RSS Feed for This Post

N.Ç Vakası ve Adli Tıp Kurumu Faciası

Basında N.Ç. davası olarak yer alan dava  zaman aşımı sebebiyle düşmesine bir ay kala nihayet sonuçlandırıldı. Derin Düşünce sayfalarında bir kaç ay önce “İmtiyazlı yurttaşlık olarak yasa bağışlayıcılığı” ve “Kaçın kadınlar devlet geliyor” gibi yazılarla bir parça bu davayı anlatmaya çalışmıştık.

N.Ç. 12 yaşında zorunlu göç mağduru bir ailenin kızı. Tam 7 ay boyunca Mardin’de aralarında Yüzbaşı, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü, bir okulun müdür yardımcısı ve eşraftan bazı kişiler tarafından toplamda tam 31 erkeğin tecavüzüne uğramış, fiili livataya maruz kalmış bir kız çocuğu. Basının gündemine bundan 7,5 yıl kadar önce önceleri “Falanca Bakanımız” sonraları “Filanca Bakanımız”  olan Cemil Çiçek’e yazdığı mektupla geldi. O mektubunda şöyle diyordu N.Ç.:

“Sayın bakan adım N.Ç. 13 yaşındayım. Ben daha çocuğum. Küçük yaşta çekmediğim acı kalmadı. 12 yaşındayken; babam ve dedem yaşındaki onlarca adam bana 7 ay boyunca zorla tecavüz ettiler. Davam hala devam etmektedir. Ben bunların hiçbirini hak etmiyorum. Gazeteleri her gün takip etmekteyim. Her gün bir genç kızın hayatı kararıyor. Yeter artık biz çocuklar okumak istiyoruz. Oyun oynayacak çocuklarız. Ben artık hiçbir genç kızın hayatının kararmasını istemiyorum. O kötü acıyı ben çektim, başka kimsenin çekmesini istemiyorum”

Geçen bu 7,5 yıllık süreç içerisinde 31 sanıktan bir kısmı delil yetersizliğinden serbest bırakıldı, iki tanesi kayıplara karıştı ve bir türlü bulunamadı. Kalan 26 sanık bu davada en alt sınırdan cezalar aldılar. İyi hal indiriminden yararlandılar, N.Ç aleyhine yorumlanan kimi argümanlarla ve en önemlisi Adli Tıp raporuna göre verilmiş bir kararla mümkün olan en az cezayı alarak ” paçayı sıyırdılar”.

N.Ç geçen bu 7,5 yıllık zaman sürecinde tecavüzün vücudunda açtığı yaralar için tedavi gördü. Ruhunda açtığı yaralar için uzun terapi seanslarına girdi. Manevi anneleri ve koruyucuları Eren Keskin ve Leman Yurtsever’in anlattığına göre defalarca sinir krizleri, buhranlar geçirdi. Bugün itibarıyla o liseyi bitirmek üzere olan okumaya azmetmiş bir genç kız.

 Konunun bu boyutu bir tarafa henüz gerekçeli karara ulaşmak mümkün olmasa da basına yansıdığı kadarı ile davada faillerin en alt sınırdan ceza almalarına sebep olan “hukuksal gerekçeleri” görebiliyoruz:

* N.Ç.’nin rızası vardı, para kazanmak için yaptı
* Her şeyin farkındaydı, zorla alıkonulmadı
* Cebir ve baskı yok, isteseydi karşı koyabilirdi

12 yaşında bir kızda rıza ve farkındalık meselesi niye aransın diye düşünüyor insan bir an. Nihayetinde yasalara göre 15 yaşından küçük kişilere yapılan böyle bir eylem her ne gerekçe ile olursa olsun bir çocuğa tasallut anlamına geleceği için en ağır cezalar ile cezalandırılmalı. Bu noktada ise başka bir bilgi giriyor devreye. Yıllar sonra çıkan ( zaten hep öyle olur, bu raporların yıllar sonra çıkması eski bir Türk geleneğidir) Adli Tıp Kurumu raporuna göre N.Ç nin olay esnasında kemik yaşı 15 olarak  tespit edilmiş. E olabilir, özellikle Doğu’da çocukların nüfusa geç kaydedilmesi olağan vakalardandır. Bir an Adli Tıp kemik yaşını 15 olarak belirlemiş sözünün etkisi altında kalıyorum ben de. Leman Hanım’a mail atarak bu durum vuku bulan olay için mazeret değil ama doğru bilgiyle yola çıkmak açısından N.Ç nin gerçek yaşı o tarihte neydi diye soruyorum.  Leman Hanım’ın cevabı şu şekilde:

“Adli Tıp zaten bir devlet kurumu. Çok şey beklenemez onlardan. Kemik yaşını 15 diye bildirmişler ama n.ç bize geldiğinde 12 yaşındaydı. Olay yaşı 12’dir. Çünkü biz ona oyuncaklar aldık, parklara götürdük. Çocukluğunu yaşatmaya çalıştık.  Daha küçük bir çocuktu.”

Hani bu kemik yaşı tespiti deyince karbon yöntemi ile milyonlarca yıllık fosillerin yaşını belirler  ya her halde ona yakın bir teknikle bir takım radyoaktif yöntemlerle falan çok sağlam bir işlem yapıyorlardır diye düşünüyorum. Sonuçta karar verilecek olan çok ciddi bir olay.  Biraz konu ile ilgili hukuk forumlarını  dolaşıyorum. Meğer  hukukçularımızın da dertli olduğu bir konuymuş bu. Yapılan işlem kemik yaşı tespit edilecek kişinin el ve ayak bileği kemiklerinin röntgenini çekmek, kemik grafisine göre bir yaş tespit etmek imiş. Bu sitelerdeki foruma katılan hukukçular da bazı insanların yaşından daha iri kemik gelişimine sahip olurken bazı insanların ise kemik yapısının bir çocuğunki kadar ince olabileceğini söylüyorlar.

Bir de bir buçuk sene kadar Cem Garipoğlu olayı gündemde iken Adl i Tıp uzmanı Doç. Dr. Coşkun Yorulmaz ile yapılmış bir röportajda kemik yaşı tespiti konusunda şu bilgiye rastlıyorum:

Kemik yaşı belirlenmesi nasıl oluyor?
“Bu yöntem çok eskiden beri kullanılan bir yöntem. Elimizde binlerce olgu üzerinde çalışılmış, rakamları içeren atlaslar var. Doğuştan itibaren bazı kemiklerin kemikleşme noktaları var. Tüm kemiklerin kaç yıl sonra kemikleşeceğini biliyoruz. Bununla ilgili elimizde istatistikî sonuçlar var. Bir kişinin yaşı sorulduğu zaman eğer canlı bir olgu ise röntgenini çekerek kemikleşme noktalarını görüyoruz. Elimizdeki istatistikî atlaslar ile yan yana getiriyoruz ve hangi yaş grubuna uyuyorsa o yaşı artı eksi 2 yaş yanılma payıyla bulabiliyoruz.”

Yöntemin özünde dahi aranan yaş artı eksi 2 yaşlık bir standart sapma ile hesaplanıyor. Adli Tıp Kurumu’nda olabilecek her türlü kasıtlı kasıtsız yanlışların ötesinde mahkemeye sunulan 15 yaş bilgisi 13 de 17 de olabilir. Burada makul olan mağdurenin nüfus kağıdı ve doğuma şahit olanların verdiği beyanla uyumlu tercihin yapılmasıdır. Bu durumda  mahkeme neden 15 yaş tespitini kesin bir sonuç kabul etmek suretiyle, N.Ç’nin kendisine yapılanlara rıza gösterdiği, olayın bilincinde olduğu ve  yeterince direnmediği gibi çıkarımlarda bulunarak, belki de yine faillerin çocuğun 15 yaşında görünmesinin getirebileceği hafifletici nedenleri de göz önüne alarak ceza indirimi uygulamıştır sorusu ciddi bir mesele olarak önümüze çıkıyor.

Diğer yandan üzülsek mi sevinsek mi bilemedim N.Ç’ yi bu insanlara pazarlayan iki kadına her hangi bir indirim uygulanmamış. Bunun ise gerekçesi bu kadınların zaten iffetsiz bir hayat yaşaması olarak belirlenmiş. Öyle ise bu davada 12 yaşında bir çocuğa bazıları defalarca olmak suretiyle tecavüz eden diğer erkek sanıkların iffetli bir hayat süren, şerefli insanlar olduğunu varsayan bir mahkeme heyeti ile karşı karşıyayız demektir.

Adli Tıp Kurumunda “Şefkatli” bir Tecavüz vakası incelemesi:

Adli Tıp kurumu ile ilgili şikayetler son yıllarda oldukça gündemde. Şöyle bir üstün körü hafızalarımızı yoklarsak aklımıza art arda birçok vak’a geliyor:

Bunların bir kısmı Adli Tıp Kurumu’nun oldukça “hoşgörülü” raporlarla gündeme geldiği vakalar; Susurluk sanıklarından İbrahim Şahin’in trafik kazasında bir daha geri dönemeyecek şekilde hafızasını ve kimi fiziksel aktivitelerini yitirdiğine dair verilen düzmece raporun ardından Ahmet Necdet Sezer tarafından affedilmesi, Hüseyin Üzmez vakasında tacize uğrayan kızın fiziki ve ruhsal olarak zarara uğramadığına dair verilmiş ilk Adli Tıp Kurumu raporu, 5 yıl boyunca çözümlenenememiş CD lerin mahkemeye ulaşamaması sonucunda zaman aşımına giren Hizbullah davası sanıklarının tahliyesi ile sonuçlanan vakalar ve kimi Ergenekon davası sanıkları için çıkarılan tıbbi raporlar gibi…

Bunların bir diğer kısmı Adli Tıp Kurumunun kimi mahkumların  siyasi kimliğine paralel olarak daha sert, aleyhte sonuçlanan raporları: Pınar Selek davasında Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın bomba sonucu oluştuğunu “tespit eden” sonra defalarca bilirkişi raporları ile yalanlanmış Adli Tıp Kurumu Raporu, Güler Zere (ve onun gibi bir çok siyasi tutuklu) ile ilgili rahatsızlığının en son aşamalarında dahi içinde onkolog olmayan bir kurulun çıkardığı tedavisi cezaevinde yapılabilir raporu gibi raporlar.

Bir diğer Adli Tıp rezaleti diye basında yer alan olay grubu ise Cem Garipoğlu davasında maktul Münevver Karabulut’un üzerinde bulunup bir türlü kime ait olduğunun tespit edilemeyen ve böylece günler süren, şahane medya malzemesi olmuş sperm izi ile ilgili bilginin hata olduğunun, otopsi masasında başka bir maktulden bulaştığının anlaşıldığı yanlış raporlar, 13 yaşındaki F.Ş’ye,  14 yaşındaki İ.G.K’ya ve benzeri bir çok örneğine rastlayabileceğimiz şekilde tecavüz vakalarından bazen bir, bazen bir buçuk, iki sene sonrasına verilmiş ihtisas kurulu randevuları sebebi ile zanlıların tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasını sağlayan Adli Tıp kurumunun çalışma şeklini ilgilendiren vahim rezillikler.

Yine Adli Tıp Kurumu’nun sıradan bir tecavüz vakasını alış şekline bir örnek olarak tecavüz mağduru N.B.nin anlattıklarına bakalım. N.B de yaşadığı olaydan ancak bir buçuk sene sonra heyet karşısına çıkabilen mağdurelerden. Bu tür olaylarda Adli Tıp mağdurdaki psikolojik hasarın tam tespit edilebilmesi gerekçesi ile bir yıldan önceye gün vermiyormuş. Normal işleyişle raporun çıkması mahkemeye ulaşması en az 2 yılı buluyormuş. N.B’ nin tecavüz zanlıları da bu süre içerisinde mağdur olmaması için serbest bırakılmış diğerleri gibi. N.B bu rapor için görüşme safhasına gelene kadar yaşadıklarını defalarca, hastanedekilere, emniyettekilere, adli tıp doktoruna, bilir kişiye, üniversite hastanesindekilere anlatmak zorunda kalmış. Son olarak çıktığı Adli Tıp görüşmesi ise kendi anlatımıyla şu şekilde gerçekleşmiş:

“Randevu pazartesi günüydü. Cumadan bileğime ‘Başkalarıyla karıştırılmamam için’ mahkemenin mührü vuruldu. İki gün boyunca elinizi yıkayamıyorsunuz, mühür silinir diye. Sokağa çıkamıyorsunuz çünkü kimsenin görmesini istemiyorsunuz. Pazartesi 8.30’da İstanbul Adlî Tıp Kurulu’na gittim. 4 saat boyunca kapıda bekledim. O sırada orada olan herkes sizi süzüyor tabii.” Polisle birlikte odaya girip çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu heyetin sorularını, 20 dakika boyunca yanıtlayan N.B. ‘görülen lüzum üzerine’ 8 ay sonra tekrar çağrılmış. N.B.’nin anlatımına göre “Lüzumun ne olduğu tabii ki açıklanmadı, muhtemelen ilk seferde dosyayı okumamışlardı.” N.B. içinde ürologların, antropologların da olduğu heyetin karşısına ikinci kez ağustos ayında çıkmış. N.B.’ye bu kez heyettekilerden birisi “Hangisiyle yattın?” diye sormuş, bir başkası “Ne fark eder ki sen zaten uyuyordun” demiş.

Tecavüz mağduru kadın bu son cümle üzerine bir elindeki şişeyi öbür eline vurmaya başlamış. Sonra da çok şiddetli bir şekilde ağlamaya başlayınca dışarı çıkartılmış.

Olaydan 31 ay sonra hâlâ Adli Tıp raporunu bekleyen N.B. “Adli Tıp’takiler size bir çeşit kriz yaşatıp, söyledikleriniz gerçek mi onu anlamaya çalışıyor. Bir ‘Zevk aldın mı sorusu eksik” diyor. (Tuğba Tekerek’in Taraf gazetesindeki 22.10.2010 tarihli  röportajından)

****

Türkiye’de artık kokusu ayyuka çıkan, deyim yerindeyse burun deliklerimizi kıran her olayda şu cevabı verir bir takım yetkililer bize ( O bir takım yetkililer zaten büyük ihtimalle kriz durumlarında böyle cevaplar versin diye yetkilendirilmiş ve bir takım yetkililer olarak lutuflandırılmıştır başka bir takım yetkililer tarafından): “Bunlar münferit vakalar, münferit vakalardan yola çıkarak kurumları yıpratmayalım. Bu hiç iyi bir şey değil.”

 Sanki ufacık tefecik münferit vakalar karşısında kurumları yıpratmayı hobi haline getirmiş bir vandallar ordusu vardır karşılarında. O ufacık tefecik vakalarda kayıp giden ufacık tefecik insan hayatları bizim duyguları çabuk incinen, naif, yıpratılmaya müsait çıtı pıtılıktaki kurumlarımız karşısında, basit birer mekanizmadır. Akmayan sular için İSKİ’yi yıpratmamak, usulüne uygun gömülmeyen ölüler için Mezarlıklar Genel Müdürlüğü’nü incitmemek, çalışmayan trafik lambaları için Trafik Daire Başkanlığı’nın hassas kalbini kırmamaktan bahsetse birileri, git işine kardeşim beni mi buldun akşamın bu saatinde sarakaya alacak deriz de çok daha hassas, direk insan hayatını ilgilendiren Tıp, Adliye, Emniyet, Genelkurmay gibi konularda boynumuzu büker otururuz. Birden yıpratılmış bir kurumun getireceği kıyametin alametleri oturuverir yüreğimize.

Bizler melul melul bakarken daha nice Pınar Selek vakaları, tecavüz mağdurları,  Güler Zere dosyaları gelir geçer bu kurullardan.

Burnumuzun direği kırılır çıkan kokulardan, vicdanlar kararır  ama varsın kırılsın, kararsın. Kurumların gücü ardına herkes biraz bir “şeyleri” sineye çekmeli der geçeriz söz konusu bize dokunmayan hayatlar oldukça.

 

 

 

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Şub 24, 2011 | Reply

    Özlem hanım inanın yazınıza yorum yazmakta tereddüt ettim.Neden diyecekseniz;ürpertici,vahim olaylar anlatıldığında tartışmanın istikameti birden değişiyor ne hikmetse.Belki de küçümsendiğinden değildir ama olayın şeklinden çok yorumu/aktarımı bir nevi şok etkisi yaratıyor.Nasıl desem,”hassasiyetler”uğruna kimi konular eleştiri dışı bırakılmak isteniyor.Sanırım,gerçeklerle yüzleşmeyi göze alıp deşmek yerine “kol kırılır yen içinde kalır”düsturu daha bir tercih ediliyor.Olayların üzerine gidileceğine neden östü örtülmeye heves ediliyor bir türlü aklım almıyor.Belki de bu yaklaşım daha “selametli” bulunduğundan rağbet görüyordur.Doğusu bu suskunluk ısrarını anlaşılmaz ve tuhaf bulmakla beraber yine de iyi tarafından bakmaya çalışıyorum.Zira kimi konuların eleştirilmesi karşısında bildik tepkiyle karşılık verenlerin de nihayetinde yergi konusu olan olaydan hoşnut olamamalarına ya da bir şekilde kötü olanla anılmama refleksine bağlıyorum.Çünkü hiçkimse kötü olanla özdeşleşmek,bir şekilde bunun muhatabı/parçası/ortağı gibi anılmak istemez.
    Sanırım kritik nokta da burada başlıyor.Zira farkında olmayarak kendisi bu “ilşkilendirmeyi”kuruyor pek çok insan.Yani doğrudan bir bağı olmasa da çoğu insan kendisine yöneltilmiş gibi “suç” ile arasında bir özdeşlik kurabiliyor.
    Tabi hissiyat bu olunca mağduriyet,hukuksuzluk,baştan aşağı bozuk olan sistem vb.sorgulamak yerine “kutsalları yıpratmama” öncelik kazanmış oluyor.Ordu içerisinde her neler dönüyorsa ses edilmemeli çünkü gözbebeğimiz ordu yıpranacak.Devlet zaten her şeyin üstünde ona hiç dokunma!Üniversite,eğitim sistemine falan dokundunuz muydu bilim düşmanı.Modernite eleştirisi mi yaptınız “yobaz”.Din istismarcılarını mı konuştunuz “dinsiz/kitapsız”.E tabi korunmaya muhtaç bu kadar kutsal olunca “Bağımsız yargı” hakkında hiç ileri geri konuşmak olur mu?

    Bakın bir dava hatırlıyorum.Dava muhataplarından iki tarafı da tanıyorum.Olay 2003 te yaşandı.Cinsel taciz,zorla alıkoyma,cinsel amaçlı cebir…yani hukuk diliyle tecavüz tanımına ne giriyorsa dava konusu oldu,olay yargıya intikal etti.Dava beratla sonuçlandı ilk duruşmada,tecavüz zanlısı da serbest bırakıldı.
    Sonra ne mi oldu?
    Dosya yargıtayca 2010 yılında(yani yedi yıl sonra)yerel mahkemeye geri döndü.Cezanın (en üst sınırdan)onanması yönünde karar bozuldu.Yerel mahkeme de dosyayı tekrar yargıtaya gönderdi.Yani üst mahkemenin kararına karşın tekrer bir 7-8 yıl aynı bürokatik çarktan geçecek.Zira ceza kesinleşmiş olsa bile,cezanın en üst sınırdan verilmesine hukuk presüdürüne göre “usülden” itiraz etme hakkı vardır.Yani zaten hantal işleyen bu sisteme zaman aşımına uğrayacak boşluklarda eklenince,ceza kesinleşmiş olsa bile zaman aşımından dava düşecek.
    Sonuç:Düşünün,19 yaşındaki genç kadının hayatı kararıyor.Lakin tanık beyanları,suçu sabit kılan delillere karşın bu hukuk hatası yedi yıl sonra düzeltilebiliyor veya geçekler anlaşılabiliyor.Ancak bu “anlaşılma”da kafi gelmiyor “geç gelen adalet”in tecelli etmesine,zira bir yedi yıl daha kah tozlu raflarda sırasını bekleyecek,kah bir kurumdan diğer bir kuruma geçtikten sonra nihayetlenecek.Tabi mağdurun şansı var da zaman aşımına uğramasa!
    Şimdi böyle perişan bir hukuk sisteminde adalet nasıl tecelli edecek,tecavüz vakaları nasıl önlenecek varın siz düşünün.
    Bu sefilliğe işaret edildi miydi “bağımsız yargı”yı zedeleyip zan altında bırakmış oluyorsunz.Yahu ne yıpratması,yıpratmaya ne hacet!en eeeen kutsallardan sayılan yargı kurumu zaten bu icraatıyla kendi kendini yıpratıp batırmıyor mu diyeceksiniz ama kime anlatacaksınız?

  3. Yazan:özlem Tarih: Şub 24, 2011 | Reply

    Haklısınız Aziz Bey,
    cinsel suçlar ile ilgili mesele o kadar can sıkıcı, yüz kızartıcı ve tiksindirici bir konu ki hiç kimse bu konuya girmek konuşmak istemiyor. Bu duyguyu ben de anlıyor ve yaşıyorum. Ama öte yandan da yaşanan bir gerçeklik var. Bunu ya ağzı salyalı basın en iğrenç pornografik tarzda gündeme getiriyor ya da genellikle bir kısım kadın örgütleri ve feministler. Halbuki bu sitede Funda tuğrul arkadaşımın enfes bir yazısı yayınlandı bu konuda. Gerek adliye de gerekse toplumsal yaşam içerisinde varolan pratik aslında bir tür imtiyazlı yurttaşlık halidir. Şu dava özelini bile gözden geçirdiğimizde mağdureyi satan iki kadın iffetsizlik gerekçesi ile ceza indirimi almıyor ama erkekler iyi hal indirimi dahi alıyorlar. İki kadın en ağır cezayı alırken ki olması gereken de bu erkekler en alt sınırda cezalar ile kurtuluyor. Bu toplumda eğer erkekler böylesi bir imtiyazlı yurttaşlık hali kullanıyorsa en başta yaşanana onlar itiraz etmeliler diye düşünüyorum ben de. Ya da onlar itiraz etmediği sürece bir takım şeyler değişmeyecek. Tıpkı Kürtler karşısında Türk vatandaşları nasıl imtiyazlı bir yurttaşlık kullanıyorsa ve namuslu insanın buna bir lafı olması gerekirse bu da aynen öyle bir şey.
    Adli tıp kurumu vukuatları ise bir süredir ayrıca ilgimi çekiyor. bu kurumun yine bir haberde aynı şekilde kurumları yıpratmayalım savunmasına rastlamıştım yazının sonu oraya atıftır bir parça.
    Konunun bir diğer boyuTU İSE GÖZÜMDEN KAÇMIŞ BİR ARKADAŞIM GÜZEL YAKALADI., mODERN BİLİMDEKİ BU KESİN YARGILAR ÇOK SAKAT. hATTA ŞU ÖRNEĞİ VERMİŞ ARKADAŞ 35 YAŞINDA HAMİLE KALIYORSUN PROBLEM DEĞİL 36 YAŞINDA HAMİLE KALIRSAN DOKTORLAR MÜTHİŞ GERİLİM YAPIYOR SENİN ÜZERİNDE. DOWN SENDROMU TESTLERİNE SOKULUYORSUN KAFADAN SEZERYAna alınıyorsun filan(yanlışlıkla büyük harfe geçmişim bu arada) 35 yaşından 36 yaşına ne değişiyor bir yılda.
    N.Ç konusunda da engizisyon mahkemesi gibi kemik yaşı 15 çıktı diyor birileri. 14 çocuksun 15 a asla. hak ettin o zaman sen böyle şey olur mu?meseleyi etik ahlaki çerçevesi içerisinde görmek çok daha sağlıklı.

  4. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Şub 24, 2011 | Reply

    cinsel suçlar ile ilgili mesele o kadar can sıkıcı, yüz kızartıcı ve tiksindirici bir konu ki hiç kimse bu konuya girmek konuşmak istemiyor.

    Haklısınız.Cinsel suçlar genelde herkesin elini taşın altına koymaya yanaşabileceği bir alan değil.Çeşitli nedenlerle toplumda bu yönde bir kayıtsızlık oluşmasının yanısıra,daha da acısı mağdurun bile bazen susmayı tercih etme durumunda olması.Gerçi kayıtlara geçen yani bir şekilde açığa çıkan vakalar itibariyle de Türkiye’de cinsel suç oranı bir hayli yüksek.Ancak bir takım çekincelerle saklı kalmış vaka sayısının da bilinenlerden hiç de az olmadığı kanaatindeyim.

    Bunu ya ağzı salyalı basın en iğrenç pornografik tarzda gündeme getiriyor ya da genellikle bir kısım kadın örgütleri ve feministler.

    Maalesef böyle.Basının ahlaksız tutumuna hiç girmeyeceğim.Malum,konuya duyarlı olması gereken kesimler susunca basın bu alanı kendi anlayışına göre servis edip bu boşluğu dolduruyor.
    Lakin feministlerden pek umutlu değilim açıkçası.İstisnalar hariç genelde ideolojik kaygıların öne çıktığı çifte standartlı bir anlayış hakim Türkiye’deki feminist akımlarda. Tıpkı özgürlükçü geçinip statükoyu cansiperane savunan çakma solcular gibi görüyorum bu akımı.

    Gerek adliye de gerekse toplumsal yaşam içerisinde varolan pratik aslında bir tür imtiyazlı yurttaşlık halidir.

    “İmtiyazlı yurttaşlık”.Evet,tam da Türkiye’nin mevcut halinin resmidir bu iki kelime.Sonra da çıkıp bazı şeyler niye değişmiyor diye feryat ediyoruz.Nasıl değişsin ki,toplum kendi arasında bu sessiz sözleşmeye rıza gösterdiği sürece de korkarm hiçbir şey değişmeyecek.

    Şu dava özelini bile gözden geçirdiğimizde mağdureyi satan iki kadın iffetsizlik gerekçesi ile ceza indirimi almıyor ama erkekler iyi hal indirimi dahi alıyorlar.

    Zaten işin püf noktası da burada.Erkeklere gözle görülür ayrıcalık tanınması neredeyse kabul görmüş toplumda.Bu da doğal olarak suç eğiliminde bir cesaret unsuruna dönüşüyor.Hani adına modern hukuk falan deniliyor ama inanın fasa fiso.Düşünün,erkek egemen sistemin cinsiyetler arasında yarattığı eşitsizlik/ayrımcılık/adaletsizlik vb genelde töreler,feodal ilşki/aşiretçi yapı vesaireyle ilşkilendirilir ki yanlış bir tespit değil.Ancak bu yapının ta kanunların içine sızıp pratikte tıkır tıkır işlediğini nedense kimse pek aldırış etmez.
    İster istemez insanın soracağı geliyor:ya hu kanunlarla güvence altına alınmış/meşrulaştırılmış bariz ayrımcılığa itiraz etmeden oryantalist bir bakışla töreler üzerine ahkam kesmekle acaba neyi değiştirebiliriz?

    Bu toplumda eğer erkekler böylesi bir imtiyazlı yurttaşlık hali kullanıyorsa en başta yaşanana onlar itiraz etmeliler diye düşünüyorum ben de. Ya da onlar itiraz etmediği sürece bir takım şeyler değişmeyecek. Tıpkı Kürtler karşısında Türk vatandaşları nasıl imtiyazlı bir yurttaşlık kullanıyorsa ve namuslu insanın buna bir lafı olması gerekirse bu da aynen öyle bir şey.

    Hangi erkekler?Militarizm karşıtlığından vatan/ordu düşmanlığı çıkaranlar mı erkeklere bahşedilen pozitif ayrımcılığa itiraz edecek?
    Doğrusu ben sizin gibi düşünüyorum ama militarizmi,kaba gücü erkekliğin şanından sayan bu hastalıklı ruh halinden erkekleri kim kurtaracak:)Bu kafa yapısı aşılmadıkça hiçbir şey düzelmez inanın.

    Adli tıp kurumu vukuatları ise bir süredir ayrıca ilgimi çekiyor. bu kurumun yine bir haberde aynı şekilde kurumları yıpratmayalım savunmasına rastlamıştım yazının sonu oraya atıftır bir parça.

    Yola devam.Halının altına süpürülerek kokuşmaya bırakılan her şeyi açığa çıkaracak ilginiz hiç tükenmesin…Cesaretiniz ve azminiz hiç kırılmasın sevgili Özlem kardeşim.

  5. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2011 | Reply

    Ne kadar iç burkucu değil mi?Gerçi iç burkucu ifadesi hissettiklerimi anlatmak için çok hafif kalıyor..Davayla ilgili haberleri ben de mümkün mertebe takip ettim sonucasa şaşırmadım..!! Bu ülkede kadınların ( konuyla ilgili yapılan bir araştırmanın rakamlarını tam olarak hatırlayamıyorum ama )çok büyük bir kısmı tecavüze uğruyor ve yine bunların çok büyük bir kısmı bırakın dava konusu olmayı kimseye dertlerini anlatamıyorlar. Özellikle Kocaları tarafından taciz edilenler hukuk yoluna hiç başvurmuyorlar..gerçi yukarıda da okuduğumuz gibi başvursalar ne olacak dava ortada cezalar ortada..12 yaşında ki bir çocuğa bunu yapan nasıl bir zihniyettir bunu anlamak mümkün değil..Fakat karşımıza kadına şiddeti meşrulaştıran eril zihniyetin hastalıklı Ali Bulaç deyimiyle organizma tepkileri çıkıyor ne yazık..Erkeği her zaman masum fakat ”ayartılan” kadını ”ayartan” konumda gören bu zihiniyet çok kısa süre önce bir Prof.un kadınları kıyafetleri ile suça ortak etmesiyle ve üzerine yazılan destek yazılarıyla bu olayı meşrulaştırdı..Muhafazakar kesimin koca koca adamları 12 yaşında ki çocuğunda mini eteğiyle davetkar olduğunu söylerse yüreğimize bir kez daha su serperler !!
    Bir de tabi işin merkez medya! kısmı var önce tecavüz olayını kullanıp bunu bilboardalara taşıyıp reyting malzemesi yapıp sonra kadın hakları diye çığırtkanlık yapmıyorlar mı?? Deli oluyorum..İnternette en çok tıklananlar arasında bu dizi sahnesinin olması ne garip,ne üzücü, daha bilmem ne bela..

  6. Yazan:özlem yağız Tarih: Şub 27, 2011 | Reply

    Merhaba son yorumcu da özlem ismiyle yorumunu girmiş sanırım bir pişti durumu oldu. o ben değilim:)

  7. Yazan:özlemt Tarih: Şub 27, 2011 | Reply

    o benim..özlemt olacaktı..:)

  8. Yazan:sevim Tarih: Şub 28, 2011 | Reply

    bir yorumcunun da dediği gibi feministlerin çoğu bu dramlarla pek ilgilenmez.ismi lazım değil site yorumcularından biri iyi bir örnektir buna.erdoğanın üç çocuk yapmalısınız sözlerine atıf yapılsaydı bakın bakalım kadın hakları üzerine ne ahkamlar kesildi.uzun lafın kısası kadın haklarından diğer tüm özgürlük ve eşitlik alanlarına kadar varolan tüm sorunların varlığını sadece din ve muhafakarlıkla ilşkilendiren garip bir zihniyet var.ne acı ki türkiyedeki feminizm anlayışı(tamamı değilse de)çoğunluk bu algı üzerine kuruludur.onun için de görüldüğü gibi söylediğim şahıstan çıt çıkmıyor.çıkmaz çünkü işin içinde akp yok,anlatılan olayın saldırganları bir şekilde muhafazakarlıkla ilişkilendirilmemiş.devlet kurumlarının yozluğundan,adalet sisteminin çarpıklığından ve bunun boşluğundan yararlanan insan müsvedesi hastalıklı sıradan bireyler öne çıkarılmış yazıda.bu da islam karşıtlığına indirgenen feminizm feministlerini pek kesmez.yazık bu bariz ikiyüzlülükle nereye varılacak acaba.

  9. Yazan:durhat Tarih: Mar 1, 2011 | Reply

    türkiyedeki bütün sorunların temelinde kurum/devlet/ideoloji/lider vb.ne insan yaşam ve onurundan daha çok değer verilmesi anlayışı yatıyor.dikkat edin,tatsız bir olay yaşandığında bunun mutlaka sorumlusu/sorumluları olacaktır.ya o sorunla ilgili(herhangi bir)kurumun zaafiyeti,ya bir idarecinin hatası ya da ne bileyim sistemin çarpıklığından yahut hakim zihniyetin yol açtığı kimi zihniyet açmazları…lakin bunu bir türlü kabullenemiyoruz.sanki uzaylılar gelip suç işlemiş gibi habire bir şeyleri savunmaya geçiyoruz.
    devlet suç işlemez diyoruz,
    kurumlar zaten suçu önlemek için var,
    ideolojiler kutsal,

    iyi de kimi suçlayalım,kimi sorumlu tutalım?tecavüz bu doğal afet değil,sonuçta bir ihmal,bir insan hatası söz konusudur.ne var ki henüz bunu idrak edebilmenin çok uzağındayız.

  10. Yazan:korkuyorum Tarih: Kas 16, 2012 | Reply

    ya böle bi şey olamaz ben kime güvenecegimi bilemiyorum. yaşım 17 gecen sene yaşadıgım hiç bi şeyi unutamıyom. ve bi ay sonra istanbul adli tıpa gitcem.. umarım mahkemede dedikleri gibi hiç bi delil yok demezler. çıldırmak üzereyim. nasl bi devlet de yaşıyoruz ya.

  11. Yazan:moruk Tarih: Kas 16, 2012 | Reply

    çürümüş birşeyler var şu danimarka krallığında.

  12. Yazan:HÜRREM BARIŞ Tarih: May 19, 2013 | Reply

    DÜZMECE RUH SAGLIGI RAPORLARIYLA 15 YILDAN AZ OLAMAZ İYİDE ADALET OLSA AVRUPA KONSEYİNİN DEDİGİ GİBİ TEST YAPILSA OKUL BAŞARISINA BAKILSA BENİM BİLDİGİM HER YIL TAKTİR ALAN BİRİSİNE RUH SAGLIGI KALICI BOZUK RAPORU VERİLMİŞ.ADAM GİBİ ADALET OLSA BÖYLE BİRİSİNE BU RAPOR VERİLİRMİ 15 YIL ADALETSİZ CEZA VERİLİRMİ YAZIK DEGİLMİ BU İNSANLARA ŞİMDİDE 15 YILDAN AZ OLAMAZ 500 YILDAN AZ OLAMAZ YAZIN AMA ADALETLİ OLUN DÜZMECE RAPORLARI DELİL OLARAK ADALET OLURMU CEZALARINI KALDIRIN BU İNSANLARIN ÖBÜR DÜNYADA YAKANIZA YAPIŞACAKLAR BİLESİNİZ.

  13. Yazan:HÜRREM BARIŞ Tarih: May 27, 2013 | Reply

    Gerçek adil adalet için ruh saglıgı raporları kaldırılmalı Suçun ani ve kesik hareketlerle işlenmesi maddesi getirilmelidir.Bu maddenin çıkmasını zaten yargıtay üyesi istemiştir.Bu madde her cinsel suçun tecavüzle aynı kefeye konamayacagının gerçegi adaletidir.FİİLE VE EYLEME GÖRE CEZA VERİLMESİ olması gereken adalettir

  14. Yazan:BANU AY Tarih: Tem 10, 2013 | Reply

    istismar Tecavüz ruh saglıgını kesin bozuyorsa niye Avrupa Konseyi Test yapın okul başarısına bakın diyor.Onlar test yapıyor okul başarısına bakıyor adaleti arıyor.SİZ bakamayız ugraşamayız demeniz adaletsizlige devam demektir.o zaman onlardan işinize geleni zihniyetinize uyanı al.uymayanı alma sadece iddia oldu masum insanlarıda ruhsaglıgıbozulmuş kabul incelemeden 15 yıldan az olamaz maddesi getir masumlarıda tık.Bu ne vicdansızlık,bu ne kin düşmanlık bu ne adaletsizlik.test yapın okul başarısına bakın inceleyin ayrıca yargıtayın istedigi suçun ani ve kesik hareketlerle işlenmesi maddesini çıkarın

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin