RSS Feed for This Post

DESTEK: Sivas Yasında Buluşan Kadınlar

Kampanyaya imza ile destek vermek için:

 http://sivasyasindabulusankadinlar.blogspot.com/

Sünni Müslümanların, boyutları insan havsalasına sığmayan bir zulmün sorumlusu olarak gösterildiği bir dönemde; bu yüzden karşılaştığım suçlamalara isyan ederken, bir tür şok hali içinde o zulmü tanımlamakta ve sorgulamakta yeteri kadar sorumlu davranamadım. O yangın bana da değdi, dağladı beni. Eğer bugün 2 Temmuz’a dönebilme imkanım olsaydı, Madımak otelinin kapısında durup bedenimle bir duvar olmak isterdim…
Şimdi bütün varlığımla bir daha hiçbir zulmetin kitleleri esir edemediği, kimsenin sevdiklerinden zamansız ve haksız koparılmadığı bir ülke hayal ediyorum. Ölümü değil, hayatı kucaklayan bir ülke!

17. yılında Sivas mazlumlarını anıyor, ailelerinin ve sevenlerinin acısını paylaşıyoruz.

Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Mualla kavuncu, Aslı Öztürk, Nesrin Semiz, Özlem Yağız, Fatma Çiftçi, Funda Tuğrul, Şilan Timur, Emine Uçak Erdoğan, Havva Yılmaz, Sıdıka Çetin, Feyza Akınerdem, Hilal Kaplan, Cemile Bayraktar, Hidayet Şefkatli Tuksal, Nurhayat Kızılkan, Neslihan Akbulut, Yıldız Yıldırım.

Trackback URL

  1. 17 Yorum

  2. Yazan:Muhittin Fahlıoğulları Tarih: Tem 2, 2010 | Reply

    İmzacılara 2 Temmuzu yeniden tanımlama ve sorgulama sorumluluğunu da yükleyerek bir entelektüel aydın hareketi/tavrı olarak sesleniyorlar. Buna benzer sayısız operasyonlarla kendini sürdüren bir sistemin kafesinde yaşayıp gidiyoruz. Acılarımızı failin istediği gibi hissediyor, onun istediği dille anıyoruz.Buna işaret ettikleri anlaşılan bu arkadaşlar çalışmalarını daha açık detaylı ve etkin araçlarla sürdürmelerini bekliyorum.

  3. Yazan:nisan taylan Tarih: Tem 2, 2010 | Reply

    ‘Sünni Müslümanların, boyutları insan havsalasına sığmayan bir zulmün sorumlusu olarak gösterildiği bir dönemde’… sorumlusu olarak gösterildiği sözleriyle, sorumlusu olmadığı ama öyle gösterildiği ima ediliyor. ‘tekbir’ ‘allahüekber’ diye bağırarak insanları yakan kimlerdi???b

  4. Yazan:denis Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    Bu olayla ilgili uzun yıllardır eylemlere katılmış birisi olarak bugüne kadar hiç sunni müslümanların bu işin sorumlusu olduğunu düşünmemiştim doğrusu. Kendim de bir sunni müslüman olmamdan dolayı belki. Ama rahatlıkla diyebilirim ki alevi dostlarım arasında hiç öyle bir ayrı gayrı hissetmedik, hissettirmediler. Sunni müslümanları sorumlu göstermediklerini çok iyi biliyorum.

  5. Yazan:ozlem Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    Denis bey o ifade tamamı ile hatalı değilse de bence de tam olarak oturmadı. Baskıya son anda yetişen bir metinde gelen bir eleştri üzerine o anda acilen bir cümle düzenlemesi yapılmak zorunda kalındı. Mesele biraz karışık:)
    Metnin aslı ben diliyle yazılmıştı yoksa.

    Ancak temel suçlama bu değilse de ben pek çok ortamda sünilik üzerinden de yorumlar yapıldığını biliyorum. Geçen sene 2 temmuzda hatta bu konuda çok şiddetli bazı tartışmalar yaşadım. Sünni müslümanlık, anadolu aleviliği ve bu katliamlara sünniliğin etkisi üzerine.

    Yine de genel eğilim bu değil tabi. Daha ziyade daha muğlak bir hedef vardı. Kahrolsun şeriat, mollalar İran’a gibi sloganlar, ‘İslami’ kesimi hedefleyen eylemler insanları savunma psikolojisine itti ne olduğunu bile anlamadan hizipleşmeler oldu. Bu metin bir yerde öz eleştri metnidir itham değil, kayıtsızlık gibi görünen bir durumun arkasındaki psikolojiyi ifade eder.Öyle okunmasında fayda var.

  6. Yazan:bsm Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    Merhaba arkadaşlar,

    Çağrı metnini okuduğumda,buraya yorum düşme gereği duymamıştım.Çoğunu yazılarından tanıdığım bu yürekli kadınlara;bu vicdanlı ve fedakarca duruşlarından ötürü derin minnet ve hayranlık duyarak takdir etmiş ve bir imza da ben koymuştum.

    Bugün ise,ne olduysa,bir şeyler yazma ihtiyacı duyuyorum.

    Sanırım okuduğum yorumların bunda etkisi oldu.

    Bir polemik yaratmak adına değil ama, yorumlar,üzerinde tekrar düşünmeye değer çok şey ifade ediyor.Zira bu kadim topraklara egemen güçler tarafından ekilen düşmanlık tohumları,kendisini farklı kimlik,inanç veya aidiyetle tanımlamış her bireyin hafızasında “diğerini”ötekileştiren bir algı yaratmıştır.Bu,elbette bizim suçumuz değil.Utancı da bize ait değil.Ne var ki,yıllarca sistemli olarak sürdürülen bu ayrılıkçı tohumlar bir şekilde zihinlerimizde birer iz bırakmıştır.

    Onun içindir ki bizleri her geçen gün biraz daha birbirinden uzaklaştıran bu organize güçler yerine birbirimizi-farklılıklarımız üzerinden-suçlamaya geçiyoruz.Sünni Müslümanlar diyoruz,Türkler diyoruz,Kürtler diyoruz…Böyle başlıyor cümlelerimiz.Ve işte tam da bu nedenle,başımıza bunca çorap örmüş egemenleri bir kenara bırakarak,yaşadığımız acılardan bizimle aynı kaderi paylaşanları yaralıyoruz farkında olmayarak.

    Biliyorum,bu satırlar okunduğunda “peki tekbir getirerek Allahüekber diye bağrışan topluluklar kimdi,nasıl tanımlanmalıydı”diye itiraz gelecektir.Ve belki de haklı bir itiraz olacak bu.Elbette insanları diri diri yakmaya kalkışan bu kalabalık uzaydan gelmemiştir.Evet tamamı sünni müslüman kimliğine haiz olabilir bu insanların,bundan kuşku yok.Ancak bilinçsizce oyuna gelerek kendisinden geçen bu “çoşkulu”kalabalığın içine düştüğü infiali tüm sünni müslümanlara mal etmek yine de insaflı bir yargı olmasa gerek.

    Üstelik,bu acı olaydan hiçbir mesuliyeti ve dolayısıyla da zorunluluğu yokken,sırf bu acı olayı onarma adına yola çıkmış insanlara sorgulayıcı imalarda bulunmak hiç de şık bir tutum değildir.

    Dolayısıyla,nisan taylan müstearıyla yazan sevgili dostumuz,-kesinlikle ard niyetle değildir ama-çağrıcı arkadaşlarımıza haksızlık etmiştir.

    Zira,yukarıda da değindiğim gibi bir vahşetten,insanlık suçundan doğrudan bir inancı sorumlu tutmak isabetli bir tutum değildir.Asıl sorgulanması gereken,bu düşmanlığı kimlerin hangi amaçlarla yaydığı,nasıl tertiplediğidir.Zira,tertipçilerinin türlü tezgahlarla ve son derece ustalıkla sahneledikleri oyunlara her zaman birileri gelecektir.Bu sadece yaşadığımız bu olayda böyle değildir.Alman Nazizmi,Yahudi ve Çingenelerin “imha”edilerek fırınlarda yakılmasına bu “incelikli”tertip sonucu kollektif bir katılıma dönüşmüştür.Ama “Alman oldukları için katildiler”diyemeyiz,demememiz gerekiyor.Aynı şekilde,Nazi zulmunün mağdurları bugün,terörist/faşist İsrail devleti eliyle Flistin’li Müslümanlara, uğradıkları imha yöntemiyle zulmetmekteler.Ancak bu,”Yahudi oldukları için”zulme ortak oldukları anlamına gelmemeli.Dolayısıyla sorun, ne Yahudilikte,ne kutsal kitapları Tevratta ne de dinsel metinleri Talmud’da aranmamalıdır.Sorun,kutsallar üzerinden yaratılan motivasyonun şiddet dahil her türlü yöntemi meşru gösteren zihniyet ve bunun toplum arasında aidiyetlerden ötürü yarattığı algıdan kaynaklıdır.

    Sonuç itibariyle,bizler artık bilinçlerimizi zehirleyen kimliksel ideoljilerden arınmak durumundayız.Birbirimizi adiyetlerimizden ötürü suçlamak yerine bu ölümcül kavgaları yaratan,farklılıklarımızı düşmanlık nedeni haline getirerek bizleri birbirimize boğazlatan zihniyet ve odakları teşhis ederek sorgulamanın zamanı geldi de geçiyor.Yoksa bizim adımıza fesat çıkaranların oyununa gelmeye ve ellerine koz vermeye devam ederiz.Arayıp da bulamadıkları şey de budur zaten.

  7. Yazan:özlem Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    Şu yazı dünyalara bedel

    http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=1005923&Yazar=ERKAN%20GOLOĞLU&Date=03.07.2010&CategoryID=96

  8. Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    4.kez düzenlenecek bir büyük şenlik…50 ye yakın kurum ve kuruluşa gönderilen davetiye… 150 nin üzerinde şenliğe katılacak olan isim…ve çevre il ve ilçelerden şenliğe katılmak üzere gelen Alevi ….basın ilgisi vs vs…

    İstenilen planlı patlamanın etki alanını genişletebilecek kadar kalabalık bir ortam!

    O gün yaşanan olayların gelişimi ile ilgili Pir sultan abdal kültür derneğinin sitesinde yer alan detaylı açıklamada ifade edilenlerden biri “saldırıdan bir gün önce evlere dağıtıldığı söylenen “Müslümanlara” diye başlayan bir bildiri ….

    Bildiri metnine bakıldığında kuran ayetlerinden yapılan alıntılarla Alevi ya da Sünni tüm Müslümanım diyenlerin kayıtsız kalmakta zorlanacağı, 1988 basımlı bir kitap üzerinden kaşınan bir dini hassasiyet…

    Uzun uzun araştırmalara girmeden herkesin ulaşabileceği seçim sonuçlarına bakılarak bile da hangi il ve ilçelerde nasıl bir siyasi eğilimin ağırlıkta olduğunu görebilmek bu tip konulara çok uzak biri için dahi mümkün.

    Maksadı, kaos çıkartarak kitlesel patlama dolayısıyla ayrışma yaratarak, toz duman edilmiş ortamdan nemalanmak olanlar için hafızalara yer eden seçilmiş travmaya gaz verip kibrit çakmak ise çok kolay.
    91 senesi seçim sonuçlarına bakıldığında Sivas ilinin yükselen bir ivmeye sahip siyasi parti olan RP oy veren bir il olduğunu görebilmek kolay. Derdiniz bu yükselişe dur demek ise yapmanız gereken buna omuz verenlerin arasına nifak sokmaktır.Üstelik bunun için yeni bir şey üretmenize gerek de yok. Daha önce denenmiş ama artık unutulmaya yüz tutmuş olan acı veren bir travmayı benzer şekilde tekrarlamak yeterli.

    Vamık Volkan, ayrıştırmada oldukça işe yaratan bu hatırlatmaya “seçilmiş travma” diyor

    1993 Sıvas olayının ardında yatan gerçeklere rağmen çoğunluk tarafından planlayıcılarının istediği gibi algılanmasının sebebi 1978 gibi seçilen bir travmanın geçmişte de yaşatılmış olması.

    Aşağıdaki alıntı Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin sitesinde yer alan 1978 yılında vuku bulan olayla ilgili olarak 2006 yılında kaleme alınan bir yazıdan.O olayları tetikleyen sebepler ve dağıtıldığı söylenen bildiride yazılanlar, 1993 olayların gelişimi de ve dağıtıldığı belirtilen bildiride yazılanlar neredeyse karbon kağıdı ile kopyalanmış gibi birbirine benziyor.

    Olayların perde arkası
    Sivas olaylarının gerçek yönü neydi? Kamuya ne yansıtıldı? Bugüne değin yapılan açıklamalar tek yönlü olmuştur. Bir halk deyiminde “Kimi yapar, kimi çeker” denir. Sivas olayları da öyle oldu. Evleri, işyerleri yakılan, yıkılan, talan edilen, saldırıya uğrayanlar aniden suçlu oldular, gözaltına alınarak günlerce işkence gördüler ve arkasından da tutuklandılar. Bunlar yetmiyormuş gibi, kamuya, ters ve yanlış bilgiler verildi. Öylesine oyunlar dönüyordu ki iktidar dahil herkes, “Allah belalarını versin” diyerek tezgahlanan oyun ve oyuncular karşısındaki güçsüzlüklerini belirtiyorlardı. Demek ki bu olayların yönlendiricileri öylesine güçlüydüler ki boyutları iktidarı aşıyordu. Bu nedenle gerçek suçlular yerine mağdur olanlar ve suçsuzlar suçlu gösterildi.
    Bizzat olayları yaşayan, görenler olarak; olup bitenler karşısında utanç duyarak bu açıklamayı yapıyoruz:
    Sivas olaylarının kökeni elbette ki birkaç günlük veya aylık bir çatışmanın kışkırtmanın sonucuna dayanmamaktadır. Bu olay yıllardan beri ülkemizin her ilinde meydana gelen saldırılardan ve katliamlardan soyutlanamaz. 1961 Anayasası, bazı demokratik hak ve özgürlükler getirmişti. Bu özgürlüklerden yararlanan işçiler, köylüler ve tüm emekçiler uyanmaya, insanca yaşama koşullarını öğrenmeye ve aramaya başladılar. Kendi sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye çalışan güçler de uyanan emekçi sınıf ve tabakaları sindirmek, baskı altında tutmak için yeni yöntemlere başvurdular. Sömürü ve baskıda engin deneyleri olan ABD’den Barış Gönüllüleri adı altında uzmanlar getirildi ve ülkemiz adım adım gezdirildi. Bu uzmanlar, ülkedeki etnik grupları, mezhepleri ve ayrıcalıklarını saptayarak raporlar düzenlediler.
    Ülkemizdeki egemen güçler, sömürücü kesimler, bu raporlar doğrultusunda çalışmalarla çelişkileri körüklemeye başladılar. Yine aynı doğrultuda siyasi partiler kurdular. Bu partilerin denetiminde çeşitli örgüt ve dernekler kurdurarak bölücü ve tahrik edici çalışmalarını hızlandırdılar.
    İşte Sivas olayları bu zincirin bir halkasıdır. Bugüne değin yapılan bölücü kışkırtmaların sonucu olarak doğmuştur. Olayların birkaç ay öncesine bakıldığında yöneticilerinin ve oyuncularının kimler olduğu ve nasıl hazırlandığı anlaşılacaktır.
    a) Sivas’ın Divriği İlçesi’nde Aleviler çoğunluktadır. Burada Türkiye Demir-Çelik İşletlemeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Çürek, Divpalet Maden Tesisleri bulunmaktadır. MC döneminde bu işyerlerine çok sayıda faşist militan, işçi adıyla alındı. Görevleri sadece yörede Alevi-Sünni çelişkileri yaratmaktı. Halka saldırıyorlar, cami bahçelerine patlayıcı maddeler atarak halkı tahrike çalışıyorlardı. Halk, Divriği’de bu oyunlara gelmedi.
    İmranlı İlçesi’nde de aynı oyunları sergilediler, evler ve işyerleri tahrip edildi, insanlar yaralandı.
    b) İlçelerdeki bu oyunları fiyaskoyla sonuçlanınca, bu kez oyunlarını Sivas İl Merkezi’ne kaydırmaya çalıştılar. Bu çalışmaları bazı örneklerle açıklayalım:


    10) Alibaba Mahallesi’ne gitmekte olan bir grubun üzerine yaylım ateşi açılıyor. Biri işçi olmak üzere 4 yurttaş yaralanıyor.
    Bu kışkırtmalar ve saldırıların kimlerce, niçin yapıldığını iyi bilen Sivas’lılar bu oyunlara gelmediler. Ama kışkırtmalar ve saldırılar durmuyordu. Çünkü emniyet görevlileri ve üst düzeydeki yöneticiler saldırganları koruyor ve destekliyorlardı.

    Her an doğması muhtemel olan olayların önlenmesi için Sivas milletvekilleri çağrılarak ildeki gerginlik onlara anlatıldı ve durumun ilgili sorumlulara iletilmesi ve uyarılması istenildi. Ayrıca sorun il sorumlularına da iletiliyordu. Önlem alınamadı veya alınmak istenilmedi. Nihayet Ramazan ayı geldi, bu ay istismarın en çok olabileceği bir aydı. Ramazan ayı içerisinde öylesine yalanlar uyduruluyordu ki, “Aleviler-Komünistler camileri bombalayacaklar, cami vaizini dövdüler. Oruç tutan yurttaşlara saldırdılar..” gibi aslı ve astarı olmayan yalanlar uydurularak her tarafa yayıyorlardı. Öyle bir noktaya gelindi ki halk, bu saldırganların olmayan sabotajlarına karşı kendi camilerini beklemek zorunda kaldılar. Nihayet ramazanın sonuna gelinmişti ki saldırgan faşistler bir bildiri ile halkı adeta savaşa çağırdılar. Bildiride şöyle denilmektedir:

    “Aziz hemşerilerimiz, eceli gelen köpek cami duvarına pisler atasözü tecelli etmektedir. En son çare olarak camiilerimize saldırmayı, mübarek ramazan ayında yüzümüze sigara üflemeye kadar cüret etmişlerdir. Fakat ülkücü Türk gençliğinden daima hak ettikleri cevabı almışlardır. Ülkücü gençlik olayları yakından takip etmekte ve her an uyanık bulunmaktadır. Ancak Vatan müdafaası sadece gençlere terk edilemez. ‘Ben de bu vatanın evladıyım’ diyen herkes vazifesini yerine getirmeli ve mücadeleye destek olmalıdır…”

    Güvenlik Kuvvetlerinin Tutumu
    Güvenlik kuvvetlerinin bir kısmı o gün sivil elbiseleri ile saldırganların içinde idi. Bir kısmı da saldırganlara bir şey olmasın diye onları koruma görevi yapıyorlardı. Her ne hikmetse saldırı anlarında yörenin üst düzeydeki yetkilileri ya izinli, ya da başka yerlerde oluyorlar. İşte Sivas olaylarında da öyle olmuştur. O gün ilde hiçbir sorumlu bulunamıyordu. Yurttaşlar öldürülüyor, yaralanıyor, saldırıya uğruyor, işyerleri ve evleri yıkılıyor, yakılıyor, talan ediliyor buna karşın engelleyici hiçbir önlem alınmıyordu. Olayın başlamasından 5-6 saat sonra güvenlik kuvvetleri, enkazları güvence altına almak üzere duruma hakim oluyorlardı. Suçlular ortalarda yoktu, her yerde olduğu gibi evi, işyerleri yıkılan yakılan talan edilen ve saldırıya uğrayan yurttaşlar gözaltına alınıyorlardı. Küfürler, tehditler, işkenceler ve tutuklamalar birbirini izledi. Suçlu arama bahanesiyle tüm ilerici ve demokratların evleri didik didik aranır.

    ………………..

    1- Sivas olayları ne bir mezhep, ne de çocuk çatışmasından çıkmıştır. Bu doğrudan doğruya tüm emekçilere karşı düzenlenen ve planlı bir şekilde sahneye konulan bir oyundur. Bu oyunun amacı emekçi halkı sindirmek, baskı altında tutmak ve örgütlenmelerini engellemektir.
    2- Sivas olayları tamamen faşist güçlerce çıkarılmıştır. Belirtildiği gibi, katliam önceden planlanmış ve çevre illerden, ilçelerden faşist militanlar Sivas’a getirilmiştir. Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı M. Yazıcıoğlu’nun olaylardan bir gün önce ve olaylar sırasında Sivas’ta bulunması tesadüfi değildir.
    3- Tahrip edilen evler ve işyerleri seçimi tesadüf değildir. Saldırılacak yerler, önceden listelenmiş ve militanlara verilmiştir.
    4- Güvenlik kuvvetleri, gerçek suçlular yerine evleri, işyerleri tahrip edilenleri ve olaylarla hiç ilgisi olmayan dernek ve sendika yöneticilerini gözaltına almıştır. Gözaltındakilere işkence yoluyla belgeler imzalatılarak onlar, suçlu gösterilmeye çalışılmıştır.
    5- Sivas olayları, basına, radyo ve televizyona çarpıtılarak verilmiş, böylece kamuoyu yanıltılmıştır.
    6- Saldırıya uğrayanların ve saldırı hedefinin salt bir mezhep mensupları olduğu ve tahrip edilen evlerin, işyerlerinin salt Alevilere ait olduğu şeklindeki iddia doğru değildir. Sivas’ta saldırıya salt Aleviler değil, tüm ilericiler, yurtseverler ve demokratlar uğramıştır.
    7- Alevi yurttaşlar Sivas’ı terk etmiş değiller, çünkü Sivas’ta bir Alevi ve Sünni çatışması mevcut değildir. Tüm demokratlar ve ilericiler halen güçbirliği halindedirler ve inançlı olarak dimdik duruyorlar.”

  9. Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 3, 2010 | Reply

    Sn.b.s.m,

    İfade etmekte zorlandığım duygu ve düşüncelerime tercüman olan bir yorum yazmışsınız.Sizin yazmış olduklarınızın altına da imzamı atıyorum. 🙂

    Zira,yukarıda da değindiğim gibi bir vahşetten,insanlık suçundan doğrudan bir inancı sorumlu tutmak isabetli bir tutum değildir.

    Asıl sorgulanması gereken,bu düşmanlığı kimlerin hangi amaçlarla yaydığı,nasıl tertiplediğidir.

    Zira,tertipçilerinin türlü tezgahlarla ve son derece ustalıkla sahneledikleri oyunlara her zaman birileri gelecektir.

  10. Yazan:denis Tarih: Tem 4, 2010 | Reply

    Hürriyet gazetesinin Ahmet Kaya’nın ölümü ve hatta Hrant Dink cinayetinde, dolaylı da olsa sorumluluğu olduğunu düşünüp, hesap soruyorsak…

    Cumhuriyet gazetesinin 40’lı yıllardaki manşetlerini arşivden çıkarıp, gazetenin yıllardır unutturmak istediği NAZI destekçiliğinin özeleştirisini istiyorsak…

    Sivas Katliamına giden süreçte atılan manşetleri ve sonrasında yapılan haber ve yorumları da arşivden çıkarmalı ve en azından bir özür talep etmeliyiz.

    Özellikle de tahrikçi çizgisinde hala ısrar eden kimileri bu “sunni müslüman” kitleden tecrit edilmedikçe bu “çamuru” atanlara karşılık vermek zor.

  11. Yazan:bsm Tarih: Tem 4, 2010 | Reply

    1993 Sıvas olayının ardında yatan gerçeklere rağmen çoğunluk tarafından planlayıcılarının istediği gibi algılanmasının sebebi 1978 gibi seçilen bir travmanın geçmişte de yaşatılmış olması.

    O olayları tetikleyen sebepler ve dağıtıldığı söylenen bildiride yazılanlar, 1993 olayların gelişimi de ve dağıtıldığı belirtilen bildiride yazılanlar neredeyse karbon kağıdı ile kopyalanmış gibi birbirine benziyor(Çuvaldız)

    Sevgili Çuvaldız,

    Benim de anlatmak istediğim tam da buydu.Dilim döndüğünce bu gerçeğe işaret etmek istedim.

    Ancak siz,tüm kanıt ve belgeleriyle,yaşanan gerçekleri bizlerle paylaşarak bir kez daha gün yüzüne çıkarmış oldunuz.

    Ayrıca “1993’ün aslında 1978’de yaşananların ardılı ve devamı olduğu”da yadsınamayan bir gerçektir.Evet tertip aynı tertip,amaç aynı amaçtır…Seneryo ve oyuncalar aynıdır.Tıpkı belirttiğiniz gibi,dikkatli bir karşılaştırma yapılırsa,her iki olay “karbon kağıdıyla kopyalanmış”gibi tıpatıp benzerdir.

    Ve işin daha da ilginç yanı,bugün çocuklarımızın kanı üzerinden gerçekleştirilmek istenen kardeş kavgası da bu kirli senaryoların bir başka versiyonudur.Aradaki tek fark,tahrikte kullanılan estrümanlardır…Dün,Alevi-sünni,sağcı-solcu diye insanlar birbirine boğazlatılırken,bugün aynı oyun Kürt-Türk karşıtlığı üzerinden sahneye konmaktadır.

    Ve maalesef dediğiniz gibi,tüm çıplak gerçekliğine rağmen planlayıcıların istediği şekilde bir algı yaratılmaktadır.Onun içindir ki asıl sorumluları ıskalayarak birbirimizi yaralıyoruz.

    Oysa ne Alevi ve sünnilerin ne de Türklerle Kürtlerin birbiriyle bir sorunu yoktur.Egemen güçlerin bencil iktidar hırsları ne yazıkki birbiriyle hiçbir sorunu olmayan insanları karşı karşıya getirmektedir.

    Sonuç olarak bizlere dayatılan bu düşmanlık psikolojisinden kurtularak artık gerçeklere uyanmanın zamanı gelmiştir.Yapmamız gereken tek şey,çocuklarımızın kanı canı üzerinden tezgahlanan kirli oyunlara prim vermemek.Eğer bu iradeyi gösterebilirsik akbabalar asla emellerine ulaşamayacak.Ama derinde saklı tüm gerçeklere gözümüzü kapayarak,kulağımızı tıkayarak kör ideolojilere teşne olursak korkarım bu topraklara ne huzur ne de barış gelmeyecektir.

    Evet,önümüzde iki seçenek var.Ya ortalığı puslu havaya boğan karanlık güçlerin izinde giderek bu güzelim vatanı kendi elimizle cehenneme çevireceğiz,ya da bizleri birbirine boğazlatan şer güçlerinin maskelerini indirerek barış ve kardeşlik içinde birarada yaşayan Aydınlık bir Türkiye yaratacağız.Her ikisi de bizlerin seçimine bağlı.
    ———-
    Emek ve katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyor selamlarımı iletiyorum.

  12. Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 4, 2010 | Reply

    Merhaba b.s.m,

    Sonuç olarak bizlere dayatılan bu düşmanlık psikolojisinden kurtularak artık gerçeklere uyanmanın zamanı gelmiştir.Yapmamız gereken tek şey,çocuklarımızın kanı canı üzerinden tezgahlanan kirli oyunlara prim vermemek.Eğer bu iradeyi gösterebilirsik akbabalar asla emellerine ulaşamayacak.Ama derinde saklı tüm gerçeklere gözümüzü kapayarak,kulağımızı tıkayarak kör ideolojilere teşne olursak korkarım bu topraklara ne huzur ne de barış gelmeyecektir.(b.s.m)

    Evet,önümüzde iki seçenek var.Ya ortalığı puslu havaya boğan karanlık güçlerin izinde giderek bu güzelim vatanı kendi elimizle cehenneme çevireceğiz,ya da bizleri birbirine boğazlatan şer güçlerinin maskelerini indirerek barış ve kardeşlik içinde birarada yaşayan Aydınlık bir Türkiye yaratacağız.Her ikisi de bizlerin seçimine bağlı.(b.s.m)

    Aşağıdaki cümle Mehmet beyin Robin Hood, Liberalizm ve şeriat başlık yazı altına düştüğü yorumdan;

    Mesela yatalak bir insan elini kipirdatma özgürlügünü kaybetmistir ama iyi-kötü ayird etme gücünü ve iyiyi seçme cesaretini kaybetmedigi müddetçe özgürdür.(MY)

    Hangi dini inançtan, hangi kültürden beslenmiş olursa olsun insanda iyi ve kötü ayırt edebilme gücü mevcut; sevgi, vicdan, merhamet….insanın bunlardan azade olarak yaratılmış olduğuna inanmıyorum.
    Sevgi,vicdan,merhamet, iyilik başlığı altında var olan muhteşem bir güç.Bu güç, insanın beşer olma vasfından kaynaklanan aidiyet ihtiyacı ile bir ideolojiye eklemlendiğinde arzu edilen amacı zirvede tutacak muhteşem bir enerji elde edilebilir. Önce ödün vermez tanımlamalarla bir birikinti oluşmasını(sınırlandırma) sağlamak , ardından da bu birikintiyi arzu edilen faydalı(!) karışım ile klorlamak mümkün. Ve aynen sizin ifade etmiş olduğunuz gibi zerk edilenin bir ilaç, besleyen bir vitamin takviyesi olduğu düşünüldüğünde yani “kör ideolojiye teşne” olunduğunda yavaş yavaş yatalaklaştıran bir zehrin damarlarda üremekte olduğu iş işten geçmeden fark edilemiyor ne yazık ki.

    Daha iyi daha doğru olunduğuna dair tekelci bir sahiplenme anlayışıyla, üstünlük taslayan ve bunu kabullendirmek için de gerekli olduğuna inanılan her türlü adımı atmaktan imtina etmeyen bir zihni yapı zuhur etmiş oluyor. Üstünlük taslayanın doğru ve iyilerini eleştiren, farklı düşünen herkes derece derece tehdit eden düşman kabul ediliyor; işlenerek değiştirilip dönüştürülebilirler(ikna,ceza,ödül..) ve imha edilmesi zaruri olanlar,….= Kendi yarattığı düşmanlık çöpüyle beslenen, yenilenebilir, tükenmeyen enerji. Güzelim vatanın her bir köşesi dayatmacı yaklaşımlarla sulandığı müddetçe işe yarar düşman (!) üreten bataklıklar kurumaz elbette.

    Cesaret, başkalarından önce kendi takındığımız maskelerimizi fark edebilmekte. Bunun için parmak kıpırdatmaya da ihtiyaç yok.

    Cesaret, insanoğlunun tüm vaat ettiği ödüle, korku üreten cezalarına, kalp karartan nefreti üreten söylemlerine rağmen vicdanı.merhameti takasa sürmeden insan kalabilmekte.

    Bunun için de “ben” demeden,”önce sen” diyebilmek gerekiyor.

    Erenlerden birine sormuşlar;
    -Sevginin sadece sözünü edenlerle onu yaşayanlar arasındaki ne fark vardır?
    O ermiş kişi:
    -Bakın göstereyim, demiş.
    Önce sevgiyi kalbe indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
    Hepsi oturmuşlar sofranın çevresine. Ortaya bir çorba kasesi koymuşlar ve uzun saplı kaşıklar verilmiş kendilerine. Sofradakiler şaşırmışlar ve ne kadar uğraşmışlarsa da bir yudum çorba bile koyamamışlar ağızlarına. Kaşıklar uzun geliyormuş. Aç kalkmışlar sofradan.
    Sonra o ermiş, sevgiyi gerçeğiyle tanıyan dervişleri çağırmış sofraya.
    Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar gelip oturmuş sofraya.
    “Buyrun!” denilince ,aynı uzun saplı kaşıkları ellerine almışlar, önce çorba kasesine sonra da karşılarında oturanların ağızlarına…

    Barışa,huzura susamışsak eğer önce kendi gönül kabımızdaki olanca sevgiyi bizim gibi hararetle susamış olanın gönlüne doldurabilmeyi bilmemiz gerekiyor galiba.

    Derinde saklı gerçek hazineyi bulmak gerek 🙂

  13. Yazan:bsm Tarih: Tem 5, 2010 | Reply

    Barışa,huzura susamışsak eğer önce kendi gönül kabımızdaki olanca sevgiyi bizim gibi hararetle susamış olanın gönlüne doldurabilmeyi bilmemiz gerekiyor galiba.(Çuvaldız)

    Bazen bir tek ama bir tek cümle,kitaplara sığmayacak kadar derin bir anlam ifade eder.

    Yukarıdaki cümle,işte tam da böyle bir cümledir.Ne güzel de tarif edilmiş sevgi.

    Ve ne güzel bir erdemdir;”ben”demeden,”önce sen”diyebilmek.Ne mutlu böyle diyenlere/diyebilenlere.
    ———
    Sevgi üzerine paylaştığınız kıssa için de ayrıca teşekkürler.Saklayacağım bunu.Anlamlı ve derinden etkileyen ve son derece de öğretici özlü sözleri,kıssaları biriktirdiğim bir defterim var.Elyazısıyla özenle not ediyorum,tıpkı korunması gereken bir hazine gibi saklıyorum.Belki özel bir ilgi,bir hobi olabilir,belki farkedemediğim duygusal bir tatmin de amaçlamış olabilirim bu küçük “kumbaramla”.Çünkü inandığımız doğruların,doğru bildiğimiz eylemlerin-iyilik yapma isteği,sevgi ve merhamet gibi insani duyguların-aslında belki de aradığımız mutluluk arayışının bir iç yansıması olabileceğini düşünmüşümdür hep.Güzel sözleri okuyup biriktirirken-ve o güzel sözleri kendim söylemek isterken de-aynı amaç ve isteğin zuhur etmiş olması muhtemeldir.Ama bir yandan da,etkili güzel söz ve örnek davranışın biriktirilerek çoğaltılmasının,”içimizde saklı gerçek hazineleri” ortaya çıkaracak bir rehber olacağı umudunu da taşıyorum.Ve bu ihtimali çok seviyorum…Taşıdığım bu umut, bilinçaltımda gelişen kişisel mutluluk arayışından esinlenmiş olsa bile.

  14. Yazan:akanda Tarih: Tem 5, 2010 | Reply

    Madımak katliamından 3 gün sonra vuku bulan BAŞBAĞLAR KATLİAMI’NIN mazlumlarını da anıyor ve acılarını paylaşıyoruz…

    Keşke bu yürekli,fedakar,şefkatli kadınlar, bugün için de bir bildiri yayınlasalardı…

  15. Yazan:Çetin Yıldırım Tarih: Tem 8, 2010 | Reply

    Sitedeki bu habere yorum yapmama rağmen bu kadar eyyamcı olacağını sanmıyordum.DERİN düşünce ama farklı düşüncelere yer yok.öZGÜRLÜK ŞARKILARI SÖYLEYİPTE boykot uygulamak bu olsa gerek.

  16. Yazan:cb Tarih: Tem 8, 2010 | Reply

    @cetin yıldırım,

    özgürlük üzerine birçok makalemiz yayındadır, ayrıca konuyu işleyen kitaplarımız da mevcut, bir göz atın bakalım özgürlük şarkısı söylemek ile özgürlük narası atmak arasındaki farklar nelermiş?

  17. Yazan:durhat Tarih: Tem 8, 2010 | Reply

    @cb,

    ne özgürlüğü?özgürlüğü bahane ederek sağa sola sataşanlara sakın aldanmayın!böylelerinin asıl derdi özgürlükten sözedilmesi…bu kelimeyi duydular mıydı ifrit görmüşe dönüyorlar.sanırım karnından konuşan zatın da sıkıntısı bu.hele vicdan,adalet dediniz mi hepten havale geçiriyor bu tipler.bence kendi haline bırakın:)

  18. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Oca 11, 2011 | Reply

    Taraf’ın “Her Taraf”sayfasını karıştırırken Enver Gülşen kardeşimin bu başlığa dair yazısına rastladım.Linkini vermek isterdim lakin bunu beceremiyorum:)
    Duyuru metnine dair haksız eleştiilere değinmiş Enver bey.Tamamını alıntılamak telif haklarına aykırı olduğunu düşünerek bazı kısımlarını paylaşmak istiyorum.Bu vesileyle dost ve güzel insan Enver beye selamlarımı gönderiyoum.

    “Uzman mağdur” şehveti
    Bildiriye özellikle kendisini Alevi ve de solcu olarak tanımlayan bazı kesimlerden gelen çok saldırgan tepkiler, bu ülkede sorunların neden bir türlü çözülemediği konusunda hepimize fikir vermeli. Mağduriyet uzmanlığı, İsrail’in, Nazilerin yaptığı Yahudi katliamını kullanmasına benzer bir etki yaratıyor. Bu uzmanlık, bir aşamadan sonra kendisini ve o mağduriyete yol açan kimliği ilelebet ve topyekûn masum, o kimliğin “tam karşısında” konumladıklarını ise topyekûn zalim ilan etme hakkını veriyor mağdura…

    Bildiriyi hazırlayanlara yapılan saldırıların ana ekseni, kendilerini “uzman mağdur” olarak konumlandıranların, bu uzmanlığın parsasını ila-nihai toplamak niyetiyle, bu mağduriyeti sonlandırabilecek hiçbir girişime onay vermeyecekleri izlenimini doğuruyor. O yüzden çözüm girişimleri bin bir kulp takılarak akim hale getiriliyor; o yüzden vicdanları ile ötekinin acısını duyanlara bile olmadık ithamlar yapılıyor. Bildiriyi hazırlayanlardan talep ettikleri şey, bu mağduriyetin ilnihai sürmesi için gerekenin yapılmasıdır aslında. Bir Sünnî Müslüman’ın, bir Alevi’nin acısını asla anlayamayacağını itiraf etmeleri; Sünnîlerin topyekûn zulmü ve Alev�lerin yine topyekûn mazlumu temsil ettiklerini dile getirmeleri isteniyor açıkça. Amaç, uzlaşma, barış, sevgi ve anlayış dili değil, kavganın daim olması. “Dün ben mazlumdum; bugün size vurma hakkına sahibim.“ dilinin tefsiridir bildiriye verilen bütün bu tepkilerdeki ortak unsur.

    O bildiride “Biz Sünnîler dini olarak zalimi temsil ediyoruz. O yüzden hep zulmettik, iflah olmayız” cümleleri dile getirilmediği sürece, bu bildiriyi hazırlayanların bu saldırıları yapan kesimlere yaranması mümkün değildi. Ama barış, bütün bu engellemelere rağmen mecrasını bulur. Çok az da olsa bildiriyi takdir eden ve “artık ilelebet Sivas Katliamı’nda ölenlerin aileleri ile bu kadınlar birbirlerine emanettirler“ diyebilenler de oldu. İşte barış ve güzellik dili tam da buradan yeşerecektir.

    Zulalarında çatışma olanlar
    Mağduriyet uzmanlığı barış dili değil, savaş dili üretir. Bütün uzmanlıklarda olduğu gibi, kendi geleceğini, o uzmanlık alanının baki kalması üzerine kuran uzman mağdurlar, elbette Alevilerin Sünnîleri, Sünnîlerin Alevileri, Kürtlerin Türkleri, Türklerin Kürtleri anlamasını istemezler. Diyalog değil çatışma vardır onların zulalarında. Çatışma sürsün ki uzman mağdurlar olarak kendileri daha da görünür olsun ve görünür olmanın rantını toplayabilsinler… Bütün toplumlarda barış, uzman mağdurlara rağmen olur. Bizde de olacaktır. Sadece bildiriyi hazırlayan bu vicdanlı kadınlar gibi başkasının acısıyla hemhâl olmayı becerebilelim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin