RSS Feed for This Post

Karanlık’ın Işığında Akıl

Kıymetli bir dostumuz

Bilmediklerimize sınır koyan bildiğimizi düşündüklerimiz olsa gerek! Karanlığı da bir gören olarak biliyormuşuz gibi tarif edip, tanımlamaya çalışıyoruz.

Karanlığı, bir bebek gibi kucağımıza almış, kollarımızla sarmış ve gözlerine bakabilmişsek şayet ona devşirebilecekmiş gibi sahip olamayacağımızı, “tamamıyla bilemeyeceğimizi bilebilmek” yolunda ilk adımı atmış sayılırız. Dolayısıyla da karanlığın kuyruğuna, bacağına dokunmakla onu bildiğimizi söyleyemeyiz.

Karanlığın bilinebilmesi için dünya gibi ortasında ya da bir duvar gibi önünde değil de üzerinde, dışında durabiliyor olmak gerekir. İnsan bunu yapabilir mi?

Gören insanların neredeyse elle tutulabilir yoğunlukta olan ve ancak kendi ile sınırlı olan karanlığı bilebilmesi çok zor. Karanlık’ı çoğumuz ancak düz bir satıh, yol üzerindeki bir engel gibi aklın kabul ettiği alanla sınırlandırarak tahayyül edebiliyoruz; aynen zaman gibi! Akıl ve bilgi ile aşılıp, tuğla tuğla sökülerek alt edilip, aydınlığa dönüştürülebilir/kavuşulabilirmişiz gibi!

Doğuştan kör biri için “renk” ne demekse gören biri için de “karanlık” o demek olsa gerek! Fakat muhtemeldir ki bir kör için karanlığın anlamı gören birinin karanlığından çok farklı bir anlam ifade eder.

Kör için karanlık, “bilgisizlik, bilinmezlik, cehalet” anlamına gelmez. O halde doğuştan kör olan biri için “karanlık” ya da “aydınlık” ne anlam ifade eder? Gören birinin aydınlık ve karanlık tanımının onun dünyasında bir karşılığı var mıdır? Varsa bu karşılık ne olabilir ve kör olan kişi, gören olduğu için doğru ve gerçek tanımını sadece kendisinin yapabildiğini iddia eden birine bunları nasıl izah/tercüme edebilir?

Ayışığı dahil hiçbir aydınlatmanın bulunmadığı, kervan geçmez ıssızlıkta bir ormanın içinde kıvrım kıvrım inen, çıkan dağ yolunda gecenin zifiri karanlığında sadece araba farları ile yol almayı tecrübe ettiniz mi hiç? Araba farlarının aydınlatabildiği alan/mesafe dışında kalan her şey, her yer zifiri karanlık. O karanlığa bakarak çeşit çeşit devasa ağaçların olduğu bir ormanın içinde olunduğunuzu bilmek imkânsız gibi. Farların aydınlattığı yoldan geçen bir tilki, fare de olmasa etrafta sizden başka tek bir canlının dahi bulunmadığından neredeyse yüzde yüz emin olabilirsiniz.

170 derecelik açı içinde olan her şeyi görebilen gözlere sahip olsanız bile o kıvrımlı yolda farların 35-40 derecelik aydınlatma açısının içinde kalan 10-15 metrelik alandadır gördükleriniz. O ışıklı alan içinde olanlar için var dışında kalanlar için yok hükmünü kolaylıkla verebilirsiniz; karanlık; “yok” hükmü verilenlerin “var” hükmündeki örtüsüdür!

Kısaca o karanlık içinde hareket edebilmek için bir arabaya, sağlam göz sinirleri sayesinde görebilen gözlere sahip olmak yeterli  değil.Yoğun karanlık içinde ağaç, tilki, fare, yol, orman, şoförlük bilgisine sahip olmanızın da hiçbir ehemmiyeti yok. O farların ışığı olmadığında nerede olduğunuzu etrafınızdakilerin neler olduğunu teşhis edebilmeniz zor.

Kısaca bilgi var, sağlam göz sinirleri var ama o derin karanlığı aydınlatan ışık olmadığı için hepsi “yok” hükmünde!

Tanrı/Yaratılmış olmak gibi bir inancı olmayanlar için bu inanca sahip olanlar, karanlıkta kalmış körler olarak tanımlanıyor; Körler de görenler gibi yüzdeki iki çukuru dolduran göz denen bir organa sahipler belki ama onlara göre kendilerinin görebiliyor olmalarının sebebi, “sağlam göz sinirleri”ne sahip olmaları. Bilim’i, görme işlevini yerine getiren sağlam göz sinirleri olarak düşünüyorlar ve dolayısıyla kendilerini “aydınlanmışlar” olarak kabul ediyorlar. Bilimsel bilgi dedikleri suni sinirleri, körlerin görmelerine dolayısıyla kendileri gibi bilmelerine engel olduğunu düşündükleri sağıksız/hasarlı/kusurlu(!) sinirlerle değiştirmeye çalışıyorlar;  “benim gibi görebilmek için benim gibi sağlam sinirlere sahip olmalısın!”

Farkına varılamayan belki de doğuştan kör olan biri görmediği için güneş “yok” değil.  Onların dünyasındaki renkler, görenlerinkinden farklı nitelikte bir anlam ifade edebilir. Kısaca körlerin güneşi

bilebilmelerinin sebebi görenlerin şahitliği, “var” hükmü değil. Bilim adamları o dar alanı aydınlatan farların ışığında(bilim) görebildiklerini o anda “var” edilmiş kabul ediyor ve “gerçek; bilebildiğimizin var olduğudur!” diyorlar. Örn:Gerçek şu ki; “Dünyada 3000 adet tatlısu canlısı vardır.” Aradan bir zaman geçince şu haberi duyuyorsunuz: “Yapılan araştırmalar neticesinde bilim adamları literatüre girmemiş 150 tür tatlısu canlısını keşfetti” Bizden önce yazılmış bir şiirin farların aydınlatabildiği kadarını görüp, okuyabiliyoruz diye karanlığın ne anlama geldiğine akıl erdirip, anlayabiliyor değiliz.O farların asla aydınlatamayacağı şeyler olduğunu biliyoruz. Evet, güneş doğuyor, yağmur gökten yağıyor, ağaç yukarı doğru büyüyor = yerçekimi var!

Üzerinde soluk alıp yaşadığımız gezenin adı dünya, vs vs…bilim, fotosentezi, yağmurun nasıl oluştuğunu, sindirim sistemimizin nasıl çalıştığına far ışığı tutup, izah etmemiş olsaydı tüm bunlar “yok” muydu?

Gayb’a iman, “insanın, bilebildikleri ile asla bilemeyeceklerinin var olduğunu bilir” olması halidir denilebilir! Bir tepsi üzerinde değil de küre üzerinde yaşıyor olduğumuzu bilmek bilgi muhtevasının değişmesinden başka bir anlam ifade etmez. Gerçek ve doğru kabul edilen bilgi değişmiştir o kadar. Kimse bu değişen bilgi ile bir tepsinin üzerinden dünya denilen küreye taşınmış değildir. İnsanın gabya iman etmesi de “karanlık” içinde karanlık bir çağda kalması demek değildir.

Kelimelerin ifade ettiği anlamlar zamanla değişiyor. Karanlığın başlı başına boşluk, hiçlik, yokluk, gibi bir mecazi tanımı yokken “aydınlanma(!)” sonrası anlamı cehalet ve bir din inanını olmakla bir tutulmuş.

Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.

İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.(İmmenuel Kant/Aydınlanma Çağı-vikipedi)

Şimdi de insanlar bilim adamlarının kılâvuzluğu ve onların anlamlarını yeniden yazdığı kelimelerle oluşturduğu “dil”i kullanarak akıllarını kendilerinin kullandıklarını düşünüyorlar. Bu nedenle “karanlık ve aydınlık” kelimelerinin anlamları üzerine insanın, kainatın tercüme edilmemiş kelimeleri ile tekrar düşünmesi gerekebilir.

Karanlığın genele hakim olduğu gibi olumsuz bir anlamı yok benim için. Karanlığın, yani her şeyin akıl aracılığı ile bilinebilir olmamasının, insan için acı, sevinç, sevgi gibi bir niteliği olduğunu düşünüyorum.

İman için olmazsa olmazlardan.Öyleyse nasıl olumsuz bir anlamda kullanılabilir ki?

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Kas 20, 2010 | Reply

    Yazınızın bende uyandırdığı düşünceler şunlar oldu: Bilim ile ilim arasındaki fark, apriori ve a postoriori… ampirik bilgiden, retrodüksiyona/sezgiye,ilhama dayalı geçiş… evet, ilmin basamakları, ilmel yakin , aynel yakin ve hakkel yakin… ve bunun ötesinde, bu dünyada görülemeyecek olan, gayb. Göremediğin ama hakkel yakinin üstündeki bilgi: Hakikat. Ve hakikate yaftalanan kelime, ve o yolun yolcusuna: karanlık…
    ‘Karanlığın, yani her şeyin akıl aracılığı ile bilinebilir olmamasının, insan için acı, sevinç, sevgi gibi bir niteliği olduğunu düşünüyorum.’ demişsiniz ya, aslında karanlığa yeni bir anlam yüklemişsiniz, karanlık=aklın her şeyi bilememesi. Bazen acıdır dediğiniz gibi, bazen kaygı, bazen sevinç, bazen sevgi ve çokça da huzur, rahatlık, sekinedir… ve daha ötesi…
    Ellerinize sağlık…

  3. Yazan:MY Tarih: Kas 22, 2010 | Reply

    Eger Müslüman olMasaydim bu yazinizdan ötürü sizi kiskanirdim :)) walla

  1. 2 Trackback(s)

  2. Mar 11, 2012: Varlık ve Hiç – Jean-Paul Sartre (Bölüm 7: Karanlık) : Derin Düşünce
  3. Mar 11, 2012: Varlık ve Hiç – Jean-Paul Sartre (Bölüm 7: Karanlık) : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin