RSS Feed for This Post

Küreselleşme Korkusu 3

Birinci Bölüm

İkinci Bölüm

  Bu yazıyı okuyacak kıymetli dostlarımdan ricam “liberal” etiketi altında en saf haliyle ortak makul kabullerde hem fikir olduğumuzu unutmamaları.  Ancak bana göre kabuğu kırmanın zamanı gelmiştir.  Bu kabuk nedir derseniz içselleşen “kutsal piyasa” söyleminin, her karşı argümanın ya da uluslar arası düzeyde her problemin çözümü olacağı sanrısı.  Bunu sürekli tekrar ederek kendimizi uyuşturuyor ve kafamızı kaldıramadığımız rakamlarla en çok da “liberal” felsefeye zarar veriyoruz.  Unutulmamalı ki, “Liberalizm her şeyden önce bir ahlak felsefesidir”.  İdeolojiden bağımsız düşünebildiğimiz ölçü de bu ahlak felsefesini kavrayabilir ve yarım binanın üzerine bu toprağın mayasının çalındığı  yeni yapıtaşları koyabiliriz.  Evrensel değerlere bu yolla yapacağımız katkı hiç şüphesiz, değerleri ilerletecek ve daha fazla bize ait hissedebileceğimiz, daha fazla sahip çıkabileceğimiz bir ahlak felsefesi oluşmasını sağlayacaktır. 

     Dostlukla…      
 
 

Sermayenin, ucuz üretim faktörleri, düşük vergiler, “deregülasyon” olan yerlere gitmesi, finansal küreselleşmenin arzu edilen bir sonucudur.  Artık sermaye, özelleştirme, finansal serbesti, en sınırlı sosyal uygulamalar neredeyse oraya akarken, sosyal demokrat yaklaşımların bile bu blokta yeri olmayacaktır. 

Bizim açımızdan “sevindirici” kabul edilebilecek bu gelişme sosyal demokrat yaklaşımlara alternatif olarak öne sürdüğümüz, piyasa serbestisinden doğan “doğal” zenginleşme ile desteklenmelidir. 

 Bu bakımdan deregülasyon sınırların olmadığı liberal bir dünyanın baskın stratejisidir. Devletler daha düşük vergi oranları, daha ucuz üretim faktörleri ve daha kısıtlı sosyal olanaklarla sermayeyi ülkelerine çekmek için rekabet edecekler, bunun doğal bir sonucu olarak   -diğer faktörler sabit tutulduğunda- en rekabetçi devlet en hızlı şekilde zenginleşecektir. 

Sınırlı  evrende baskın bir stratejinin varoluşu karar kuramına göre bir benzeşmeyi de beraberinde getirecektir. 

     Küreselleşme için bu karar modellerinin incelenmesinde “benzeşme teorisi”  ortaya atılmıştır. Bu teori şu şekildedir; 
 
 
 

     1-)Bütün  ülkeler sermayeyi kendilerine çekmek için benzer sermaye dostu politikalar güdecekler ve yerel politikalar arasındaki farklar ve demokrasiler etkisişleşecektir. 

     2-)Politikaların benzeşmesi sonucunda ülkelerin refahları büyümeleri ve yatırımları da benzeşecek ve doğru sermaye dostu politikalar uygulayan fakir ülkeler, sermaye akımlarından aslan payı alacaklar ve hızla ekonomik büyüme yoluyla zenginleşeceklerdir 

     3-)Son olarak da doğal ya da yapısal nedenlerden örneğin: Ulaşım yetersizliği, kaliteli iş gücüne sahip olmamaları, lokasyon dezavantajları ve bazı nedenlerden dolayı dezavantajlı ülkeler riskin yüksek olması nedeniyle sermayeyi çekmekte başarısız olacaklardır.1

      

     İkinci argümandan yola çıkarak bunun pratikte her zaman böyle olmadığını söylemek bile entegrasyonun etkin rollerini paylaşan (imf, dünya bankası gibi) örgütlerin başarısına iyimser bir yaklaşım olacaktır.  
 

     Piyasa bir süreçtir.Talan olabilir:

     NAFTA nın yürürlüğe girmesinin hemen ardından (1 ocak 1994)herkesin bildiği gibi aynı gün chiapas bölgesinde zapatista ayaklanması başladı ve Kurumsal Devrimci Parti’nin (PRI) başkan adayı Colosio bir suikast sonucu öldürüldü. Ağustos 1994’te, Yale Üniversitesi mezunu ekonomist Ernesto Zedillo başkanlık seçimini kazandı. Eylül 1994’de PRI Genel Sekreteri Ruiz Massieu da bir suikaste kurban gitti. Aralık 1994’de, Zedillo’nun görevi devralmasını izleyen günlerde pezo değer yitirmeye başladı ve finansal kriz patladı. 3 Şimdi Meksika, ABD destekli bir kurtarma operasyonunun ardından, bilinen IMF patentli kemer sıkma politikaları izliyor ve faturayı da bilindiği gibi halk ödüyor. Bu senaryo ilginç bir biçimde bize tanıdık gelmeli.

     Meksika için piyasa başarısızlığı kabul edilebilir mi? Özellikle hızlı bir liberalizasyon sürecinden geçen ve iktisatın pozitif normlarına göre piyasa başarısı için gerekli olan hammadde, lokasyon, işgücü gibi olumlu faktörlere rağmen başarısız olan piyasalar liberal görüş çerçevesinde nasıl açıklanacaktır? 

      Meksika’nın  NAFTA bölgesel entegrasyonunun ardından yaşadığı bu krizin tümüyle yerel olup uluslar arası konjonktürden bağımsız gerçekleştiğini de belirtelim. 

      “Meksika, yüksek faiz oranları, vergi cennetleri, sözde politik ve döviz kuru istikrarı peşinde tüm dünyada akıp duran aşırı  miktarda, çok oynak ve spekülatif sermaye kitlesinin nelere neden olabileceğinin yaşayan örneğidir. Bu sermaye, tüm ülkeleri mevcut sermaye birikiminden de edip arkasında derin bir tahribat bırakarak çeker gider“.2 

        Bu konuşma Meksika’nın 1982 dış borç krizinin hemen ardından dönemin başkanı Lopez Portillo tarafından Birleşmiş milletler genel kuruluna hitaben söyleniyordu. 

     Amerikan Kongresi’nin onayından sonra 1 Ocak 1994’te yürürlüğe giren NAFTA’nın, önce isminin biraz yanıltıcı  olduğunu vurgulamakta yarar olabilir. Çünkü anlaşmanın asıl etkisi serbest ticaret alanında değil, yabancı sermaye yatırımları ve sermaye mobilitesi üzerinde görülüyor.4

     Sermaye hareketlerini IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası mali” kuruluşların da telkiniyle liberalleştiren, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsi böyle bir krizle karşılaşmışlardı. Hele Latin Amerika’da ’70’li yıllarda Arjantin, Şili ve Uruguay’ın hızlı dışa açılmaları sonucu yaşanan acı deneyin belleklerde canlı olması gerekirdi.

     Serbest piyasanın sağlıklı işlemesi için belirli kurumlara ihtiyaç vardır. Bizde de rahmetli Özal’ın beklide en büyük hatasıdır. Bu kurumsal alt-yapı oluşmadan gerçekleştirilen reformlar özellikle ödemeler dengesi açısından ülke için felaketle sonuçlanabilir. Küresel ölçekte yönetilen bir liberalizasyon uluslar arası  kurumların oldukça etkin bir biçimde çalışmasını zorunlu kılıyor.

     Peki normatif kaygılarla sürece baktığımızda bu günün ışıldayan ekonomileri “Asya kaplanları” daha az mı çile çekiyorlar?

     Piyasa bir süreçtir. İnsanlar açlıktan ölebilir: 

     JAKARTA -“Ona ne yaptığını sor – etikette ne yazıyor, etiket ne biliyor musun? Dedim elimi arkama uzatıp gömleğimin yakasını çevirirken.  Endonezyalı bu işçiler artık benim gibi insanlara alışmışlardı:  Nike, the Gap ve Liz Claiborne gibi çok uluslu şirketler için kesip diktikleri ve yapıştırdıkları fabrikalardaki kötü çalışma koşulları hakkında sorular soran yabancılar.  Fakat bu dikişçi kadınlar evde, asansörde karşılaştığım yaşlı konfeksiyon işçilerine hiç benzemiyorlar.  Buradakilerin hepsi genç,  bazıları onbeş yaşında;  çok azı yirmi bir yaşın üzerinde.  1997 Ağustosunun bu gününde, söz konusu olan kötü çalışma koşulları Jakartanın dışında Kawasan Berikat Nusantar sanayi bölgesindeki Kaho Indah Citra konfeksiyon fabrikasında greve neden oldu.  Günlük 2$ karşılığı para kazanan Kaho işçileri için sorun, uzun fazla mesai çalışmalarına zorlanmaları ve bu emeklerinin karşılığında yasal oranda ödeme yapılmamasıydı.  Üç günlük bir iş bırakma eyleminden sonra yönetim, iş kanununun olabildiğince esnek olduğu bölgede çok tipik olarak uygulanan bir uzlaşma yolu önerdi:  Fazla mesai artık zorunlu olmayacaktı ancak bedel yasadışı olarak düşük kalacaktı. 2000 işçi dikiş makinelerinin başına döndü ;yönetim tarafından grevin ardındaki sorunun başı oldukları düşünülen 101 genç kadın hariç. Bu kadınlardan biri bana “Şu ana kadar durumumuz kesinleşmedi” dedi, umutsuzlukla dolup taşarak ve yardım alabilecek bir yerden yoksun5.  

     1991 Tayland krizini hatırlayanlar Endonezya, Malezya gibi çevre ülkelerin dünya ekonomisinde ne kadar ciddi bir rol oynadığını biliyorlar. Tayland parası üzerinden gerçekleştirilen geniş ölçekli bir spekülasyon çevre ülkelere sıçramış ve çok uluslu şirketlerin büyük ölçüde üretim tesislerinin bulunduğu Endonezya, Malezya gibi ekonomileri sallamıştı. Bütün dünyanın krize sürüklenmesinde bu ikinci dalga anahtar rol oynuyordu çünkü bu coğrafya yeni dünyanın üretim merkeziydi ve burada ki bir daralmanın tüm dünyada ki hammadde fiyatlarını etkileyebileceğini de bu şekilde tecrübe etmiştik. 

     Ödemeler dengesi hammaddeye bağlı olan Rusya gibi daha büyük ekonomilerin çöküşü de bu sayede gerçekleşmişti. 

     Dünyaya entegre olmuş bu ekonomilerin çalışma şartlarının ve ekonomik koşullarının iyileştirilmesi düşüncesi bir arpa boyu kadar yol alınmamış olsa da 20 yıldır sürüyor. Piyasanın bir süreç olduğunu hepimiz biliyoruz ancak dile kolay bir jenerasyon bu Logo ağırlığı altında ezildi. Peki dünyayı birbirine bağlayan kutsal bir ödev için mi? Hayır. Sadece subjektif faydası “yaşam tarzı” olarak addedilebilecek lüks bir ürünün üretimi için. Peki bunu tüketebilecekler mi? Yine hayır. Bu ürünler hiçbirşey üretmeyen firmalar tarafından satın alınıp üzerine Tommy Hilfiger imzası atıldıktan sonra seçkin batılılara satılacaklar. 

     .”Tommy Hilfiger , kıyafet üretme işiyle ,imzasını atmakla olduğundan daha az meşgul.Şirket tamamen lisans anlaşmalarıyla işliyor;Hilfiger tüm ürünlerini başka şirketlerden oluşan bir gruba yaptırıyor:Jockey International ,Hilfiger iç çamaşırları yapıyor;Pepe Jeans London ,Hilfiger kotları üretiyor;Oxford Industries Tommy gömlekleri yapıyor ;Stride Rite Corporation da ayakkabılarını yapıyor.Peki Tommy Hilfiger ne mi üretiyor?Hiçbir şey .6 

     Bir ideoloji olarak tüketim burada kendisini gösteriyor ve tüketicinin saptırılan karar mekanizmaları bu suça hepimizi ortak ediyor.Diesel’ın sahibi Renzo Rosso bu korkunç gerçeği bir “marketing detayı” olarak Paper dergisine şöyle özetlemişti:  

     Biz bir ürün satmıyoruz biz bir yaşam stili satıyoruz.  Bir hareket yarattığımızı düşünüyorum …Diesel kavramı her şeydir.  Yaşama biçimidir, giyinme biçimidir bir şeyi yapma biçimidir.7 

      Bireysel algı çerçevesinde sürdürülebilecek bu tartışma buzdağının görünen kısmı peki evrensel değerleri özümseyememiş kitlelere ancak evrensel değerlerle kontrol edilebilecek teknolojileri sunduğumuzda bunun olumsuz sonuçlarını serbest piyasadan ve küreselleşmeden bağımsız kabul edebilir miyiz?  

Piyasa bir süreçtir. Kız çocukları gömülebilir: 

      Erkek çocuk tercihlerinin Güney Doğu Asya kültürlerinde olduğu gibi kız çocuklarının gömülmesi anlamına gelebileceği gerçeği eminim hepimizi dehşete düşürüyor.  Peki bunu yapmak isteyen insana küreği uzatır mıydınız? Diye sorduğumuzda yürekten bir hayır diyoruz.  Ancak DNA WorldWide ve Nimbles Diagnostics gibi Amerikan firmaları demiyor. Hatta bu küreği satıyorlar.8 

     Çin’de günümüzde 100 kıza 117 erkek bebek tekabül ediyor.9 Çoğu zaman erkek çocuk sahibi olmak isteyen aileler yukarıda adı geçen firmalara başvurarak bebeğin cinsiyetini 3-5 günde %99.999 kesinlikle belirleyebiliyorlar. Sonu kürtajla bitecek olan bu enformasyon akışı bir piyasa problemi değil elbette. Ancak günümüz koşullarının bu korkunç kabul edilebilecek uygulaması finansal liberalizasyonun bir sonucu. 

Piyasa bir süreçtir.İnsanlar böbreklerini satabilir: 

     Dünya Sağlık Örgütü`nün verilerine göre 2005 yılında dünya genelinde 66 bin böbrek nakli yapıldı ancak böbreğe ihtiyaç  duyan hasta sayısı bunun yaklaşık 10 katı. Organ arzı ile talebi arasındaki bu ciddi fark, yasadışı organ ticaretini tetikliyor. Bundan daha kötüsü Filipinler gibi bazı ülkelerde denetlenmesi olanaksız hale gelen bu süreç yasallaşmış.  

     Bu eylemin yapılışından ziyade ne için yapıldığı daha büyük önem arz ediyor.  Bir insanın hayatını kurtarmak için insanlar kendi rızalarıyla organ bağışı yapmıyorlar.  Filipinlerin varoşlarında yaşayan bir aile reisi bir taksi alıp geçimini sağlamak için “zorunlu” olarak organ bağışında bulunuyor. 

Daha çok daha çok daha çok reklam: 

     Marka olgusunun ilk sekteye uğradığı “Marlboro cuması” krizinden bu yana işletmeler markanın değerini daha net olarak keşfettiler ve bunun için gerekli olan harcamaları yapmaya başladılar. 

     Özellikle “marka” kavramı için durgunluk kabul edilebilecek 1989 döneminden başlayarak bu işe para yatıran işletmeler kazançlı çıktılar. 
 
 
 

     (Rakamlar milyon dolar cinsinden.)10

  1989 1990 1991 1992
NIKE 100$ 175$ 225$ 230$
REEBOK 45$ 75$ 130$” 140$

      

      Nike ve Reebok firmalarının kriz dönemi harcamalarını görebileceğimiz bu tabloda şirket fonlarının büyük bir kısmının pazarlama faaliyetine harcandığı iddia edilebilir. Bu tablodaki rakamlar yalnız “tutundurma” faaliyetlerinden reklamları kapsamaktadır. 

      İmajın özsermayeye direk etkisinin keşfedilmesi klasik iktisat için yeni ve çok büyük bir problemi de beraberinde getirdi. Faydanın subjektif olarak ölçüldüğü bir piyasada arz-talep fonksiyonu ve buna bağlı olarak denge fiyatı için artık iki nokta saptanabilir. 

      Birincisi klasik iktisatın bildiğimiz arz-talep fonksiyonunda denge fiyatı toplam taleple toplam arzın kesiştiği noktada “olması gereken yerde” oluşması halidir. Bütün piyasa kuramı buradan başlayarak örülür, serbest piyasanın herkesin lehine olan görünmeyen eli burada devrededir ve sağlıklı olarak çalışmaktadır. 

      Ancak tutundurma faaliyetleriyle ürüne yüklenen ek fayda, ek bir maliyeti de beraberinde getirir burada aynı ürün iki şekilde algılanır ve iki ayrı denge fiyatı bulabilir. “Marka” algılanan ürüne daha yüksek ücreti ödemeyi kabul eden tüketici farkında olmadan firma davranışını da bu yönde tetikler. 

      Bu belirli fiyat aralıklarında normal bir malın Veblen eğilimler göstermesine neden olur. Bunu tespit eden firmalar doğal olarak bütçelerinin daha büyük bir kısmını pazarlama faaliyetine harcarlar. 

Bu savı destekler nitelikteki en önemli istatistik 1998 Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma raporudur bu rapora göre “küresel reklam harcamalarındaki büyüme dünya ekonomisindeki büyümeden 1/3 daha fazladır.” 11 

     Bu pratik olarak şu anlama geliyor. Bir firma yeni üretim teknolojilerine ya da çalışanlarına harcayabileceği bir büteçeyi tüketicinin “homoeconomicus” rasyonel davranış biçimini saptırmanın bir aracı olarak kullanmayı tercih ediyor ve doğal olarak edecektir.

     Biraz daha açarsak tüketici “Marka ideolojisini” öz ürünün reel faydasına tercih ettiği noktada Jakarta’da günde 2$’a çalışan işçilerin daha az maaş almasını ya da dünyanın bu sebepten ötürü şu an sahip olmadığı ancak olabileceği üretim teknolojilerinden mahrum olmasını sağlar.

     Yani tüketici farkında olmadan “Audi” marka arabayı uçan arabaya tercih etmektedir. Dünyanın çok daha iyi üretim teknolojilerinden yoksun bırakılması korkunç bir piyasa başarısızlığı  olarak addedilebilir.

     Mal ve ürün çeşitlerini anormal derecede fazla oluşturup fiyatlandırarak ve tutundurma faaliyetlerine yüksek bütçeler ayırarak tüketicinin davranışını saptırmaya yönelik “Kaos pazarlama” gibi sistemlerde şüphesiz ki serbest piyasanın işleyişini tehdit eden ancak piyasa kuralları gereği piyasada uygulanabilir sistemlerdir.  

      Bu bireysel hak ve özgürlüklere de yapılan bir saldırıdır aynı  zamanda. Bir ekonomistin entelektüel birikimine sahip olmasını beklemeyeceğimiz tüketicinin mahrum kaldığı üretim teknolojilerinden onu kim haberdar edecektir? Ya da  benim gibi bunu talep edenlerin bir şansı var mı? İnanıyorum ki bir anket yapsak insanların büyük bir kısmı daha sıcak tutan bir kazağı ya da daha sağlıklı bir besini daha fazla reklama tercih edecektir. Peki durum böyleyken yaptığımız seçimlerle neden sürekli firmaların marketing bütçelerini şişirmek zorunda kalıyoruz? 

      Bu ve bunun gibi pek çok problem “sistemin ürettiği” ancak sisteme olan sonsuz görevden çözülmesi için adım atılmayan sorunlardır. 

      ÇÖZÜM:  

     Çözüm yeni dünya da insanın hak ve özgürlüklerinin tanımlandığı gibi “insana, insan olmanın ödevlerinin tanımlanmasıdır”.  

      Her bireyin yaşama hakkı olduğu gibi, her bireyinde yaşamı  koruma ödevi olmalıdır. Her bireyin hukuk karşısında eşit muamele görme hakkı olduğu gibi, her bireyinde başkalarının hukukunu gözetme ödevi olmalıdır. 

      Kolektivist bir refleks olarak algılanabilecek bu yaklaşım uluslar arası  örgütlerin etkinliğini artırabilir ve belirli bir zümrenin kokteyl partisinden gerçekten sorun çözen ve tüm dünya insanlarını ve bunların ortak değerlerini koruyabilen bir anlayışa götürebilir. 

      Birbirimizin ne yaptığını umursayamayacağımız bir dünyayı artık  çok geride bıraktık. Okyanusun ötesinde adamın biri üretim yaptığı  için benim topraklarımın çölleştiği bir dünya da yaşarken hiç kimse kendi egemenlik alanını, iç işlerini dokunulmaz zannetmesin çünkü artık biz bir kişiyiz kardeşim. 
 

Kaynakça

1 Çok uluslu şirket beklentileri adlı  bir makaleden prof.dr.Muammer Doğan 

2 R.N. Taylor, Hot Money, Unwin Paperbacks London 1988, s. 60.  

3 Wiser, James  Political Philosophy: A History of the Search for Order 

4 The Global Reader: and Introduction to the Globalisation Debate, Polity Press,

London, 2000 

5 Naomi Klein No Logo s:17 

6 Naomi Klein No Logo s:47 

7 Naomi Klein No Logo s:44 

8 Mehmet Yılmaz “Kadınsız bir dünyaya doğru” http://www.derindusunce.org/2008/03/07/kadinsiz-bir-dunyaya-dogru/  

9 Mehmet Yılmaz “Kadınsız bir dünyaya doğru”http://www.derindusunce.org/2008/03/07/kadinsiz-bir-dunyaya-dogru/ 

10 Naomi Klein No Logo s:53  

11 Joel Bergsman, “Income Distribution and Poverty in Mexico”, World Banc, 1980. Income.

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:Ahmet Cem Özen Tarih: Ara 27, 2009 | Reply

    Nefis bi final. gerçekten çok ufuk açıcı olmuş.

  3. Yazan:Sevket Tarih: Ara 28, 2009 | Reply

    Eskiden cahiliye araplari kiz cocuklarini dogduktan sonra gomerdi. Simdi 5 gun icinde cinsiyeti belirlenebildigi icin adina gommek demissiniz. Yarin suni dollenme ile anne-babalar cocugun cinsiyetini secmeye baslayinca adina gommek diyeceksiniz. Hatta suni dollenme ile saglikli spermi sectikleri zaman, sagliksiz ve koturum spermin dogurabilecegi sakat cocugu gomduler diye sikayet edeceksiniz. Bu konunun globallesme vs ile ilgisi yok. Sosyal nedenlerle (Cin devleti sadece 1 cocuga izin veriyor, ya da maddi olarak kefil oluyor) insanlar secim yapmak zorunda kaliyorsa, kadini ikinci sinifa iten zihniyet utansin.

    >> Okyanusun ötesinde adamın biri üretim yaptığı için benim topraklarımın çölleştiği bir dünya…

    Bir de su kuresel isinma lafini kuresel isinmacilar bile birakti, iklim degisimi diye yeni bir laf uydurdular. Siz de birakin su anti-karbon dinini. O kuresel isinmacilar baski yapiyor Cin’e. Birden fazla cocuga dunyamiz bakamaz diye.

  4. Yazan:Umit Erdal Tarih: Ara 28, 2009 | Reply

    Bu yazı, bol malumat sunuyor; ancak bu bilgiler nihai sonuç olan liberalizmin kötülüğüne varmak için yeterli değil.

    Yazının temel fikri, tüm bu kötülükleri serbest piyasa ekonomisinin tetiklediği yönünde. Bu sonuca ulaşmak için, genel bir teorik çerçeveden çıkarak eleştiri yazmak lazım. Tek tek örnekleri sıralamak, bunlardan genel bir sonuca ulaşmak için yeterli değil.

  5. Yazan:EKAN Tarih: Ara 28, 2009 | Reply

    sosyo-ekonomik kurumlardan yoksun sosyal sınıflar düşünülmeden yapılanan neo-kapitalizmin iflasıdır günümüz ekonomik krizi..elbetteki kapital yeşereceği yere ektirir kendini…sonbaharı hissettiği gibi orayı terk eder.
    bu temeldeki ekonomi modelli yapılanmaların yaratacağı felaketler küreselleşme korkusunu doğurur…insanlığın değerlerinden yoksun olan sosyalis ve kapitalist modellerin iflasına günümüz süreçlerinde tanık oluyoruz…
    insanlık onuruna yaraşı temelde şekillenen eko-model İSLAM IN EKONOMİ MODELİDİR..komşusu açken tok yatan bizden değildir

  6. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 29, 2009 | Reply

    Bir de su kuresel isinma lafini kuresel isinmacilar bile birakti, iklim degisimi diye yeni bir laf uydurdular. Siz de birakin su anti-karbon dinini.

    Şevket bey bunu küresel ısınma ya da endüstriyel üretimden kaynaklı bir iklim değişimi(adı her ne ise) yoktur anlamında mı söylüyorsunuz?

    Kız çocukları meselesine gelince, kurtaj bana göre cinayettir. O yüzden diğer vahşetten bir farkı yok. Suni döllenme ile sağlıklı sperm seçmek ise bambaşka bir mesele bambaşka bir boyut.

    Birincisinin cinayet olmasının yanı sıra kişisel yargımı bir kenara bırakarak toplumda bu denli bir cinsiyet dengesizliğinin oldukça olumsuz sosyal ve siyasal sonuçlar doğuracağını görüyoruz. Diğeri ise bir sağlık problemi doğacak çocuğun daha sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmesine olanak sağlıyor ki bu iyi bir şey ve umarım gerçekleşir nasıl bir bağlantı kurdunuz bu ikisiyle onu anlamadım.

    Küreselleşmeyle bir ilgisi yok demişsiniz meselenin. Doğu bloğunun yıkılmasından sonra finansal liberalizasyon Çin’de ve uzak doğuda gerçekleşmeseydi Nimbles diagnostics bu teknolojiyi Çin’e satamaycak ya da General electronics teknolojisi ile Filipinlerde böbrek nakli yapılamayacaktı bu küreselleşme ya da serbest piyasa kötüdür demek değil bu muazzam ticari dinamizm yeni üst yapı kurumları üretmekte ya güçlük çekiyor ya da var olanlar fonksiyonlarını yitirmiş durumda demek. Pazarın genişlemesi için uluslararası kurumlar cayır cayır çalışırken acaba doğurduğu bu olumsuz sonuçları çözebilecek bir irade var mı? diye sormadan edemiyor insan

  7. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 29, 2009 | Reply

    Ümit bey katılıyorum. Aslında söylemek istediğim üst yapı olarak liberalizmin kötü bir şey olduğundan çok piyasa ekonomisinin iyi bir şey olduğu ancak “bir ahlak felsefesi olarak” liberalizmin değişen alt yapısıyla büyük ölçüde uyumlu bir uluslararası örgüt etkinliğinin bulunmayışı.

    Piyasanın(teknoloji ile birlikte) ürettiği bu “negatif dışsallıkları” yine piyasanın çözebileceği kanaatindeyim. Ama bu süreç kapitalizmi cansiparhane savunmak yerine yine onun araçlarını kullanarak çözülecektir.

    Bir örnek vereyim; özellikle yeni jenerasyon şirket kültüründe gelişen “yeşil pazarlama” bunun güzel bir örneği. Firmaların çevre hassasiyetlerine daha fazla özen göstermelerinin tüketicinin seçimiyle “ödüllendirilmesi” hiç katıksız kapitalist bir metodtur.

    “Von Misses’in tabiriyle her tüketici bir oydur.”‘dan yola çıkarak bu etik baskı firmalar üzerinde yaratılabilir. Mesela batıda bazı süpermarketlerde “fair trade” rafları var bildiğim kadarıyla. Burada sadece belirli toplumsal hassasiyetlere dikkat eden firmaların ürünleri satılıyor.

    Örneğin firmaların temin ettiği kalite standartlarına “çocuk işçi çalıştırmamak.”,
    “emeğin ürettiği katma değerin belli bir oranda emek sahibine dönmesi” gibi seçenekler eklenebilir ve kendi iş kolundaki standartlara göre bunlar ölçümlenebilir. Entellektüel sermaye disiplini çok detaylı bir biçimde bu ölçümleri gerçekleştirebiliyor.

    Şimdi bunların üzerine birileri çıkıpta lütfen sen kollektivistsin demesin
    ben kaçırılan bir bireysel tercihin yine bireylerin kararıyla kazanılmasını savunuyorum.
    Tüketici verdiği her oy da eğer firma davranışını daha fazla marketing’e yönlendirme hakkına sahipse(bilinçli ya da bilinçsiz) bundan zarar gördüğü düşünen ben ve benim gibi bireylerinde tersini talep etmeye hakkı var.

  8. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 30, 2009 | Reply

    Çok güzel bir yazı. Bu açmazların nasıl çözülebileceği konusunda acaba kafa patlatan hiç kimse var mıdır?

  9. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ara 30, 2009 | Reply

    Sağolun abi, büyük ölçüde sizin sayesinde aslında.
    Kapitalizm başlığı altında başka bir konuda Enver beyle ve sizinle tartışmıştık hatırlarsanız, onun üzerine uzun uzun düşündüm bu çıktı. İnşallah daha net ve detaylı çözümler üretebiliriz önümüzdeki dönemde.

  10. Yazan:suryanos Tarih: Oca 1, 2010 | Reply

    Tabitaçılık şemsiyesinin içinden çıkan liberilizmin İslami duyarlığı olduğunu iddia edilen bir sitede savunulması, savunulurkende gene aynı şemsiyeninin içinden çıkan pozitivizmin yerden yere vurulması çok tuhaf.

    Şöyle garip bir durum ortaya çıkıyor; bilgi felsefesini redederim (yerine ne koyacaksın? koyduğunu bir bütünlük arz edecek mi?) politik ve ekonomik kısmı aklıma yatıyor kabul ederim. Bu çok garip bir düşünce tarzı.

    Her an bir işte olanın yerine piyasa dengesini kabul etmek, piyasanın kendiliğinden dengeyi bulacağını düşünmek ilk hareket fikri üzerinden düşünmek değilde nedir. Yani yaratp köşeye çekilmiş bir Tanrı (ne kadar İslamidir?)

    Bu eşrefi mahlukatın adaletle hükmesini, hükmedebilmek için müdahil olması gerektiği fikrini dışlamaz mı?

  11. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Oca 3, 2010 | Reply

    Değerli Suryanos

    Tabitaçılık şemsiyesinin içinden çıkan liberilizmin İslami duyarlığı olduğunu iddia edilen bir sitede savunulması, savunulurkende gene aynı şemsiyeninin içinden çıkan pozitivizmin yerden yere vurulması çok tuhaf

    Bence bu akımlar genel bir çerçeveyle ele alınmak yerine münferit değerlendirilmeli. Neden derseniz üst yapıyı her zaman “İSLAM” olarak düşündüğüm için felsefenin parçalarını bu görüşe uygunlukla gözden geçirebiliriz.

    Şimdi şöyle bir durum ortaya çıkıyor temel felsefesi dışında 1400 yıl öncesinin teknolojik olanaklarını referans alan bilgilere sahip olduğumuz için İslam’ın temel felsefesini, özünü onu koruyacak biçimde yeniden tanımlayıp okuyoruz. Bu referansla eşya’ya ait sistemi örerken üst yapıyı ve alt yapıyı bu referansa göre çiziyoruz.

    bu çerçevede aynı kökten gelen fikirlerden biri red edilebilirken, biri kabul edilebilir. Örneğin marksizm, neo-marksizm’de yine düşünce tarihi açısından aynı köktendir. Ancak bireycilikle tam olarak zıttırlar.

    Piyasa dengesinin kabulü ise tanrı fikrini dışlamaz bu müdahalecilikten uzak hassas denge yine “ALLAH’a” tabidir. Eşyanın her detayının tabi olduğu gibi bu eşya örgüsü de yine onun tasarrufundadır.

    Bir mübadele sisteminin İslami tanrı fikrine yakın olması için müdahaleci, kollektivist ya da santral (merkezi) olması gerekmez. Kontrol ahlaki referansların virajlarında yapılacaktır.

    Örneğin ALLAH ;

    Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra Suresi, 35)

    Demiştir.

    Sisteme müdahale bu referansa göre yapılır. Serbest piyasanın kurumları üretilen ürünlerin vaat edilen niteliklerine uygun olup olmadığını denetler ve uygunsuz bir durumda buna müdahale eder. Sağlıklı bir kapitalizmin işlemesi için olmazsa olmaz bir durumdur.

    Hatta tam da bu sebeple yazıda rahmetli Özal’ı şu şekilde eleştirdik.

    Serbest piyasanın sağlıklı işlemesi için belirli kurumlara ihtiyaç vardır. Bizde de rahmetli Özal’ın beklide en büyük hatasıdır. Bu kurumsal alt-yapı oluşmadan gerçekleştirilen reformlar özellikle ödemeler dengesi açısından ülke için felaketle sonuçlanabilir. Küresel ölçekte yönetilen bir liberalizasyon uluslar arası kurumların oldukça etkin bir biçimde çalışmasını zorunlu kılıyor.

    Tanrı her şeyde olduğu gibi bu mübadele sisteminde de kendi ahlaki referanslarıyla bunun “tam olarak içindedir”. ve değişmeyecek olan tek unsur budur yeni teknolojiler mübadelenin şeklini değiştirebilir.Ancak yaratıcı fikrinin özünü korur.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin