RSS Feed for This Post

‘Sarp Yokuş’un Kelimeleri

 

Kelimelerin bütünün en büyük parçası olduğuna inanırım; anlatılmaya çalışılanın yani bütünün, istikamet ve varış serüveninde etkinin çoğunun kelimelerin içinde barındığına…

Bu inanç kelimeye, güç ve zenginlik katar. Aynı kelime, tarihsel sürecinin izlerini de taşır. Bir çığ gibi koptuğu noktadan bir başka noktaya varırken varlığına temas ettiği her şeyi katar. Başlangıç noktasından, bitiş noktasına gelinceye kadar olduğu gibi değil hacmini genişleterek gelir.

Kelimelerin ifade ediş biçimi açısından tesirleri büyüktür. Örneğin, dönem Mekke’sinde sözlü edebiyat, yazılı edebiyata göre çok daha yaygın olduğundan, şiirin tesiri büyüktür. Biz Arap diline çok vakıf olmadığımız, ana kaynağa yani Kur-an’a türkçeleştirilmiş eserler sayesinde muhatap olduğumuz için, Kur-an’ın dili olan Arapça’nın metindeki şiirselliğinden haberdar değiliz. Oysa kutsal metinin tesirinde bu şiirsel kelime zenginliğinin etkisi de mevcuttur.

“Tatil” kelimesini pek sevmem… Dünyanın zulmüne şahit olan sıradan bir aciz olarak, tüm bu zulmü ardımda bırakıp “tatil” kelimesiyle konuşmak bana hep ağır, zor gelmiştir. Bu nedenle, belki gerekli bir hatırlatma, belki gerekli bir sorumluluk, belki hassasiyet amaçlı olarak “tebdil-i mekân” demeyi tercih ederim. Bu eylemi, bir ilizyon, bir göz boyama ile şirinleştirmeye çalışmaktan bahsetmiyorum. Mevzu bahis olan sadece içine girdiğim eylem dahilinde sorumluluklarımı unutmama gayretidir.

  Bundan yaklaşık 6-7 yıl önce, bulunduğum bir mecliste Kur-an’ı Kerim meali üzerine bizlere konuşma yapacak olan konuşmacı, hitabına başlarken “kalpleriniz vahye açık mı?” demişti. Çok dikkatimi çekmişti. Sahi, oraya, o meclise Allah’ın kelamını öğrenmeye, dinlemeye gelmiştim ama kalbimi buna hazırlamış mıydım? Sonra zaman içerisinde Kur-an’a muhtap olmaya başladığımda, bu söz, her meal açtığımda zihnimde canlandı; kalbin vahye açık mı? Ve zaman sonra, bu kelimenin, cümlenin, Allah’ın kendi kitabında seçtiği üslubun, seçtiği kelimelerin bir parçası olduğunu gördüm… Huruf-u Mukatta harfleriyle, kuşluk vaktine, gece yeminle başlayan surelerin hepsinde bu kelimesel zenginliği, hayreti, tefekkürü görür oldum. Muazzam bir dikkat çekiş, tarifsiz bir içine çekiş yakaladım tüm bu ifade ediş kelimelerinin ihtivasından.

Tüm bu bahsettiklerim zamanla bir alışkanlık haline geldi. Bir oyun, bazen takıntı… Hani şu çizgilere basmadan yürümeye çalışma gayreti gibi…

  Kışın son günlerinden bir gün, bir hafta sonu, birkaç arkadaşımla birlikte, günübirlik Lâdik Akdağ’a gitmeye niyetlendik. Gündelik hayattan, özel yaşamdan, çalışma hayatından yana yorulmuş olan birkaç arkadaş tebdili mekânda şifa arama karar verdik…

  Tebdil-i mekân, bir anlamda bir arayıştır diye düşünürüm. İnsanın içinde tükenen yerlerine bir kaynak arayışı, bir güç, bir şarj olma isteği… Durum bu olunca benim gibi düşünen yahut hissedenlerin tebdil-i mekândan, tatilden(?) beklentisi o boşluğu doldurmaya yöneliktir. Mesela biri için tabiat ile iç içe olan sakin yerlerdir, bir başkası için kutsal mekânlardır. Ancak ben tabiatı ve kutsalı birbirinden ayırmadığım için tabiatta ne varsa hepsi kutsaldır. Bu nedenle, tebdil-i mekânlarım kutsala, içimdeki boşluğa yöneliktir. Bu nedenle, asla 5 yıldızlı bir otel değil, Lâdik gibi küçük bir ilçenin, seyrek ormanlarla, karla süslü Akdağ’ıdır.

  Bu niyetlerle çıktığımız yol, dağın eteklerine varınca bitti, vardık zannederken, işte o dağın eteklerinde asıl yolculuğun başladığını anladım.

  Akdağ’a vardığımızda telesiyejlerin hava şartları nedeniyle çalışmadığını öğrendik, kendi imkânlarımızla dağa doğru yürümeye koyulduk. Zaman sonra arkadaşlarımdan uzaklaştım, tek başıma yürümeye başladım. Yaklaşık yarım metre kar vardı, hava oldukça soğuktu, yürümek zordu, bata çıka ilerlerken, alışkanlığım bana Beled Suresi ayetlerini hatırlattı; “Sarp Yokuş

  O sureyi okuduğumdan bu yana, her yokuşun başında, başımdan aşağı dökülen kelimelerden birkaç kelime; “Sarp yokuş“… Nasıl ağır, nasıl dokunaklı:

“Hayır, bu şehre yemin ederim” Beled/ 1

  Kelimeler bu cümle ile vurmaya başlar beni, vurmaya başlar bana. Nasıl dikkat kesilirim, nasıl açılır kalbim vahye?

  Bir yemin, bir yemin daha:

“Andolsun, biz insanı zorluk içinde yarattık” Beled/ 4

  Şimdi yazarken, yine boşalıyor Allah’ın kelimeleri, sarp yokuşa tırmanırken yani yazarken başımdan aşağıya… Her yazdığımda, mekân ne olursa olsun, aynı nöbetler, ellerim buz, bedenimde bir ateş, içimde bir korku, telaş, ağlamaklı bir hal… Allah’ın kelimeleri sarp yokuşta bana varmış, ben süzerek onları size vardıracağım ama bir terleme, bir hâl, kelimelerin tesiri, gücü etkisindeyim, kelimeler büyük, benim alanım dar, içimde, içime sığmayan bir şeyler var.

  İşte tam burada:

“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin?” Beled/ 10 – 11

  Sonra sıralıyor Allah, o sarp yokuşu aşmanın yollarını tek tek, yoldayken, aratmadan, sızlatmadan eline veriyor varış haritasını.

  Bata çıka yürümeye çalışırken, attığım adımlardan biri saplanıyor kara, dizime kadar,kar bazı bazı yumuşamış, bazı bazı sert… Sağlam zemindeki ayağımdan güç alıp, çıkarıyorum ayağımı saplandığı yerden. İşte böyle diyorum, böyle hayat da böyle, bittiğimiz yerler, saplandığımız yerler, çöktüğümüz yerler, o saplanan ayağımın zeminindeki gibi yumuşadığı için, altı boşaldığı için tırmanamıyoruz o sarp yokuşu. O saplanan ayağımı, o yumuşak ve kaygan zemini imtihanlarımıza yoruyorum, veremediğimiz imtihanlarımıza; vakti geçmiş, içi boş, ruhu olmayan namazlarımıza… Değerini düşürdüğümüz oruçlarımıza… Tutamadığımız dilimize… Cimriliklerimize, zalimliğimize, düşünmememize, akletmememize yoruyorum. Sonra bir kuvvet ile sağlam zeminden, diğer ayağımı kurtaran ayağımı, hayırlarımıza, hasenâtlarımıza, ruhu olan ve teslim edilmiş ibadetlerimize, iyiliğimize yoruyorum.

  Hepsi birden çok ağır geliyor. Derken arkadaşlarım sesleniyor. Yürüdüğüm kadarını geri dönmek üzere, tekrar dönüş yoluna koyuluyorum, dünyaya dönüyorum.

  Dönüş için yola çıktığımızda, arkama dönüp, bıraktığım sarp yokuşa bakıyorum. Sonra o yürüdüğüm parçanın bütününde dağı görüyorum. İrice bir kuş geçiyor göz hizamdan, açtığı kanatlarıyla birlik rüzgâra bırakmış kendini, süzülüyor. Dağın üzerinde yaprağı dökülmüş ağaçlar, arkasından dağı kaplamış kar; tekrar ürperiyorum. Dağa, ağaca, toprağa, kara, kuşa ne kadar âşık, ne kadar hayran olduğumu anlıyorum. Peki, sonra, neden diyorum, neden?

  İnce bir düşünce cevap oluyor bana; insan aklı olan tek varlık. Aklı sayesinde, kendi varlığı üzerine, kendi eliyle ekleme yapabilen, bazı bazı özünden uzaklaşabilen bir varlık, peki ya diğerleri öyle mi? O dağ, o kuş, o rahmet, o ağaçlar öyle mi? Onların hepsi yaratıldığı gibi… Onların hepsi Rabbimden bir parça, dokunulmamış, yaratıldığı gibi bırakılmış öze ait parçalar…

  Tam bunları düşünürken, ikinci durağımız Lâdik Gölüne varıyoruz. Gölün içinde doğru uzanan ince bir toprak parçası üzerinden havalanan bir leyleği görünce, sadakallahülazim niyetine, bir müjdeyi tekrar ediyorum:

  “İman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.”

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Mar 28, 2011 | Reply

    editörlügün en güzel tarafi bu galiba…

    Hani sabah namazinin ardindan mahallenin firinina kosarsin da ilk çikan ekmegi eline alirsin ya, hani ellerin yanar da koparmaya kiyamazsin, ekmek ezilmesin diye dikkat edersin, buharlanmasin diye torbaya koymazsin… Böyle dumani üstünde bir yazinin üzerinde gözlerim gezerken biraz öyle hissettim.

    ekmek

    “Ben kendimi sevmeye geç kaldim” diyor Senai Demirci bir siirinde. ALLAH bizi tahayyül kabiliyetimizin fevkinde seviyor :

    “Ya MUKADDİM!

    Sen her şeyi varlığından önce takdir edersin
    Sen her işin başını ortasını ve sonunu bilirsin
    Ben sevdiklerimi sen var ettikten sonra sevdim
    Sen ise sevdiklerini benden önce sevdin ve sevdiğin için var ettin
    Ben kendimi sen var ettikten sonra bildim
    Sen ise beni var olmamdan önce bilirdin
    Ugradığım her yerde zaten sen vardın
    Tanıdığım her yeni alemi başından beri tanırdın
    Kalbimin ilk atışından önce bana yar idin
    Ben kendimi sevmeye geç kaldım
    Mukaddim sensin dilediğini dilediğine üstün kılarsın
    Sensin mukaddim dilediğini öne alır dilediğini sona bırakırsın
    Önce yaptıklarımı sonra yapacaklarımı bağışla
    Başka ilah yok ancak sensin ALLAH(cc)”

  3. Yazan:Berrin Sönmez Tarih: Mar 29, 2011 | Reply

    Nefis… Evet tek kelimeyle nefis bir yazı. Kelimeden Kelam’a enfes bir yolculuk yaşaten ruh zenginliği…

  4. Yazan:izzettin Tarih: Mar 29, 2011 | Reply

    Kur’an-ı Kerim’i öyle güzel ve alışık olmadığımız bir biçimde anlatmışsınız ki okumaya doyamadım.Kalplerin vahye açık olması muhteşem bir tabir.

  5. Yazan:cemileb. Tarih: Mar 29, 2011 | Reply

    selam üzerinize olsun…

    güzel sözleriniz için ben teşekkür ederim, Allah razı olsun.

    yazının başında bahsettiğim hadise vuku buluyor, ben bir kelime düşüyorum, sizler üzerine kelimeler düşünüyorsunuz, tarifsiz bir bereket.

    MY’nin görsel bağlantıları ayrıca takdire şayan.

  6. Yazan:suzannur Tarih: Mar 29, 2011 | Reply

    Allah’ın kelimeleri sarp yokuşta bana varmış, ben süzerek onları size vardıracağım ama bir terleme, bir hâl, kelimelerin tesiri, gücü etkisindeyim, kelimeler büyük, benim alanım dar, içimde, içime sığmayan bir şeyler var.

    İçine sığamayan şeylere/kelimelere selam olsun, yüreğine ve ellerine sağlık…

  7. Yazan:Mehmet ALİ Tarih: Mar 30, 2011 | Reply

    Kelimeler bu yazıyı tavsif etmekte o kadar çaresiz ki. Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan bir tanesi. Özümüzden, gayemizden uzaklaştıkça kirleniyoruz, hayat çekilmez oluyor. hanımefendi, elleriniza sağlık…

  8. Yazan:ZemheriBuzağısı Tarih: Ağu 4, 2011 | Reply

    Sarp yokuş ;köleyi azad etmektir der Kur’an.
    Benim bir kölem yok ;hatta günümüzde ülkemizde kölelik yok ki , nasıl bir köle azad edeyim mi diyorsunuz ?.
    Peki ya siz kendiniz bizzat köle değil misiniz ?. Tanrıdan başka herhangi bir şeye köleliğiniz yok mu ?.Kendi köleliğinizi azad edin . Çok mu zor ? . EVET !…Hatta imkansız !.

  9. Yazan:cb Tarih: Ağu 6, 2011 | Reply

    hele şu mübarek günler de, sarp yokuşun kelimeleri kendini bize açmışken, tırmanmaya koyulmak gerek; sarp yokuşu yaratan Allah, tırmanmak için de vesile yaratıyor, vesile ile hayırlı ramazanlar

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin