RSS Feed for This Post

Hümeze Suresi ve “Linç Ahlâkı”

Çok sıcak bir temmuz günüydü, bir arkadaşımla birlikte bir başka arkadaşımızı bekliyorduk. Birlikte bir yere gidecektik, havanın sıcağı, o gün aracı alamayıp toplu taşıma aracına mecbur kalmanın hafif sıkıntısı arasında yanımdaki arkadaşım yoldan geçen “tesettürsüz” örtülü kadınları kolumu dürterek gösterdi. Daha ben ne olduğunu anlayamadan, ağlamaklı ses tonuyla “Ne yaptım ben, nasıl yaptım, Hümeze Suresi’deki gibi alay ettim, önden ve arkadan çekiştirdim…” diye hayıflanmaya başladı. Nasıl sevdim bu hayıflanmayı, nasıl da güzeldi pişmanlık, nasıl da…

Haydi o vakit Ramazan 1’e kadar Hümeze çalışalım, tefsiri, meâli ve tebliği üzerine her gün çalışalım, kalbimize sinsin, hayatımıza sirayet etsin, dedim. Anlaştık.

“Kalp” kelimesinin bir anlamının da “sürekli şekil değiştiren” olduğunu duymuştum vaktin birinde. Yani kalbin açık olduğu anlar da vardır, kapalı olduğu anlar da var. Ve bizler kalbin ne an açık, ne an kapalı olduğunu bilemeyiz bu sebepten ötürü kalbi her an yoklamakla mükellefiz. Açık olduğu anlarda, ihtiyacımız olanları yerleştirmek zorundayız. Müslümanlar olarak, Kur’ân-ı Kerim’i bugün içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayına “tıkıştırmak” yerine, bir ömre yaymak ve hayatımıza pusula kılmak durumundayız. Vahiy denilen şey önce Peygamber (SAS)’e indirildi ama onunla kısıtlı kalmadı zira vahyin muhatapları yani alıcıları, taşıyıcıları ve tebliğ edicileri de bizleriz. Bu nedenle Kur’ân’ı almak, taşımak ve tebliğ etmek için onun birincil taşıyıcısı kalbimizi sık sık onunla doldurmak, açık olduğu anlarda kalplerimize yerleştirmek durumundayız.

Uzun zamandır internet kullanan biriyim, yazar-çizer camiasının yoğunluğu İstanbul’da ben ise bu serüvene Samsun’dan daha açık ifade edeyim Türkiye’nin Anadolusundan katılıyorum. Okumak, yazmak, tartışmak… serüveninde internetin bana çok büyük faydası oldu. Eminim birçok kişi için de aynısı oldu.

Eskiden okur-yazar buluşmaları kitap günlerinden, kitapçı sohbetlerinden az ve özden öteye geçmezdi bugün ise öyle değil Twitter ve Facebook gibi sosyal ağlar var, birçok yazar bu ağları çok aktif şekilde kullanıyor. Okur-yazar ilişkisine büyük katkı sağlıyor. Herkese konuşabileceği ve sesini duyurabileceği bir alan oluşturuyor. Yeni fikirler doğuyor, bir tartışmadan gerekli olan üç makale konusu dahi çıkabiliyor, ancak…

Ancak sosyal ağların bununla birlikte olumsuz manada bir misyonu da doğuyor. Yani sıhhati ve sahihliği sıkıntılı olan, gerçeği yansıtmayan, aldatıcı olan yorumlar yayılabiliyor. Aynen iyiliğin de kötülüğün de yayıldığı gibi… Misal, bir yazar uğraşıp, didiniyor en az 3-5 saat -ki bunun arka planındaki birikim de vardır- bir yazı yazıyor ancak okunmayan yazı üzerine bir de yazarın yahut fikir sahibinin yazdığı bir ileti yahut bir twit “linç edilmesine” vesile oluyor. Sadece o yazdığı tek cümle ile “başı ve sonu” bilinmeyen cımbızlanmış o cümle ile değerlendiriliyor. Kur’ân-ı Kerim’in tefsiri bahsinde “Tefsir Usulü” diye bir ders var, tefsir usulü Kur’ân’ın tefsiri sırasında ayetlerdeki “sibak-siyak” olayını da dikkate alır, yani bir ayeti tefsir ederken, o ayetin öncesinde inen ayete ve sonrasında inen ayete bakılır. Dahası nüzul yani indiriliş sebebine bakılır. Mekke döneminde mi yoksa Medine döneminde mi indirildiğine bakılır. Bu yöntem anlamanın ve kavramanın sıkıntısız olması için, Allah’ın kulu tarafından anlaşılması için kullanılır. Ki bu aynı zamanda salt Allah-kul arasında değil, insanlar arasındaki diyaloglar içinde elzem bir ahlâktır.

En çok hadis rivayet eden sahabe Ebu Hureyre’nin dahi bir dönem bunca çok hadis rivayet etmesi tenkit edilmişti zira Allah Rasulü ile çokça vakit geçiren Hureyre’nin yanından ayrıldığı ve tekrar geri döndüğü zamanlarda başını-nedenini kaçırdığı bilmediği bir sözü de rivayet ettiği ve art niyet taşımadığı halde yanılmış olabileceği nakledilir.

Tüm bunları toparlayacak olan Hümeze Suresine dönecek olursam, Hümeze Suresi, Mekki bir sure, Mekki olduğuna dair neredeyse itilaf yok, nedir Mekki surelerin özelliği; yani Mekke’de inmiş, henüz İslam tamamıyla yayılmadan evvel inmiş, İslam devleti kurulmadan inmiş, yönetim ve yayılmadan önce “imana ve imanın gereklerine” dair yoğun açıklamaların olduğu sureleridir. Hümeze Suresi bunlardan biridir. Hümeze Suresinin konusu ise “ahlâk”tır.

Birçok müfessirin Hümeze Suresi tefsirine baktığımda sureyle ilgili hemen hemen aynı şeyleri okuduğumu söyleyebilirim. Özellikle bu yazıya konu olan ilk üç ayet:

1. Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline!

 2. O ki, (mal) toplamış ve onu sayıp durmuştur.

 3. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.”

Bir dönem gıybet, kul hakkı üzerine konuşurken konunun ve hakka girmenin sırf arkadan konuşmak olarak anlaşıldığını fark etmiştim. Hatta “Yüzüne söyleyemeyeceğimi arkasından söylemem” ifadeleri bir tür mertlikmiş gibi algılanır olmuştu. Oysa surede “yerme, alay etme, kınama, kırma, hakka girme” gibi yanlış tutumda bulunanların durumunun içler acısı olduğu “yüzüne de arkasından da” fark etmeksizin belirtiliyor.

Ben her gün bilgisayarımı açıp dünyada olan biteni okuyorum, sonra sosyal ağlarda bu gelişmelere yorum yapanları okuyorum, sonra köşe yazarlarını okuyorum, sonra o yazılara yorum yapanları okuyorum, arkadaşımın “günaha düşüp, pişman olup, tevbe ettiği ve tevbesini filli olarak (Hümeze Suresi çalışarak) da yaptığını gördüğüm o an ile sosyal ağlarda hemen her gün muhatap olduğum “hümezeleri (başkasını yermeyi, hakir ve zelil etmeyi adet ve ödev haline getirenler)” görüyorum. Yer yer kendimi de o linç edici, alaycı “hümezeler” içerisinde görüyorum, bir sürü oluyoruz. Ve hatta birinin “Selam, bugün kimi linç ediyoruz?” iletisini okuyorum. Günahın hayatımızda bir “ahlâk” olduğunu, linç ahlâkı edindiğimizi görüyorum. Kötülüğü yapmakla kalmayıp, yaydığımızı görüyorum. Kalbimin açık olduğu ana denk gelen bu kötülüğü de içine aldığını görüyorum.

“Din güzel ahlâktır” güzel ahlâkın ölçüsü ise Kur’ândır. Kur’ân bize önce kendimize bakmayı, sonra başkalarına bakmayı tavsiye ediyor. Kur’ân bize kimseyi yermemeyi, linç etmemeyi, hakkına girmemeyi, aşağılamamayı emrediyor.

Vesile Ramazan’a 1 gün kala, bir hazırlık günü olan arife günü yazdığım bu satırlardan kendimi de münezzeh kılmadan naçizane tebliğ etmeye çalışıyorum. 1 ay boyunca Kur’ân-ı Kerim’i hatmedecek Müslüman kardeşlerime meâl ve fırsat bulurlarsa tefsir okumalarını tavsiye ediyorum. Hakir gördüğümüzden bir farkımız olmadığını bilmemiz gerektiğine inanıyorum. Arınmak ve temizlenmek için kalplerimizi sık sık kontrol etmemiz gerektiğine ve açık bulduğumuzda kalbimizi Kur’ân ahlâkıyla ıslah etmemizin bir ödev olduğuna inanıyorum.

Tüm inananlara hayırlı bir Ramazan dilerim.

… Biraz okumak için…

  İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 9, 2012: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin