RSS Feed for This Post

Descartes felsefesi ve Nietzsche

 Erhan Kanışlı

Rene Descartes felsefe tarihinde ilk sistem kurucu filozof ve modern felsefenin kurucusu olarak yer alır. Rasyonalizme verilecek en büyük değeri verme göreviyle, bütün felsefi uğraşında “mutlak”ı bulmayı amaçlamıştır. Öyle ki, nefes alan ve düşünen bir canlı olan insanın, bu evrende yolunu, aklını kullanarak ve kesin bilgiye ulaşarak bulması gerekir. Bu bağlamda, Descartes, kendi bilgi kuramını oluştururken “düşünce”den yola çıkacak, “varlık”a zihinde temsil edilmenin sonucunda nesnellik atfedecek, “gerçek”e ise zihinde temsil edilenin kesinliğini bağışlayacaktır. Diğer bir deyişle, Descartes’e kadar “bilgi”ye ulaşılmaya çalışılırken, varlıktan özneye doğru gidilmişti, yani nesneyi araştırmak ve onun özünü (onu o yapanı) bulmak ve onu anlamak bilgiyi oluşturmaya yetiyordu. Zira kuşkucuların argümanları da nesnenin, kesin bir bilgiye ulaşılacak kadar bilenemeyeceği yönündeydi. Descartes ise bu tehlikeyi savuşturma saikiyle ve de devrim niteliğindeki bir projeyle, düşünen şey (res cogitans)’den başlayarak bilginin nesnesinin (res extensa) bilgisine ulaşmayı göze aldı. Bu kesin bilgiye ulaşma amacında ise kendisine yöntemler belirledi ve onlara sıkı sıkıya uyarak hakikate ulaşacağını düşünmüştü.  Bilgilerin kesinliklerine ulaştığını doğruladığında ise, bütün bilimlerin üstüne kurmayı hedeflediği evrensel bilimini icat edecekti. Zira ona göre, bütün bilimler temellerinde birbirleriyle ilişkiliydi fakat insanlık bu ilişkiyi çözemiyordu. Burada yapılacak şey, düşüncenin etkinliğiyle çıkarsamalar yapmak ve bütün bilimleri matematik çatısı altında birleştirmekti.

 Ortaçağ felsefesi, bilimle dinin uzlaşmazlığının genel görüntüsü içine hapsolmuş izlenimini vermektedir. Descartes ise, bu anlaşmazlığa bir son vermek adına, çalışmalara başlamış ve çareyi, tanrısal bir öncülden maddesel bir sona uzanan yolu betimlemekte bulmuştur. Bunu yaparken de tıpkı tanrı’nın evreni 6 günde yaratışı gibi, o da 6 günlük bir uzlette yaptığı meditasyonlarından faydalanmıştır.

 Descartes felsefesinde, ilk olarak kuşku yöntemi kullanılır.[1]Yöntem Üzerine Konuşma“da da belirttiği gibi bu yöntem; zihne belirsiz (obscure) ve kuşkulu (doubtful) görünen her şeyi, daha önce öğrendiklerini, önyargılarını, maddi dünyayı, hatta kendisini bile ilk önce yadsımayla başlar. Tabii ki her şeyi yanlışlarken, yaşaması ve kendi deyimiyle, yeni bir ev yapmak için eskisini yıkarken, geçici olarak kalacak bir yer bulması gerekir. Bu yer de yine “Yöntem Üzerine Konuşma“da belirttiği gibi ahlak kuralları ve dindir. Kafasını kuşkularla doldururken de rüya örneğinden yararlanır ilk önce. Rüya örneğine göre; uyanıkken neler hissedebiliyorsak, neler duyumsayabiliyorsak, rüyamızda da aynı şeylere maruz kalabilmemiz nedeniyle, şu anda uyku da mı rüyada mı olduğumuzdan şüphelenmemiz gerekir. Bu örneğin ardından yine 1.meditasyonunda tanrı’nın kendisini aldatıp aldatmadığı sorusunu atar. Neyse ki bu sorudan kolayca sıyrılıp, onun yüce iyiliği nedeniyle böyle bir şey yapmayacağına, aldatabilecek olanın olsa olsa kötü bir cin olduğuna kanaat getirir.

 2.meditasyonunda, kötü cinin kendisini kandırmasından, bütün düşüncelerin bile kötü cine ait olması ihtimalinden yola çıkarak en azından düşündürüldüğünün gerçekliğine varır. Yani kandırılma ortamının varlığı kesindir, her ne kadar kandırılsa bile. O halde yanlış da düşünse, ortada bir düşünce mevcuttur ve bu da bir düşüneni gerektirir. Bunun sonucunda, “düşünüyorum öyleyse varım” diyerek “Ben”i oluşturmuştur. Buradan devam ederek düşünen bir şeyin ayrıntılarına girer. Zihnin bir edimi olan düşüncenin türlerini belirlemek için düşünceyi düşünceye yönelten bir yol izler (reflexive turn).

 Düşünen bir şey, kuşku duyan, anlayan, tasarlayan, olumlayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, imgeler oluşturan ve hisseden (2.meditasyon)

 Düşünen şeyi inceledikten sonra, bilgiye ulaşmaya muktedir olan aygıtı bulur; anlık (intellect). Anlık, zihinde beliren ideaları tasarlayarak, çıkarsamalar yaparak yargı’lamaya (judgement) yönelir. Anlık, ruhun özü olan düşünme yetisinin doğal ışıkla aydınlanmış, bilgiye yönelen aktörüdür. Yine Descartes’e göre varlığın doğru bilgisine duyu deneyimiyle ulaşılamaz. Çünkü onlar, rüya örneğinde de belirtildiği gibi, bizi aldatır ve yanıltır. Hatta Descartes, kendinden önceki döneme yönelik eleştirilerinde, Aristo düşüncesini ve skolastik felsefeyi hedef alarak, nesnelerden duyularla algılanan özellikleri, onların doğası olarak telakki etmek, apaçık bir yanılgıdır, demiştir. Bu yanılgıyı göstermek için de 2. meditasyonda balmumu örneğine başvurur. Yanılgının nedenleri ise; nesnelerin imgelerinin insan doğası tarafından öğretilmiş gibi kabul edilmesi ve ideaların insanın rızası dışında onun zihnine dahil olmasıdır. Örneğin, sobanın yanında oturan birisinin hissettiği sıcaklık, o istemese de etkisini üzerine bırakır. Biz de bu etkiyi, yargılama sürecinden geçirmediğimizden, öylece doğru kabul ederiz ve nesnenin doğasında bulunduğuna kani oluruz.

 3.meditasyonda ise düşünme biçimlerini, idea’ların çeşitlerini ve bilmeye yönelirken kuşku duyulmaması gereken açık ve seçik (clear and distinct) kavranılan idea’ları sayar. Saf anlığının işe başlaması için ilk önce açık ve seçik kavradıklarını toplar ve onlardan doğru yargılar yapmak üzere zihnini zorlar. Descartes’e göre açık seçik bildiklerim, doğal ışığın aydınlığında doğruya ulaşacaktır. Ayrıca bir cismin açık ve seçik ideası, o cisimde kesin olarak vardır. Kısacası, Descartes ayağını sağlam basmak adına, açık ve seçik idealardan başlamayı tercih eder. Zira onlar, zihne apaçık görünenlerdir, kuşkuya mahal bırakmayanlardır. Yine 3.meditasyonda, yokluktan bir şeyin gelemeyeceğini, daha az yetkin olandan daha çok yetkin olanın neşet etmeyeceğini söyler. Bu sözleri tanrı’nın habercisi gibidir. Nitekim zihninde eksiksiz sıfatlardan bir ideal oluşturur ve oradan tanrı’nın kesinliğine ulaşır. 3.meditasyonun sonlarına doğru ise, bu doğuştan kendinde olan (innate) idea’nın bizzat tanrı tarafından konulduğu sonucuna ulaşacaktır.

 3.meditasyonda doruk noktasına ulaşan münzevi Descartes için, matematiksel yöntemle oluşturacağı fiziği adına sağlam bir nirengi noktası oluşmuştur. Ben’den tanrı’ya varmış ve buradan da kilise’nin de gözüne hoş görünerek, maddesel şeylerin ilkelerini bulmaya yeltenecektir.

 4.meditasyonda, Descartes, epistemolojisinde yargı (judgement)’tan sonra devreye girecek olan seçme yetisini (irade, will) açımlar ve anlık (intellect) tanrı’ya ait olup insanda sınırlıyken, irade sınırsızdır. Bir yargıyı olumlayan yahut olumlamayan iradedir. İradenin onayıyla (assent) oluşan inanç (belief), “Yöntem Üzerine Konuşma“da zikrettiği gibi, doğruluğundan emin olununca bilgi (knowledge)’ye dönüşür.

 Descartes, burada metafizik alanına dahil edeceği bir kavramı daha açıklar; “yanılgı”. İnsan neden yanılır, diye sorar. Cevap iki unsuru ihtiva eder; “anlık” ve “irade”. Anlık sınırlıdır, irade sınırsızdır. İşte iradenin sınırsızlığı, insanın başına büyük dertler açar. Çünkü irade dizginsiz ve başıboştur. Her başıboş ve dizginsiz şeyin bir otoriteye, bir kural koyana ihtiyacı olduğu gibi, irade de anlık’ın doğal ışığında oluşturulmuş doğru yargıların kapsamında kaldığı müddetçe dizginlenmiş, kayıtsızlığından kurtulmuş olur. Bu kurtulmanın diğer adı özgürlüktür. İnsan tanrının verdiği aklı, onun zihne koyduğu, varlığı şüphesiz olan açık-seçik malzemelerle çalıştıracak ve yargılarını bu düzene riayet ederek oluşturacaktır. İşte böyle bir insan doğal ışığın etkisi altında olduğundan özgürdür. Özgür olmayan ve belirsiz, bulanık idealardan yola çıkarak yanlışlar yapan insan yanılgıdadır. Günahlar da, başlı başına yanılgılardan oluşur. Bunun üzerine, yanılgılardaki eksikliğin sorumluluğunu da insana atfeder. Başka deyişle, tanrının dediklerine uyulmasının insanın akıbeti için iyi sonuçlar doğuracağını ima eder. Kısacası, hatalar içinde yıpranan ve kıvranan insan ancak tanrının inayetiyle kurtuluşa erecektir.

 5.meditasyonda Descartes, metafiziğinden fiziğine doğru bir köprü kurar ve maddesel töze ait cisimlere ilişkin ideaları tasnif eder; açık-seçik olanlar, olmayanlar. Aynı şekilde “Yöntem Üzerine Konuşma“nın 2. bölümü olan “maddi şeylerin ilkeleri“nde de belirtilen açık-seçik nitelikler; uzunluk, genişlik, derinlik, sayı, büyüklük, şekil, cisimlerin konumu ve hareketidir. Bunlar dışında kalan ve duyuların algılarına hizmet eden; renk, koku, tat vs. gibi nitelikler ise hor görülür, küçümsenir. Zira balmumu yahut yıldızların uzaktan küçük göründüğü örneklerinde de vurgulandığı gibi, bu özellikler, yanıltıcıdır. Doğruya ulaşmaya muktedir düşünce, matematiksel yöntemiyle zaten maddi tözün nesnelerini anlayabilmekte ve kavrayabilmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması için de üçgen örneğini verir; doğruluğun varlıkla özdeş olduğunu söyler. 6.meditasyonda ise, duyulardan gelenlere düşünce aleyhine bir darbe daha indirir ve nesnelerin duyumsal imgelemleri olmasa da durumun değişmeyeceğini söyler. Buna ek olarak, düalizminden müşteki bir şekilde, “beni ben yapan ruh, beden olmadan da var olabilir” der. Maddesel töze ait bedeniyle, ruhsal töze ait düşüncesi birbiriyle birlikte bir bütün oluşturur ve sürekli etkileşim halindedir. Fakat bu gerçek, bedenin ruh karşısındaki acizliğinin görünmesine mani olmaz. Beden, içinde bulunduğu cisimlerin etkileriyle duygulanışlar gösterir ve bu duygulanışlardan tutkular, istekler ve duygular zuhur eder. Bedene gelen bu izlenimlerin (impressions) ruhu etkilemesi ise, vücutta yayılan sinirler aracılığıyla beyinde bulunan “corpus pineal”in uyarılması ve onun da ruhu devindirmesiyle olur. Böylece bir düşünme tarzı olan duygular, dış dünyanın ruha dayattığı olumsuzluklar gibi algılanır.

 Descartes, kendi amacına uygun olarak oluşturduğu felsefesiyle, bilgiye giden, tanrı’ya giden ve ilk başta kendisine giden bir yol çizdi. Bu yol bir zaman sonra modernite olarak anıldı ve insanların hakikate olan inancı körüklendi ve aklın egemenliği de aydınlanmaya giden düşünce dizgesinin momenti oldu. Ruhu ölümsüzleştiren, insanları ruh kıstasıyla eşitlemeye çalışan, hakikati en tepeye koyan ve dini bilimle barıştıran modernite, bu özelliklerinin insanı değersizleştiği ve herkesi eşitlik adı altında “tek-tip”leştirmeye çalıştığı iddiasıyla daha sonraları çok eleştirildi. Bu eleştirilerin en keskini ve en ateşlilerinden birisi şüphesiz Nietzsche’ye aitti.

 Nietzsche’nin sistemli bir felsefi düşünceye karşı çıkmasıyla başlayan eleştirisi, modernite üzerinden devam eder ve bulunduğu çağa bulaştığını iddia ettiği nihilizmin başat nedenlerini de yine “ratio”dan temellenen felsefelerde ve Hıristiyan ahlakında arar. Sokrates’in aklı yüceleştirmesi ve erdemin (wisdom) çekici tanrısallığını muştulamasıyla başlayan “düşünce otoritesi” Hegel’i de içine alarak son bulur. Fakat Nietzsche’nin tabiriyle, batı felsefesinin insana ve tarihe bulaştırdığı hastalık, bütün güçlüleri güçsüz kılmış, bütün zayıfları da iktidara getirmiştir. İnsan, yaşamın değersizliğinde yorgun ve bitkin düşmüştür. Avrupa bunalımdadır. Bu bunalım da ilk olarak nihilizmin kabul edilişi ardından da olumlayıcı güç istencinin devreye girip yaşamı yaşatan değerler üretmesiyle aşılacaktır.

Hakikatin olmadığı yerde insan kendi kendisini yaratmaya mecburdur. İnsan aşılması gereken bir şeydir.[2]

 Nietzsche bu bunalımı, evrensel değerlerin değersizleşmesi olarak anar ve nihilizmin karanlık bir gölge gibi “oluş”un üstünde olduğunu söyler. Onun anlatışıyla;

 “Nihilizm psikolojik ruh hali olarak ortaya çıkmak mecburiyetindedir, ilkin şayet bütün olayda onun içinde olmayan bir “anlamı” ararsak: Öyle ki arayıcı sonunda cesaretini yitirir. Nihilizm bu takdirde gücün uzun süre boşa harcanmasının bilincidir, “boşunalığın” kahrıdır, güvensizliktir, insanın kendini her hangi bir şekilde dinlendirmesi için kendini her hangi bir şeyle yatıştırmaya fırsat bulamamasıdır. Sanki insanın çok uzun süre kendini aldatmış gibi kendinden utanmasıdır.  (Güç İstenci)”

 Nietzsche, nihilizm aşılmadığı sürece,  insanlığın artık hiçbir şeyi anlamlı bulamayacağını, ümitsizlik içinde boşluğa düşeceğini ve bu durumun da onları kaygı ve sıkıntıya sürükleyeceğini söyler.[3] Nietzsche bu çıkarsamalarını yapmadan önce “soybilimsel” bir yöntem izlemiştir. Ona göre bilgi ve hakikat değerlerlerle oluşturulmuştur. Zira bir şeyi yargılarken, onun deyimiyle, “şu ya da bu doğrudur demekle aynı zamanda şu ya da bu biçimde doğru olsun istiyorum” demekteyizdir. Böylece oluşturulan kavramlarda, kavramı oluşturanların, nesneyi inceleyenlerin arzuları, çıkarları yahut duyguları sezilir. Ona göre, görülür dünya değerler açısından, belli bir hayvan türünün gücünün korunması ve arttırılması yönündeki değerlere göre teşekkül etmiştir. Bu nitelikte değerlerin faydacılık bakış açısıyla yakından ilgisi vardır. [4]Öyleyse önümüzdeki sorunu yahut inceleyeceğimiz her neyse onu, tarihsel sürecini gözden geçirerek, süregelen değerlerini saptayarak bir sonuca ulaşılır. O da söz konusu “değer”i oluşturan yaşam tarzının, güç istencini etkin kılıp, yaşamı olumlayan yaşam tarzı mı yahut yaşamı değersizleştirmek adına güç istencini, olumsuzlamaya tabi kılan yaşam tarzı mı olduğu ortaya çıkar. Aynı konuda Deleuze şöyle bir yorum yapar:

 Her yorumlama bir fenomenin anlamının belirlenmesidir. Anlam tam olarak, karmaşık ve hiyerarşik bir toplam içinde, bazılarının ona göre etkin olduğu, bazılarınınsa tepkide bulunduğu bir kıvvetler ilişkisine dayanır. Bir fenomen ne kadar karmaşık olursa olsun, onda, etkin olan birincil kuvvetleri, fethetme ve tabi kılma kuvvetlerini; tepkisel olan ikincil kuvvetlerden, uyarlama ve düzenleme kuvvetlerinden ayırt edebiliriz.[5]

 Nietzsche, yukarıda belirttiğim iki değer verme tarzını ortaya çıkararak hakikatin, mutlak bilginin ve yine bu doğrultuda “varlık”ın olamayacağını söyler. Zira hissettiği gerçeklik oluş ve oluşa içkin bir güç istencidir. Her şey gücün değişimlerinden ve alış-verişlerinden ibarettir. Her var olan güç istencine katılır ve sürekli olarak kendini aşmaya çalışır. Fakat bu yönelişin tarzı edilgin olup olumsuzlamaya gidebileceği gibi, etkin olup olumlamaya da gidebilir. Bunu da sonsuz bir oluş destekler.  Daha yalın anlatımla, Nietzsche, sabit duran ve değişmemiş gibi görünen bütün anlamları reddeder. Zira metafizik düşüncenin yarattığı “hakikat, apaçıklık, töz, birlik” gibi kategoriler, görünür ve elde olan dünyanın karşısına,  değerlerden oluşmuş, nihai bir amaç olan “öbür dünya”yı yaratır. Böylece görünür olan, duyuların mekanı bu dünya değersizleşir ve sönükleşir[6]. Aynı doğrultuda “öbür dünya” övülür ve tanrısallaşır. O dünyaya ise sadece akılla ve aklın nasıl hakikate yöneleceğini söyleyen kurallara riayetle layık olunabilir. Bu durumda aklın sultasının altında kalmış bedenin ceremesini ise, bastırılmış duygular ve içgüdüler çekecektir. 

 “Doğru olan bir şey yoktur, doğru kabul edilmesi gerekenler vardır” diyerek de yine metafizik anlayışın bilgi kuramını eleştirmeye devam eder. Ona göre, kesin bilgi yoktur, çünkü “bilgiye ulaştığını varsayanların hepsi metafizik dayanaklarla yol almıştır. Eğer bilginin kesinliği yoksa kişiye ve yoruma göre değişmesi söz konusudur. Ve Nietzsche “gerçekler yoktur, yorumlar vardır” diyerek, ne kadar bakış açısı varsa o kadar da doğru olduğunu göstermeye çalışır. [7]Ve devam ederek bir filozofun yapması gerekenin, olabildiğince çok bakış açısıyla, arzularına ve isteklerine kulak asmayarak hareket etmesi olduğunu söyler.

 “Filozof deneme insanı olmalıdır, arzularına ve isteklerine göre davranmamalı, bakış açılarının çoğalmasıyla ve değişimiyle hareket eden biri olmalıdır. Dünyadaki tek gerçek oluş olduğundan; “şeyleri oldukları gibi görme buyruğu ancak bunları yüzlerce gözle, çeşitli kişiler aracılığıyla görme yetisi içinde edimselleşir.” (Güç İstenci)

  Ayrıca, batı felsefesinin düstur edindiği, görünmeyeni, özü ve aşkın bir dünyayı, görünen hali hazırdaki dünyaya üstün tutan ve ne kadar rasyonel adımlar atılırsa o kadar hakikate yaklaşılacağı düşüncesinin insanı insan olmaktan çıkardığını ileri sürer. Şöyle ki, insan evrenin bir parçası olarak, duygularıyla, içgüdüleriyle ve düşüncesiyle bir bütün olarak insandır. Düalizm yahut metafizik, bu bütünlüğü parçalayıp, bir parçayı yükseltmiş ve hakikate hasretmiş, diğer parçayı ise bu dünyada bırakıp küçümsemiştir. İşte bu anlayış, şu anki insanı doğurdu. Nedir şu andaki (Nietzsche, Sokrates’le birlikte başlattığı felsefenin bu yönde yozlaşmasının 19.yy’da meyvelerini verdiğini söyler) insan? İçgüdülerini, üstün bir dünyanın değerleri uğruna dizginlemiş, aklına duyduğu sonsuz güvenle kendisini kuralların kölesi yaparak, yaşamını çekilmez kılan ağırlıkları yüklenmiş ve yaşamı onaylamaktan aciz olduğu için sürekli acılarının içinde intikam isteğiyle didinmiş insan. Nietzsche buna “decadant” diyerek, yozlaşmış bir çağın tipik insanını tarif eder.[8]

 “Yozlaşmanın kendi kendisiyle mücadele edilecek olan bir şey değildir. o salt olarak zorunludur ve her çağa ulusa özgüdür. Bütün bir güçle mücadele edilmesi gerekli olan şey bu sari hastalığın organizmanın sağlıklı kısımlarına kanla sürüklenmemesidir.” (Güç İstenci)

 “Yozlaşmanın sonuçları: erdemsizlik, sefahat; hastalık-hastalıklık, cürüm, bekarlık-kısırlık, histeriklik-irade zayıflığı, alkol düşkünlüğü, kötümserlik: anarşizm…” (Güç İstenci)

 Decadant insan, eyleme geçmek yerine, diğerlere atfettiği yaşamı olumlar. Ama bu olumlama sahte bir olumlamadır. Zira decadant insan, kendisine güvensiz, içinde hissettiği sıkıntıyı ve kaygıyı hep bir kurala sadık kalarak ya da bir ilkenin peşinden giderek susturmaya çalışır. O, değişime ve oluşa karşı yoğun bir korku içindedir. Kendisinden daha güçlülere ve sürüden ayrı duranlara duyduğu intikam duygusu, onun içgüdüsüdür. O intikam isteğiyle birlikte, bu intikamı almak için kendi peşinden gittiği kurallara dayanır (ahlak, din, akıl, yararlılık vs.). tanrı öldüğünde ise, bütün üstün değerler kaynağını kaybeder ve bu durumda afallamış insan, tanrının yerine kendisini koyarak başka yüklenecek değerler bulmaya çalışır. Nietzsche bunları, ahlak, akıl, yararlılık ve mutluluk diye sıralar. İşte bu noktada nihilizm kapıdadır. Karamsar olan ve eski değerleri gibi kendisine yol çizen kuralları olmayan insan, bir süre değer bulmak için uğraşacaktır. Zira o, inandığı aşkın, ideal değerler yüzünden bu dünyasını hiç saymış, ardından uzun zamandır peşinden gittiği değerlerin değersizleşmesini gördüğünde, hakiki dünyasını da kaybedince, anlamsızlığın derin boşluğuna düşmemek için çırpınacaktır.

 Nietzsche bu evreye eksik nihilizm diyecektir ve bu durumdaki insan, tanrının yerine putlara tapmaya başlar.[9] Örneğin, totalitarizm, fanatizm vs. kısaca, eksik nihilizm, nihilizmden kaçma teşebbüslerini içerir.

Bunun ardından nihilizm, edilgin (pasif) yahut etkin (aktif) nihilizme dönüşecek ve güç istencinin yaşamı yüceltip yüceltmeyeceği bu ayrıma göre belli olacaktır.

 Nihilizm, Nietzsche’ye göre olumsuz bir vaziyet değil, bir kriz halidir. Ve bu krizi aşması için insanın kendisinden bir “üst insan” yaratması gerektiğini söyler. Üst insanın tarifini ve çalışma yöntemini Böyle Buyurdu Zerdüşt‘ün “Önsöylev“inde anlatır. Nietzsche’nin muştuladığı üstinsan, yaşamı yüceltecek ve güç istencini Dionysosçu bir olumlamaya özgüleyecek yegane aktördür. Bu görevini ise, yıllardır yozlaşmış ve sonunda nihilizme bulaşmışlığın ardından ortaya çıkan yönelimsiz, saf gücü kullanarak, çekiciyle yerine getirecektir.

 

 


[1] Descartes, Meditasyonlar, BilgeSu Y., “1.meditasyon”

[2] Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, Kabalcı Y., “Sevinçler ve Tutkular Üzerine”

[3] Jean Grenier, Nietzsche, Dost Y.

[4] Nietzsche, Güç İstenci, Birey Y., “567”

[5] Gilles Deleuze, Nietzsche, Otonom Y.

[6] Nietzsche, Güç İstenci, Birey Y., “12”

[7] Nietzsche, gerçeklerin olmadığı ancak farklı değerlerle güdümlenen bakış açıları olduğunu söylerken şu örneği verir; “çeşitli göz vardır. Sfenksin de gözleri var; ve bundan dolayı çok çeşitli gerçekler vardır ve buna binaen hiçbir gerçek yoktur.”, Bkz. Güç İstenci, “540”

[8] Nietzsche, Güç İstenci, Birey Y. “40, 41, 42 vd…”

[9] Nietzsche, Güç İstenci, Birey Y.”28″

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin