RSS Feed for This Post

Bir Ayrımcılık Aracı Olarak Başörtüsü Yasağı

Halkın birbiri üzerinde iktidar kurmaya çalışmadığı, ben nasıl muktedir olurum yerine iktidarı nasıl paylaşabiliriz’in cevabının arandığı bir toplum için ayrımcılığa aracı olan unsurları farklılık değil, zenginlik olarak görmemiz şart. Aksi halde, birisini farklı olmakla toplumdan ayrı tuttuğumuz zamanın hemen ertesinde başka bir konuda da biz çoğunlukla ayrı düşüp, kendimizi dışlanmış bulabiliriz. Birbirimiz üzerinde kurduğumuz iktidarları yıkmak için hak ve özgürlük kavramlarına biraz daha eğilmek ve anlamak gerekli.

Fransız ihtilali ile kullanılmaya başlanan hürriyet kavramı Osmanlı’ya ulaştığında, kelimeyi ilk olarak sahiplenen dönem edebiyatçıları, hürriyet uğruna şiirler yazarak, meydanlarda okuyup halkı galeyana getirirler. O dönemde Osmanlıdan ayrılan milletlerin çıkardığı isyanlarda da hürriyet ve eşitlik ikilisi sıkça kullanılıp, bu hak doğrultusunda devletlerin kaderi değiştiği görülür. Hürriyet kavramı, o zamanlarda,  şahıs olarak arzu ettiğini gerçekleştirmek yerine millet olarak bağımsız olma idealinin ifadesi olmuş ve siyasi bir kavrama dönüşmüştür. Sonraları, her kişinin şahsi haklarını belirtmek için daha özel bir kavram ortaya atılmış ve ‘özgelme’ denilmiş. Dile yeni kazandırılan sözcüğü, zamanın edebiyatçısı Nurullah Ataç biraz daha değiştirmiş ve elde olan gücü ifade için ‘gür’ kelimesini de kullanarak ‘özgürlük’ demiştir.  O günden bugüne üzerinde fırtınalar kopan özgürlük kavramı böylece ortaya çıkmış ve devletle yarı kavgalı bir biçimde bugünlere ulaşmıştır.

Özgürlük kavramını dile kazandırdık kazandırmasına lakin hepimiz hala bir şeylerden korkuyoruz, özgür olamıyoruz. Kimi işvereni gibi düşünmemekten, kimi devlet dairesinden çıkıp camiye gitmekten, kimi hocadan, hacıdan, askerden, sivilden korkuyor. Hepimiz ister istemez bir şeylerden çekiniyoruz, korkuyoruz. Daha kötüsü insan olarak bu korkunun öznesi değil nesnesi durumunda kalıyoruz. Korkuların sömürülmesi ise direk olarak iktidar alanı oluşturmakla ilgili. İnsanları siyasi, ekonomik, ruhsal olarak sömürürler ki silah elinde olan sıkabilsin. Oysa demokrasi için silahı kim eline alırsa alsın sıkamayacağı bir düzen lazım.

Farklı olmakla dışlanmayı reddederken, öte yandan da aynı düşüncede gördüğümüz insanların farklı konularda farklı fikirlere düştüğünü öğrenince şaşırıyoruz. Çocukların terör suçuyla yargılanmaması için imza toplayan, beraber çalışanlar, yeni anayasa paketi hakkında çok farklı yorumlar yapabiliyor. Hrant Dink’e yapılan suikastı beraber lanetleyenler, başka bir eyleme sıra geldiğinde ayrı saflara düşebiliyor. Ya da solcu bilinen birisi bugün çıkıp başörtüsü yasağını eleştirebiliyor. Bu yorum farklılıklarını görünce şaşırıyoruz, yeni tabiriyle ‘kafa konforumuz’ bozuluyor ama bilmeliyiz ki bunlar demokratikleşme için olağan durumlar. Hayata ve olaylara ya sağdan yahut soldan bakarsın, salt liderlerine itaat edersin devirlerini artık aştığımızı düşünüyorum.

Sabit fikirlere tutulmak; insanları sağ-sol, dünyayı doğu-batı diye ayırmak ve kesin çizgilerle insanlara ait oldukları yeri göstermek özgürlük adına en büyük ayıplardan biri. Dünya savaşları sonucunda belirlenen ya da birilerinin haritada çizgiyi çizmesiyle hayata geçirilen sınırlar, ister istemez fikirleri de sınırlıyor. Doksanlı yıllar öncesi kapitalist ve sovyet olmak üzere dünyanın iki yönü vardı. Berlin duvarının doğusu Sovyet, batısı kapitalistti ve yönlerine bakıp koca dünyanın fikirlerini tek hamlede ayırabiliyorduk. Ama Berlin duvarı 1989’da yıkıldı. Bizim de artık zihnimizde ortadan ikiye ayırdığımız fikirleri özgürlük dairesinde normalleştirmemiz gerekiyor.

Ülkemiz için özgürlük, eşitlik, korku kavramlarını sorgulayacak olursak, geniş kitleleri mağdur eden yasaklar durduğu müddetçe, demokrasinin büyük çıkmazda olduğu görürüz.

Bugün, bir okula sadece tek dil konuşanlar girerse, o okulun halkın tümüne hizmet verdiği söylenemez. Ülkesi dahilinde Kürtçe bilenler yok denecek kadar az olduğu halde Amerika’da Kürtçenin üç şeklini öğreten (zazaca, Kürtçe, kırmanice) enstitüsü 1991 yılından itibaren mevcut. Bizim yeni yeni sahip çıkmaya, kürsü kurmaya başladığımız Kürtçeyi bizden çok sahiplendiği, yaşayan diller arasındaki değerini bildiği için belki de, Amerika üniversiteleri dünya medreseleri hükmünde.

Okulların genelinde tek dil konuşanlara eğitim verilmesi kadar tek ilmin eğitiminin verilmesi de fikirleri kısıtlayıcı etmen. Bir okulda yalnız siyaset eğitimi verilir, sosyoloji ve felsefeden bahsedilmezse ilm-i siyaset de tam yerinde olmayacak, işin ehli olmayan siyasilerle yanlış yerlere varılacaktır.

Talebe, okula gelirken konuştuğu dili, gelenek göreneğini, giyiniş tarzını, kısacası kendini de yanına alıp gelmeli. Gelmeli ki, eğitim kurumları halkın tümüne hizmet versin, kıt mekanlar haline dönüşmesin. Farklılıklardaki azami ortaklığı bulup, üzerine toplumu inşa etsin.

Giyim-kuşuma getirilen yasaklar neticesinde, bugün hala binlerce kız öğrenci başörtüsüyle okula girememekte.  Benim de aynı yasaktan mağdur olduğum başörtüsü sorunun bir ayrımcılık aracı olarak incelenmesi gerekir.

Bir Ayrımcılık Aracı: Başörtüsü Yasağı

Devlet kurumlarına başörtüsü ile girmenin yasaklandığı tarih, aynı zamanda bugün hala yaraları sarılmaya çalışılan, demokrasiye verdiği zararlar onarılamayan bir darbe tarihidir.

Başörtüsü yasağından mağdur olan insanlar, yasak başladığı güne kadar hep devleti sahiplenmiş, vatan millet sevgisi üzre bulunmuş ve genel itibariyle kendine bir kısıtlama gelmediği için devletten  bir hak talep etmemiş insanlar idi. 28 şubat süreci ile aniden ve haksızca gelen bu yasak, muhafazakarlara bir tokat gibi inmişti.

Duygusallıktan sıyrılıp darbe dönemiyle gelen yasakları incelersek, o dönemden şimdilere başını açan kızlardan öte asıp kesilen, işkence gören, düşünce suçlusu sayılan milyonla insan görürüz. Ne yazık ki, başörtüsü sorunundan mağdur olan ve kendini muhafazakar olarak tanımlayanlar, hakları ifa edilmeyen diğer insanlara karşı duyarlı değildi. Yasakla birlikte devletten bu mağduriyeti görerek özgürlük kavramı üzerinde düşünmeye, hakları sayılmayan diğer insanların haklı mücadelesine katılmaya başladırlar. Herhangi bir düşünce beyan etmeden, yandaş ya da karşıt hiçbir grubun propagandasını yapmadan; tek istediği okula olduğu gibi girmek olan kızlara, başını açtıran; Kürtlere Alevilere neler yapmamıştır ki? Bu düşünceler ile demokratik bilinçlenmeye başladılar. Devlet eğer zalim baba ise, birilerini asıp meydanlara koyuyor ise muhafazakar kesime de bu tokatı iyi ki atmıştır. Bu kötü hatıralardan netice şunu söyleyebiliriz ki, 28 şubat bir bakıma da muhafazakarlar için demokrasinin içselleştirildiği tarihtir.

Yasağı, laiklik dahilinde açıklamaya çalışırsak, ortaya kavram kargaşası çıkar. Ben laikliği, başörtüsü ile okula girebilmem olarak algılıyorken, bir diğeri, laiklik okulda başörtüsü takılmamasıdır diyebilir. Laiklik,  temel taşları yerine tam oturmayan ve sürekli gündemde olup tartışıla gelen bir kavram olduğu için başörtüsü yasağını bu kavram ile çözemeyiz. Din ve devlet işlerinin ayrılması olarak özetlenen laikliğin uygulanması için bu yasağı olur görsek, ortaya şöyle bir görüntü çıkar. Devletin memuru, çalışanı, öğretmeni devlet dairesi içinde dini değerler barındıramaz, çünkü onlar devleti temsilen kurumlarında çalışmaktalar ve devlet ile din ayrı tutulmalı, memurlar dini değerlerini bir kenara atmalı desek, hizmeti veren için bu yasağı bir mantığa oturtmaya çalışsak bile; hizmeti almaya geleni dini değerlerinin dışında düşünemeyiz. Hizmet almaya-örneğin okumaya- gelen kişiler, hiçbir grubu yada otoriteyi temsilen değil, yalnız halktan biri olarak gelirler ve vatandaşı eğitmek de devletin boynunun borcudur.

Laiklik kavramı ile yasağı hem tam açıklayamadığımız hem de tümden kaldıramadığımız için kişi hak ve özgürlükleri üzerinden yasağın iptaline çalışmamız gerekir.

Bir de zaman zaman yasak üzerinden bazı söylemler gerçekleşiyor. İğnelemeyle karışık, siz düşüne durun, mağdur sandığınız kız öğrenciler bu sorunu çoktan çözdü, başını açtı ve okula girdi deniliyor örneğin. Yaptığı kısıtlamanın kabulüne sevinir gibi yetkili kurumlar da bu söylemleri kulak ardı ediyor.

Avrupa Birliği projesi için, sorgulamaksızın yaşamın her alanında örnek kabul edilen Avrupa ülkelerinde okullara hatta meclislere başörtüsü ile girilebiliyor. Ama başörtüsü ve diğer yasaklara konu gelince daha demokratik kabul edilen ülkeleri örnek almak aklımıza bile gelmiyor. Bu farktan ötürü maddi durumu elverişli olan aileler kızlarını okumak için Avrupa’ya yolluyorlar. Lakin bu durum, elimizdeki sorunu daha da çıkmaza sürüyor çünkü yalnız parası olanın bir haktan yararlanması hem özgürlük konusunda hem de sosyal devlet anlayışının temellerinde büyük bir yanlış demek.

Neticede insanları huzursuz eden, mağdur eden, haklarını kısıtlayan; insanlarda doğal haliyle kabul edilmeme duygusu yaratan bu yasak durduğu müddetçe demokratik toplum olamayız. Tam demokrasi ve özgürlük için başörtüsü sorununu da ayrımcılık aracı olmaktan çıkarmamız gerekiyor. Bu konuda ümitvarız.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eyl 6, 2010 | Reply

    …bu yasak durduğu müddetçe demokratik toplum olamayız.

    Etkileşim hep iki yönlü olmakla birlikte, tersi daha bir doğru duruyor :

    Demokratik toplum olmadıkça bu tür yasaklardan kurtulamayız.

    Yani bu ‘yasaklar’ bir neden olmaktan çok bir sonuç.

    Çünkü her toplum bünyesinde “zorbalar”ı barındırır.

    Aklıbaşında (yani korkularıyla değil aklıyla davranan) insanların çoğunlukta olduğu toplumlarda bu “eşkiyalar” sinik şekilde yaşarlar.

    Aksi durumda ise pehlivan ve kahraman kesilirler.

    Biz şimdilerde henüz ikinci duruma daha yakınız, uzaklaşma eğilimi gösteriyor olsak da.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin