RSS Feed for This Post

Romanda Konu

Romanın fertten topluma geçişi insan ve medeniyet ilişkisine bağlıdır. Roman konusunu fertten veya sosyal ortamdan seçer. Ferdin öne çıktığı romanda sorun olması muhtemeldir. “Oturmuş ve sağlıklı, sağlam temellerle dayalı bir medeniyet kurmuş, dünya görüşü kesin çizgilerle belirmiş toplumlarda romancı fert sorunlarına eğilmez. Mesela Stendhal doğrudan doğruya Fransız toplumuna eğilmiş, fert üzerinde durmamıştır.”[1]  

Bu özelliklere sahip olmayan bir toplumun romancısı ise bütün dikkatini ferde çevirir. Çünkü fertler toplumda yerlerini alamamıştır.[2] Bizde ise romanın gelişim serüveniyle paralel ilk konular; “doğu-batı sorunu başlıca sorunlardır.[3] Bu süreç yüzyıl aşılamamıştır. Bu mesele bir medeniyet sorunu olmakla beraber, ferdi dram şeklinde romanımızda yerini almıştır. Ruhsal arazlar şeklinde ancak, düalizm, buhran biçiminde görülmüştür. Ancak bazı yorumlar roman türünün başarısının ferdi derinlikle eş değer olduğunu söyler. “bir roman insan tabiatının gerçeklerini aksettirebildiği ölçüde değer taşır.”[4] Ancak bu ikilem içinde sağlıklı çıkış yolu, sosyal ortamda ferdin konumunun dengeli ele alınması şeklinde anlamlı kılınabilir.

Roman konusunu insan ve hayattan süzen, yer yer insan yer yer sosyal hayat ağırlığı kazanan bir nevidir. İşlevi şüphelidir. Yaratma dürtüsünün tatmini ile oluşan yeni bir yaratıyı keşfi birleşir. Okur romanda boy aynasının karşısındadır. Doğu felsefesi aynayı bir yalan olgu olarak alır. Zaten romanın kurmacalığı da onun her şeyden önce yalan olduğunu imler. Hayatta aslında kocaman bir yalandır. Ama inanılan bir yalandır. Roman malzemesini bu yalan içinden bazen fert bazen kitle olarak alır. Fertte olduğu gibi toplumda da araz vardır. Bu araz değişik oranlarda romana konuk olur. Bu dengeli yorum zannederim romanda fert ve sosyal oran ve ihtilafı ortadan kaldıracaktır. Ne tam sağlıklı bir insandan ne de tam sağlıklı bir toplumdan bahsedilmeyecek dünyada roman her iki alanı aynı oranda işleme durumundadır. ” ‘büyük’ diye anılan bütün romancıların eserlerinde, insana ve topluma dönük bir taraf vardır. Bu nitelik, romanın bizatihi kendi yapısından gelmektedir. Çünkü roman, diğer türlere kıyasla, bireyi ve toplumu yansıtmada daha güçlü, daha yetenekli bir daldır.”[5] Roman sosyal ve ferdi işlemenin yanında her iki yönlü bir işlevi de üstlenir. “herhangi bir edebi ifade şeklinden çok, roman sosyal davranışlara ve bir parçası olduğu genel kültüre şekil verebilir. Roman okumanın sebeplerinden biri de budur. Bu belirleme romanı ideolojik bir güç aracı olarak değerlendirmeye yol açabilir.”[6] Romanda insan ve sosyallik aslında çok dikkatli işlenmeli denge tesis edilmelidir. Her ne kadar “modern çağın göklerinde dönen gezegenler bir bireyin ruhunda her zaman özgül bir takımyıldızı gibi yansır. Bir kahramanın durumu, varlığının anlamı bu takımyıldızıyla tanımlanır.”[7] En tutarlı tanımlamaları romanın tanrıya öykünme sonucu, alternatif bir dünya ve insan yaratısı, kader çizgisinin yaratısı şeklinde yorumlanmıştır. Bu ayrış kaçış fikrini, mutluluk arayışını da karşılayan bir uğraştır. Onun için “roman tanımlarının çoğu taktikli bir şekilde yazılmıştır.”[8] Böyle bir arayış tanrıyla yarış ve meydan okuma, başkaldırı olduğunda varacağı nokta kısa sürede insanın özgürlüğü gibi algılanır. Stevick’e tam olarak katılmak zor. Bütün sanatta olduğu gibi romanda da öncelik estetik, edebi hazda olmalıdır. Düşünce ancak hücrelere sırıtmayacak şekilde yedirince güzel olur. Doğu’nun özelde İslam düşüncesinin, başkaldırısı söz konusu olmayıp, öykünmesi mümkündür. Bu insanın özgürlüğünün ve mükemmele varmasının uzun vadede temini ve tesisi demek olacaktır. Roman da böyle algılanmalıdır. Doğunun detaydan uzak duruşu çelişkilidir. Konu Tanrı “Sinek Kanadı”nı örnek vermekten imtina etmeyecek kadar detayı dillendirir. Bu kapı bizde romanın açılımını sağlamalıydı. Kurmaca olması onu hayattan aldığını sanatla birleştiren bir yapıyla geri vermesi, sadece bireyi, aileyi, toplumu, çağı, hayatı, insanın ne olduğunu keşfetme uğraşısını anlatması değil, onu reforme etmesi anlamına da gelmektedir ki malzemesi hayata veya hayatın dışındaki her türlü olguya yönelik de olsa anlattığı aslında kendi gerçeği, kendi gerçekliği, kendi hayatıdır. Roman mutlaka bir şeyler anlatır, ama romancıdan öğretisel bir sav beklemek, sorunu çözümüyle beklemek, toplum veya topluma karşı olma şartı beklemek[9]… -bunlarla beslenerek sanat değerini arttıran- romanın anlatacağını sınırlamak, estetizmine ve dokusuna zarar vermek anlamına gelecektir. Hayatı ‘açıklama’ kavramının, sanat eserlerine tam denk düşmediğini, daha çok bilime uygun olduğunu belirten Pospelov, yazarların düşüncelerini pek az veya seyrek dile getirdiklerini, karakter yorumlarını, hemen her zaman gösterim’in içinde dile getirdiklerini[10] söylemektedir. “Bir roman için, Konusu şudur, dediğimizde, o roman için daha hiçbir şey demediğimiz ortadadır. Tolstoy’un Savaş ve Barış romanı için, “Roman Rusya’da geçiyor.”diyen okurun durumudur bu. Doğrusu, romanda konuyu(sujeyi) köşeli biçimde tanımlamak kolay değil. Belki hammaddesidir romanın: kişilerin, durumların ve olayların cansız ve yabanıl durumu; izlek kavramının öncülü. Yazınsal yaşantıların anlatı içindeki dağılımı ve düzenlenişi konuya yaklaştırır. Böylece bir alt-doku oluşur. Sonra roman kişileri ve onların ardından durumlar organik biçimde örülmeye başlar. Kurmaca anlatı, içeylem unsurlarını harekete geçirerek, kendini oluşturmaktadır aslında. Konunun belirlenmesi, romanın dışsal alanı özümleme sürecini başlatır. Yazımsal bilgi bu özümleme süreci içinde yaratım sürecine akmaya başlar.”[11]

 

 


[1] Durali Yılmaz, “Romanımız ve İnsanımız” Nakışlar Yayınları, İstanbul, 1976, s.13.

[2] Durali Yılmaz, “Romanımız ve İnsanımız” Nakışlar Yayınları, İstanbul, 1976s.14.

[3] Durali Yılmaz, “Romanımız ve İnsanımız” Nakışlar Yayınları, İstanbul, 1976s.27.

[4]  Sevim Kantarcıoğlu, Türk ve Dünya Romanlarında Modernizm, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s.27.????

[5] Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, 2002, s.174.

[6] Philip Stevick, Roman Teorisi, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1988,  s.3.

[7] Milan Kundera, Roman Sanatı, çev. Aysel Bora,Can yay.,İstanbul, 2002s.66.

[8] Philip Stevick, Roman Teorisi, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Gazi Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1988, s.11.

[9] Emin Özdemir, Yazınsal Türler, Ümit Yayıncılık, 1994, s.262.

[10] Gennadiy N. Pospelov, Edebiyat Bilimi, çev. Yılmaz Onay, Evrensel basım yayın,1995,İstanbul, s.113.

[11] Semih Gümüş, Roman Kitabı, Adam Yayınları, İstanbul, 1991, s.165.

 

 

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Ayyıldız’la ortak yayındır

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin