RSS Feed for This Post

İslam’ın vizyonu (4) / Hamza Yusuf

Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in ‘İslam’ın vizyonu’ kitabı üzerinden yaptığı konuşmanın deşifresidir.  

 

İslam dünyasına baktığımızda büyük isyanlar görmüyoruz (Ç.N: Konuşma Arap Baharından önce yapılmıştır). Müslümanlar çok sabırlılar. Değişimin özünde devletlerde değil, kendi ruh devletlerinde gerçekleşmesi gerektiğinin farkındalar. Yaşadığımız toplumun sağlığı, bireylerin ruh sağlıklarına bağlı. Bir toplum ruhsal açıdan ya hastadır veya sağlıklıdır. Ne yazık ki günümüzde toplumların büyük çoğunluğu illetli. Cihad kavramı bu açıdan önemli. İnsanların doğru uğruna savaşmaları gerekiyor, bunu yapmaya hakları var. Evlerini, topraklarını, saldırganlara, işgalcilere karşı koruma hakları var. Kur’an hep hazırlıklı olun der. Neden? Çünkü barışı sürdürmenin en iyi yolu savaşa hazırlıklı bulunmaktır. Ne yazık ki insanlar sakince oturup, medeni bir şekilde problemlerini çözebilene kadar dünyanın gerçeği bu. Zaptetmek, ele geçirmek, çalmak için güç kullanan insanlar bulunduğu sürece bunlara karşı çıkan, dik duran insanlara da ihtiyaç olacaktır.

 Pasifizm bir çözüm değildir. Bir pasifist günün sonunda yersiz, yurtsuzdur, bir kurbandır. Aborjinlerin hayatta kalmasının sebebi insanların yaşamak istemediği bölgelerde yaşamalarıdır. Kimse yağmur ormanlarında yaşamak istemez. Aborjin insanlarını rahatsız eden yok, çünkü kimse ormanda yaşamak istemiyor. Kimse Avusturalya’nın taşrasında yaşamak da istemiyor. Aborjinlerin durumu iyi, hiçbir problemleri olmadı, çünkü hiç menfaat çatışması yaşamadılar. Bu ülkedeki yerli Amerikalılar da aynı durumdaydı, sığırlarını otlattılar, buffaloları avladılar, aynısı Aborjinlere de oldu. Bu yüzden İslam insanlara kendilerini savunmak için hazırlıklı olmalarını söyler çünkü yaşadığımız dünyanın doğası budur. Dünyayı yöneten insanlara bakın, dış ilişkiler konusunda yazdıklarını okuyorum. Bunlar komplo teorisi değil. Çok açık konuşuyorlar. Ahlak kalabalıklar içindir diyorlar. Reel politik ahlak tanımaz diyorlar, dünyada düzenlerini böyle sürdürüyorlar.

 Şimdi maalesef modern Müslüman dünyada ahir zaman alametleri görülüyor. Savaş kurallarına bakıyorsunuz, kim belirliyor savaş kurallarını? Sidi Halil’in Muhtasirin’de İslami savaş kuralları belirtilir, zehirli ok kullanmaya cevaz verilmemiştir, bu biyolojik silah demektir. İslam savaş kurallarını açıkça belirlemiştir. Hz.Peygamber (SAV) “düşmanlarınızın kuyularını zehirlemeyin” demiştir. Bu bildiğimiz biyolojik veya kimyasal silahlar da yasak demektir. “Düşmanlarınızla savaşırken ateş kullanmayın çünkü ateşle cezalandıran yalnız Allah’tır” demiştir. Nükleer soykırım… Biz bu ülkede hep alev silahı kullandık. Ateş bombaları kullanıyoruz. İnsanlar yanıyor, Nagasaki’de Hiroşima’da görebilirsiniz, insanların gölge gibi resimleri var, sadece gölge, İnsanlar patlamış, yok olmuşlar. Yüz bin sivil. Onlar masum sivillerdi. Bu iki şehirde sadece 10 bin Japon askeri vardı ve bunu biliyorlardı. Bu taktiği onlara öğretenler İngilizlerdi. Çılgın bombacı Browning. Britanyalı savaş teoristi, insanları boyun eğdirmenin en iyi yolunun sivil halka saldırmak olduğunu söylüyordu. William Tomoska-Sherman’ın, ‘Okyanusa marş’ kitabı ‘sivil savaş teorisi’ni anlatır. Müttefiklerde bu kavram yoktu. Siviller konusu onları ürkütüyordu, fakat Sherman savaşın cehennem olduğunu, onu bitirmenin en iyi yolunun ise tüm altyapı çökene kadar sivilleri süründürmek olduğunu söylüyordu. Çünkü siviller arkalarında olmazsa hiçbir devlet savaşmayı sürdüremezdi. Fikir buydu. Dresden’in ve Alman sivillerin bombalanmasının mantığı da buydu. Bunlar İslam’da yasaktır. İslam’da savaş kuralları Müslümanlar’ın gurur duyacağı kurallardır, bunlar bize 1400 yıl önce verildi. ‘Kadınları ve çocukları öldürmeyin’, bu mütevatir hadistir. Cihadda kadın ve çocukların öldürülmesi, tecavüz edilmesi mutlak olarak yasaklanmıştır, yağma da yasaktır. İslam’da ganimete izin verilir. ‘Enfal (ganimet) Allah ve Resulünündür’, onları keyfice zaptedemezsiniz.

 İslam’da büyük günahlardan biri de savaşta insanların malına, mülküne el koymaktır. Ganimeti imam toplar ve sonra dağıtılır. Bunlar insanların davranışlarını medenileştiren savaş kurallarıdır. Hz.Ebu Bekir birliklerine şöyle hitap etmiştir: “kuyuları zehirlemeyin, meyva ağaçlarını kesmeyin, yaşlı insanları, kadın ve çocukları öldürmeyin!”. Bunlar cahiliye Araplarının tamamen yapancı olduğu kurallardır. Devrimsel prensiplerdir. Cihad talihsizce yanlış anlaşılıyor. Bu kısmı son bir şey söyleyerek kapatacağım. Son yüzyılda savaşlarda 200 milyon insan öldü. 200 milyon insan! Bunların çoğu sivildi. O zamana kadar insanoğlunun savaşlarda öldürdüğü toplam insan sayısından çok daha fazladır bu rakam, modern teknoloji sayesinde!. Bu insanlar din uğruna öldürülmedi. Komünizm uğruna, sosyalizm, faşizm uğruna öldürüldü. Her şey uğruna öldürüldü ama din değil. Bu yüzden din savaşlara yol açar fikri hatalıdır. Savaşa yol açan insandır. Bu kadar basittir. İnsanlar saldırgandır. Grek oyun yazarı Aristophiles’in belirttiği gibi insanoğlu kavgacıdır, savaş ancak kadınların greve gidip bu koca adamların savaşa göndereceği oğullar doğurmayı reddetmeleriyle son bulabilir.

 1929 veya 1930 yapımı bir filmde güzel bir sahne vardı. “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”, bu yasaklı bir savaş karşıtı filmdi. Bu ülkede yayınlanmasına izin vermediler. Bir sahnede Alman askerleri birarada oturuyor. Birinci Dünya savaşı yılları. Bir tanesi soruyor: “Savaş nasıl başladı?”. Diğer Alman diyor ki “Fransa Almanya’ya savaş açtı”. Diğeri diyor ki “Bu ne demek? Ben Almanım, bana saldırmadılar…”. Diğeri “hayır hayır hayır ülke ülkeye saldırdı” diye düzeltiyor. Diğeri “Peki bunu nasıl yaptılar?” diye soruyor. Öteki “Bilmem ki” diye karşılık veriyor. Bütün konu budur, savaşı kim başlattı? Kim başlatıyor? Başlayan savaşların çoğu tamamen aptallık nişanesi. Tamamen aptallık, gerçekten öyle. Bu yüzden Hz.Peygamber’in (SAV) 23 yıllık hayatına baktığınızda iki tarafta ölen toplam 1900 insan vardır. Vatanlarını korumak uğruna, dinleri uğruna can vermişlerdir. Fakat bu savaşlar insanlar arasındaydı. Ortada bir devletle savaşan başka bir devlet yoktu. Bir kimse diğerine kötü davranıyordu ve onlar birbirlerini tanıyorlardı. Parmaklarıyla işaret edip kim olduklarını gösterebiliyorlardı… Kimse başlatanı bilmiyor, bu insanların isimlerini dahi bilmiyor. Birçoğunun sebebi füze sözleşmeleri ve silahlanma anlaşmalarıydı. Bu yüzden Eisenhower, askeri sanayiye hizmet edip 1960’da Beyaz Saray’dan ayrıldığında Amerikalıları bu çok tehlikeli işbirliğine karşı uyarmıştı. Askeri sanayi fikri bu ülke için yeni bir şeydi. Orduyu işbirliği ilişkisi diye endüstriye sokarsanız, bu endüstri silah üretir, asker de bu silahı kullanır. Kendinizi çok tehlikeli bir duruma sokmuş olursunuz. Bu olup biten ölümlerin kime faydası olduğunu merak mı ediyorsunuz?. Kimler bu silahları sağlıyor? Ne zaman Filistin veya İsraillilerin fotoğraflarına  baksam, Afganistan’a baksam savaşçıların ellerinde İngiltere veya Amerika’da üretilmiş silahları görüyorum. Bu silahlar nereden geliyor? Bunların hepsi Kalaşnikof, M16, güçlü füzeler, bunların hiçbirini Afganlar yapmadı. Onlara bütün bunları kim verdi? Asıl soru budur ve Hz.Peygamber (SAV) demiştir ki “bir ihtilafta silah satan cehennemle lanetlenmiştir”. Bu yüzden Maliki mezhebinde silah sözleşmesi geçerli bir sözleşme kabul edilmez. Sivil bir anlaşmazlık varsa silah satamazsın. Bugün İslam’da savaş konusunda kimsenin söz söylemeye hakkı yoktur, bu benim kişisel görüşüm. Onlar soğuk savaşı gülünç bir durum olarak nitelemişlerdi. Onları patlatmak için yeterince silahımız var diyorlardı. Onların da bizi patlatmak için yeterli silahı var. Buna MAD diyorlar. Pentagon’da bu bir kısaltma. Karşılıklı Garantilenmiş Yıkım. Onlar düğmeye bastığında onların roketi buraya ulaşmadan biz de düğmeye basmayı garantileyelim. Hepsi yok olsun, tam bir salaklık. Biyolojik silahlar teknik olarak yasaklanmalı değil mi? Sorun şu, millet uyuyor, vatandaş televizyonla uyuşmuş, derdi futbol, kim gol kralı olmuş, kim kupayı almış bunlarla ilgililer. Gerçek bu! Neyi hakedirsen onu alırsın veya hadiste söylenildiği gibi, neyi alıyorsan onu haketmişsindir. Hz.Peygamber (SAV) ahir zamanda o kadar çok yıkım olacak ki o zaman en doğru söz Adem’in çocuklarından birinin söylediğini söylemektir, ‘elini beni öldürmek için kaldıracaksan ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Elimi seni öldürmek için kaldırmıyorum. Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ demektir. Ayrım olmaksızın öldürmeyi haklı çıkartacak hiçbir sebep olamaz. Bunun bir gerekçesi olamaz. Bu tip bir savaşı felsefi olarak gerekçelendirmek mümkün değildir. İnsanları ayrım yapmadan öldüremezsin. Bu kadar basit. Adil bir savaşta yalnız savaşçılar meşru hedeflerdir, bu budur.

 

***

 

Sonraki bölümde şeriattan, yani kutsal yasadan bahsediyor. Bu konuda birkaç şey söyleyeceğim. Şeriat denilince dikkatli olunması lazım çünkü İslam’da teokrasi diye bir sistem yoktur. Bunlar modernist müslümanların İslam’a yamadığı modern hurafelerdendir. Sözlükte teokrasinin tanımına baktığınızda şunu görürsünüz: “Tanrının veya Tanrı namına yönetenlerin yasası” yazar. Hz.Ebu Bekr halife ilan edildiğinde halifetü’r resulullahtı (peygamberin halifesi). Kendisine halifetullah (Allah’ın halifesi) denilmemişti. Allah’ın elçisinin halifesi denilmişti. Çünkü Allah’ın kanunuyla hükmetmek ancak Allah’ın Peygamberine mahsustur. Peygamberler dünya üzerinde değilse kimsenin ‘bu Tanrının hükmüdür’ demeye selahiyeti yoktur. Bu kadar basittir. Özünde şeriat, kendinizi içinde bulduğunuz hâli anlamaktır. Her bir durumun hükmü vardır. Hükümler şu kategorilerden birine girer:

 

1. Vacip, yapılması icab eden, gereken, yapmak zorunda olduğumuz şeyler. Zekat vermek gibi.

2. Yapılması tavsiye edilen, yapılması teşvik edilen şeyler. Zekat vaciptir, sadaka menduptur. İhtiyaç sahibine, %2,5 zekatını vermiş olsan dahi sadaka vermek tavsiye edilmiştir. Yapmak zorunda değilsin ama vermek sıklıkla teşvik edilmiştir.

3. İzin verilenler, bu dünyadaki işlerin çoğunluğu bu kategoridedir.

4. Mübah. Kimse yapmak zorundasın diyemez, kimse yapamazsın da diyemez. İzin verilmiş bir eylemdir. Bu dünyadaki işlerin çoğu böyledir. Bir de hoş görülmeyen işler vardır, hiçbir yararı olmayan boş konuşmalar gibi. Laklak etmek, aşırı olmadıkça izin verilmiş bir şeydir çünkü söylenmesi yasak olan şeyler vardır. İnsanların dedikodusunu yapamazsınız.

5. Yasaklanmış şeyler. Bu dünyada yasaklanmış şeyler çok azdır. Yenmesi yasak olan şeyler leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başka bir şey adına kurban edilmiş hayvanın etidir. Bundan ibarettir. Hatta bunlar bile zaruret ortaya çıktığında mübah olabilir, mesela açlıktan ölmek üzere olan biri domuz eti yiyebilir. Yasaklanan şeyler bunlardan ibarettir. Bir de sarhoşluk verici şeyler yasaklanmıştır, bundan ibarettir. “Zinaya yaklaşmayın”, bu sakıncalıdır ve topluma zarar verir. Zinaya izin verilmesinin sonuçları karşımızda, zührevi hastalıklar, gayr-i meşru çocuklar, yok olan aile kurumu… Kur’an’ın yasakladıkları temel şeylerdir. İnsanlara iftira atmayın. Çalmayın. Şeriatın özü hayatı, kendinize ve başkalarına zarar vermeyecek şekilde kurgulamaktır, mantığı budur.

 

Şeriatın her bir hükmü beş unsurdan birini korur:

 

  • Din. Allah’a ibadet için yaratıldık, bu bir taraftan din’in ve İslam’ın güzelliklerinin korunmasıdır ama diğer yandan müslümanların, yaşadıkları yerlerde diğer insanların haklarını korumasını da içerir. Bu yüzden Hanefi ve Maliki fıkhı Hinduları, Budistleri ve kendi Tanrı anlayışları olan diğer tüm din mensuplarını da koruma altına almıştır. İbadetin emredilmesinin sebebi dinin korunmasıdır. Orucun emredilmesinin, haccın emredilmesinin sebebi de budur.
  • Hayatın korunması. Öldürmenin yasaklanması hayatın korunmasıdır. İnsanlararası ilişkileri ve insanların davranışlarını düzenleyen kurallar hayat ve mülkiyetin korunmasıyla ilgilidir. İnsanlara yanlış davranırsanız çatışmaya yol açarsınız. “Allah’ın kutsal kıldığı hiçbir cana kıymayın”, “kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşı olmadan öldürürse tüm insanlığı öldürmüş gibidir”. Yani can, her bir insanın canı kutsaldır. Yahudi, Hristiyan, Budist, Hindu herkesin canı kutsaldır.  Keyfi bir şekilde can alamazsın. Bu yüzden şeriattaki ilgili kurallar hayatın korumasıyla ilgilidir.  
  • Mülkiyetin, aklın korunması. Sarhoş vericilerin yasaklanması aklın korunmasıyla ilgilidir. Bu yüzden yasaklanmıştır. Hz.peygamber (SAV) sarhoşluk veren şeylerin birçok kötülüğün kaynağı olduğunu söylemiştir. Sarhoş bir insanın çocuğuyla, akrabasıyla yatıp hiç tanımadığı birini öldürebileceği söylenmiştir. ABD’de her yıl 50 bin insan alkollü sürücüler ve sarhoş insanlar yüzünden ölüyor. Amerika’da yollardaki ölümlerin büyük kısmı uyuşturucu ve alkol kullanımıyla ilgili. İnsanlar bu ülkede uyuşturucu ve alkolü yasaklamaya çalıştı. Alkol karşıtı hareket denendi. Müslümanlar bunu Allah’tan gelen bir emir olarak gördükleri için uzak duruyorlar. Sadece devlete ait bir düzenleme olsa, “bu keyfi bir kanun, devletin demesiyle neden bırakacakmışım” der insan. Fakat bu emrin senin korunman için Allah’tan geldiğini bilirsen bu farklı bir durumdur. Bu yüzden Müslümanlar genellikle böyle toplumlarda yaşıyorlar, Moritanya’ya gittiğinizde, uyuşturucu almış veya sarhoş kimseyi göremezsiniz çünkü insanlar buna inanmıştır. Bu sebepten içmezler. 18 yaşında müslüman oldum ve bundan önce hiçbir şeye dokunmamıştım. Bundan önce bu ülkede herşeye maruz olan gençlerden biriydim. Allah hatırına bırakırsınız. Yetişkin hayatım boyunca hiçbir sarhoş verici maddeye dokunmadım. Hiç özlem duymadım, bu acılardan ve sebep olabileceği şeylerden uzak tutulduğum için mutluyum. Ve sonra mülkiyetin korunması. Kumarın, rüşvetin, çalmanın yasaklanması, hırsızlık, zimmetine geçirmenin yasaklığı, tüm bunlar mülkiyetin korunması amacıyladır.  
  • Neslin korunması. Zina yasaklanarak nesil koruma altına alınır. Bu yüzden iftira ve dedikodu da, insanlar hakkında kötü konuşmak da yasaktır çünkü isim kutsaldır. İnsanların isimlerinin saygınlığını onlar hakkında kötü konuşmayarak korursun. Sadece mahkemede şahitlik yapman gerekiyorsa, konuşmak daha doğru olduğu için bu kuralın dışına çıkabilirsin, bu durum etiğidir. Bazı şeyleri örten başka şeyler vardır. Bu yüzden can alan birinin öldürülmesine izin verilmiştir.  

Şeriat budur. Şeriat mantıksal prensipler ve kurallardır. Kur’an’ın açıkça yasalaştırdığı birkaç şey vardır. Bunlardan biri mirastır. Aileleri parçalayan sebeplerden biri, zengin bir akrabanın ölümüyle varlığının paylaştırılması konusunda yaşanan tartışmalardır. Şeriat bu paylaştırmayı yapar. Dokuz kategori içinde, altısı kadınlarla ilgilidir. Kadınlar 19.yüzyıl Britanya’sında bile miras hakkına sahip değillerdi. Kendi mülkiyet hakları yoktu. 1920’de İsviçre’de kadınlar oy bile kullanamıyordu. İsviçre kadınları 1980’lere kadar oy kullanamadı, Avrupa ülkeleri içinde en ileri ülke olarak görünüyor ama aile ön planda tutuluyordu, bir evden bir oy prensibi hakimdi. Kadının erkeğin yarısını alması konusu… bu her durum için geçerli değildir. Paylaşımda kadınların erkeklerden daha fazla aldığı durumlar da vardır. Kızı ve oğlu varsa, erkek iki kat alır. Şeriatta ve İslam tarihinde hiçbir zaman bu erkeğin kadına üstünlüğü şeklinde yorumlanmamıştır, 8.yüzyılda İbn Kayyım el Cevziye, erkeklerin sorumluluğunun kadınlardan daha fazla olduğu şeklinde yorumda bulunmuştur. Bu şekilde gerekçelendirilmiştir. Erkekler kadınlara bakmakla yükümlüdür, bu bir zorunluluktur, bu yüzden para kazanmaları da zorunluluktur, kadınların para kazanması isteğe bağlıdır. Ne kazandıysa, ne miras kaldıysa, onundur. Kimseyi desteklemek veya zekat dışında parasını kimseye vermek zorunda değildir. Bu yüzden Müslüman dünyada tarihte birçok zengin kadın olmuştur. Birçokları camiler, hastaneler, üniversiteler inşa ettirerek büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. 

Mezheplerden de biraz bahsetmek isterim. Dört sünni mezhebin ortaya çıkması Kur’an ayetlerinin farklı yorumlanmasından olmuştur. Örneğin Kur’an boşanmak için bekleyin der, kullanılan sözcük “quru” dur ve “kur”un Arapça bir anlamı kadının menstrüasyon zamanıdır ama bir diğer anlamı, bunun tersi, yani menstruasyonun bittiği zamandır. Hz.Peygamber (SAV) hangisi olduğuna dair bir açıklamada bulunmamıştır ve bu yüzden bu konu içtihadla alakalı bir mevzu olmuştur. Bazı alimler bu dönemler arasındaki zamandır demiştir. Ayetlerin bu şekilde yoruma açık bırakılmasının sebebi Kur’an’ın insanların aklını kullanmasına teşvik etmesidir, “Kur’an’ı size düşünmeniz için indirdik”. Bu ayetin bir anlamıdır, aklınızı kullanmanız için… İçtihad, cihaddan gelir, birinin tüm entelektüel çabasını sarfederek ayet veya hadisin ardındaki niyeti anlama çabasıdır. İçtihad budur. Bu yüzden farklı yorumlar vardır ve bu yüzden şeriat konudan uzaklaşmadan, işi çılgınlığa vardırmadan farklı yorumlara imkan verir. Genellikle farklı fikirler vardır, Ebu Hanife, örneğin, bir cinayette müslüman ve gayr-i müslimlerin eşit olduğuna, yani bir müslümanın bir gayr-i müslimi öldürdüğünde müslümanın öldürüleceğini söyler. Bu bir bakış açısıdır. İmam Malik böyle demez. Kan parası ödemeleri gerekir der.Bu da farklı bir bakış açısıdır. Bunlar şeriattaki  farklı görüşlerdir ve tartışmaya açıktır.

 

***

 

Bence kitaptaki en ilginç bölümlerden biri de hukuk ve politika ile ilgili olan kısım. Modern müslümanların savundukları şeylerden biri de İslam’ın bir siyasi felsefe olduğudur. Bunu söylemeleri çok ilginç çünkü aslında bu siyonizmin dile getirdiği şeyin ta kendisidir. Siyonizm Yahudiliği siyasi felsefe haline getirmiştir. Ahir zaman alametlerinden biri, Hz.Peygamberin (SAV) “Benî İsrail’i takip edeceksiniz” sözüdür, Beni İsrail gibi olacaksınız, ve aynı benî İsrail’in Siyonist devlet arzusu gibi şimdi modern müslümanlar da adına ‘İslam devleti’ dedikleri şeyi istiyorlar. İslam devleti, insanları iyi müslüman olmaya zorladığınız tamamen aptalca bir fikirdir. Hiçbir zaman olmamıştır ve hiçbir zaman olmayacaktır. Din’in devletle meşrulaştırılabileceğine inanıyorsanız tamamen yanılıyorsunuz. Bu büyük bir yanılgıdır. Allah Kur’an’da diyor ki “insanları inanmaya zorlayabileceğini mi sanıyorsun?”. Bu işlemez. İslam iç mekanizmadır. Bir devletin yapabileceği en iyi şey rüşvete açık olmayan bir yargılama sistemi sağlamak olabilir. Hz.Peygamber (SAV) demiştir ki “üç hakimden ikisi cehenneme gitti”, bu kötü bir orandır. Bu yüzden geleneksel olarak müslüman alimler hiçbir zaman kadı olmak istememişlerdir, bu yüzden dört imam da tamamen apolitiktir. Politikaya karışmamışlardır. Ahmed ibn Hanbel’in politik duruşu aslında politik bir duruş değildir. Akideyle ilgilidir. Kur’an’ın yaratılmamış olduğunu açıkça ifade etmiştir. Çünkü Mutezileler, devleti Kur’an’ın yaratılmış olduğuna ikna etmişti. Bu insanların aptalca tartışmalara girdikleri talihsiz bir dönemdi. Ebu Hanife siyasete girmeyi reddettiği için hapse atıldı. İmam Malik’in, tüm eserlerini okuyun, tek bir siyasi ifadeye rastlayamazsınız. Bir defa Muhammed Nefz Zekiya’ya sempati duymakla suçlanmıştır, ki o da Hz.Peygamberin (SAV) ailesindendi ve Hicaz’da isyana öncülük etmişti. Politik pozisyonlarda hiç bulunmadı. Tek yaptığı şeriatı öğretmekti. Öğrenmek ve uygulamak istiyorsanız hoşgeldiniz, hayır istemiyorsanız ahirette bol şans. Dinin yolu böyle olmalıdır. Siyasetten âzâde olmalıdır. Bir alim siyasete bulaşırsa bozulur çünkü bu dünyanın doğasıdır. İnsanı bozar, dinin geçici şeylerle lekelenmesini istemezsin. Bu yüzden İslam’da ruhbanlık yoktur, ruhani bir topluluk yoktur. Bunun amacı inananın Allah’a yakın olmaya çalışmasıdır. Bir grup rahibin size dikte etmesini istemezsiniz. Herkes alim olabilir. Atama yoktur. Alimler eğitimli ve doğru yolda ise görüş farklılıkları olabilir. Resmi bir kilise teorisi yoktur. Papa “hepiniz benimle aynı fikirde olmak zorundasınız” der, Ulema ise farklı fikirlerdedir, biri bir şey söyler, biri başka bir şey söyler, sağlıklı bir toplumda insanlar doğru ve yanlışı kendileri değerlendirerek bulabilirler. 

Bu modern bakış gerçekten talihsiz. Müslümanlar üzerinde kötü bir etki yaptı çünkü bu adamlar güç kazanırsa daha önceki hükümetler kadar kötü yönetecekler, belki daha da berbat hale getirecekler. Aynı akıl yürütme mekanizmasını sürdürüp işkence yapacaklar, aynı şeyi yapacaklar. Bu ülkede yok diyorsanız bizde de var. Sadece aynı şekilde işlemiyor. Amerikanın okullarında insanları işkence yapacak şekilde eğitiyorlar ve işkence yapıyorlar da  ama gidip Güney Amerika’da yapıyorlar, Orta Doğu’da yapıyorlar. Bu yüzden bazı Kaide adamlarını başka ülkelerde sorguya almak istediler. Böylece elektrik verip tüm o işkenceleri yapacaklar ve bunları ABD’de yapmadıkları için iyi hissedecekler. 

Müslümanlar devlet liderleri ile aynı doğrultudaki, onlardan maaş alan alimleri sevmemişlerdir, zalime karşı cesaretle karşı çıkmayı alkışlamışlardır. Bir alim bir zalime veya bir padişahın yüzüne gerçeği söyleyebilmelidir. Alimler kadı olmaktan aslandan kaçar gibi kaçınırlardı çünkü bunun ne anlama geldiğini biliyorlardı. Tarihte müslümanların büyük çoğunluğu politikayı önemli bir konu olarak görmemişlerdir. Birçok müslüman düşünür şeriata dayanan sosyal uyum ve denge sağlamak konusuyla ilgiliydiler, ama bunu tepeden kurumsallaşması gereken bir şey olarak görmediler ve doğru olan da bu. Ulemanın yazdıklarına baktığınızda, etik ve ahlakın kurumsallaşmasına dair hiçbir ibare göremezsiniz. Etik ve ahlak ailelerden gelir, nasıl yetiştiğinden gelir, ebeveyninin seni nasıl büyüttüğünden ve senin bu ahlaka uygun olarak yaşama isteğinden gelir. Çürük toplumlarda, ailelerin çocuklarına vereceği etik ve ahlak yoktur. Dünyanın büyük çoğunluğu artık moral davranışlar ve etik açısından fakir durumdadır, çünkü artık insanlar bu ideallerle yetiştirilmiyor. Ailelerinin yaptıklarını görüyorlar ve kendilerini aynılarını yaparken buluyorlar. Bu kadar basit.

 

***

 

Sorular 

Hz.Peygamber (SAV)’in intiharı düşündüğü söyleniyor?

 Bu yanlıştır. Bu rivayetler hiçbir zaman alimler tarafından ciddiye alınmamıştır. Hz.Peygamber (SAV) hiçbir zaman intiharı düşünmemiştir. Onun yaşadığı duygu şaşkınlıktır.

 Biz Amerikalı vergi mükellefleri olarak devletimizin silah satma kararlarından sorumlu muyuz?

 Vergi veriyorsanız bir miktar sorumluluğunuz var demektir. Theroux vergi ödemeyi reddetti ve hapse atıldı. “Sivil İtaatsizliği” okuyun. Eskiden bunu lisede okutuyorlardı. Hala okutuyorlar mı bilmiyorum, herhalde okutmuyorlardır. Devletin köleliği desteklediğini söyleyip vergi ödemeyi reddetmişti. Bunun gayr-i ahlaki olduğunu düşünüyordu. Arkadaşı Emmerson onu hapisten çıkarmak istediğinde baktı ve dedi ki “Henry burada işin ne?”. Ralph’a bakıp dedi ki “Orada dışarıda ne yapıyorsun?” O, “adil olmayan toplumda adil bir insanın tek yeri hapishanedir” diyordu.

 Global resme baktığınızda,bir din savaşı mı görüyorsunuz?

 Savaştan elde edilen büyük paralar var. Savaşın en büyük zararlarından biri ticarete verdiği zarardır. Bu yüzden, tarihte Müslümanlar ticaret devletleri olduğundan barışı savaşa tercih etmişlerdir. Çünkü iş yapmak istiyorlar. İnsanlarla ticaret yapmak istiyorlar. Ve en büyük endüstrisi savaş olan bir toplumda yaşıyorsanız ortada bir sorun var demektir. İsrail Amerika ve Fransa dünyanın en büyük silah üreticileridir. Kitle silah üreticisidirler. Dürüst olmak lazım, Araplar yıllarca Yahudileri dışladılar, Avrupalılarsa Orta Doğuya sıkıştırdılar. Bu çılgın bir fikirdi ve Arapların yaptığı en aptalca şey tüm Yahudilerden kurtulmaları oldu. Halbuki Faslı yahudiler hiçbir zaman İsrail’e gitmek istemedi. Göç etmek istemediler, yüzyıllardır bu ülkelerdeydiler. Pers Yahudileri İran’ı seviyordu. Bir İran yahudisiyle tanışmıştım, bana İran’da büyüdüğünü söylemişti, “ne inanılmaz bir ülke değil mi?” diyordu iç geçirerek. Iraklı yahudiler Irak’ı sevmişlerdi. Gerçek bu. Bu konuyla ilgili yaşanmış bir çok hikaye var. Müslümanların Yahudilerle hiçbir problemi olmadı. Hamza Ebu Bekir Paris imamıydı. Paris’in imamı yahudileri sakladı. Bunu Schindler’in listesinde göremezsiniz. Paris’in imamı 200 kadar Yahudiyi Naziler’den bir caminin bodrumunda sakladı, onlara yiyecek temin etti. Kral 5.Muhammed Fas yahudilerini Almanlara teslim etmedi, korumasına aldı. Faslı yahudiler bu yüzden kralı severler. Fas kralı öldüğünde Faslı yahudiler İsrail’den Fas’a geçerek cenazesine katıldılar. Yahudilerin hiçbir zaman müslümanlarla problemi olmadı. Nadir istisnalar da var, Müslümanlar aptalca şeyler yaptılar, Fatımilerin cani kralı Yahudileri ve Hristiyanları öldürdü ama tam bir deliydi. Bu talihsiz bir zamandır ama kimse bunu meşru görmemiştir. Bunu hariç tutarsak Müslümanlar hiçbir zaman problem yaşamamıştır, yahudileri öldürmemişlerdir, kıyım yapmamışlardır.

 Ne yazık ki Avrupa’da Yahudiler yüzyıllarca pislik muamelesi görmüştür, yüzlerine tükürülmüş, aşağılanmış, güya şaka için çırılçıplak sokaklarda koşturulmuşlardır. Çocuklar üzerlerine taş atıp tükürmüşlerdir. ‘Avrupa’da Yahudi tarihi’ni okuyun. Korkunçtur. Müslümanlar onlara pislik muamelesi yapmamıştır. Aslında Yahudiler Müslüman topraklarda en yüksek derecelere gelebilmişlerdir. Endülüs’te yetişmiş büyük felsefeciler vardır. Gabara, Musha bin Maymuna, Nichimites, bunlar bazı büyük alimlerdir ve Müslüman İspanya’da yetişmişlerdir. Arapça yazmışlardır ve hocaları Araptır. Sonra insanlar delirdi, neden böyle yapıyorlar anlamak güç. Bu ilk değildir. Tarihi okuyun, insanların cinnet yaşadığı zamanlar vardır, şimdi de bunu yaşıyoruz. Bunu atlatmak zorundayız. Atlatabiliriz, atlatamayabiliriz de. Ne yapıyoruz, birbirimize nasıl davranıyoruz? Filistin’de 300,000 meyva ağacı söküldü. Onların suçu neydi? Onlar ne yaptı? Sonra merak ediyorsunuz hadis ne diyor “arkamda yahudi var, gel onu öldür”, sahih Buhari’de böyle diyor. Yani ben sökülmek üzere bir ağaç olsaydım ve konuşabilseydim ne derdim? ‘Bu adam ne yapıyor, ne yapıyor bu bana, bunu bana neden yapıyor, ben ne yaptım ona, suçum nedir ki bana bunu yapıyor?’. Ağaçların orada olmaya hakkı yok mu? Ağaçlar Allah’a ibadet ediyor. Ağaçların hakkını yasalar korumuyor olabilir ama hakları vardır. Hz.Peygamber (SAV) hiçbir zaman bir ağaca zarar vermedi. Kendini tabiatın akışına göre düzenlemek İslam’dır, düzene gir, tabiatla uyum içinde ol. Bu yüzden güneşle ibadet ederiz, güneşle kalkarız, güneşle yatarız, düzene gireriz. Kendime ve sizlere tavsiyem şu, hayatlarınıza düzen getirin. Gidin yürüyün, inanılmaz, inanılmaz bir dünya bu, ne kadar muhteşem olduğunu görün. Ne güzel bir gün, mükemmellik her yerde,, bir tek insan! Hepsini bozan tek yaratık insan. Hepsi mükemmel. Kurbağaların artık beş bacağı var okudunuz mu? Hepsi mutasyona uğramış. Ne yaptılar? Kurbağaların suçu ne? Sadece Allah’I zikretmek istiyor, tek istedikleri bu. Sadece Allah’a ibadet etmeyi istiyorlar ama insanlar onu mutasyona uğratıyorlar, bütün bu kimyasalların ve korkunç insanların işi bu. Neyse geçiyoruz.

 İlk vahiy 610’da geliyor, ve yaklaşık 632’de Hz.Peygamber (SAV)’in dar-ı bekaya irtihaliyle kesiliyor. Bu sürede Kur’an peyderpey inmeye devam ediyor. Hz.Peygamber (SAV) başlangıçta kendi sözlerini yazmayı yasaklıyor, çünkü Kur’an ile hadisin karışmasını istemiyor. Bilmeyenler için açıklamada bulunalım. Kur’an, Allah’tan Hz.Peygambere (SAV) Cibrail vasıtasıyla doğrudan indirilir. Bu inişin başka bir yolu yoktur. Müslümanlara göre Kur’an’ı oluşturan Hz.Peygamber’in ağzından dökülen her bir kelime Cebrail vasıtasıyla indirilmiştir.

 Vahyin ikinci bir kaynağı hadistir. Hadis Hz.Peygamber (SAV)’in konuştukları, cevap buyurdukları, onun bulunduğu ortamda konuşulan ve kabul gören sözler ve fiillerdir. Buna dördüncü bir kategori olarak Hz.Peygamberin (SAV) betimlenmesini ekleyebiliriz. En güçlüsü bizzat söyledikleridir.

 Kur’an 6000 ayetin üzerindedir ve 114 kısım veya sureden oluşur. Sayısı 6000’in üzerindeki ayetten yaklaşık 500 tanesi doğrudan yasal hükümlerdir. Yani Kur’an’ın büyük çoğunluğu ahkamla ilgili değildir. Uluhiyetten, insanların dünyada bulunma amacından, yaratılışı düşünmekten, bizden önce yaşamış olan kavimlere dair kıssalardan, peygamber ve firavunlar arasındaki çatışmalardan bahseder. Kur’an bir yönüyle dünyada kontrolü eline geçirmeye çalışan firavunsal güçle, insanları bu kontrol modellerinden özgürleştirmeyi ve onları bu baskıdan azade etmek için savaşan nebevi etki arasında bir diyalektik oluşturur. Firavunun sembolü piramiddir. Bu ilginç bir semboldür çünkü piramid bir tepe noktasına ulaşır ki bu Firavunu simgeler. Toplumun diğer kısmı bu yapıyı destekler. Yani bu sistemde insan, yöneten gücün ve sihirbazların hizmetçileridir.

 Firavun modelinin dört parçası bulunur. Firavun siyasi parçadır, Haman ekonomik parçadır. Ve hem politik, hem de ekonomik parçanın isteklerinin yapılmasına zorlayan askeri parça vardır. Allah bunların hepsinin zalimler olduğunu söyler. Yani bu sisteme asker olmak da sistemin suçuna ortak olmaktır. Dördüncü bir parça daha vardır ve bunlar sihirbazlardır. Bunlar insanları korku içinde tutan, efsunlayan, gerçek olmayan şeyleri, insanların üzerine perdeler çekerek gerçek gibi gösterenlerdir. Firavun sistemi budur. Bunlar Kur’an’da bahsedilen dört parçadır.

 Firavunun bir casus teşkilatı vardır. Toplumda olan biten herşeyi bilmek ister. Çok güçlüdür ama bu gücü kaybetmekten korkmaktadır. Kur’an’da “Ve onlara yeryüzünde hâkimiyet verip Firavun, haman ve ordularına korktukları şeyi, onların vasıtasıyla gösterelim” diyor. Firavun toplumdaki nebevi unsura odaklanıyor çünkü nebevi unsur firavun kültürünün yalanını ortaya çıkartıyor. Bu yüzden Firavun kültürü bu unsurdan çok korkuyor çünkü insanlara piramid yapmak için dünyaya gelmediklerini, firavuna hizmet etmek için dünyaya gelmediklerini, sadece para kazanmak için yaratılmadıklarını, istismar için yaratılmadıklarını, Allah’a ibadet için yaratıldıklarını söylüyor.

Firavun modeli doğanın manipülasyonunu kullanıyor, bu yüzden sopalarını yere attıkları zaman yılan gibi görünüyorlar, Nebevi modelde ise bu gerçektir. İlüzyon değildir. Gerçeği sahtesini yutuyor. Bu yüzden ikisinin birarada olmasını istemezler. Bu unsurun çok insanın bulunduğu yerlerde izlenmesini yasaklarlar çünkü böyle olursa otoriteleri sarsılabilir. Bu yüzden Kur’an’daki en önemli unsurlardan biri bu modeldir ve bu yüzden Firavun ve Musa kıssası Kur’an’daki en önemli kıssadır, diğer kıssalardan daha fazla tekrarlanır. Kur’an’daki her kıssada diğerlerinden farklı bir nüans vardır çünkü nihayetinde bu insanın çatışmasıdır. Yaratılmışları kendine kul eden bir kontrol modeliyle, yaratılmışlara boyun eğdirmeyen, sadece Yaratan’a boyun büktüren İslam modelinin çatışması.

 

 

 

 

… Bu konuda okumak için…

  İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin