RSS Feed for This Post

Avatar Çıkmazı

  Öyle renkli bir dünyaydı ki ; yerli,aynada teninin siyahını,yabancı aksinin beyazını seçemiyordu.Grilerin ve renklerin hükümdarlığında köle ile kul sadece renkleşerek dönüşüyordu.Her şey bitmiş,üçüncü boyuta geçilmişti. 

CB 

  Çarklıların arasına daha gişede ilk hareket ile teslim olunuyor.Soyulmaya başlıyoruz,önce ‘ madden ‘, tutarı belirten gişe görevlisi faturayla birlikte açıklama yapıyor,kısaca ; 

-Film üç boyutlu,normal filmlere göre X lira daha pahalı,X lirada üç boyutlu filmi izlemek için gerekli gözlüğün kirası için. ( daha girişte üç boyut oluyorsunuz zaten ) 

  Hayatlarımız birbiriyle bağlantılı çarkların birbirini oluşturmaktan fazlası değil aslında.Bunu ancak maratona döndürdüğümüz hayatlarımızı anlık dahi olsa dondurarak,olayın dışına yükselebilmeyi ve oradan hayatlarımızı bir an dahi olsa dışardan gözlemleyebilmeyi başarırsak fark edebiliyoruz.Lakin bu öyle bir maraton ki,tur atlama saplantısı içerisinde kendimiz duramadığımız gibi,duranları da fark edemiyoruz.Çarklar aşinalıktan kaynaklı duyulmayan sesleri ile ritimlerine katıyor bizleri.Her bir çarkın kendi tonunda,kendi renginde,kendi renklerimizin ne olduğunu hiç bilemeden dönüp durmaya,kendimizi bilmeden,bir bilinmeyen ile hiçliğe çabalıyoruz. 

  Bilim-kurgu,fantastik dediğimiz şeyler aslında hiç var olmamış ve muhtemelen var olmayacak kurgulardan başka birşey değildir.Var olmayan-var olmayacak şeyler için hem çalıştığımız zamanın gelirini,hem de kendimize ayıracağımız zamanın huzurunu heba ediyoruz,o gişenin önünde çark görevimizi tamamladığımızda. 

  AVATAR,benim gördüğüm kadarı ile bilim-kurgu,fantastik bir film.Üç boyutlu oluşu,tarzını pekiştirme amacı ile olması gerektiği gibi işlenmiş.Zaten üç boyutlu görüntü demek,yardımcı aletler ile hiç içinde olmadığınız bir dünyada kendimizin varmışız gibi sağlaması değil mi?Ekrandan üzerinize fırlayan nesnenin görüntü etkisinde eğilip,bükülmenizin temelinde sadece sanmak ve sonucunda yanılmak kandırılmaları yatıyor.Özetle hiç var olmayan bir dünyanın parçası olduğunu zannerderken aslında kandırılıyorsunuz. 

  Film kabaca,’ maddecilik eksenli insan türü ‘ ile ‘ manevi kaynaklardan beslenen yerli türü ‘ arasında geçen,maddi ve manevi olanın savaşını hikaye ediniyor,manevi kaynakların temsilcilerinin başarısını sonuç olarak oturtarak,noktalıyor öyküsünü.Tüm bu öyküleme sırasında görsellediği her sahnenin aşırı renkliliğinde,yanılgılar aleminde kaybediyorsunuz kendinizi.Aslında vermek istediği mesaj, ‘ tüketen,modern beyaz adamın caniliğine,doymak bilmeyen taraflarının zalimliğine rağmen modern olmayan yerlilerin temiz imajı,korunması gereken değerler.Özellikle doğaya ve mistiğe baskın bir dokunuş var,maddeciliğin kirliliğinden,manevi olanın temizliğine kaçışı,’ iyi olanı ‘ vurgulayarak anlatıyor.Buraya kadar film açısından içerikle ilgili olumsuz bir etkiye rastlamıyorsunuz.Peki verdiği mesajı,görsele aktarırken?İşte yapmak istediği şeyi,vermek istediği mesajı verirken film bal gibi eleştirdiği ‘ maddeci ‘ tarafın argümanlarından besleniyor,fazlasıyla.Çünkü o kadar renkli ki,öyle alacalı ki,tek bir renge ( tek renk kendini ortaya koyandır,kayıp ya da alacalıkta eksik değildir )ait bir duruş yakalayamıyorsunuz,bir öykü var ama aynı zamanda o öykünün temasını yakalayamayacağınız her türlü görsellikte mevcut.Sonra özellikle takıldığım üç boyutlu ( aslında var olmayanı var sayma,sanı,yanılgı ) oluşu,normal filmlerden ortalama bir saat daha uzun oluşu ve olay içerisinde kendinizi kaybetmenizi sağlamak istemesi gibi bilinçli uygulamaların hepsi kendini aklama imajı içerisinde,iyiye,güzele özlemi anlatıp,onu değerlerken aynı zamanda ondan uzaklaştırmayı da ödev edinmiş kendine.Özetle modern zihin kendini ancak bu kadar temizleyebiliyormuş,diye mırıldanmadan edemeyeceğiniz bir düzenekte gerçekleşiyor tüm bunlar.Siz ne çark sesini,ne de aşırı renkliliğinin uyuşkanlığını hissetmeden başladığınız gibi bitiriyorsunuz filmi.Çünkü değişime özlemi vurgulayıp,bundan nemalanan kurgucu,değişimi gerçekleştirmeden sadece -mış gibi yaparak tamamlıyor görevini,başarıyla ! 

  İnsan modernleştikçe laikleşti,modernleştikçe sekülerleşti.Laiklik,sekülerlik ve modernitenin oluşacağı zemini hazırlayan Kilise’dir.Onun kurumsalında şekillenen din ( aslında semavi anlamda bir din değildir ) baskısı çok anlaşılabilir bir sonuç olarak doğurmuştur,moderniteyi.İnsan dönem itibariyle modernleştikçe kendi olabildiğini keşfetmiş,bu keşfin hazzında uzun zaman geçirmiştir.Ta ki bu eğilimin sonucunda insanın ‘ manevi ‘ olana muhtaç bir varlık olduğunu,manevi olandan koparak uzun süre yürütemeyeceğini anlayana kadar.Tam bu gerçek ile burun buruna geldiğinde devreye insanın temel ihtiyacı olan dini de bir şekilde fazla gürültü koparmadan dahil etme gereğinin farkına varır ve devreye tüm hayatı kapsayacak bir din modelini sokmaktan itina ile kaçınarak,dinin yerini tutabilecek,anlık iyileştirmeler sağlayabilecek,üç boyutlu görüntüye( gerçekte var olmayan ) sahip,’ mistik ‘ denilen argümanları yerleştirir. 

  Mistik,bir anlamda,insanın temel arınma,inanama,güvenme gibi ihtiyaçlarına ilkel zamanlardan modern zamanlara kadar hizmet etmiş,kendi çeşitli başlıkları altında şekillenmiştir.Dünyaya dadanma,dünyayı şekillendirme,belirli kalıplar ile yol alma,ruha hitabının yanına bedensel faaliyetleri ekleme gibi bir iddiası olmayan,olsa dahi bunu olmazsa olmaz kalıplar,kurallar bütününe çevirmemiş,daha çok yeri ve sırası geldiğinde,bir nevi ihtiyaç duyulduğunda başvurulan,keyfe hizmet olarak adlandırılabilecek kadar yeri geldiğinde çıkartılan,yeri geldiğinde rafa kaldırılan bir sistemin adıdır.Bu anlamda mistik bireyin hizmetinde,ona tabi olan,söz sahibi olanın kutsal olmadığı,söz sahibi olanın birey olduğu tersine hizmet eden bir inanç şeklidir.Aynı zamanda kabaca ifade edecek olursam sosyal yaşama alabildiğine müdahale etmeyen,gereğinde yerinde kullanılan,gereğinde ayak altından kaldırılabilen,bir nevi laik diyebileceğimiz sistemin adıdır.Laiktir çünkü,inanç sistemini,inanç başlığı altından başka bir alana dahil etmez. 

  İslam,ise bunun tam tersi,kural koyucunun hükümranlığında,bireyin hizmet ettiği,patronun birey olmadığı,hayatın her alanına sirayet etmiş,yalnız kalıştan,kalabalığa karıştığımız ana kadar tüm yaşama müdahale eden,bir anlamda anti-laik,kuralları belli,ihtiyaç duyulduğunda başvurulan değil tümüyle hayatın her anında ruhani ve şekli emirleri ile bireyi şekillendiren sistemin adıdır. 

  Avatar Çıkmazı,giriş tespitlerimin yanı sıra bu tanımlar ile yorumlandığında ; insanı modernitenin,maddeciliğin etkisinde zalim olmaktan koruyabilme görselliğinde insanı ‘maddi soygundan ‘ geçirerek, ‘ manevi soygun ‘unu da gerçekleştirmektedir.Birinci soygun,çarkın devamlılığını madden sağlarken,ikinci ve daha etkili soygun üç boyutlu (var olmayan ) din anlayışıyla aslında var olmayan ile ruhu doyurmayı,yanıltmayı sağlar.Çarkın devamlılığı için en kuvvetli renkler gözümüzü boyarken,mistiğin etkisi gönüllerimizi uyuşturur,bu afyonlar ile yine çarkın sesini duymaz,hareketini hissetmez,aslında var olmayan üç boyutlu bir yaşam sürmeye devam ederiz. 

  Modern zamanlar ile birlikte,din gibi siyahı ve beyazı ( net kuralları ) olan bir gerçeklik içerisinde,siyahın kendine bakamadığı,beyazın kendini göremediği bir düzenekte,grilerinde olduğu tezini savunurken ve savururken aslında bu ara rengin ( gri ) insani bir esneklik gibi görünüp,aslında bir esneklik değil,tamamen bir yanılsama olduğunu,üç boyutlu bir görüntüye inanmaya başladığımızı ve kandırıldığımızı ancak üç saatlik zaman diliminde,karanlıkta,renkli sahneye konsantre olmaya programlanmışken,gözlerimizden sahte bir dünya görüntüsü oluşturan üç boyutlu gözlüğü çıkartıp,anı durdurup,içerisinden sıyrılabildiğimiz bir hâle geçişi sağlayabilir,oradan hayatlarımızı,gerçek hayatlarımızı izlemeye,sorgulamaya başladığımızda fark ederiz ancak.

… Bu konu ilginizi çektiyse…

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:alişan Tarih: Oca 7, 2010 | Reply

    Çokta ‘vay be! dedirten bir öyküsü yoktu bence:)
    birazda naturalizm katılmış deizm misyoneri bir film. Teşekkürler CB.

  3. Yazan:yusuf Tarih: Oca 8, 2010 | Reply

    Sinemadan çıkmıştım ama filmin içinden çıkamamıştım, insanoğlunun pisliklerini yüzüme bir bir çarptı, acaba insan ırkı olmasa dünya daha güzel bir yer olur mu diye düşünmeden edemedim.3 boyutun yanı sıra duygusallığından daha çok etkilendim, kapitalizmi kendine pusula edinerek yolunu kaybetmiş insanoğluna bir yol gösteriyor gibiydi. Belki dünyanın kanını emen vampirler de bu filmden sonra kendilerini bir kez olsun Irakta ölen bir insanın yerine koyarlar diye de düşünmeden edemedim. Son söz: mükemmel bir kompoziyondu.

  4. Yazan:cb Tarih: Oca 8, 2010 | Reply

    yusuf bey,

    aslında ben tam tersini düşünüyorum,çok çıkmazı olan bir kompozisyondu.bazı köşe yazarları fil vakasına benzetmiş,külliyen zokayı yuttuklarını düşünüyorum,fil vakasının faili Allah’tır,bu film tamamen naturalizm,doğa = tanrı,mistisizm gibi putperest inançlara gönderme yapıyor,almayalım kalsın.

    alişan bey,

    ben teşekkür ederim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin