RSS Feed for This Post

Babalar yalan söyler mi?

İşten eve döndüğümde kızımı kapıda beni bekler buldum. Heyecanla: “Baba, proje ödevim için bana yardım etmelisin çünkü internette yeterli bilgi yok” dedi. “Hay hay” dercesine başımı sallayıp konuyu sordum: “Atatürk ve iletişim” cevabını alınca internette neden yeterli bilgi bulunmadığını daha iyi anladım. Kızımın takip ettiği yola bir itirazım yok. İletişim Fakültesi mezunu bir babaya sahipsen, iletişimle ilgili bir ödev de varsa elbette ki bu yol takip edilmeliydi.

Fakat kazın ayağının öyle olmadığını öğrenmek ikimiz için de çok uzun sürmedi. Dakikalar ilerledikçe kızıma öğretilenlerle, benim bildiklerim arasında uzaktan yakından bir alaka olmadığını fark ettim. Kızım benden bir şey öğrenemedi ama ben kızıma okulda yalan söylediklerine iman ettim. Kötü bir geceydi benim için; gecenin sonunda internetten bulduğumuz birkaç kırık dökük bilgiyi kağıda aktardık ve ödevi tamamlamış olduk.

Buradan sonrası kızım için: “Kızım, sana yalan söylemedim ama sana yalan söylenmesine de müsamaha ettiğim için özür dilerim. Gerçekleri yazmak için de öğrenmek için de bu ülke şartlarında daha çok küçüksün.”Yalan” üzerine kurulan bir eğitim sisteminin çok fazla zararları varsa da iki olumlu tarafı olduğunu sen de zamanı gelince öğreneceksin; birincisi ve en önemlisi kainatta birden fazla tanrıya hiç ihtiyaç olmadığı fikridir. Zaman ilerledikçe bugün sana tanrı veya yarı tanrı olarak öğretilenlerin senin, benim gibi insan olduğunu öğreneceksin. Hatta bunun geyiğini bile yapacaksın günü geldiğinde: “Çok fazla tanrının yararı olsaydı Hindistan’a olurdu” gibi. Sizin jargonlarınıza, diskurlarınıza yaşım itibarıyla epey uzak olmam hasebiyle aklıma bu örnek geldi. Daha iyisini bulmak sana kalmış.Birincisi kadar olmasa da bu sistemin ikinci iyi tarafı da şu ki, yaklaşık yirmi senede öğrendiğin deli saçmalarını unutman ve yerine yenilerini koyman uzun sürmüyor.Araştırırsan, gerçeğin peşine düşersen, azmedersen, kelle koyarsan on senede gözlerinin mavisi kadar billur bir imbikten geçmiş tertemiz bir bilinçle hayatı karşılamaya hazırlanırsın. Muhtaç olduğun kudret de babandan sana kalacak olan bin küsur kitaptan müteşekkil kütüphanedir. Bunları seninle konuşabilseydik şayet muhtemelen bana gözlerini dikip: “tamam da baba, neden onca yılı yalanla geçiriyoruz?” diye sorardın. Bu hal muhtemelen sadece bize özgü olduğu için bunun net bir cevabı da yok kızım. Eş dost duymasın ama sana tavsiyem şu olur: Fincancı katırlarını ürkütmekten korkma. Bununla beraber şairin belletmeye çalıştığı “zulmün önünde eğil, hakkın önünde eğil/ Taçlar bile dünyada eğilen başlarındır” diskurunda sadece işin “hak” tarafını al o kadar.

         Yine de üzerime farz olan babalık görevimi korsan olarak da olsa yerine getireceğim. Kapsamlı olmasa bile istersen “Atatürk Dönemi ve İletişim” konusunu bir başka açıdan inceleyelim.

İletişimden kastımız yüz yüze iletişim değil de toplumsal iletişimse kitle iletişim araçlarından bahsetmemek olmaz. Bugünün dünyasında sıradan olarak gördüğümüz kitle iletişim araçlarından radyo, televizyon, interneti Cumhuriyet döneminde doğal olarak göremiyoruz.

Çağın en önemli iletişim aracı, yazılı basın olarak da adlandıracağımız gazete ve dergilerin revaçta olduğu yıllardır o yıllar. Yine de çok büyük sorun vardır ortada. Şöyle ki, iletişimin sağlanması için gerekli olan özgür ortamdan Cumhuriyet Döneminin nasibini almadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. İsterseniz biraz açalım; Nişanyan’ın “Yanlış Cumhuriyet” adlı kitabında belirttiğine göre, 1860 ve 1870 yıllarında emekleme dönemini geçiren basın 1908’den itibaren olağanüstü bir ivme göstermiştir. Rakamlarla desteklemek gerekirse; Koloğlu’nun “Türkiye’de Basın” adlı eserinde belirtildiğine göre, 1908-1914 arasında sadece İstanbul’da yayınlanan gazete ve dergi sayısı 798 dir (yazıyla, yedi yüz doksan sekiz). Taşra basını da buna yakın rakamlardır. Basında sansür 1909’da kaldırılmıştır.

Buna mukabil, Cumhuriyet rejiminin 1922-1925 arası aldığı önlemler sayesinde İstanbul’da Türkçe yayınlanan dört, Ankara’da bir gazete kalacak ve bu gazeteler de resmi törenler dışındaki konulara pek itibar etmeyeceklerdir. Bunun sonucunda da Halk bu gazetelere ilgi göstermeyerek tirajlarını 19 binlere kadar düşürecektir.

Dönem için bir çeşit iletişim aracı sayabileceğimiz derneklerin de durumu pek farklı değildir. Öyle ki, Ceberutluğundan dem vurulan Osmanlıyla karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablo kıyas kabul etmez bir hal alır. Örneğin sadece İstanbul’da ve sadece kadın haklarına yönelik kurulan dernek sayısı değişik araştırmacılara göre 23 veya 29 arasındadır. İşçi örgütleri, sosyalist, liberal, ırkçı, İslamcı vb. fikir kulüplerini saymaksa hemen hemen imkansızdır. Cumhuriyetin ilanını izleyen yıllarda ise devlet partisi dışında hiçbir siyasi parti ve derneğin yaşamasına müsaade edilmemiştir. 1924’de kurulan muhalefet partisi de kanlı bir şekilde kapatılmış, en son da 1931’de Türk Ocakları Derneği feshedilmiş ve memleket sathında CHP dışında siyasi nitelikli bir örgüt kalmamıştır…

Yani kızım, “bülbüllere emir var, lisan öğren vakvak’ tan/ Bahset tarih balığın tırmandığı kavaktan”…

 

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Muhammed Tarih: Oca 15, 2011 | Reply

    Gercekten cok enfes bir yazi olmus.
    Insallah bu acayip durum degisir ve cocuklarimiz gercekleri ögrenir.

  3. Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Oca 15, 2011 | Reply

    İşçi örgütleri, sosyalist, liberal, ırkçı, İslamcı vb. fikir kulüplerini saymaksa hemen hemen imkansızdır.

    İçi boşaltılmış ideolojilerin peşinde koşturuldu bu millet bir asıra yakındır. Bu ideolojiler çoğu kez iktidara götürecek birer araç olarak kullanıldılar. Ne işçi örgütlerinin işçi haklarıyla bir alakası vardı, ne sosyalistlerin sosyal demokrasiyle… İslamcıların da büyük çoğunluğu derin devletin kontrolündeydi. Kendilerini perişan eden bir bir oligarşiye karşı ”Allah devletimize zeval vermesin” diyecek kadar koyunlaştırıldılar, düşünemez hale getirildiler. Osmanlı’nın hiçbir döneminde cumhuriyet sonrası kadar cehalet yaygın değildi.

  4. Yazan:durhat Tarih: Oca 16, 2011 | Reply

    son zamanlarda okuduğum en güzel yazı.yazanın eline,yüreğine sağlık.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin