürünlerin oluşturulmasında da derecelendirme kuruluşları aktif rol oynuyorlar. Hakim, savcı ve sanık aynı kişi! Özetle Amerika Birleşik Devletleri’nde ciğer kediye emanet edilmişti. Kedi ciğeri yedi…

 Üçüncü sorun ise söz konusu CDO’ların piyasa dışı işlem görmesi, teknik deyimle OTC – Over The Counter. İki finansal aktör anlaşıyorlar, işlemler kamu kuruluşlarınca kontrol edilmiyor. Edilse bile kısıtlar, yaptırımlar borsadaki kadar değil. Ayrıca bilanço dışı kayıt sebebiyle bir bankanın aldığı riskler diğer bankalarca bilinmiyor. Dahası ulusal sınırlar dışında kalan “şubeler” var. Meselâ Alman bankalarının İrlanda’daki faaliyetleri Alman borsa denetiminden de kaçmıştı tamamen. Krizden sonra bir de bankalar arası güven krizi yaşandı. Kimse komşusunun sağlığından emin olamıyordu.

 2008’te tavan yapan krizin ve doğurduğu güven eksikliğinin son bulduğu söylenemez tabi. Zira krizi mümkün kılan “hatalar” analiz edilmedi, haliyle gerekli yasal önlemler de alınmadı.  Bu endişeli ortamı bahane eden FED başkanı Bernanke piyasaya her ay fazladan 40 milyar dolar süreceğini açıkladı 2012 eylülünde. Aslında yeni bir şey değil, FED 2008’den beri 2340 milyar $ yani iki buçuk trilyon dolar enjekte etmiş! ABD’nin yıllık GSMH  seviyesinin 15 trilyon $ olduğunu düşünürsek bu kararın vehameti daha iyi anlaşılır sanırım. Bernanke’nin savunmasına göre (teorik olarak) para bolluğu sayesinde piyasaları hareketlendirmesi, yatırımlara ivme kazandırması hedefleniyor. Fakat bu karar korkarım yeni ve daha büyük bir krize zemin hazırlıyor. Ama bu ayrı bir konu. Paranoyak mı geldi size? Geçen bölümden hatırlayın: Banka göründüğü gibi değildir. Banka ordudan daha tehlikelidir!

 

 

… Bu konuda e-kitap…

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

 

 Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

 

Liberalizmin Kara Kitabı

 

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:@guncelhaberler Tarih: Eki 21, 2012 | Reply

    ABD’de demokrasinin çöküşü(2): Liberal yalanlar ve ekonomik gerçekler: http://t.co/ZdSGXOM2

  3. Yazan:@Hseyin_avni Tarih: Eki 21, 2012 | Reply

    ABD’de demokrasinin çöküşü(2): Liberal yalanlar ve ekonomik gerçekler: http://t.co/nkwsp1Uc

  1. 3 Trackback(s)

  2. Kas 15, 2012: Demokrasinin en büyük düşmanı halktır!
  3. Ara 4, 2012: Bize Demokrasi değil Adalet lâzım
  4. Ara 5, 2012: Kâr ederse banka hepsini alır, zarar ederse halk hepsini öder

Sorry, comments for this entry are closed at this time.