RSS Feed for This Post

Paradigmalar Ülkesinde ‘Birey’ Olmak

Okan Kemal

Liberallik; Bireyden yana olmak zor zanaat bu ülkede. Pek bir destekçisi de yok aslında.  Zira, yaşam biçimi; mevcut zihniyeti ve geleneksel yönetim kültürü açısından bakıldığında, bu ülkede gelenekçi Milliyetçi-Mukaddesatçı yapıyla, Devletçi-Elitist-Kemalist çizginin mücadelesini görürsünüz. Tüm seçimler, darbeler, devlet-birey ilişkileri, bu ülkede önemli ölçüde bu çatışmaya dayanır. Bu ülkenin insanlarının önemli bir bölümü, dinin ve milli-manevi değerlerin baskın olduğu gelenekçi halk kitlesini oluşturur. Bunun karşısında sayıca az, ama devleti yöneten asker-sivil bürokrasiyi önemli ölçüde elinde tutan, Cumhuriyet rejiminin empoze ettiği kimliği ve yaşam biçimini benimseyen, Laikçi-Kemalist kesim yer alır. Bu kesim, hiç bir altyapısı ve geleneği olmayan bir ortamda yukarıdan dayatılan bir nevi “Makyaj Modernleşmesinin” yarattığı sanal gelişmişliğe ya da bu tür bir Modernleşmeye iman eder; ve  kendisini “çağdaş” şeklinde konumlar . Bu kesim, kendisi gibi olmayanı ise ötekiler ve “Diğer” şeklinde görür. Bu “Diğer’e” isim ve yafta takınmaktan çekinmez. Bunları, en amiyane şekilde yerden yere vurur; kendisinden olmayanı “Köylü-Kıro-Dinci-Takunyacı-Liboş vs.” şeklinde en hakaretamiz ifadelerle etiketler.  Bu kesim, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarındaki “Asr-ı Saadet” hususunda aşırı derecede hassastır; bu dönemin eleştirilmesine tahammül edemez; bu dönemle ilgili eleştirel nitelikte ya da dayatılan paradigmanın dışında yapılan yayın ya da filmlere karşı aşırı derecede hassastır; kendisinde bir hata göremediği için, hiçbir vakit çuvaldızı kendisine batırmaz; hatayı daima başkalarında arar. Tabu deyimi,  Kemalist kesimi  çok iyi ifade eder.

 Toplumun önemli bir kısmını oluşturan Milliyetçi-Mukaddesatçı kesim ise, Kemalist kesimden pek de farklı olmayacak şekilde tabularla yoğrulmuş bir kesimdir. Bu kesim,  aşırı derecede hassas olduğu değerlere (milli-manevi değerler vs.) yönelik hiç bir eleştiriyi ya da farklı görüşü hoşgörüyle karşılamaz.  Anadolu’nun önemli bir bölümünde hâkim olan bu zihniyet, demokratik değil, bir “kapı kulu” ve “el pençe divan durma” geleneğini benimsemiştir. Bu kesim, farklı yaşam tarzlarını da çok tasvip etmez.  Bu nedendendir ki, bu kesimin yoğunlukla yaşadığı yer ya da mahallerde, bu kesimden ayrı bir hayat tarzı sürmek isteyen kişiler genellikle tedirgindir. Ramazan ayında oruç tutmamak ya da toplumun içinde yemek yemek, Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlanan bu ülkede hala bazı mutaassıp yerlerde hoş karşılanmaz. Aynı durum içki içmek; flört etmek gibi durumlar için de geçerlidir. Sosyologların “mahalle baskısı” dediği bu vaka, bu ülkenin önemli bir bölümünde hala cari olmayı sürdürmektedir. Mahalle baskısından rahatsız olan ve yerleşik toplumsal paradigmanın içinde kendi yaşam biçimini sürdürmek isteyen kişiler, ya karşı tarafın dayattığı devlet paradigmasının serabına kapılırlar (bu yapıyı özgürlükçü sanıp) ya da apolitik bir şekilde ve endişe içinde ya toplumla çatışarak ya da toplumun kurduğu baskıya boyun eğerek hayatlarını devam ettirirler. Bu kesimin içinden çıkan ve iktidar olan erk ise, ancak ülke içindeki Demokrat kesimlerin teşvikiyle, dışarıdan Avrupa Birliği’nin zorlamasıyla bazı demokratik ve ileriye yönelik adımlar atarlar. Ancak, geleneksel kodlarında demokrat bir gelenek olmadığından, attıkları bu adımları daha fazla götüremezler ya nefesleri kesilir ya da bir sonraki adımı atamadıklarından aldıkları kararlardan çark ederler ve oraya buraya savrulurlar. Bu son tespitim, bugün AKP yönetiminin içinde bulunduğu ve son zamanlarda ayyuka çıkan davranış şeklini çok iyi özetlemektedir. Genlerinde demokrat bir kültür olmayan bu hareket, yaşadığı 28 Şubat süreciyle bir nebze de olsa gerçekleri görmüş ve demokrasinin herkese lazım bir “amaç” (araç değil) olduğunu anlamıştır. Ancak, taşıma suyla değirmen döndürmek güç olduğundan, başlattığı her demokratik atılım ya da açılım, bir sonraki adım gelmediğinden tökezlemekte ve sürdürülebilirliği olmamaktadır. Bu sebeptendir ki, AKP, bir taraftan örneğin Kürt açılımı başlatırken; diğer taraftan Nazi Almanya’sını anımsatır bir “Tek Millet, Tek Devlet” (Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer – Tek Halk- Tek Krallık-Tek Rehber) politikasını dayatmaya devam etmektedir.  Bir yandan Avrupa Birliği’ne girmeye çalışmakta; ancak bu hususta tabiri caizse kağnı hızıyla devam etmekte; bir yandan da “Müslüman kardeşlerimiz bize yeter” gibi son derece afaki ve manasız bir söylem geliştirebilmektedir.  Bir yandan Türkiye’yi dünyalaştırmaya yönelik dış politikalar yürütüp; diğer yandan Sarıkamış’ta bir hiç uğruna ölen doksan bin askeri örnek gösterip; ‘Gerekirse doksan bin şehit için daha ant içtik’ gibi buram buram hamaset kokan sözler sarf edebilmektedir. Son getirilen alkol düzenlemeleri için söylenecek bir şey bulunmamaktadır. Kuşkusuz alkol vs. gibi içeceklerin satışı ile ilgili bazı düzenlemeler getirilebilir. Ancak bu düzenlemelerin sergi açılışları, düğünler, konserler vb. alkolün sıklıkla tüketildiği ortamlara uygulanması, sadece “Ben içmiyorsam sen de içme” şeklinde dayatmacı ve yukarıda andığımız toplumsal baskıyı devlet eliyle tepemizde hissettiren yaklaşımlardan ibarettir.

 Peki, AKP’nin bir ileri iki geri gittiği; Kemalist kesimin olduğu yerde saydığı ve hatta altındaki zemini kaybetmeye başladığı bir ortamda; Liberaller ne yapıyor? Ne yazık ki önemli bir kısmı AKP’yi liberalleştirme gayretlerini ya da AKP’nin Liberal olduğu gibi bir serap içinde boşa kulaç atmayı sürdürüyorlar. AKP’nin ancak Liberallerin zorlamasıyla bir şeyleri yapmaya başladığını, ancak kendisine destek veren kitle ve geldiği geleneği sürekli hatırlayarak, çoğu zaman “çark etme politikası” güttüğünü görmek istemiyorlar. Kabul edelim; bu ülkede bireyin özgürleşmesi ve daha doğrusu bireyselleşmesi için atılması gereken çok adım var. Zira birey, bu ülkede, Kemalizmin yukarıdan dayattığı devletsel Paradigma ile Milliyetçi-Maneviyatçı kitlenin (ve mevcut siyasal Erkin) dayattığı toplumsal baskı arasında sıkışıp kalmış durumda. Yazının başında ifade ettiğimiz kesimlerin çatışmasını izliyoruz sadece. Bu çatışmada devlet bazında şimdiye kadar genellikle Kemalist kesim galebe çalmıştı. Bir zamanlar, yemeklerde içki içmeyen, eşi örtülü olan vs. kişilere “Takunyacı” muamelesi yapanlara; şimdi iktidarı elinde bulunduran bu kesim “Ben de senin alkol alacağın alanları daraltırım” şeklinde bir nevi rövanş alıyor. Bu çatışma ne zaman biter bilinmez; ama umarız bittiği gün, bu ülkede bireyleşme süreci başlar; zira taraflardan biri galip gelirse devletin ve/veya toplumun baskısını ensemizde hissetmeye devam ederiz. ….

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:ufuk tan Tarih: Oca 14, 2011 | Reply

    Evet bu topraklarda muhafazakar-Müslüman kesimle(daha doğrusu sermaye),laik-batıcı kesimin sürekli güç kavgası vardır.Asker-sivil laik-kemalist bürokrasi devleti sahiplendiği için,diğer halk kesimlerini iktidarına rakip gördüğü için ezmiyor.bu yüzden devleti sahiplenmiyor.

    Türkiye Cumhuriyet’i kurulurken sermaye birikim sürecinin nasıl olacağına da karar verildi.Devler bir burjuva devlet olacaktı.Devleti kurarken Avrupa ülkelerine verilmiş tahaütler vardı.Yani batıcı-laik bir burjuva yaratılacaktı.Bunların sebepleri vardır elbette,İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanların ayaklanmasını önlemek ve Sovyetler birliğinin yayılmasına mani olmak.Yön belirlendikten sonra zayıf olan burjuvaziyi devlet eliyle kalkındırmak gerekiyordu.Bunun içinde güçlü bir asker-sivil bürokrasiye ihtiyaç vardı.Asker-sivil bürokrasinin gölgesinde burjuvazi palazlanmaya başladı.İşçilerin ve diğer ezilen kesimlerin örgütlenme ve hak arama kanalları kapatılmıştı.

    1950 seçimlerinde,burjuvazi artık asker-sivil bürokrasinin korumasına ihtiyaç duymadığı için,Chp’den ayrılıp Dp’yi kurdular.Ama Dp toprak burjuvazisinin partisiydi.Gelişen sanayi burjuvazisi kendine engel gördüğü Dp’yi bir darbe ile devirip kendi önünü açtı.Nitekim işçiler görece elde ettikleri haklarını kullanmaya başlayınca,burjuvazi yeniden askeri bürokrasiden yardım istedi ve 12 mart darbesi.

    1970’ler de başlayan ekonomik kriz,dünya emperyalist burjuvazisini yeni arayışlara yöneltmiştir.Bu dönemde ortaya çıkan finas-kapital dediğimiz sermaye birikim sürecidir.Artık sermayenin önündeki sınırlar kalkacak,sıcak para rahatça dolaşacak,işçi ücretleri alabildiğince geriletilecektir.Tarihimize 24 Ocak kararları diye geçen bu kararların,Türkiye’de uygulanması,işçi sınıfının direngenliği ve güçlü bir toplumsal muhalefetin varlığı ile zor görünüyordu.Bir kez daha burjuvazinin işi, koruyucusuna askeri bürokrasiye düştü.2 Eylül işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin üzerinden silindir gibi geçti.Geriye burjuvazi için dikensiz gül bahçesi bıraktı.

    Bu dönemde burjuvazi iyice palazlandı,ama bir başka rakibi daha ortaya çıktı.Anadolu’da yetişmiş,çocuklarını yurt dışında okutmuş,Muhafazakar Anadolu sermayesi.Başlangıçta Rp,Fp ile temsil edilen bu sermaye,emekleme döneminde Yurt dışından ve içinden topladığı sermaye ile çok ortaklı işletmeler kurup örgütlenmeye başladı.Batıcı-laik sermayenin buna tepkisi çok sert oldu.Siyasi temsilcileri 28 Şubat “post modern” darbesiyle alaşağı edildiler.

    Anadolu sermayesi,kendisine yapılanlardan ders çıkararak daha güçlü bir örgütlenmeye giriştiler.Batıcı semaye ile aynı kurallarla rekabet etmeye başladılar.siyasi temsilcileri(Akp)başta batıcı sermayenin hedefi olan Ab’ye üyelik yönünde ileri adımlar attılar.Çıkardıkları bir çok yasa ile işçi haklarında önemli gerilemeler meydana getirdiler.Bu batıcı sermayenin kendilerini desteklemelerine ve korkulacak bir şey olmadıkları konusunda ikna olmalarına neden oldu.

    Muhafazakar Anadolu sermayesi büyüdükçe ve batıcı sermayeye rakip oldukça,aralarında gizli bir savaşta başlamış oldu.Yeni yükselen burjuvazi tam iktidar istemeye başladı.onun için eski düzenin kalıntıları ile hesaplaşmalar başladı.Bu hesaplaşmalar çeşitli ileri ve geri adımlarla devam etmektedir.

    İşte Türkiye’nin askeri-sivil bürokratik yapısını böyle okumak gerekir.yeni yükselen burjuvazi askeri bürokrasinin korumasına karşı değildir,sadece kendi taraflarında yer almasını veya yansız davranmasını istemektedir.Zira,işçi eylemlerinde ve öğrenci gösterilerinde nasıl davrandıkları bellidir.Demokrasi kendi çıkarlarına dokunulmadı zaman onların ağızlarına aldıkları bir kelimedir sadece.

  3. Yazan:Tayfun Korkut Tarih: Oca 15, 2011 | Reply

    Milletin içinde bulunduğu vaziyeti çok iyi anlatan bir yazı olmuş. AKP’nin ve bilhassa seçmeninin zihniyeti hala AB’ne girmeye, dünyayla entegrasyona hazır değil. Ancak, diğer partilere göre açık ara farkla çok daha değişime, yeni fikirlere açık oldukları, en aykırı farklı görüşlere dahi tahammüllü oldukları aşikar. En azından diğerleri ters istikamette ilerlerken, AKP ve seçmeni liberalleşmeye istekli. Bu bile bugün AKP’nin en iyi tercih olması için yeterlidir. Ancak, AKP’nin bu yoldan dönmemesi, o eski tabulara, ”kutsal değerler”e sarılmaması, bu çizgiden ayrılmaması gerekir. Bu noktada yeri geldiğinde oy kaybetmeyi dahi göze alabilmelidir.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin