RSS Feed for This Post

Filistin Günleri’nde Roni Margulies’in Yaptığı Konuşmaya Bir Cevap

Mazlumder Ankara Şubesi’nin düzenlediği Filistin Günleri; film gösterimleri, kermesi ve paneliyle tüm dünyanın görmemeyi tercih ettiği bir acıyı tekrar vicdanlarımıza dokundurması açısından önemli bir etkinlikti. Benim de bir bölümüne konuşmacı olarak davet edildiğim bu etkinlikte Israel Shamir, Cynthia McKinnney ve Roni Margulies’in de katıldığı bir panel düzenlendi. Bu yazı bu panelde özellikle Roni Margulies’in söylediklerine, benim yaptığım konuşmadan hareketle ileriye dönük bir tartışma niteliği taşıyor.

Israel Shamir, İsrail devletinin zulüm politikalarına karşı vicdani ve siyasi muhalefet gösteren bir Yahudi aydın ve Siyonizm-karşıtı bir aktivist olması açısından, etkinliğin önemli şahsiyetlerinden birisiydi. Cynthia McKinney ise, bize Amerikan propagandalarının dikte ettiğinden çok daha farklı bir Amerika portresi çiziyor, Amerikan’ın kirli yüzüyle İsrail yandaşlığının birlikteliğini anlatıyordu. İsrail lobisinin etkisiyle siyasi lince uğrayan bir insan olarak McKinnney, bu linçlerin altında yatan nedenlerle ilgili derin bir Amerika tahlili yapıyordu konuşmasında.

Roni Margulies, konuşmasında belli oranda katıldığım tespitler yapıyordu. İsrail’in gayrı-meşru bir devlet olma sebeplerini analiz ettiği konuşması büyük oranda kabul edilebilir argümanlara sahipti. Ancak Roni Margulies’in konuşmasında, katılmadığım, ya da eklemek istediğim yönler de az değildi.

Margulies, İsrail’in kurucu ilkesinin özünde laik olan Siyonizm ideolojisi olduğunu söylüyor ve Yahudi dininin, İsrail’in yaptıklarında en ufak bir etkisinin dahi bulunmadığını ima ediyordu. Aynı şekilde İsrail’in yaptıklarının ana çerçevesinin, getirildikleri topraklarda daha önce yaşayan insanları kovmak olduğunu, bu açıdan “özel olarak Müslümanlara yapılan” bir İsrail zulmünden bahsedilemeyeceğini söylüyordu. Yani İsrail, bugün o topraklarda başkaları da bulunsaydı benzer katliamları yapacaktı demeye getiriyordu Margulies ve İsrail’in, arkasında Amerika desteği olmasa ayakta duramayacağını ekliyordu.

İsrail’in kurucu ilkesinin modern-seküler bir ideoloji olan Siyonizm olduğuna ben de katılıyorum. Ancak Roni Margulies, bu kurucu ilkeyi 19.yy emperyalizmi ile ilişkilendirip bugünkü ABD desteği ile sınırlandırıp konuyu orada bitirince, İsrail’in bugünkü dünyadan (sadece Batı dünyası değil, zımnen bütün dünyadan) aldığı desteği açıklamak oldukça zorlaşıyor. Siyonizm’i 19.yy’ın ideolojik planlarıyla ilişkilendirmek ne derece doğru ise, bugün o ideolojik dürtülerin bittiğini düşünmek de o derece yanlıştır kanaatimce. Yine Siyonizm’in ideolojik altyapısını sadece emperyalizme bağlamak, konunun özüne nüfuz edememek demektir bence. Evet Siyonizm modern-seküler bir ideolojidir; ancak bütün modern seküler ideolojiler gibi Siyonizm de, dini, çoğu zaman özünden saptırıp onu bir saldırganlık ve dürtü nesnesi olarak kullanmak konusunda oldukça mahirdir. 

Ben, İsrail’in yaptığı zulümlerin, katliamların ve Filistinlileri kocaman bir toplama kampında tutsak haline getirdiği politikalarının, modernitenin “öteki”ne karşı eğilimleriyle direk ilgili olduğunu düşünüyorum. Modernlik, dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir toplama kampı ve katliam tarihine kaynaklık etmiştir. Sadece 20.yy. katliamlarının veya toplama kamplarının tarihine bakmak bile bizlere bir fikir verebilir.

Yahudi tarihi üzerine araştırmalar yapmış olan Anna Zuk, Jacob Katz ve Alina Kala çok önemli tespitlerde bulunmuşlardır. Onların, özellikle modern öncesi çağlardaki Yahudilikle ilgili tespitleri kayda değerdir. Örneğin modern-öncesi Polonya’da Yahudiler, toplumun alt kesimi tarafından burjuva, üst kesimi tarafından ise “alt sınıf” olarak görülüyorlardı. Ancak bu toplumsal yapı, hiçbir şekilde bir katliam veya büyük çatışma tarihine dönüşmemişti. Zira modern-öncesi çağlarda insanlar, hoşlanamasalar da, bu birlikteliğin ilahi bir düzenin ve varlık zincirinin gerekliliği olduğunu düşünüyorlardı.

Bauman’ın çok önemli tespitlerinde dile getirdiği  şey bu noktada çok önemlidir. Bauman, modern öncesi ilahi-düzenin hâkim olduğu çağlarda, çatışmaların mahiyetiyle, modern çağlardaki çatışma ve katliamların mahiyeti arasında çok derin bir ayrım ortaya koyar. Modern-öncesi insan; bugün dünden daha kötüye giderse bu kötülüğü birilerine saldırı olarak yansıtabiliyordu. Modern-öncesi çağlarda Yahudilere yönelik saldırıların da mahiyeti budur. Kaldı ki Batı dışındaki toplumlarda (örneğin İslam toplumunda) böyle bir saldırının izleri bile görünmez. Modern çağlarda ise durum değişmiştir. Modern toplum-planı sapkınlığı, artık, bugünün dünden kötüye gitmesinden dolayı değil; yarının bugünden daha iyi olmaması ihtimalinin belirdiği durumlarda “öteki”ne yönelik bir katliama girişebiliyordu.

Holocaust, Gulag, Osmanlı  Devleti’ndeki Ermeni Tehciri, Dersim Katliamı, Cezayir katliamları, Bosna katliamları, Sabra Şatila kampları  ve katliamları ile bugünün en büyük acısı Filistin kuşatılma ve katliamları ancak bu modern sapkınlık çerçevesinden bakıldığında anlam kazanabilir.

Modernlik, Zygmunt Bauman’ın hemen hemen bütün kitaplarında ayrıntısıyla açıkladığı  gibi, bir plan medeniyetidir. Modern Batı  medeniyeti, üstelik dünya tarihinde kendisini evrensel olarak gören tek medeniyet olması bakımından, kendisinde, modern olmayana yönelik bir eğitici dönüştürücü bir hak da görür. Bauman bu saplantıya “bahçecilik çağı” adını verir. Bahçecilik çağı, modern anlayışın ontolojisinin de açığa vurulduğu bir deyim olması açısından önemlidir. Modernlik, hiçbir nesneyi olduğu gibi ve neyse o şekilde saygı duyarak bırakmaz. Onu, kendi dünya görüşü ve planları nispetinde dönüştürür, çarpıtır ve bozar. Bahçecilik, işte bu modern saplantının dışavurumudur. Bahçede, “yabani” ya da “parazit” olarak görünen her şeyin yok edilmesi, ya da ıslah edilmesi demektir bahçecilik. Bu anlamda Holocaust, bu bahçeciliğin ilk büyük dışavurumu olarak toplumsal anlamda da kendini göstermiştir. Üstelik bu bahçecilik, kendisini evrensel ve tek uygarlık olarak gören Batı medeniyetinin, kendisinde gördüğü bir hak olarak toplumsal alana sirayet ediyordu. Artık “öteki” ya “ıslah edilecek”, ya “gettolaştırılacak” ya da yok edilecekti. Bunların dışında, “yabani otlar” için bir hayat hakkı yok demektir!

Roni Margulies’in, İsrail’in kuruluşu, katliamları ve politikalarını 19.yy emperyalizmine bağlaması doğru fakat eksiktir. Zira emperyalizm, modern sapkınlığın bir türevidir olsa olsa. Eğer o türevin integralini alıp gerçekliğin mahiyetine ulaşmak için bir çaba sarf edilmezse, bugün, İsrail’in yaptıklarına sessiz kalan Batı dünyasını analiz etmekte zorlanırız.

Modernliğin, planı  ve bu planların doğal çıkarımı  olan hukuk devletini, toplumu bir arada tutacak olan bir tutkal gibi değil, tam tersi, toplumdan “yabani otları” ayrıştıracak olan bir güç olarak görüyorum. Hukuk devleti ve yasalar, sadece “öteki”ni ayrıştırma veya dönüştürme gücünü kendinde barındırmakla kalmaz, aynı zamanda, insanı, kendi seçimlerinin ahlaki sorumluluğunu almaktan da “azad eder”. Bu azad edilme, iyi ile kötü arasında seçim yapma ahlakiliğini vicdanında barındıran insanın, sorumluluğunu yasa yapıcıya, topluma veya devlete aktarması demektir. Bu anlamda modernlik, bir ahlak felsefesi olarak, yasalar aracılığıyla iyi ile kötünün belirlendiği, bu belirlemelerin dışında ahlaki bir seçim şansı tanınmayan bir suç ve ceza medeniyetidir. Ancak bu ahlak felsefesi, insanlık tarihinin daha önce görmediği kadar büyük ahlaksızlıklar, katliamlar, soykırımlar ortaya koymuştur. Modern öncesi çağlarda insanın vicdanî sorumluluğu olarak beliren vicdan azabı, günah ve tevbe gibi kavramlar da kalmamıştır. Modern çağ bir işbölümü çağı olarak vicdanları parçalayarak ahlaki sorumluluğu, kimsenin sahiplenmediği bir cüzamlı haline getirmiştir. Zira modernliğin organizasyon “dehası” sayesinde, hiç kimse planın tümünün “yazarı” değildir. Herkes o planın (ve katliamların) bir unsuru, “değiştirilebilir çarkı”dır. Eichmann gibi, binlerce insanı öldürse de, gaz odalarında insan yaksa da, hiçbir vicdan azabı duymayan “sadece görevini yapmış” temiz aile babalarıdır, modernliğin toplu katliamlarını yapanlar! 

Bauman’ın, Horkheimer’in, Adorno’nun ve bu düşünürler gibi birçok başka Batılı düşünürün, modernlikte içkin olan bu katliam-seviciliği ve despotizmi görmesi, modern sapkınlığın Holocaust’tan sonra artık kendisini gizleyemeyecek kadar gün yüzüne çıkmasındandır bence. Ancak, aynı düşünürlerin, bu “medeniyetin” ters-yüz edilmiş gayrı-meşru çocuğunun yaptıkları konusunda analiz çabası göstermekte çekingen olmaları da manidardır. Hâlbuki dün Aushwitz’de olanlarla, Bosna’da olmuş olanlar, bugün Filistin’de olanlar arasında mahiyet açısından çok bir fark yoktur. Modern Batı medeniyeti, gayrı-meşru çocuğu İsrail’in, belki de çocuğu olmasından kaynaklı katliam ve zulümlerine göz yummaktadır.

Durmadan düzenleyicidışarlayıcı yasalar çıkaran Avrupa’da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve bunun gibi kapsayıcı yasa mercileri gibi kurumlar, bu anlamda, “öteki”ne yönelik bir dışlamanın çoğu zaman gayrı-ihtiyari mekanizmaları olarak işlev görürler. Toplumu bir plan nispetinde dönüştürmek gibi bir saplantının, bugün, özünde hiçbir değişiklik olmadan aynen devam ettiği bir uygarlık olarak Batı medeniyeti, zaten kendi gayrı-meşru çocuğunun yaptıklarına karşı doğal-kördür. İki açıdan kördür: Birincisi, her daim kendi vicdan azabının dışa-vurumu olarak körlük vardır. İkincisi, bugün zulüm yapılan, horlanan, toplama kamplarına mahkûm edilen topluluk, Batı yasacılığının ortaya koyduğu insan ve toplum modeliyle uyuşmayacak olan ” yabani-barbar” bir topluluktur.

Türkiye’de ve dünyada kahir oranda insan hakları aktivistinin, İsrail’in zulümlerini haklı çıkarıcı propagandalara alet olması, bir komplo teorisinden çok, zihinsel altyapı olarak modernliğin iğdiş ettiği vicdanlarla ilgili olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü bu insanlar “rasyonel olarak tasarlanan” liberal-seküler-batılı medeniyet kurgusunun ötekileridir ve en iyi ihtimal toplama kamplarındadır yerleri! Bu anlamda Roni Margulies’in “İsrail’in yaptıklarının özel olarak Müslümanlarla ilgili bir şey değildir” sözleri bence yanlıştır. Zira bu çıkarım, modernliğin bütün o ayırıcı, dönüştürücü ve öldürücü sapkınlığını görmezden gelmeya da görmeme demektir. Ve bu sapkınlığın değişik formlarda olsa da aynı güçte devam ettiğinin… Bosna, Filistin, Afganistan, Irak hem bu görmezden gelmenin ontolojisi ve epistemolojisi ile ilgilidir bence.

Bauman, katliamların, kampların modern anlayışta “uzaklık yaratmak”  yoluyla mümkün olabildiğini söyler. Bu şu demektir: Fiziksel uzaklık, teknoloji ile mümkün hale gelir. Artık bir askerin, kurbanının gözüne bakma gereği duymadan bilgisayar ekranındaki bir noktayı vurur gibi insan öldürmesi mümkün hale gelmiştir. Modernlik hayatları hızlandırdığı gibi, öldürmeleri de hızlandırmıştır bu anlamda. Ancak Bauman’ın çizdiği bu uzaklığın ötesinde, en büyük uzaklık psikolojik, siyasi ve toplumsal uzaklıktır. Holocaust’u mümkün kılan ikincisiydi, bugün Bosna, Filistin ve Irak’ta olan da ikincisidir. Yani modern batı medeniyeti (ki İsrail, o medeniyetin en vahşi fertlerinden birisidir), propagandaları ile psikolojik ve toplumsal bir uzaklık yaratarak, öldürülen Filistinlilerin, Iraklıların vs. gerçek insan dahi olmadığını ima etmektedir. Yoksa füzelerin üzerine “İsrailli çocuklardan sevgilerle” yazabilen çocukları nasıl tanımlayabiliriz?

Bu İsrailli çocuklar ya da bunca katliamı, zulmü yapanların hepsi doğuştan zalim olmadığına göre, bunların zulüm yapmasını sağlayan mekanizma ile modernliğin ilişkisini ve bu ilişkinin özünün sabit kaldığı yeni formlarını iyi analiz edebilmeliyiz. Roni Margulies’in konuşmasında eksik olan veya onun göremediği şey de buydu bence. Modern organizasyonun, insan öldürmeyi, toplu katliamları, kimsenin zerre kadar vicdan azabı duymayacak şekilde mümkün kılan “Eichmannist” bir örgütlenme olduğunu bilmeliyiz. Bu örgütlenme Hannah Arendt’in dediği gibi, daha zalim insanlar üretmedi; ancak zalim olmayan insanların büyük zulüm ve katliamlar yapabilmesini mümkün kıldı.

Roni Margulies ve başka bazı aydınların – ki çoğunun vicdanına kefilim – bugün, ihaleyi sadece İsrail ve ABD’nin üzerine atarak kurtulmak istemeleri vicdani ve ideolojik konformizmdir bence. Zira bu ihalenin, bu iki aktör dışında, bütün vahşilikleri ile çok daha güçlü şekilde gün yüzünde olan başka aktörleri de vardır. O aktör de bu “dışlamayı”, “dönüştürmeyi” ve “yok etmeyi” mümkün hale getiren ve üstelik kendisine demokrasi diyen modern-liberal-seküler anlayıştır. Sosyalizm de, Kemalizm de, Siyonizm de, İslamcılık da, modernlikten büyük bir kopuş yaşamadığı sürece aynı noktaya savrulmaya yazgılıdır bence.

Trackback URL

  1. 17 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: Oca 1, 2010 | Reply

    Kaleminize sağlık Enver Bey. Sağolsun Roni bey aslında yaptığı konuşmalarla bir yandan bizleri düşünmeye tartışmaya da sevk ediyor. Ben de yaklaşık bir sene kadar önce bir kaç yazımı israilin derdi ne ve batının derdi ne tarzı bir sorgulamaya ayırmıştım. Gazze gibi bir felaketi görüp de bu yaşananlar karşısında dövülen ruhlarımız bu sorulara cevap üretemediği sürece de sanırım pek huzur bulmayacak. Ben sizin modernizm eleştirinize sonuna kadar katılıyorum. Özellikle batı dünyasının ve başka konularda vicdanlarına güvendiğimiz aydınlarımızın neden Filistin meselesine sessiz kaldıklarını sorgularken modernizm bize çok yerinde bir cevap veriyor. İnsanoğlu özellikle uzak gerçeklikleri sorgularken vicdan ayarını kendine benzeyene göre yapmaya, algılarını o yönde çalıştırmaya müsait. Kurban kendine benzemiyorsa kurbanlığı da tartışma götürür hale geliyor. Modernizm bu açıdan ideolojik arka planı gereği daha da zalim olabiliyor. Evet görünen o ki modern insanın zihninde çarşafı ile ya da birden fazla karısı ile ya da “irrasyonel” inançları ile aslında kendi rafine edilmiş dünyasını uzaktan uzağa tehdit eden bir Filistinlinin ya da Afganlının uğradığı trajedinin pek yeri ve anlamı yok. Onlar daha ziyade bahtsız holywood yıldızlarına, Arupa monarşilerinin prenslerinin aldatılan karılarına daha çok ilgi duyup gözyaşı dökmeyi tercih ediyorlar:)

    Öte yandan İsrail’in kuruluş ideolojisinde hem emperyalizmin hem de modernizmin yeri olduğunu düşünmekle beraber bu açıklama bana yeterli gelmiyor. Son günlerde hem siyonist hem de siyonist olmayan yazarları okuyorum. Doğrudur siyonizmin temeli modern seküler bir ideolojiye dayanmakta. Ama bir din olarak ana akım Yahudiliğin milliyetçi damarını görmemek de pek gerçekçi gelmiyor. Her ne kadar ben de 6-7 eylülleri yaşamış bir ülkede onun ötesinde holokost gibi bir acıyı geçirmiş bir dünyada bunları konuşmaya zorlansam da yaşadığı dönemde Arendt’ı bile isyan ettiren İsrail kanunlarındaki milliyetçi dinsel unsurları: yabancı ile evlenme yasağı, yabancıdan olan çocuğun gayrı meşru sayılması, seçilmiş ırk gibi fantezileri gözardı edemiyorum. Evet bir derece modernizmin dini de kendi özünden saptırarak araçsallaştırması bir açıklama gibi görünse de yine de din, devlet tahakkümünden uzaklaştıkça bir halkın vicdanıdır. Oysa İsrail’de modern devletin kendi dinsel hayatını yaşayan gruplarla siyonizm konusunda hiçbir çatışması olmadığı gibi, dini kesimlerin hahamların fanatik konuşmaları siyonizmi sahiplenişleri de göz ardı edilir gibi değil. Öte yandan özellikle İsrail dışındaki ortodoks vicdanlı yahudileri ve bazı reformist çevreleri görmüyor da değilim. Ama belki Yahudiliğin kendi içinde bir tartışma yaşamadan ve dönüşmeden tam olarak dinsel ırkçılık hastalığını da atlatabileceğini sanmıyorum.
    Bir diğer husus neden israil sorusunun ardında ‘tarihsel acılar üzerine bir ulus inşa etmek’ yazısında yazdığım gibi tarihsel travmaların ve sürekli yaşatılan acı, tekinsizlik psikolojisinin hem israildeki hem de diaspora daki insanların siyonist ideolojiyi destekleyici ruh hallerini arttırdığını söylemiştim. Geçen zaman içerisinde İsaiah Berlin gibi sözde israili eleştirmesine rağmen siyonist olan ve siyonizminin sebeplerini aynen bu tekinsizlik psikolojisine bağlayan, israil in bir panzehir etkisi yaptığını ve kendisine güven verdiğini açıklayan yazarların yazılarını okuduktan sonra daha da kani oldum. Yani meseleyi çok komplike görüyorum. Burada bir bedel ödetiliyor, çok ağır bir bedel. Ve bu ağır imtihanı yaşamak modern dünyada batılıların işlediği günahlara kefaret olarak kurban rolü dayatılan Filistinli müslümanlara reva görüldü. Allah’tan ki Müslümanlıkta kurban olmak gibi bir zihinsel alt yapı yok. Ve bu yüzden eninde sonunda bu kabus bitecek. Haklı olanın önünde hiçbir güç duramaz yeter ki mücadeleden vaz geçmesinler.

  3. Yazan:özlem Tarih: Oca 2, 2010 | Reply

    Öte yandan düşünmeye devam ediyorum. Filistin’i bunca zulüm içerisinde bu kadar özel yapan nedir diye. Mescid-i Aksa’nın orada olması mı, müslüman olması mı?, zulmün boyutları mı? Mutlaka hepsinin etkisi vardır herkes kendi zaviyesinden bir takım ortak yönler bulur sahiplenir. Zulmün boyutları çok önemli elbette. Ama benzersiz değil. 1994 Ruanda da yaşanan soykırım ile ne kadar ilgiliydik. 100 gunde 800 bin Tutsi öldürülmüştü. Ya da şu anda myamradaki zulümden ne kadar haberdarız. Bu konu özellikle son zamanlarda çok gündeme gelmeye başladı. Neden Dar fur a susuyorsunuz da Filistin için konuşuyorsunuz gibi. (halbuki bu imayı yapanlar eski bir propogandaya dayanarak konuşuyorlar darfurdaki zulüm din değil ırk temelli ve ölenlerin çoğunluğu müslüman) Bu yaklaşıma kızıp söylenmek doğru değil. Bence ciddi bir soru ve bir cevabı hak ediyor.
    Elbette pekçok insan için Filistinde ölenlerin müslüman olması , orasının sembolik dinsel anlamı önemlidir. Ama bu yaklaşım şu anda dünyanın pekçok bölgesinde öldürülen müslüman halklar ile neden o kadar ilgili olmadığımızın cevabını vermez.

    Ben biline sebeplere ilaveten şu tarz bazı sebepler düşünüyorum.
    1. Zulmün şiddeti çok fazla doğru ama bence bunun ötesinde çok uzun zamana yayılmış (1948 den beri artarak) çok sistematik bir zulüm olması Filistin7i daha iyi görebilme sebeplerimizden biri. 60 yıldır artarak devam eden bir işgalden bahsediyoruz.
    2. bugün itibarı ile yeryüzüne dağılmış 5 milyon müyteci nüfustan. Bu çok etkileyici bir faktör. Çünkü bu 5 milyonluk mülteci halk bir yandan son derece eğitime önem veren okumuş bir kitle. Aynı anda hali hazırda filisitinde yaşayan ve katlolunan insanlarda bir şekilde dertlerini dünyaya duyuracak bilgi ve beceriye sahip eğitime önem veren bir kitle. İnternete girdiğinizde bir Darfur hakkında bir elin parmaklarını aşan görsel döküman bulamıyorsunuz ama Filistin ile ilgili yüzlerce yayın yapan siteden onbunlerce fotoğrafa ulaşmak bu 60 yılın tüm bilançosunu görmek mümkün.
    3. İsrail bu iğrenç işgalde birçok yeni sayılabilecek şeye de imza attı. Mesela 1,5 milyon insanın yaşadığı tecrit edilmiş bir açıkhava hapishanesinde insanları yavaş yavaş ölüme mahkum etmek gibi(gazze) dini anlamı olan yaerlere sistematik saldırganlık gibi(mescidi aksa) dünyanın en gelişmiş katliam araçlarını göstere göstre kullanmak gibi.,utanç duvarını inşa etmek ve mısır a da inşa ettirmek gibi, dünyanın en kalabalık mülteci kampalrının mimarı olmak gibi…
    4. israil in saldırganlığının sürekliliği. hiç bitmeyen yakın coğrafya daki bir saldırganlık durumu söz konusu. Sürekli genişleyen Lübnan’dan suriye ye bu coğrafyayı sürekli tehdit altında tutan bir hançer. Burada Roni beyin analizlerini hatırlamakta fayda var. İsrail ile mücadele etmek hem Filistin halkı için hem de ortodoğu’daki emperyalist saldırganlık açısından manalı.
    böyle gidiyor.

  4. Yazan:eg Tarih: Oca 2, 2010 | Reply

    evet özlem hanım, doğrusu filistin’i özel yapan nedir diye ben de uzun süredir düşünürüm. sizin yazdığınız sebeplere yüzde yüz katılıyorum. bir ekleme daha yapmak isterim. filistin ile holocaust büyük oranda ortak özelliklere sahip katliamlar. zira her ikisi de bir yer içinde “öteki” diye görünen ve dışlanmak istenen kesime karşı yapıldılar. katliam, sözünü ettiğiniz diğer yerlerdeki gibi bir çatışma değil, daha çok modernin ileride olabilecek ve kendi rahatını tehdit edecek olaylara karşı “öteki”ni ortadan kaldırması olarak işlev gördügörüyor bu iki olayda da. o açıdan ben bugün filistin’i sembol bir direniş olarak görüyorum. her türden ahlakî direnişi kendi bünyesinde barındırması gereken bir örnek…

    modernin “öteki”ne karşı yaptığı zulümlerin ve zulümlere gözyummaların karşısında ahlaki bir direniş olarak…

    bugünün modernlerinin gözünde en kötü “öteki” haline gelmiş olan müslümanlara karşı yapılan bu katliam ve kapatılmalara, müslümanca bir karşılık imkanını bünyesinde taşıması itibariyle…

    bu açıdan bence filistin sadece filistin değildir…israil de sadece israil değildir. her ikisi de bugünün uç ayrımlarının ifadesidir. birisi bugün vahşetini gizleme gereği duymayan modernliğin en vahşi versiyonu olarak batı uygarlığının sembolü…ötekisi ise tarihteki bütün “öteki”nin ve mazlumun…ben mücadelenin bu özelliğinin unutulmaması gerektiğini düşünüyorum.

  5. Yazan:özlem Tarih: Oca 2, 2010 | Reply

    Evet bunu atlamışım. Belki de en önemlisi bu. Orada çatır çatır direnen bir halk var. Ve Filistin bugün mazlumiyetin sembolü olduğundan çok belki de direnişin sembolu. Üstelik ben oradaki intifadayı Golyat ile Davut’un hikayesine çok benzetiyorum. Modern dünyanın tüm zalim silahlarına rağmen ayakta kalmayı başarabilmiş, direnen, direnirken zalimleşmeyen tüm halkların çocuklarını benzetiyorum aslında Golyat’ın karşısındaki çocuk Davut’a. Allah yardımcıları olsun.

  6. Yazan:theRoy Tarih: Oca 3, 2010 | Reply

    Türkiye ve İslam alemi ile ilgili her türlü kötülüğün ve olumsuzluğun adresiolarak yahudi ve hristiyanlar gösterilmektedir.doğrudur, gerçektir çünki realite budur.ama her kusuru her kabahati başkasında aramak,olumsuzlukların faturasını devamlı karşı tarafa çıkarmak,kendinde hiç vebal aramamak iyi bir metod ve kurtuluş reçetesi olamaz.Şirazi bir beyitinde diyor ki;”akrebin sokmasını hayretle karşılama,çünkü o haslet onun mayasında vardır”.yahudi ve nasaranın müslüman ve hilal düşmanlığı tabiatında vardır.YüceAllahın şu ayeti ne kadar manidardır:”kendi idenlerine uymadıkça yahudi ve hristiyanları asla memnun edemezsin” ve bir ata sözümüz:”hınzır derisinden post,kafirlerden dost olmaz”

  7. Yazan:eg Tarih: Oca 3, 2010 | Reply

    theroy,
    neden yazıları okumadan yorum yazıyorsunuz?

  8. Yazan:cb Tarih: Oca 3, 2010 | Reply

    enver bey selamlar,

    mazlum-der adımıyla ankara’da gerçekleşen filistin günleri etkinliğine,sizinde konuşma yapmanız vesilesi ile katılmayı çok istedim ama maalesef mümkün olmadı,üzüldüm.

    filistin günlerinden,etkili bir yazı ile döneceğinizi zaten tahmin etmiştim,vakit sıkıntısı nedeni ile yazıyı detaylı okuyamadım,vakit bulur bulmaz döneceğim,şimdilik emeğinize sağlık demekle yetineyim.

  9. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Oca 3, 2010 | Reply

    yazıyı okudum ve yeterince açıklanamayan noktaların yani nedenselliği es geçilmiş “bu modeller böyledir” demeye gelmiş ilginç yaklaşımların yanısıra final çelişkisi de cabası olmuş.

    Sosyalizm de, Kemalizm de, Siyonizm de, İslamcılık da, modernlikten büyük bir kopuş yaşamadığı sürece aynı noktaya savrulmaya yazgılıdır bence.

    şayet yukarıdaki analitik olmaktan çok, katagorik şablonla kolayına kaçılarak yapılmış hafif izahınızı “doğru” kabul edeceksek;

    Modern organizasyonun, insan öldürmeyi, toplu katliamları, kimsenin zerre kadar vicdan azabı duymayacak şekilde mümkün kılan “Eichmannist” bir örgütlenme olduğunu bilmeliyiz. Bu örgütlenme Hannah Arendt’in dediği gibi, daha zalim insanlar üretmedi; ancak zalim olmayan insanların büyük zulüm ve katliamlar yapabilmesini mümkün kıldı.

    ehli sünnet velcemaat geleneğinin/zihniyetinin ürünü osmalıcılıktan ve bunu görünür kılan tasavvuf eksenli bilgi tekelinin de pekala “eichmannist” bir örgütlenmeden farklısını önermediğini ve imparatorluksa tıpkı şu ifadelerinize karşılık geldiğini de teslim etmeliyiz:

    …katliamları ve politikalarını 19.yy emperyalizmine bağlaması doğru fakat eksiktir. Zira emperyalizm, modern sapkınlığın bir türevidir olsa olsa. Eğer o türevin integralini alıp gerçekliğin mahiyetine ulaşmak için bir çaba sarf edilmezse, bugün, İsrail’in yaptıklarına sessiz kalan Batı dünyasını analiz etmekte zorlanırız…

    evet ama batı dışındaki dünyayı analiz etmekte de zorlanırız. hatta filistin’i; çünkü,

    bu açıdan bence filistin sadece filistin değildir…israil de sadece israil değildir. her ikisi de bugünün uç ayrımlarının ifadesidir. birisi bugün vahşetini gizleme gereği duymayan modernliğin en vahşi versiyonu olarak batı uygarlığının sembolü…ötekisi ise tarihteki bütün “öteki”nin ve mazlumun…

    bu yargı bu çıkarsamanız doğru ise şayet; mitolojiden ayakları yere basan bir filistin okumasından hamas’ı ve hamas’tan da islamcılığı azade tutamayız. dolayısıyla ilk [ön]yargılarınızda mahkümlar arasına aldığınız ‘islamcılık’ın üzerinde inşa olduğu zihniyeti de anladığımız şüpheli olur.

    aslında amacım cepheden bir eleştiri yapmak yerine birkaç noktayı gösterip bir köşeli parantez açmak suretiyle, “anlamak” denen şey her ne ise işte onu arayanlara da faydası olması bakımından etyen mahçupyan’ın “türkiye’yi anlamak” ve “batıyı anlamak” kitaplarını önerebilmek için bir vesile saydım yazıyı. çünkü, kanaatimce yazınızın konusu “zihniyet” ve zihniyet analizine giriş dersine ilişkin mahçupyan’ın kitapları çok yol katetmeye vesile olabilir. hoş, ben çok okuyan biri olmadığımdan mahcupyanla ilgili değerlendirmem yani “zihniyet analizine giriş” ifadem iddialı sayılabilir belki ve öyleyse şayet cehaletime verin ve de sevinin memleketin entelektüel düzeyi aşkın bir boyuta varmış demektir…

  10. Yazan:eg Tarih: Oca 4, 2010 | Reply

    sonucu, hamas’a(özellikle intihar eylemlerinin modernliğine!!!) yönelik “şimdilik-örtük” bir eleştiri olarak düşünürseniz herşeyi(islamcılıkta neyi eleştirdiğimi de belki!) yerli yerine oturtabilirsiniz belki!

    bu arada

    “ehli sünnet velcemaat geleneğinin/zihniyetinin ürünü osmalıcılıktan ve bunu görünür kılan tasavvuf eksenli bilgi tekelinin de pekala “eichmannist” bir örgütlenmeden farklısını önermediğini ve imparatorluksa tıpkı şu ifadelerinize karşılık geldiğini de teslim etmeliyiz”

    demişsiniz. modern öncesi katliam tarihleri ve tecrübeleriyle modernliğin arasındaki temel farkı yazdım sanıyordum ama anlamayanlar için daha detaylı yazmak gerekecek sanıyorum. ama şunu söyleyeyim kısaca: modern-öncesi çağlar güllük gülistanlıktı demiyor hiçkimse.sadece katliam ve toplama kampları deneyimlerinde çok derin ayrımlar vardı diyorum. osmanlıdan ve tasavvuftan ise hiç bahsetmedim bile ayrıca herşeyi tasavvufislamcılık kördöğüşü haline çekenlerin tasavvuf ayağına da(bir süre önce o ayaktan birisine de aynısını söyledim) islamcılık ayağına da çok fazla diyecek sözüm kalmadı. zira bu insanların amacı hakikatin peşinde olmak değil, kendi hakikatlerini dayatmak olduğu için benim için çok fazla bir önem arzetmiyorlar(siz de dahil).

  11. Yazan:eg Tarih: Oca 4, 2010 | Reply

    cemile hanım yazı aslında anlatmak istediklerimin roni’nin konuşması bağlamında bir girişi oldu. bu konuyu özellikle modern katliam ve toplama kampları deneyiminin mahiyeti bağlamında (özellikle bauman’ın kitaplarının bu konuda avrupa deneyimi açısından büyük önem taşıdığını düşünüyorum o yüzden onun kitaplarının eleştirel bir incelemesi olan bir uzun yazı yazmak istiyorum. ama burada mı yoksa bir dergide mi yayımlarım şimdilik bilemiyorum. bakalım.)ele almak istiyorum. açıkçası beni bu katliamların ve bugünün dünyasında dünyanın gözü önünde naklen yayınla tekrarlanıyor olması herşeyden fazla düşündüren birşey. bu nasıl mümkün olabildi, nasıl mümkün olabiliyor sorusu, bu noktada hayati bir sorudur diye düşünüyorum. yazdıklarım elbette kendi düşüncelerim ve kendimle çatışmam olacak bir anlamda.zira bu yazılarda hamas’ın mücadelesinin de bir müslüman gözüyle “anlaşılabilir olsa da” ahlaki bir direniş bağlamında düşebileceği uçurumun ön-görülerinin ortaya konulması, filistin direnişinin ahlakîliğini yitirmemesi açısından hayati önemdedir diye düşünyorum(dün katliama uğrayanın bugün katliam yaptığı bir modern dünya burası ve biz müslümanlar bunu neresinden kırabiliriz diye çok ciddi düşünmeliyiz bence)filistin bu açıdan hayati önemde bir şey benim açımdan.

  12. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Oca 4, 2010 | Reply

    yardımcı olayım…

    ben söylediklerinizi analiz etmeye çalışıyorum; siz ise “niyet” imin kategorilerinizden hangisine uygun geldiğini…

    otoriter zihniyet:

    merkeziyetçi yapısını tahkim etmenin erke dönergecini sürekli kuşkuyu diri tutmakla “öteki”lere karşı önlemi almakla ve karşı devrime müsade etmeyecek “kayıtsız şartsız egemenliği” mümkün kılacak gücünü kullanacağı “öteki”siz kalmamaya dikkat ederek ama ille de kendinden menkul ön-ermelerine yaslanarak eleştirilmesi imkansız bir eşitsizliği irrasyonalize etme çabasıdır. dolayısıyla konusu bilinebilir/sorgulanabilir bilgi yerine ‘niyet’in de dahil olduğu gayb/bilinemez-belirsizlik alanıdır.

  13. Yazan:eg Tarih: Oca 4, 2010 | Reply

    bak kardeşim
    bana bir iyilik yapın ve bir daha benim yazılarıma “bulaşmayın” olmaz mı? zira

    1. yakında hazırlamayı düşündüğüm “kusturucu kelimeler sözlüğü”nde ilk kelimelerimden ikisi “analitik ve “analiz” sözcükleridir. “bilim”, “akıl”, “çağdaş” kelimeleri gibi… bu kelimeleri kullanıp, caka satmaya çalışanlardan hiç hazzetmiyorum, özellikle cahil versiyonlarından…
    2. kalpsiz beyinlerden de pek hazzetmiyorum. zira bu tiplerin en “has”, en “nitelikli” versiyonlarının arasında geçti ömrüm ve inanın bana kalpsiz beyin beş para etmiyor ve ben kalpsiz beyni “bilim”, “analitik”, “analiz”, “otoriter” gibi kelimeleri kullanma sıklığı ile belirliyorum daha çok. siz bu tiplerin en “avam” versiyonlarındansınız üstelik. o yüzden hiç çekemeyeceğim kusura bakmayın.
    3. niyet okuma değil, oldukça kötü niyetli ve kindar birisine (bu siz oluyorsunuz) yazdığım bir cevaptır bu. hiç olmazsa niyetinizin kötü olduğunu ve kindar olduğunuzu itiraf edecek kadar dürüst olun da “analiz”, “analitik” gibi kelimelerle benim midemi bulandırmayın olmaz mı?

    son tahlilde lütfen beni yormalarınızla meşgul etmeyin olur mu? gidin sitede size uygun bir dolu yazı var, onlara yorum yapın ama bana bulaşmayın. (bu konuda sizi bir kez daha uyarmıştım. bir süre ortalarda görünmediniz. sanırım web siteniz derindüşünce olmayınca pek “iş yapmıyor” ki tekrar birilerinin üstünden rantiyecilik yapıyorsunuz. herhalde bana bulaşmak prim yapıyor sitenizde..hadi canım başka kapıya.) başka yazılarda sizinle uğraşmaya gönüllü birilerini bulursunuz belki ama bu ben değilim. bana bulaşmayın tamam mı?bir daha da uyarmayacağım. olabilecek en ağır cevabı alırsınız haberiniz olsun. benim kötü niyetli, cahil ve üstelik bunların hiçbirisinin farkına varamayacak kadar kalbi kararmış insanlarla işim yok.

  14. Yazan:toruk Tarih: Oca 5, 2010 | Reply

    Enver Abi,

    Tepkiniz fazla olmuş. Korkuttunuz sevenlerinizi.

    “çoktan ötekileştirmişe, ötekileştirerek vardı” derlerse üzülürüz.

  15. Yazan:eg Tarih: Oca 5, 2010 | Reply

    sevgili toruk kardeşim. yorumunuzda haklısınız. normalde ben böyle tepki vermeyi sevmiyorum. ama bu insanın bu tepkiyi hak ettiğini düşünüyorum. bu yüzden de inanın bana verdiğim tepkiden hiç pişman değilim. (genelde buna benzer ‘sinirli’tepkiler verdiğimde sonradan üzülür, o tepkiyi verdiğim insandan özür dilerim. ama bu defa bu hissiyatta değilim. bu insanın bunu fazlasıyla hakettiğini düşünüyorum.)

  16. Yazan:Denis Ojalvo Tarih: Mar 21, 2010 | Reply

    Degerli Enver Bey,
    Israil ve Felsefe konusunda bilgili bir kişi olduğunuz anlaşılıyor.
    Merak ettiğim bir husus var:
    Bu izlenimlerinizi İsrail’i ziyaret ettikten sonra mı edindiniz?
    Saygılar,
    Denis Ojalvo

  17. Yazan:eg Tarih: Mar 22, 2010 | Reply

    sayın denis ojalvo,
    israil’e hiç gitmedim. kaldı ki bu yazıyı yazabilmek için olayları israil içinden gözlemlemek gerektiğini de sanmıyorum. zira çok güncel olan olaylardan ziyade, bu gün olanların tarihseldüşünsel arka planı ne olabilir acaba diye düşününce sorduğum sorulara kendimce verdiğim cevaplar bunlar.

  18. Yazan:özlem Tarih: Mar 22, 2010 | Reply

    Halil Berktay hoca’nın Davos olayından sonra yazdığı nefis bir yazı vardı. Yazının bir kısmında bundan sonra İsrail’e gitmem, gidersem bu ancak İsrail’i kınamak amacı ile olur diyordu.
    Türkiyeli bir yahudi tanıdığım Gazze günlerinde bize gönül rahatlığı ile gidecek ülke mi bıraktılar demişti.
    Bu da meselenin diğer bir yönü.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin