RSS Feed for This Post

Yağmurdan Önce / Before The Rain

‘Kuşlar çığlık atarak siyah gökyüzünde kaçışıyor, insanlar sessiz, beklemek kanıma acı veriyor.’ (Mesa Selimoviç)

1995 yılında,  Venedik Film Festivali‘nden aralarında Altın Aslan, FIPRESCI ve OCIC ödüllerinin de bulunduğu 5 ödülle dönen ve toplam 12 ödül almış bir film. Film üç ayrı parçadan oluşuyor ve aslında üç ayrı parça, tek bir çemberi bütünleyen parçalar: 

Kelimeler,  Yüzler ve  Fotoğraflar.

 “Zaman asla durmaz. Çember yuvarlak değildir. Ben de az kalsın sessizlik yemini edecektim. Bu ilahi güzellik her türlü kelimeyi hak ediyor.” 

 Kiril ve pederin konuşmasıyla başlayan çemberin, aynı konuşmayla sona ermesi(circle text). Oysa başladığınız anla biten anın arasında asla aynı olmayan yaşam/çember. 

 Çember’in ilk halkası, aslında son halka: Words.  

 Anadolu kokan görüntü ve ezgiler eşliğinde bambaşka bir coğrafyada, tüm ilahi güzelliğin, sessizliğin, değişmezliğin, dinginliğin ortasında, başlayacak yağmurdan önce yaşananlardan habersiz olduğumuz ve hikayeye aslında sondan başladığımız başlangıç. Arnavut kız Zamira’nın Makedon bir çobanı öldürdüğüne inanıldığı için peşine düşülmesi ve onun Makedonlardan kaçarak sessizlik yemini etmiş keşiş Kiril’in odasına sığınışı. Kiril’in onu korumak için keşişlikten ve sessizlik yemininden vazgeçmesi. Birlikte fazla yol alamadan Zamira’nın büyükbabası ve abisinin de olduğu bir gruba denk gelmeleri ve Zamira’nın Kiril’in peşinden koşarken abisi tarafından öldürülmesi. Makedonlardan kaçarken abisinin kurşunlarıyla toprağa düşüşü… Kiril’i ilk gördüğünde yaptığı işaretle, sus…

 Çemberin ikinci halkası, Yüzler:

 Anne, Alex ve Nick arasında bir aşk üçgeni gibi dururken, aslında başka bir ülkede, hayat son hızla devam ederken, hayatın arka planında kalan mülteciler ve savaş. Haberlerde birkaç dakika yer verilen, ardından hava durumuna geçilen, telefon görüşmelerinin, iş görüşmelerinin arasında herhangi bir haber anonsu olarak dikkat çekmeyen. Pulitzer ödüllü Alex’in Bosna’da bıraktığı vicdanı, Anne’in kocası ve Alex arasındaki kararsızlığı, ama vahşetin ve öldürmenin sıradanlığıyla Nick’in ölümü. Serseri bir kurşunun Nick’in yüzünü darmadağın etmesi. Bu bölümde dikkati çekense, Alex’in gitmeden önce Anne’e verdiği fotoğraflar. Anne’in fotoğraflara bakarken devam eden hayatında bizim de fark ettiğimiz yüzler: Kiril’in ve Zamira’nın yüzleri. 

Yaşananların donuklaşması. Gerçekliğin fotoğraftaki sıradan yüzlere dönüşü. Hikaye oluşu. Hikaye olan gerçekliğin, hikaye olduktan sonra, gerçekliğinin kurguya dönüşü, gerçeklikten uzaklaşması. Hayatın içinde, konuşmalarımız arasında, herhangi bir yerde, önemsiz bir ayrıntı olması, detaya indirgenmesi, haber oluşu, havadis oluşu, rivayet oluşu, miş’e dönüşü… Oysa, az önce, yaşanırken… o kadar gerçekken, ölen gerçekten ölürken ve çaresizlik, gerçekten çaresizlikken…

Bir yerde ateşten bir çember içinde yanmaya mahkum bir kaplumbağa iken, diğer yerde akvaryumun içinde süs olmak… Sıradan, bildik ama düşününce can yakan gerçeklik, düşününce değil, hayır; yaşayınca, içinde olunca, başkasının hikayesi değil, gerçekliğin parçalarından biri olunca, çemberi tamamlayan bir an’a tekabül edince…

  Çemberin üçüncü halkası, Fotoğraflar:

 Coca Cola reklamı ve UN tankları. Sürüp giden hayat. Alex’in on altı yıl sonra döndüğü hayat. Zamanı geldiği için döndüğü. Taştan evler, ateşi yanan ocaklar, eski, yıkık ahşap ev, tavanında süslemeleri, duvarlarında fotoğrafları ve ceylan resimli halısıyla/duvarörtüsüyle, köpekler, eşekler, inekler, koyunlar, horozlar, oynaşan çocuklar, sigara tüttüren köylüler, doğum yaptırılan koyun ve iki kuzusu, cenaze töreni ve düğün, çalınan davul, mezar ziyareti ve misafir ağırlama, çarşafı dantelli yatak, tahta yer sofrası, manastır ve cami… Her zamanki köy, hiç değişmeyen… Tek fark, ellerde silahlar, silahlara aşina çocuklar, silahlarla oynayan çocuklar… Birbirine düşman olmuş ve herhangi bir sebebin çıkmasını bekleyen köylüler, birbirini öldürmek için, savaş için, taraf olmak için bekleyen… 

Eskiden sevdiği Hana’nın kızını -Zamira- kendi köylülerinden kurtarmak için, onlar tarafından sırtından vurularak öldürülen Alex. Kamerası birinin ölümüne sebep olduğu için, savaşta taraf olduğu için, taraf olmaktan kaçan ama olmak zorunda kalan, taraf olmazsa -bu sefer doğrudan taraf olmazsa-, kendisiyle yaşayamayacak olan Alex. Yaşamasına izin verilmeyen Alex.

 “Gökyüzüne bak. Gökyüzüne. Bak. Yağmur yağacak!”

 Sonra yağmur, yağmurun altında kanlar içinde yatan Alex. Kiril ve pederinse henüz ıslanmadığı yağmur, başka yerde yağan, henüz başlamayan yağmur… 

Sonra pederin cümlesi, ilk ve son cümle. Tamamlanan çember. Başlangıcı ve sonu aynı olmayan. 

 ‘Bir çember yuvarlak değildir.’

 Başladığınız ve bitirdiğiniz nokta aynı değildir. Bir yerde, bir an, bir şekilde taraf olmanız gerekir. Sessizliği bozmanız, ilahi güzelliğin ardında, insanın o güzelliği bozan yüzünü ifşa etmeniz, vicdanınızın sesini dinlemeniz, insan tarafınızı ön plana almanız, konuşmanız gerekir, karşınızdaki sizin dilinizi anlamasa bile. Yüzleşmeniz gerekir yanlışla, hatayla, insanla, onun vahşi tarafıyla… 

 Karşınızdaki yüzlere kendi yüzünüzü sunabilmeniz gerekir. Kendi yüzünüze bakabilmeniz için, bazen yüzünüzü sunmanız gerekir… medeniyetin şiddet dolu, sebepsiz şiddetle kendisini, ötekini parçalayan yüzüne; ve göstermeniz gerekir fotoğrafın bütününü insanlara. Sadece Zamira’yı değil, Kiril’i, kendinizi, ötekini ve ötekileşen tarafınızı, Anne’i ve Nick’i…  Birbiriyle ilgisizmiş gibi dururken, aslında birbirini bütünleyen tüm herkesi… Çemberin bir parçası olduğunu tüm insanlığa göstermeniz gerekir… Bir yerde yağmur yağarken, başka yere de aynı yağmurun yağacağını hatırlatmanız gerekir; vakti gelince, yağmur yağar çünkü…

 Kelimeler, yüzler ve fotoğraflar… Nefis kamera çekimleriyle, doğanın görüntü ve sesinin yerel müzikle bütünleştiği atmosferde, detaya/ayrıntıya odaklanarak bütünün sunulduğu bir film Yağmurdan Önce. Kameranın önünden geçen hayatın; yerel olanın, evrensele dönüştürülerek gözlerimize sunulması. Ve kameranın gerçek’ten taraf olması ve size de taraf olmanın ne demek olduğunu sorgulatması, hatırlatması.

 Filmin tüm özelliğini -biçim, içerik- veren, en etkileyici kareyse, çobanın vurulduktan sonra, evde kadınların ağlaştıkları an, gözlerimize sunulan görüntü: 

  Çarşafın ucundaki beyaz dantelden yere damlayan kıpkırmızı kan…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin