RSS Feed for This Post

Yeni İnsanı Kendinden Kovduran Meyve; Özgürlük

Bölüm 1- İnsan ( Kul ) 

  – … sonra, sonra kuşlar gibi özgür olacağız Olivia.

  – Kuşlar neden özgürdür Paul?

  – Özgürdür işte, istedikleri yere uçabilirler.

  – Ya balıklar?

  – Okyanusta özgürler, akvaryumda özgür değiller.

  – Balıkları okyanustan, akvaryuma kim taşıdı?

  – İnsan.

  – İnsan değil, yeni insan.

  – Yeni insan?

  – Anlatmaya çalışayım. 

  Kuran-ı Kerim’in verdiği bilgiden anlayabildiğimiz kadarı ile insanın ilk diyalogu Allah iledir. Zaten Kuran Allah ile başlar, insan ile biter. Diyalogun başlangıcında ikinci adımı insanın insan ile olan diyaloğu oluşturur; Adem ve Havva. (Bu diyalog içerisinde Allah’ın melekleri elçi kılması, durumu değiştirmez. Zira diyalog Allah ile insan arasında geçer. Meleklerin bu iletişime iletim dışında bir etkisi yoktur) 

  Yine Kuran-ı Kerim’den anladığımız kadarı ile insanın soruları Allah iledir. İnsan sorar Allah cevaplar, Allah sorar insan cevaplar. Hem soru vardır hem cevap. 

  Bu zeminde Allah ilk faktördür. Başlangıç noktasıdır, sıfır noktasıdır. Yaşamın başlangıcını sıfıra oturttuğumuzda merkez sıfırın öncesinde geriye giden rakamların Allah’ın alanı, sıfırdan sonraki rakamların insanın ya da kulun alanı olduğunu söyleyebiliriz. Yaşama paralel ilerleyen zaman için, zaman içinde; Allah’ın tasarrufunda olan tüm zaman ( sıfırdan öncesi ve sonrası ) ile insanın tasarrufunda olan zaman ( sıfır noktasından sonrası ) iç içe bir ilerlemedir. Yani o muhteşem tasavvufi yorumda dillendirildiği gibi vahdet ve ehad ilişkisindeki gibi bir birliktelik söz konusudur. 

  İnsana ancak, Allah’ı merkeze alıp bir tanımlama getirirsek kul diyebiliriz. Allah’ın olmadığı bir tanımlama da insanı ancak birey ya da sadece insan olarak ifade edebiliriz. Bu nedenle her kul insandır ancak her insan kul değildir. 

  Allah’ın yarattığı insan kendisine verilen akıl-irade sayesinde, seçme hakkına sahiptir. Seçebilme yeteneğine-hakkına sahip olmak, bir anlamda özgür olmak, bir anlamda sorumluluk(ruhsat) sahibi olmak anlamına gelir. Seçme hakkına sahip olmak ve sorumluluk sahibi olmak, aynı zamanda hem özgür olmayı hem de bağımlı olmayı gerektirir. Yani Allah insanı ‘adl’ sıfatı gereğince, nötr olarak, seçme hakkına sahip, özgür, kaderi kendi elinde yaratmış ve İsra suresi 13. ‘ Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağladık ‘ ayetiyle bu yaratımını kuluna beyan etmiştir. Yine Allah’ı tanımamıza vesile olan Kuran-ı Kerim’in bir kısmında insanı ne üzere ve nasıl yarattığı, insanın ne olduğu ve en önemlisi insanın ne olması gerektiği hususunu beyan etmiştir. Şimdi laikleşmemiş Müslüman birey özgür olarak yaratılmış, yaratılışından yaşamına özgür bırakılmış ancak iman ettikten sonra bir sorumluluğa bağlanmıştır. Bu sorumlulukların bir yasakçılık, bir engelleme manası değil sadece kul-Allah ilişkisinde, iman ile kesinleşmiş akitleşmeden kaynaklı karşılıklı gereklilik oluşur. Bu gereklilik, iman etmenin (söz vermenin) gereği olarak Müslüman-Mümin bireyler için antlaşmaya bağlı şartlardır. Öte yandan Müslüman bireyler, mümin bireyler, laik ve Müslüman bireyler, semavi dinlere ya da putperest inançlara bağlı olan bireyler seçim yapmak konusunda özgürdürler. Ki, Allah’a isyan eden şeytan dahi bu anlamda özgür bırakılmıştır. Allah hiçbir kulunun seçimlerine karışmaz, ancak kulunu nerede ve nasıl görmek istediğini belirtir. Allah’ın bu olduğuna inanan kulları ise onun bu muradını pekala dillendirebilir. Bu ne o insanı engelleyici yapar, ne de Allah’ı geneli muhatap alan bir yasakçı yapar. Bunlar sadece öneriler, tavsiyeler ve nedir? sorusunun cevaplarıdır. 

  Şimdi, girişteki insan-insana diyalogu ele alacak olursak. Olivia’ya vaadedilen özgürlük modeli kuşlardan esinlenilmiştir. Kuşlar uçabilme ve özgürce uçabilme yeteneğine sahiptir. Bu rol modeli özgür kuşların özgürce uçabilmelerine bir itiraz getirmemekle birlikte; kuşların zemini olan gökyüzünde herhangi bir engel olmaması onların bireysel özgürlüğü kadar, kendileri dışındaki alan zeminsel engelsizlikle bağlantılıdır. Peki kuşların yiyeceğini aramak ve üremek için bir yerden bir yere varabilmesi, göç etmesi durumlarını yine özgürlük olarak mı yorumlarız? Yoksa içgüdüsel ve doğaları gereği olduğunu mu düşünürüz? Peki ya, küresel ısınma etkisiyle göç zamanlarının değişmesini nasıl yorumlarız? Hala özgürler, diyebilir miyiz? Peki duruma bağlı olarak kullanmadığımız özgürlük kavramı, kuşları esaret altına aldığımız anlamına mı gelir? Akılları karıştırmadan yaşanmış gerçek bir olayı örnek olarak vereyim;  

Haberin başlığı ‘ Mürekkep Balığı Bir Kadını Öldürdü ‘ ilk etapta, bir balığın zehri ile bir kadını öldürdüğünü düşünüyorsunuz değil mi? Durum öyle değil. Haberin içeriğine bakınca kadının teknede ayakta durduğunu, bir balığın yakalamak üzere olduğu mürekkep balığının can havli ile denizden fırladığını, kadına çarptığını ve kadının çarpmanın şiddeti ile düşüp başını çarptığını ve beyin kanaması geçirdiğini öğreniyorsunuz. 

  Bu yaşanmış olayı yorumlamaya kalkarsak; ilk algıda kadını mürekkep balığının öldürdüğünü, ikinci algıda olayın düğmeye basma ayağı mürekkep balığını yem yapmaya çalışan balığın öldürdüğünü, son tahlilde olayların kasıt ve niyet taşımadığı, kendinden geliştiği sonucuna varabiliriz. Biz bu nedenler üzerine yorum getirirken, değişen nedenlere karşı değişmeyen bir sonuç vardır ki o da kadının ölmüş olduğudur. İnsanın Allah ile diyaloguna bağlayacak olursak, bu diyalogların nedenleri( ne üzere yaratıldığı ), içeriği( özgürlüğü-sorumluluğu) kadar sonuçları da önemlidir. Öyle ise sonuçları Allah’a bırakmak suretiyle sonuçlara konsantre olmuş birey, nedenlere konsantre olmuş birey, içeriğe konsantre olmuş bireyler için; yanlış düşünüyorsun, demek yanlıştır. Doğrusu bakış açısının neresi olduğundan kaynaklı olarak farklı tespitlerde bulunulduğunu beyan etmek ve aynı şekilde çözüm sunanlar içerisinde bu farklılığı belirtmek değil midir? 

Bölüm 2 – Yeni insan ( Tanrı ) 

  İlk bölümde, giriş diyalogumuzun giriş kısmını oluşturup Allah-insan arası diyalogu, insan-insan arası diyalogu, insan nedir sorusunu irdeleyip, özgürlük nedir kısmını, verilen cevapların doğru-yanlış değil, farklı olduğunu tespit etmiştik. Giriş diyalogumuza paralel olarak işlenen yazıda, ikinci bölümde yeni insanı açalım. 

  Tanrı-insan-siyaset(?) üçleminde, zalim Tanrı’yı elinden ateşi almak, insanı Tanrı’ya galip kılmak, insanı yaşamın merkezine almak ve Tanrı’yı yaşamın merkezinden dışına almak; Promete’nin bu eylemine ve bu temel eylemin etkisinde gelişen zaman dilimine kadar geçen süreye kadar, insan insan iken, bu eylem ile yeni insan olmuştur. Diyalogdan muaf, Allah’ın tanımlarından münezzeh, kendi tanımları olan. Kendi nedeninde ve kendi sonucunda bir süreç olan; yeni insan

  Elbet yeni insanın, bir kafir olduğunu söylemiyorum. Sadece kabulü olan bir sürecin, sonuca etkisini ortaya koymaya çalışıyorum. Bir kafir olarak değil, ancak bu süreçten etkilenmiş olan yeni insanın geliştirdiği bir bakış açısı olarak, fıtratından uzağa düşmüş olduğunu söyleyemez miyiz? Peki bu yeni insanın kendini hayatın merkezine almak, bundan beslenen bir yöntem geliştirmek( kurgusal değil,kendiliğinden bknz. mürekkep balığının çarptığı kadının ölümü ) suretiyle bir farklılık olduğunu, Allah-insan-vahiy sürecinden münezzeh olduğunu söyleyemez miyiz? Peki bu seçimlerde bulunanları susturmak niyetiyle değil, bu farklılık içerisinde ben de bir rengim, benim Tanrım hayatın merkezinde demek neden bir farklılık değil, dogmacılık olarak anlaşılır? Çünkü insan Allah ile birlik konuşur ancak yeni insan bir birliği kabul etmez ve birliğin karşısına tekliği oturtarak, yek başına kendi konuşur. 

  Yeni insan, kendi başına kendi Tanrılığını ilan etmek ile kalmaz. Giriş diyalogumuza geri dönecek olursak, okyanustaki balığın özgürlüğü karşısında akvaryum balığının hapsi durumunda, Allah’ın balığı kendi ortamında, okyanus içerisinde yaratması karşısında yeni insanın sırf keyfiyetine özgür balığı, köleleştirmesinden sonra yine özgür kuşları sırf kendi keyfiyetine kafeslere hapsetmesinden sonra kainatın düzenini ele geçirip kendi özgürlüğünü ilan etmesi, akabinde kendi dışındaki varlıkların özgürlüklerini kısıtlamasından sonra nasıl Allah’ın özgürlüğüne muhalif olma hakkını kendinde görür? Nasıl özgürlük kavramını kendi tekeline alır? Nasıl kendi zalimliğine, kısıtlayıcılığına bakmaksızın hesap soracak, düzen koyacak yetkiyi kendinde görür? 

  Yeni insanın bu marifetleri, Tanrıyı köleleştirmesi ile bitmez. Bir yöntem olarak, artık Tanrı olduğuna iyice inanan yeni insan, insana da Tanrılık etmeye başlar. Yani İlah’ı olanın insanın, İlah’ının rolünü kapmaya çalışır. Örneğin, okyanusta beslenen balık, zeminin ölçüsünde, doğanın düzeninde yeterli beslenerek olması gereken yaşamı sürer. Buna mukabil, akvaryumda insanın beslediği balıkları düşünün, normalin üstünde yem verildiğinde aşırı yemek ile ölen balıkların hikayesini düşünün. Olması gerekenin üzerinde verilen her şey ölüm ile sonuçlanır. Şimdi, dünyanın her türlü sıkıntısına daha çok özgürlük bu sıkıntıyı giderecek, sorunu çözecek vaatlerinde, insana gerekli olandan fazlasını veriyor olmak, onu belki fiilen öldürmek değil ama ruhun öldürmek değil midir? İnsan = ruh+beden ise, yeni insanın ruh ve bedenden oluşan varlığın, önce Tanrısını çalması, sonra aşırı çözümler sunması, onun ruhunu öldürmek değil midir? 

  Olivia = insan ise, Paul= yeni insan ise, kuşlar gibi özgür olmak için, balıkları okyanusta bulundurmak için, Olivia’nın özgürlük kavramını irdelemesi, Paul’ün onun bu irdelemesini bir farklılık, yapıcı bir eylem olarak düşünmesi gerekmez mi? Paul’ün zalim olmadığını biliyoruz, Tanrılaştığını ancak Tanrılığında dayatmacı olmadığını da biliyoruz, sadece Olivia’ya kulak tıkamaktan, onu özgür olacağız vaatleriyle kandırmaktan vazgeçmesini, kendi için olduğu kadar, Olivia içinde yöntem-çözüm sunmasını bekliyoruz. Yeni insanın, insanlaşmasının yolu ancak buradan geçer. Yeni insan, insanlaşmak zorunda mıdır? 

  Yeni insanın marifetleri, Tanrıyı köleleştirmesi ile bitmez. Yeni insanın marifetleri insana Tanrılık etmesi ile de bitmez. Yeni insan aynı zamanda muzurdur. Muzurdur çünkü çocuktur. Çocuktur çünkü olgunlaşmamıştır. Olgunlaşmamış olması süreçsizliğindendir, olgunlaşmak zaman gerektirir, süreç gerektirir, mensubiyet gerektirir. Zamanı ( acelecilik,sorusuz cevapçılık ), süreci ( düşünmesi,tefekkürü )  ve mensubiyeti ( bireylikten uzaklaşmak,Tanrılıktan uzaklaşmak ) yoktur. Yeni insan muzudur. Yeni insanın zemini kurgusal ve prefabrik olduğu için suni aynı zamanda kaygandır. Bu kaygan zeminde kul kendini ve benliğini kaybetmemek için; her gece yatarken sağ ayağına bir ip bağlar( İsmet Özel Ve’l Asr ). Bu uyandığında kendi kalabilmiş mi, sorusunun cevabıdır. Yeni İnsanın kendini test etmek gibi bir derdi yoktur. Bu dertsizlik ona yetmez. Yanında uyuyanında kendince dertsizliğini sağlamak ister. Ve her sabah o uyanmadan kalkar, ipi çözer ve kendi ayağına bağlar. Uyanıp telaşla sağ ayağındaki ipi kontrol eden kulun şaşkın bakışlarına kahkahalar ile güler. O gülerken, kulun ‘ ben şimdi kimim ‘ sorusu belirir. Ben kimim? 

  Ben kimim, sorusu sadece kul olanların derdidir. Bu nedenle susmazlar, sorarlar. Yeni insanın sorusu yoktur. Sadece kulun aleyhine, kendi lehine hazır ve ezber cevapları vardır;  

Kul: Ben kimim?  

Yeni İnsan: Sen özgürsün. 

Bölüm 3 – Allah 

  Bir önceki bölümde, ‘ yeni insan, insanlaşmak zorunda mıdır? ‘ sorusunu sormuştuk. Devamla, yeni insan, insanlaşmak zorunda mıdır? Bir başka deyişle; insan, Hz. Nuh’un denizin olmadığı bir yer de uzun yıllar boyunca, gemi yapma çabasından; süreç benim işimdir, sonuç Allah’ın tasarrufudur, çıkarımında bulunur. Ancak yeni insanın ne böyle çıkarımları vardır, ne de süreç ile bu denli ilgilidir. Sonuca kilitlenmiş olarak, süreci atlar ve tüm planları sonuç üzerinedir. Bu öğretisinin tebliğine muhatap olan bireyler ise, süreç kısmını atlayıp, sonuca konsantre olmayı öğrenir. Bunun sonucunda düşünen değil, üreten değil, yorulan değil oturduğu yerde sonucu bekleyen bir varlık olur. 

  Bir akşam vakti, dışarıdan eve dönüyoruz, bahçe kapısını açmak için araçtan iniyorum. Bahçe kapısının yanında, bahçedeki kedilerden biri can çekişiyor, araba farının ışıklarından çok ürkmüş ama kaçamıyor, kıpırdayamıyor, hem can çekişiyor, hem korkuyor. Ben kardeşime araba kontağını, farlarını kapatmasını söylüyorum. Çığlık çığlığa, evdeki babama sesleniyorum. Kedinin kalbi içimde atıyor, saniyeler geçmiyor, ben kendimden geçiyorum, ağlıyorum, ağlıyorum, kedi inliyor. Babam bahçeye gelmiyor, gelse kötü olacak biliyorum. Evden bana ağlama, eve gel diyor. ‘ eve gel, ağlama, kedi birazdan ölecek ‘. Ben de biliyorum, kedi birazdan ölecek, sonuç kedinin ölmesidir. Ancak ben süreçte bulunma sorumluluğu hissediyorum. Süreci yaşıyorum. Sonucu görüyorum, kedi ölüyor. 

  Şimdi ben ne yaptım, babam ne yaptı? 

  Babam ve ben, ikimizde sonucu biliyorduk. Kedi ölecekti. Kedi öldü. Babam kendini bu süreçten azat etti, ben süreci yaşamayı tercih ettim. Bunlar tercihti. Süreci yaşamak sorumluluk, sonuca bakmak özgürlüktü. Özgürlük kolay, sorumluluk zordu.  

  Özgürlüğü seçenlere engelleme getirmek niyetiyle değil, sadece süreci yaşama sorumluluğumla diyorum ki; yeni insan insanlaşmak zorunda değildir, zaten bu zorunluluğu sunma eylemi, yapıcı dahi olsa ‘ özgürlüğüm elden gidiyor ‘ gürültüleriyle engellenecektir. Ancak yeni insan, kendi formüllerinde-çözümlerinde benim de insan olduğumu unutmamalıdır. Özgürlüğün bir kelime olarak ya da ideolojik olarak her derde deva olabilmesi için anlamı daha da genişletilmeli, özgürlük olarak kalmamalı, ÖZ-gürlük anlamını da kendine ekleyerek, yeni insanın özü olan insanın formüllerini evrim geçirtmeden, bu çözüme eklemelidir. Aksi taktirde, ya Olivia Paul’ü ya da Paul Olivia’yı aldatmış olacaktır. 

  Morfin bir uzman elinde ilaçtır, ağrı dindirir. Morfin uzman olmayan bir elde zarardır, bağımlılık yapar. Yeni insan, insan olmak zorunda değildir ancak insanı anlamak zorundadır. İnsanı anlamak, süreçten geçer, süreç insan olmaktan geçer. Hayat yeni insanın ve insanın kelimelerinde paradokstur. Aramakla bulunmaz, bulanlar ancak arayanlardır. 

  Sana soracaklar! ‘ De ki: Şüphesiz benim namazım (sorumluluğum), ibadetlerim (seçimlerim), hayatım (özgürlüğüm-sürecim) ve ölümüm (sonucum) hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir ‘ Enam / 162 

Bölüm 4- Çözümleme 

  Bana sordular, ben cevaplamadan onlar cevapladılar; ‘ çok özgür olacağız, çok mutlu olacağız ‘Önce inanır gibi oldum, verilen cevabın benim ol(ma)dığını anlamam uzun sürmedi. Yine sorsunlar istiyorum. Hiç sormuyorlar. Hep cevaplar geliyor önüme, soru yok, sorun yok! Diyorum ki: sorun çok. 

  Sorun çok Olivia. Bir çözüm, bir tedavi gerek. Bir hap gerek. Ah Olivia, mavi hap ve kırmızı hapı karıştırmışlar; mor bir hap sunuyorlar bana. Seçenek yine tek. Ben şimdi ayrıştırabildiğimi ayrıştırıyorum. Güç gerek, La gerek. 

  Uykudayız Olivia, kabus olmalı. Nasslarım ve taşlarım yer değiştiriliyor. Ahlakı olmayan biri bir gemi yapmış; Muhammed’i çağırıyor, Adem’i ve Nuh’u. Edep ya Hu ! 

  Ah Olivia, yeniden sorsunlar. Olivia bunu ancak sen anlarsın. Sen de cevapları yutmadın, benim gibi. Yorgundum, yorgunduk değil mi? Skolastikten yeni sıyrılmıştık, şaşkındık değil mi? Hayretimizi kaybetmiştik. Senin serüvenin benden eski. Yorgundun değil mi? Yorgun gönüllerimizi modernizme iman ettirmeye kalkanlar Balığı akvaryuma hapsedenler değil miydi? Şimdi kuşlar gibi özgür olacağız diyorlar. Bir esaretten sonra başka bir esaret. Skolastik senin hücrendi. Modernizm hepimizin hücresi. Yine işkence saati ah yine özgürlük verecekler. Kulluğumdan utanacağım. 

  Sonra… Sonra kuşlar gibi özgür olmayacağız Olivia, biz kuş değil kul olmak istiyoruz. Halen fıtratımıza ters yöntemler, uygunsuz koşullar getiriyorlar Olivia. Zaten o Paul seni sevmiyor, gönlünü eğlendirecek o kadar. Baksana sana hiç sormuyor, hep hali hazırda cevapları var. Özgür olacağız, özgür olacağız… O kadar. 

  Ben uçmak istemiyorum, sen de. Uçmak için yaratılmadık, halen dayatıyorlar ‘ özgür olacaksın, uçacaksın ‘. Benim bu yanlış tedavileri reddetme özgürlüğüm, kimin özgürlüğünün bittiği yerde başlıyor? Nerede başlıyor?  

  Fütursuzca tufanı bekliyorlar. Nuh ile çalışmadan, gemi olmadan tufanı bekliyorlar. Özgürlük yüksek bir tepe imiş, bizi tufandan kurtaracakmış. İstemiyorum, ben Nuh’un gemisini bekliyorum. Ben o geminin hem tayfası hem yolcusu olmak istiyorum. Yine soru yok, hala cevaptalar; o tepe hem tepeymiş hem gemi. La, diyorum. Hayır. Ben gemiyi bekliyorum. Yine aceleciler, yine cevaptalar. Elime bir bilet tutuşturuyorlar. Tanrı’nın bile batıramayacağı gemi Titanic için. Oysa ben battığını da biliyorum. Elimde köşesi yırtılmış bir bilet üstünde adım yazıyor, yazık biletimi de kesmişler. Elimde köşesi yırtılmış bir bilet, adımın altında bir şey daha yazıyor; liber

  Susma hakkım vardı. Ama susmadım. Söylediğim her şey lehime delildir.

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Nis 17, 2010 | Reply

    “Ahlakı olmayan biri bir gemi yapmış; Muhammed’i çağırıyor, Adem’i ve Nuh’u. Edep ya Hu ! “

    modern çağları bundan daha iyi anlatabilen bir cümle olabilir miydi bilmiyorum.

    çok güzel bir yazı olmuş. elinize sağlık cemile hanım.

  3. Yazan:çuvaldız Tarih: Nis 17, 2010 | Reply

    Merhaba Cemile,
    Eline ve gönlüne sağlık. Üzerinden göz geçirilerek okunup, tüketilecek bir yazı değil. Halka halka birbirinin içine geçerek büyüyen, baplayan bir zincir gibi.. 🙂
    Şimdilik;

    Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).(isra.13)

    Bütün insanların kuşunu boynunda bağladık (boynuna astık). Ve kıyâmet günü ona, neşredilmiş kitabı çıkarırız.

  4. Yazan:MY Tarih: Nis 17, 2010 | Reply

    Müthis Güzel bir yazi, Yeni Cemile Bayraktar’in dogusuna da böylece tanik olduk, Yaratan’a hamdolsun 🙂

    Bütün yazi boyunca tüylerim ürperdi. Tekrar üzerine gelip okunmasi gereken bir yazi.

    okuyup anlamanin ötesinde okuyana hissettirdikleri açisindan önem tasiyor. Bir baska deyisle “içeriden” okunmasi gereken bir metin.

    Son paragraflari okurken gözlerim doldu, bu kadar siirsel anlatilabilirdi. Hem anlam yüklü hem sanat.

    Bilir misin? Stoacilardan Seneka’nin bir denemesi vardir, “hayatin kisaligi üzerine” diye. çok güzel bir metindir ve tipki konusu gibi çok KISA.

    Senin yazin da konusunu “taklid” eden, önemini, insanligini ve derinligini sekliyle de yansitan bir yazi olmus.

    Madem ki sorusuz cevaplardan yakiniyorsun 🙂
    Bir soru soralim simdi, BU KADAR GÜZEL VE BU KADAR DERiN YAZMAK gerekli miydi?

    evet. Dert edindigimiz, dava edindigimiz kötülüklerle, zulümlerle boy ölçüsebilecek kadar BÜYÜK yazmak gerekiyor. Onlarin negatif büyüklüklerinini dengeleyecek kadar derin analizler ve siirsel, felsefî eksenlere yayilan, AMMA Kur’an’in saglam zemininden asla kopmayan bir FiKiR VE ViCDAN CEPHANESiNE ihtiyaç var.

    Yoksa moderniteyi, kendine tapan insani elestiren 50 tane yazi yazilabilir pat diye.

    Ama en az Atom bombasi kadar, Nazi Kamplari, 1915 katliami kadar, Halepçe kadar, Israil ordusu kadar etkili yazmak lazim. Bunu yapmak için ise en az bu zulüm araçlari kadar “iyi” düsünülmüs, kuvvetini hem Seriat’tan hem de Kuvvet’in Seriati’ndan alan fikirler üretmek lazim.

    Ancak bu sekilde Titanic turizminin sonunu getirmeyi daha dogrusu bu Akibet’e vesile olmayi ALLAH’tan isteyebiliriz.

    ALLAH senden razi olsun, kalemine, zihnine kuvvet versin. Sayende çok keyifli bir hafta sonu geçirecegim 🙂

  5. Yazan:MB Tarih: Nis 18, 2010 | Reply

    Sanırım 1 aylık bir aradan sonra dönüşünüz muhteşem olmuş Cemile Hanım…

    Yazınızı defalarca okuyup, tekrar tekrar tahlil ettim. Tek kelimeyle muhteşem. Yüreğinize sağlık…

  6. Yazan:789 Tarih: Nis 19, 2010 | Reply

    “tek yönlü bilet”lerin hepsi insanı ikinci plana atan bakışların neticesi. Beşerin , tarihin sonundan bakamayanın bakışı. Bir başka yanılmazlık (şirkinin, ) reçetesinin ilanı. Muhabbetsiz, aşksız, insansız, komşusuz mekaniklerin günlük sorunlara verdiği pansuman cevaplar. İnsansız insan ne kadar oluyorsa o kadar.

  7. Yazan:cb Tarih: Nis 19, 2010 | Reply

    aslında bu yazının yazılmasında benden daha çok yorum yapan isimlerin yazıları ve yorumlarının etkisi vardır,teşekkürlerimle…

    bilahare üzerine yazışmayı çok isterim.

  1. 5 Trackback(s)

  2. Nis 19, 2010: Kuşların sırrı: Sanat’ta ayrıntı(7) : Derin Düşünce
  3. May 11, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  4. Oca 10, 2011: İnsanın Dört Zindanı (Ali Şeriati) : Derin Düşünce
  5. May 4, 2011: İnsanın Dört Zindanı | Haftalık Gündem
  6. Ağu 22, 2011: Laikler, Irkçılar ve Özgürlük : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin