RSS Feed for This Post

Parçaların bütünlüğü ve tekillik

Bir yanda savaş görüntüleriyle yatıp kalkıyoruz; diğer yanda ise nefret dili gemi azıya almış durumda… Bir yanda gencecik insanlar -asker-sivil- sapır sapır öldürülüyor; diğer yanda barışın ve vicdanın dilini kullananlara karşı da inanılmaz bir nefret saldırısı sürüyor. Üstelik ‘liberal’ nebulanın içinde yer alabilecek olan bazı medya şahsiyetleri bile, genel olarak “açılım” girişimine, özel olarak Taraf gazetesine, Genç Sivillere inanılmaz bir saldırıya geçiyorlar. Mesela, Ceylan ve Serap’ın acısını Türk-Kürt ayrımı yapmadan yaşayan Genç Sivillerin Serap’ın cenazesine gönderdikleri “Ceylan” çelengine “provokasyon” yaftasını yapıştırıveriyorlar. Belli ki, şiddetin “ş”sine bile bulaşmaktan çekinen, her türlü şiddete tepki gösteren Genç Sivillerin vicdanlarıyla yaptıkları eylemler karşısında, bu medya kurum ve şahsiyetleri tahammül edemeyip “artık” harekete geçmişler. Ortalık ırkçı ve tehditçi, şiddet dolu söylemden yıkılırken, bu söylem sahipleri yerine Genç Sivilleri hedef almak kolay ve tehlikesiz gelmiş anlaşılan…

Aslında Genç Sivillerin vermeye çalıştıkları mesaj çok açık. Onlar diyorlar ki, “Ceylan ve Serap arasında fark yok! İkisi de bu toprakların çocukları; ikisinin ölümü de bizim canımızı acıtıyor!” Ve Genç Siviller o iki çocuğu birbirleriyle konuşturuyor… Ama kalpler o kadar çok bölünmüş, gözler kimliklerle bakmaya o kadar çok odaklanmış ki, “provokasyon” diyenler böylesine bir vicdan hareketine karşı bile, o çocukları ancak “Türk çocuğu” ve “Kürt çocuğu” olarak algılayabiliyorlar…

Biz insançocukları, toprağın altındaki o zengin ‘humus’ tabakasından beslenen bitkiler gibi, kokladığımız havada, kültürel birikimde hayat buluyoruz ve -ağaçlar ve çiçekler gibi- doğulu, batılı, Kürt, Türk, kadın, erkek, Sünni, Alevi, Hıristiyan ya da Musevi vb. oluyoruz. Sayısız derecede etkileşimin gerçekleştiği insana dair bir humusun içinden neşet eden bir ‘konum’da, bir ‘bağlam’da bir şeyler ‘oluyoruz’.

Bu ‘olma’ hali, sadece bizim kendi kendimize yaptığımız bir şey değil; ‘biz’ ve ‘başkaları’ birlikte birbirimizin sıfatlarını inşa ediyoruz; birer kelimeyle biz ve ötekileri karşıtlık içinde tanımlıyoruz.

Belki de bu yüzden bizim memlekette “memleket nere hemşerim?” sorusu bu kadar yaygın bir şekilde varlığını sürdürüyor ve neredeyse her yeni karşılaşma besmele çeker gibi bu soruyla başlıyor. Yani ‘Türk milleti’ne ait olmanın yetmediği bir ruh hali içinde bir anlamda ötekini konumlandırma çabası… Tabii ki, bu soru bir yandan gayet halisane bir muhabbet çabasının ürünü; ama aynı zamanda, “içinden mi, köyünden mi?” gibi ilave soruların gelmesi, muhatap olunan insanın ne kadar ‘garantili’ birisi olduğuna karar verilebilmesini de sağlıyor.

Ya da çok daha farklı bir örnek… Kerhanede çalışan kadın sadece apış arasından müteşekkil, sadece apış arasıyla tanımlanabilecek bir insan değil. O, Türk, Kürt, Fransız, Çerkez, Erzurumlu, İzmirli, Trabzonlu olabilir. Ancak oraya giden erkekler ya da daha geniş anlamıyla sosyal, kültürel ve ataerkil çevre tarafından tek bir boyuta -bedeniyle yaptığı işe- sıkıştırılmış bir insan. Halbuki o kadının o mesleğe gelinceye kadar yaşadığı hayat ve tecrübeler, izlediği güzergah, çocuğunu yaşatmak, evini döndürmek için verdiği çabanın ağırlığı asla tek bir boyuta sıkıştırılamayacak kadar koskoca bir dünya ve zengin bir hafıza taşıyor.

Aslında öncelikle, hepimiz humustakine benzer biçimde sayısız etkileşimlerden, birikimlerden beslendiğimiz için ‘aynı’yız ya da aynı ‘bütün’ün parçasıyız. Ama tam da bu topraktan, havadan, kültürden, sosyalliklerden aynı şekilde, aynı dozlarda beslenemediğimiz için farklıyız. Yani bizim tek tek insanlar olarak bileşimimiz ‘tekil’; her birimiz ‘tekiliz’.

İşte esas soru da burada ortaya çıkıyor: bu tekilliğin içinde beni ben yapan sayısız parçalardan sadece birinin beni tanımlamasına izin verecek miyim? Ya da sadece bu bileşenle tanımlanmak beni tatmin edecek mi? Ya da soruyu kendimize sormayıp, başkasına yöneltelim: ben başkasını tek bir kelimeyle tanımlama hakkına sahip miyim? Ve devam edelim: ben kendimde veya başkasında tek bir özelliğimin yok sayılmasına ya da aşağılanmasına izin verebilir miyim? Başkasına bunu yapma hakkım var mı? Böyle bir hak yok, çünkü bizi biz yapan hasletlerden birini makasladığımız zaman korkunç bir yoksunluk ve eksiklik duygusu yaşıyoruz. Bu yüzden bizim tekilliğimiz aynı zamanda bir ‘bütünlük’.

Tek başımıza, hele tek bir sıfatla, tek bir bileşenimizle (Türk, Kürt ya da başka bir şey) aslında hiçbir halt değiliz. Ancak başkalarıyla beraber bir anlamımız var… Bütünlük içinde (yani humusla birlikte, başkasında da olan özelliklerimle) ve tekilliğimizle (yani bir çiçek ya da ağaç olarak) anlamlıyız…

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:halil baygür Tarih: Ara 30, 2009 | Reply

    80 li yıllardan önce solculukla övünürdük ve gurur duyardık ancak şimdi şimdi anlaşılıyor ki solculuğun içinde yavaş yavaş bölücülük tohumlarıda atılıyormuş biji kawa diye çok dergi sattık ancak bu insanların gerçek yüzünü şimdi şimdi anlıyoruz sizler gibi yandaş medyada bu olaylara çanak tutuyor taraf gazeteside sizin gibi bölücü asker karalama kampanyası güdüyor savaş olaki savaş çıksa bizi ve vatanımızı kim koruyacak hatta bölücüler düşmanımıza çanak bile tutacak yapmayın böyle medya olmaz yanlış yoldasınız yazıklar olsun sizve sizin gibi düşünenlere….

  3. Yazan:Cengiz Tarih: Ara 31, 2009 | Reply

    Halil Bey,

    şimdi şimdi anlaşılıyor ki solculuğun içinde yavaş yavaş bölücülük tohumlarıda atılıyormuş

    Başından sonuna ayrımcılığı ve bölücülüğü kınayan bir yazının yazarında bölücülük bulduğunuza göre bambaşka bir bölücülükten bahsediyor olsanız gerek.

    Biraz daha somut hale getirseniz sizin tarifinizde kimin bölücü olup olmadığını belki saptayabiliriz.

    taraf gazeteside sizin gibi bölücü asker karalama kampanyası güdüyor

    Eleştiri karalama ise şimdi siz de siteyi ve tarafı karalıyor musunuz?

    Türkiye’de ‘asker’i size göre sürekli eleştiren ama ‘karalamayan’ bir gazete, site vb. var mı?

    Varsa öğrenebilir miyiz hangisi?

    savaş olaki savaş çıksa bizi ve vatanımızı kim koruyacak

    Ben koruyacağım Halil Bey.

    Üstelik sanırım siz de koruyacaksınız.

    Ve diğer vatandaşlarımız koruyacak.

    Bu ülkede herkes asker merak etmeyin.

    Burada ve benzeri yerlerde eleştirilen şeyin askerlik olmadığını pekala siz de biliyorsunuz.

    “Asker üstündür” tabusu yıkılacak, başka yolu yok.

    “Kimse üstün değildir” anlayışı geçecek bunun yerine.

    Bunun olması için de asker-sivil çalışacağız.

    Eğiteceğiz birbirimizi.

    Askerliğimizle değil, bilgimizle övüneceğiz.

    Sürekli kendine düşman arayan bir milliyetçilik yerine ülke kalkınmasına güç veren bir milliyetçilik yerleşecek.

    Umut var en azından.

    Övünmekle kalkınamayız ama kalkınarak övünebiliriz.

    Yani,

    “Türk, öğün, çalış, güven” yerine

    “Türk, güven, çalış, övün” diyebiliriz.

    Böylesi daha akıllıca olsa gerek.

  4. Yazan:ferhat BİLGİN Tarih: Ara 31, 2009 | Reply

    Peki ya sonra?

    Haklı olarak ülkemizde akan kanı durdurmak barış ve kardeşlik yanlısı herkesin ilk dileği.Yapılan her tartışma ve gösterilen her yol bu amaca yönelik.Benim dile getirmek istediğim konu sanırım daha çarpıçı olacak en azından benim adıma öyle.
    Yaşanan silahlı ve siyasi çatışma ortamının sonlandığını düşünelim, ortak bir payda da ve kalıcı olarak bir barışın sağlandığını düşünelim bu barış ne kadar uzun bir dönemi kapsayacak? Bugun en büyük heyecanları polise taş ve molotof atmak olan kürt çocukları kendilerinde yarattıkları veya yaratıldığı psikoloji onları ne kadar barışçıl birer fert haline getirecek? dağlardan inecek olan kürt gençleri sizce gereçkten barışın zaferi ile mi yoksa kendi kanlı ve silahlı mücadelelerinin zaferi ile mi indiklerini düşünecekler? DTP (…BTP) Siyaseti yıllardır kürt sorunu üzerine politika üretmeyi terkedip tüm ülke genelini ilgilendiren sorunlarla ne kadar alakalı yada başarılı yada inandırıcı olacaklar? binlerce şehit yakını Türk genci bu ülkenin geleceğinde ne kadar barışçıl düşüncelelerle var olacaklar? avrupada ekonomiden, siyasetten, medya ya kadar bir çok alanda ciddi bir güç ve örgütlenme kazanan kürtler kendi barış dönüşümlerini ne ölçüde sağlayacaklar? 25 yıldır var olan çatışma ve onun içinde büyüyen türk ve kürt nesli kardeşliklerini kucaklaşmalarını ne kadar sıkı sağlayabilecekler? kısaca her iki tarafın kendi kuyuruğunda hissedeceği bir acının şiddeti ne denli olacak?
    Mutlaka toplum psikolojısi uzmanların cevaplarına muhtaç fakak bir gerçek var ki; eğer pkk veya devlet barışı kendi siyasi yada askeri zaferlerine cevirme çabasına giderse ülkenin gideceği nokta ve kat edeceği yol çok çetin olacaktır!

  5. Yazan:Halil Kara (Danimarka) Tarih: Ara 31, 2009 | Reply

    Adasim Halil Baygür`un yorumunu okuyunca aklima Afrikalilarin “filler keyiflerince tepinirken, kavga ederken, olan cimlere olur” diye bir atasözü geldi.
    Bu sözü Türkiye`nin halklarina genelleme yapabilirmiyim bilemiyorum, ama Alevilerin onlarca yildir, “Aleviler katliami hak ettiler” diyen CHP ye destek vermelerine, Türk halkinin “ha bölündük ha bölünüyoruz” paranoyasina baktigimda, Kürt halkinin hala “demokratik ve hukuk devletiyiz” deyislerine baktigimda, durum hicde ic acici degil gibi.
    Ben genede iyimserligimi korumaya calisiyorum.
    Saygilarimla…

  6. Yazan:Uğur Tarih: Ara 31, 2009 | Reply

    milliyet kavramının yok olduğu, milliyetçiliğin, yani toplumların son afyonunun, artık esamesinin okunmadığı bir ülke istiyoruz ve bunun için çabalıyoruz elbet. bu yazı da bu açıdan bakıldığında çok güzel ve anlamlı.

    her neyse yazarın benim övgü ve methiyelerime ihtiyacı yok aslında. o yüzden yorumumum asıl amacına döneyim.

    siteyi 6 – 7 aydır okuyucu olarak takip ediyorum, yeni yeni de yorumcu olarak katkı sağlamaya başladım kendi çapımda ve okuduğum onlarca “liberal” yazıdan ve tartışmadan şunu farkettim ki; vicdan kelimesi iki taraf içinde büyük önem taşıyor.

    vicdan sol zihniyetin olmazsa olmazlarındanken, liberal anlayışta ise vicdan yeni bulunmuş bir kavram, bir özellik gibi davranılıyor.

  7. Yazan:ahmet medeni Tarih: Ara 31, 2009 | Reply

    Cengiz Bey v.b arkadaşların sabrına, sakin sakin ve uzuuunnca anlatımlarına hayranım.Azcık akıllıca ve bilinçle düşünen, yazan ve hareket eden herkesi”Bölücü..” diye damgalayanlara karşı, bu kadar soğukkanlı izahat yapanlara bence madalya vermek lazım..Helal olsun, Size. Meşhur paylaşım sitesine baktım az önce, bi ton hakaret; Başbakan’a!! Buna bilerek çanat tuttuklarını sanıyorum, Ben.Elim-ayağım titredi, canım sıkıldı(Ki, aynı hakaretler 2B’lere de yapılsa, üzülürndüm).Linkini kaydettim, bsuradan vermek dahi istemiyorum..Ancak, Ankara’da dönen dolapları, bu kadarcık net bilgisiyle bile anlayabiliyoruz.Ferhat Kentel v.b düşünürleri sevmeye, okumaya devam, yola devam, aşka devam..Ek,”http://www.sivildusunce.com/Makaleler.aspx?id=3237&author=13″ dostumuz A.Hamdi yazmış.

  8. Yazan:erhan kanışlı Tarih: Oca 1, 2010 | Reply

    “İşte esas soru da burada ortaya çıkıyor: bu tekilliğin içinde beni ben yapan sayısız parçalardan sadece birinin beni tanımlamasına izin verecek miyim? Ya da sadece bu bileşenle tanımlanmak beni tatmin edecek mi? Ya da soruyu kendimize sormayıp, başkasına yöneltelim: ben başkasını tek bir kelimeyle tanımlama hakkına sahip miyim? Ve devam edelim: ben kendimde veya başkasında tek bir özelliğimin yok sayılmasına ya da aşağılanmasına izin verebilir miyim? Başkasına bunu yapma hakkım var mı? Böyle bir hak yok, çünkü bizi biz yapan hasletlerden birini makasladığımız zaman korkunç bir yoksunluk ve eksiklik duygusu yaşıyoruz. Bu yüzden bizim tekilliğimiz aynı zamanda bir ‘bütünlük’.”

    Amiyâne tabirle, “cuk” denir ya, aynen öyle biçimlenmiş bu bölüm. biraz eski bir yazı galiba (bir ayı geçmez) ama tekrar önümde görmek mutlu etti. olayların, somutların ve ayrıntıların içine gömülmeden anlatmış derdini. genelleştirmenin tehlikesine rağmen, parçaların hepsini layıkıyla kapsamayan fakat ilk bakışta “hah budur” denilen çıkarımlarla eksik kalan bir yazı yazmamış Ferhat Kentel, üstten bakmanın, üstten bakışın oluşturduğu önermelerin riskini almış ve parçaların iyi analizinin bütüne yansıyan gerçekliğini göstermiş. ne denir ki, “cuk”

  9. Yazan:theRoy Tarih: Oca 2, 2010 | Reply

    Sevgili halil baygür kardeşimin bu yazıya yapmış olduğu yorumu okuyunca kendi özgün fikirlerinin ve bilgilerinin yoksunluğunun altında bir insan nasıl bukadar ezilebilir diyecektim ki cengiz bey kardeşim beni birazcık ta olsa sevindirdi..bu yorumun üzerine birşeyler yazmak istiyordum çünki bir insanın bu kadar kafatasçı bir hale ve ordan burdan duyduğu birkaç klişe söze bürünmüş olması beni biraz sinirlendirdi ve güldürdü teşekkürler cengiz bey…eğitim şart 🙂

  10. Yazan:halil baygür Tarih: Şub 11, 2010 | Reply

    fikrinize saygı duyuyorum…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin