RSS Feed for This Post

Cihan Aktaş’la Gerçek İran’ı ararken(3)

Sunuş: Cihan Aktaş ile geçen hafta başladığımız söyleşiye devam ediyoruz. (1, 2) Bu son bölümde son sözü de “usta” söylesin:

  Türkiye’nin AK Parti tecrübesiyle elde ettiği başarıların İran toplumunda ilgiyle izlendiğini, dolayısıyla İranlı siyasetçileri etkilediği kanısındayım.   İran’ın  uluslararası kurumların izlediği çifte standartlar konusundaki tavizsiz tavrının Türkiye’de yaygın olarak takdirle karşılandığını gözlemliyorum öteden beri.  İran dış politikası Türkiye’yi her şeyden önce Batı ülkeleriyle işbirliğinde uzlaşmacı tavrın bir alışkanlığa dönüşürken, her zaman ülke çıkarlarını gözetmede yararlı olmayacağı konusunda da etkilemiş olabilir gibi geliyor bana. Türkiye’nin özellikle son dönemlerde komşu ülkelerle sorunlarını çözme konusunda başlattığı diplomasi atağı da İran’da büyük bir takdirle karşılanıyor.   

Sevgili (kadim) arkadaşım Özlem’in katkısıyla gerçekleşen bu uzun  söyleşi için kısa bir son söz söylemem gerekirse… Mehmet Bey gerçekten çok iyi düşünülmüş sorular sordunuz ve bu sorulara tamamen karşılık gelecek cevapların bir söyleşi çerçevesinde verilmesinin kolay olmayacağını sanırım siz de takdir edersiniz.  Yeni tartışma başlıkları ve farklı söyleşiler için küçük bir pencere açmış olabildiysem çok sevineceğim.  Sonuçta kendimi İran uzmanı saymıyorum, bunun dikkate alınmasını isterim.  Sitenizde beni konuk ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Söyleşimizi paylaşan dostlara esenlik dileklerimi iletmek istiyorum. Selam ve dualarla….  (CA)

MY:İran İslâm devrimi’nin lokomotifi neydi? Ne pahasına olursa olsun Şah’tan kurtulmak mı? Yoksa Humeyni’nin vaad ettiği rejimi anlayan ve isteyen bir halk hareketi mi? 

-Bir devrim uzun dönemlerde sayısız etkenle oluşmuş büyük bir gerilimin boşalmasıdır. İran devrimini oluşturan etkenler Şah hükümetinin yaptığı zulümler, hanedanın ülkeye yüklediği yoksulluk ve başta Amerika olmak üzere Batı ülkelerinin gözle görülür şekilde İran’da hüküm sürmesi gibi başlıklarla uzar gider. Şah yönetimi bölge ülkelerine karşı olduğu gibi halkına karşı da kendisini Amerika’nın bölgedeki karakolu veya jandarması gibi sunmaktaydı ve bu doğrultuda da ister İsrail ile Araplar arasındaki savaşta, ister Umman’daki direnişçilere karşı askerlerini ileri sürerek Umman yönetimini Batı emperyalizminin istekleri doğrultusunda koruması gibi örneklerle kendi halkı içinde bir tepkinin büyümesine yol açıyordu.  SAVAK’ın yaptığı zulümler de göz önündeydi ve kimse Şah ailesinin bir ferdinin ya da  devletin aleyhine bir söz söylemeye cesaret edemiyordu. Bu durumda halk isyan etmeye hazır bir ruh haleti içindeydi.  Ayetullah Humeyni devrimden 15 sene kadar önce emperyalizme karşı verilen kapitülasyonlara itiraz ettiği için Türkiye’ye sürülmüştü. Geçen yıllar içinde din adamları ve aydınlar itirazlarını ve tepkilerini Humeyni üzerinden dillendirmeyi sürdürdüler. Bu nedenle de gide gide Humeyni ismi etrafında muhalif bir halka oluştu. Bu arada belirtmeliyim: İran halkının dini inançları Şiilik geleneğinin muhalif yapısından kaynaklanan bir dinamizmin de etkisiyle çok güçlüdür. Dindar insanlar Humeyni gibi ayetullah seviyesine çıkmış bir alime hakareti kabul edemeyecekleri bir duyarlılıkla doluydular.  

Ayetullah Humeyni’nin sürülmesi bağlamında daha geniş bilgi edinmek isteyenler, dünyabulteni.net‘deki yazılarımın arşivinde son sıralarda bulunan “İran’da Öğrenci Günü Endişesi” başlıklı yazıyı okuyabilirler.  

MY:İran Devrimi’nin “İslâm” diye etiketlenmiş olması bir Müslüman olarak sizi nasıl etkiliyor? Humeyni’den bu yana gelen süreçte olan bitenler sizce İslâm’ın temel ilkeleriyle, kırmızı çizgileriyle meselâ kul hakkı ile uyumlu mu? Bu devrim için “istisnalar dışında her şey İslâm’a uygundur” denebilir mi? Neden?

– Kuşkusuz hele siyaset gibi iktidar ve güç kavramlarıyla bütünleşen,  kolaylıkla araçsallaştırılabilir bir olgu söz konusu olduğunda taşınması zor bir etiket, “İslâm”.  Çünkü bugün hepimizi etki altına alan modernist  zihin yapısına göre din, ne olursa olsun kartezyen bir yapı içinde algılanıyor  ve özellikle de öte dünyayla ilgili konulara karşılık geliyor.  İslam ve siyasetin birbirinden soyutlanamayacağını söylemem bile fazla burada, fakat önemli olan “Nasıl bir siyasallık?” sorusunu cevap verebilmek. Siyasallığın kurucu niteliği her zaman mevcudun hakikatini iptal ederek yeni bir hakikati ortaya koyma iddiası taşır. Dolayısıyla mutlak bir modelden de söz edilemez. Aslında çoğu kez insani yorumlar, İslami ideallerin yerini almaya meylettiği için, dinin siyaset ve iktidarla ilişkisi her zaman karmaşık.  İslamın en ideal olan her şeyi temsil ettiğine inanan insan,  onun siyaset çarkı içinde kullanılmasından hoşlanmıyor. Nihai planda orada sarfedilen sözün sadece dinin bir yorumu olmakla sınırlı kaldığı öne sürülür ki bu İran için de öyledir.  Sonuçta İran’da “islamilik” iddiasıyla kurulan rejim bir taraftan modern bir olguyken, diğer taraftan da modern ulus devletler döneminde ümmetçi/evrensel bir perspektife sahip olması beklenen, yüzlerce asır geçtikten sonra Asr-ı Saadet’e özgü ilkeleri siyasal bir sisteme yeni bir iddiayla uyarlama gibi zor bir uygulamaya girişen,  islami idealler açısından sayısız handikapla kuşatılmış bir tecrübe olmaya başından yazgılıydı.  Ama bu yapmacık ve zorlama bir tecrübe, hiç değil.  Tarihsel bir yüzleşmedir söz konusu olan doğrusu.  müslümanlar sadece Batı ile ve modernizmle değil, kendi tarihsel kaynaklarıyla da yüzleşiyorlar., İran’ın labarotuvar olma özelliğine bu nedenle işaret etmiştim.

Zaman zaman vurguladığım gibi reformistler bu konularda duyarlı devrimciler.  Varlıklarını ne Batı karşıtlığı üzerinden bir tepkisellikle tanımlamayı  murad ediyorlar, ne de süpergüç olmaya hevesli bir yarış açısından.

Şahlığın devrilmesinden sonra İslam’ın öğretileri çerçevesinde bir yönetim kurulacağı, devrimden önce Ayetullah Humeyni tarafından her zaman dillendiriliyordu.  Devrim sırasında gösterilere katılan kalabalıklar “Ne Batı Ne Doğu İslam Cumhuriyeti”  ve “İstiklal, Azadi, İslam Cumhuriyeti” gibi sloganlar atarak amaçlarını dillendiriyorlardı. İslam Cumhuriyeti idealinin içeriğinin tam olarak somutlaşmış olduğunu kimse söyleyemez. Ancak gerek “devrim”, gerekse de “cumhuriyet”, İslam toplumlarında ve daha özelde İran gibi halkının büyük ölçüde dindar sayılabileceği bir toplumda mevcut siyaset algısının çok ilerisinde bir vizyon sunuyordu o dönemde. Dinin siyasal boyutunu öne çıkartan da bir tek Humeyni değildi. “Politika, doğal egemenlik düzeni hiç bir payı olmayanların bir payının kurulması aracılığıyla bozulduğu zaman var olur”, diyor ya Ranciere…  Humeyni’nin bütün baskılara karşılık “İslam Cumhuriyeti’ sisteminin üzerinde durması ve halkın reyini dikkate almayan otoriter bir İslam Hükümeti tasarısını reddetmesi, gücün mecliste toplandığı, seçimlere dayalı bir sistemin kurulmasını sağlaması tabii ki onu rehber olarak gören dindar kitlelerin yanı sıra birçok aydın tarafından da destekleniyordu. Ancak bu gidişat sonraları Irak’ın açtığı savaş ve çok fazla can kaybına sebep olan terör hadiseleri nedeniyle, İslam’ı koruma veyahut da İslami ülkeyi koruma adıyla kontrol altına alındı. Yıllardır  reformist kesim, özellikle Ayetullah Humeyni’nin yakın çevresi bu gidişattan rahatsız olduğunu dillendiriyor ve bunun Humeyni’nin istediği bir şey olmadığını belirtiyorlar. 

MY:Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda önce “Laz, Kürt, Arap, Türk fark etmez, hepimiz Müslümanız” diye başlayan bir kurtuluş hareketi var. Ancak bu hareket “Türk yurdunda Türk olmayanlara ancak kölelik ve uşaklık düşer” diyerek sonuçlanmış. Tepeden inmeci devrim istiklâl mahkemeleriyle ve çeşitli baskı organlarıyla halka eziyet etmiş ki sorunlar bitmiş değil. Bu haliyle Kemalist Devrim 1789’da Fransızların terör dönemini, 1917 Rusyasında Komünistlerin (daha sonra KGB olan) çeka adlı gizli polislerini hatırlatıyor. Özetle devrimciler ertesi gün muhafazakâr oluyorlar ve devrimlerini koruma gayretiyle zulüm yapıyorlar. İran Devrimi bundan kaçabildi mi? Devrimin ilk yılları nasıl yaşandı?

-İran devrimi “İslam” vurgusuyla toplumun müslümanlığına yaslanma iddiası taşıyordu. Ve İslam’ın yapısında bulunan öğretilere dayanma, bu yapılara modern dünyanın gerçeklerine uygun olarak işlerlik kazandırma gibi bir iddiası da vardı. Ayrıca İran’da Şia mezhebinin mekanizmasına özgü olan, en yüksek dini merciler olarak kabul gören ayetullahların halk nezdinde  büyük bir saygınlığı ve elbette tesirleri olduğu bilinir. Ayetullah Humeyni devrimi gerçekleşirirken, bu özelliğinden dolayı başarılı oldu ve bu yönde ayetullah Meraşi, Golpayagani ve Şeriatmedari gibi üst düzey ulemanın da desteğini aldı. Tabii devrimden sonra güç sahibi olmak isteyen ya da inançlarını cumhuriyet yerine “hakimiyet” , bu arada da “ulema hakimiyeti” olarak belirlemiş, bunu bir hedef haline getirmiş gruplar ortaya çıktı. Bu grupların liderlerinin devrim sırasında Humeyni’yi desteklemediğinden çok söz edilir. Bugün Humeyni’nin yanında olan ve onunla birlikte çalışmış Mir Hüseyin Musevi, Hatemi, Rafsancani… gibi bir çok alim ve siyasetçi, İran devriminin Humeyni’nin çizgisinden saptığını ve hakimiyetçi yorumun, hakimiyetçi siyasetin şu anda hükümeti ele geçirdiğini savunarak, mevcut hükümete karşı çıkıyorlar. Aynı zamanda Kum şehrinde yerleşmiş Mekarem Şirazi, Muntezari, Sanai, Taheri gibi ayetullahlar ve Şiraz’da da Ayetullah Destgiyb gibi kişilikler devrimin başındaki halk egemenliğini savunan çizgiye olan inançlarını tekrarlayarak, karşıt görüşü eleştirmeyi sürdürüyorlar.

Büyük alimlere bağlılık da “hakimiyet”  yanlısı muhafazakarlara karşı  direncin güçlü bir şekilde sürmesinin sebebi olmaya devam ediyor.  Bu alimlerin hileli olduğu iddia edilen seçimlerin ardından Ahmedinejat’ı tebrik etmediklerini de hatırlamak gerekir.

İran’da birçok kişi alimlerin bu tutumlarını devrimin savunduğu birçok değerin korunmasının garantisi olarak görüyor.  Bu bakış açısına göre reformist hareket ya da artık İran içinde söylendiği şekilde “yeşil hareket”, devrime karşı değil, “egemenlikçi” diye adlandırılan zihniyete karşı devrimin ideallerini açma ve savunma gibi bir misyon üzerinden kendini oluşturuyor.  

MY:Humeyni’nin iktidara gelmeden önce “demokrasi” dediğini ancak sonra totaliter bir rejime döndüğünü görüyoruz. Kendisine destek verenlerin meselâ Komünistlerin yönetimden uzaklaştırılması geliyor akla. Sanki bu bir sürekli devrim haline geldi. Humeyni kendinden sonra yönetime Hüseyin Ali Muntazeri’yi getirmek istiyordu bildiğim kadarıyla. Ama vefatından önce baskıcı yönetimini eleştirdiği için Muntazeri bu imtiyazını kaybetti. Sizce Humeyni etrafına danışan, farklı fikirlere saygı duyan bir lider miydi yoksa 1930 Avrupasının diktatörlerine mi benziyordu?

-Bunu yukarıda da belirttim: Ayetullah Humeyni’nin Şah’a karşı başlattığı hareketin sebeplerinin başlıcası ülke içinde Amerikalılara özel bir konum ve İranlı  insanın çıkarları aleyhine türlü imtiyazlar tanınmış olmasıydı. Devrimin başlangıcında atılan sloganlardaki özgürlük vurgusu bugün de Humeyni’nin çizgisini izleyen ve onun sağlığı zamanında başbakanlık konumunda bulunmuş ya da onunla çok yakın olmuş Musevi, Kerrubi ve Hatemi gibi kişiliklerce sürdürülüyor. Özgürlüklere karşı siyasetler de en çok bu çizgi tarafından eleştiriliyor. Devrimi izleyen ilk sene özgürlüklerin tesisinden ziyade devletin oturmamışlığından kaynaklanan bir oturmamışlık haliyle gelen bir tür kaos  hakim olmuştur bu ülkeye. Bu dönemde aralarında komünistler ve sertlik yanlısı İslamcıların da bulunduğu gruplar kamplara ayrılmışlardı, içlerinde silah taşıyanlar da vardı.  Üniversitelerde ve toplumda gruplar arası silahlı çatışmalar yaşanıyordu. Bu ara dönemde pek çok insan terör sonucu hayatını yitirdi.

İran anayasasında düşünce özgürlüğü bir kriter veya olgu olarak kabul ediliyor. Ancak bu özgürlük durumu silahlı eyleme dönüştüğünde suç unsuru sayılıyor, ağır cezalarla karşılanıyor.

Humeyni döneminde İran’daki seçimlerde Rehber’in kimi desteklediğini ve kime oy verdiğini kimse bilmezdi.  Ayrıca Humeyni silahlı kuvvetlerin siyasete asla karışamayacağını defalarca vurgulamıştır. Bu kanunen de böyledir.

Humeyni’nin Muntezeri’yi kerhen halef olarak kabul ettiği bilinir.  Ancak Uzmanlar meclisi Muntezeri’yi seçtiği için karşı çıkmamıştı. Muntezeri’nin devre dışı bırakılmasının sebebi ise, damadının kardeşi olan Mehdi Haşimi’nin siyasal ihtilaf nedeniyle cinayetler işlediğinin öne sürülmesi, aynı zamanda Haşimi’nin  Muntezeri’nin evini ve imkanlarını kullanarak, siyasal görüşlerini hakimiyete geçirme çabasıydı. Humeyni bu konuda birkaç kez Muntezeri’yi uyarmışsa da bu uyarıları sonuç vermeyince nihayet kendisine, sen Kum’a git, orada ilmi çalışmalarını sürdür, senin siyasete karışman doğru değil, dediği biliniyor. 

MY: Ayetullah kavramı nedir? Hata yapmaz ve hesap vermez bir makam mıdır? Dinî rolünü siyasete genişletmiş bir olgu mu yoksa Şii inancında zaten olan bir şeyin uygulanması mıdır?

– Ayet burada “işaret” anlamına geliyor. Kur’an’da bir sivrisineğin bile Allah’ın ayeti sayıldığını hatırlarsınız.  İran’daki “ayetullah” sıfatı dini eğitim almış ve dini konularda  fetva verebilecek  seviyeye gelmiş kişilere verilir. Ancak ayetullahların içinde daha yüksek dereceye varmış ilim adamlarına “ayetullah-el uzma” deniliyor. Bu kişiler dini konularda kendi kendilerine fetva verdikleri gibi, “risale” denilen kitaplarla bu fetvalarını başka insanların da uyabilmesi için yayınlarlar.

Şia inancına göre dinin temeli olan hükümlerde kimseye uyamazsın. Kendi aklınla, taklit etmeden tevhid, nübüvvet ve mead (ahiret inancı) şeklinde sıralayabileceğimiz temeller konusunda karar verebilmelisin. Bunun dışındaki “furu-u din” denilen ilmihal konularında yaşamakta olan bir ayetullah-el uzma’yı taklit etmek gerekir.

Bu kişilerin yanlış yapması  beklenebilir, bir ayrıcalıkları yoktur, masum sayılmazlar. Fakat daha az yanlış yapan ve daha bilgili olan ayetullahın bağlılarının nüfusu daha geniş olacağı için, gücü de fazladır. Yine Şia inancına göre zekat dışında hums denilen (yıllık kazancın beşte birine denk düşen) bir tür vergi ayetullah-el uzmaların gösterdiği yönde harcanır veya onun temsilcilerine verilerek, denetimi altında harcanması sağlanır. Bu da daha fazla bağlısı olan ayetullahın daha geniş maddi imkanlara sahip olması anlamına gelir. 

Genellikle ayetullah seviyesine çıkmış insanlar dini medreselerde çok sıkı bir eğitimden  geçtikleri için büyük suç işlemesine engel olan bir kişilik yapısı  edindikleri varsayılır. Yazılı olmayan bir kanunla bir tür dokunulmazlık kazanmışlardır. Örneğin bugün reformist bir Ayetullah  olan Sanei’nin muhalif söylemlerle bütünleşen konuşmalarını mahkemeler bile görmezden geliyor.  

MY:Humeyni’nin ölümünden önceki ve sonraki dönem için “halkın iradesini ve vicdanını yansıtan” bir yönetimden denebilir mi? aşağıdaki duruşlardan hangisi savunulabilir sizce?

  • Humeyni adil bir düzen kurdu ve bugün de devam ediyor,
  • Humeyni’nin kurduğu iyi bir düzen sonradan bozuldu,
  • Düzen baştan bozuktu, öyle devam etti.

    -Kanımca üç duruş da İran devrimininin akışını tanımlamakta yetersiz kalıyor.  İran devrimi İslam ideallerini gerçekleştirmek için başladı.  Humeyni kadar Ali Şeriati’nin de arka planında var olduğu bir hareketti söz konusu olan.  Şah zamanındaki zulümlere, baskılara, sosyal adaletsizliğe, halkın aşağılanmasına, SAVAK’ın işkencelerine ve özellikle ülkedeki ABD egemenliğine yönelik büyük bir tepki birikimi söz konusuydu. Devrimin gerçekleşmesinin bütün ideallerin bir çırpıda gerçekleşmesi anlamına geldiği söylenemez. Daha önce söylediğim gibi devrimin ardından belirsizlikten kaynaklanan bir iç kargaşa başladı ve yaklaşık bir yıl sonra da Amerika’nın ve Batı’nın desteğiyle Irak İran’a savaş açtı. Bu savaş sekiz yıl sürdü. Savaş devrimin seyrini  etkiledi. Devleti bir savunma pozisyonuna sevketti ve o yönde gelişmeye zorladı.

    Savaşla birlikte halkın mücahitleri grubunun İranlı üst düzey yöneticilerini terör eylemleri başlatması, yöneticileri kısmen de olsa toplumdan  kopardı. 

    Buna karşılık ister devrimin milyonların katılımıyla yapılmış olması, isterse de sekiz senelik savaşta bütün Batı ülkeleri, hatta Rusya’nın desteğini almış olan Saddam’a karşı halkın gösterdiği direniş, bu süre içinde gidişatın halkın onayını alan bir doğrultuda geliştiğine dair bir gösterge sayılabilir. Tabii ki bütün devrimlerde olduğu gibi İran’da da yanlış ve aceleci hareketler yaşandı. Ayetullah Humeyni bir şah pozisyonu almak istemediği için sistemin işleyişini  kurumlara terketmişti  ve kendisi  velayet-i fakih konumunu bir danışman seviyesinde yaşıyordu.  Ama elbette o aynı zamanda karizmatik bir kişi ve devrimin de rehberi olarak özel bir yere sahipti.

    Onun vefatından sonra anayasa değiştirildi.  Öndere mutlak velayet tanındı. Bu ise felayet-i fakihin birçok konuda denetleyici veya  etkileyici bir konum kazanması anlamına geliyordu. Şu dönemde Ayetullah Humeyni’ye yakın pek çok kişilik velayet-i fakihin bu konumunu tartışmakta. Hatta İslam Cumhuriyeti’yle İslami Hükümet’in anlamları üzerinden iki farklı görüşün çatışmasının söz konusu olduğu söylenebilir.  Humeyni’nin yanında yer almış liderler genellikle İslami Cumhuriyet’ini  ve her karar veya gelişmenin seçimlerle gerçekleşmesini, yani nasıl yönetileceği konusundaki kararın halka bırakılmasını savunuyorlar. Karşılarındaki grup ise velayet-i fakihin mevcut olandan daha da fazla yetkiyle donatılmasını talep ediyor ve devleti ilgilendiren her değişimin ya da kararın ancak  velayet-i fakihin onayıyla dinen ve resmen kabul görebileceği görüşünü öne sürüyor. 

    Seçim sonrası  ortaya çıkan çekişme, devrimin başlangıcından itibaren halk egemenliği konusunda var olan derin bir ihtilafın, seçimlerde hile yapıldığı iddiasıyla yeniden canlanması olarak değerlendirilebilir.  

MY:İran’ın İsrail konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz? “haritadan silmek” gibi söylemler sizce Filistin’e fayda getiriyor mu? Yoksa sesi iyice kısılmış “ılımlı” İsraillileri şahinlerin kucağına mı itiyor?

-Bu soruya cevap vermek için İran’da devrim gerçekleşmeden önce İsrail ve Filistin’in hangi şartlar altında bulunduğunu irdelemek gerekir gibi geliyor bana. İsrail o dönemde hâlâ “Nil’den Fırat’a kadar yayılma” politikasını sürdürüyor, Lübnan’ı Beyrut’a kadar işgal altında tutuyor ve bölgenin yenilmez askeri gücü olarak görünüyordu. Buna karşılık Filistinliler liderlerinin dahi sürgüne gönderilmelerine tanıklık etmenin getirdiği bir ümitsizlik içindeydi. İran’daki İslam devriminden sonra Filistin halkında büyük bir moral değişikliği gerçekleşti. Bugün İsrail lübnan’dan tamamen çıkmış durumda ve Filistin özerk devletini de kabul ediyor. Daha önemlisi son Lübnan saldırısında, 2006’daki saldırıda yani ve Gazze katliamında İsrail ordusunun yenilmezliği  efsanesi tamamen silindi.

İran’ın İsrail’le ilgili söylemleri dış siyasetindeki eksenle bütünlük gösteriyor. Bu yüzden de Filistinli direnişçi gruplar ve birinci cephe ülkeleri sayılan Suriye ile Lübnan İran’la iyi ilişkiler içindeler. İran’ın bu söylemleri İsrail’in haksızlığını kaba gücüyle dayatması karşısında biçimleniyor gibi geliyor bana.  Asıl siyaseti ise sürgündeki bütün Filistinlilerin yeniden topraklarına dönmeleri ve bunu takiben, şu anda o topraklarda yaşayan bütün nüfusun oyuyla yeni yönetimi oluşturmalarına dönük,  kanımca.

MY: Türkiye-İran ilişkileri sizce ekonomik düzeyde mi kalacak yoksa karşılıklı siyasî bir etkileşim söz konusu olabilir mi?

-Türkiye ile İran, sınırları  yüzyıllardır değişmemiş iki komşu ülke; tarihleri ve toplumlarıyla bölgede olduğu gibi İslam uygarlığında da karşılıklı  oluşturdukları bir denge var. Aynı zamanda kültür olarak bütün İslam dünyası içinde bile birbirine en yakın, birbirine en çok benzeyen iki ülke. Türkiyeli ve İranlı siyasetçilerin açıklamalarına göre halihazırda ekonomik ilişkiler, kültürel, tarihi ve toplumsal ilişkilerden daha gerilerde bulunuyor. İki ülkenin yetkilileri mevcut potansiyellerden yararlanarak şimdilerde10 milyarı geçmiş bulunan ticaret hacmini 20 milyar dolara çıkarmayı hedefliyorlar. Her iki ülke de  bölgenin iki büyük devleti ve ekonomik gücü olarak başka ülkelerle de büyük hacimde ticaret yapma potansiyeline sahipler.  İki ülkenin ECO (Ekonomik İşbirliği Topluluğu) ve İslam Konferansı’nda öncü ülkeler olması, ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir role sahip.  Siyasi bağlamda İran ve Türkiye İslam aleminin iki önemli ülkesi olarak tanımlanırken, birçok meselede işbirliği yapma durumunda görülüyorlar.  Mesela  Türkmenistan gazının İran üzerinden Türkiye’ye ve Avrupa’ya taşınması ve Türkiye’nin İran gazını boru hattıyla Avrupa’ya taşıması, ekonomik olduğu ölçüde siyasal bir iradeyle mümkün oluyor ve bu iradeyi pekiştiren bir mahiyet de kazanıyor.   Ergenekon örgütlenmelerine ilişkin deşifreler sürerken, iki ülke arasında geçmişte ilişkilerin soğumasına sebep olan pek çok konunun ne denli kurmaca olduğu da çıkıyor ortaya. 

  Türkiye’nin AK Parti tecrübesiyle elde ettiği başarıların İran toplumunda ilgiyle izlendiğini, dolayısıyla İranlı siyasetçileri etkilediği kanısındayım.   İran’ın  uluslararası kurumların izlediği çifte standartlar konusundaki tavizsiz tavrının Türkiye’de yaygın olarak takdirle karşılandığını gözlemliyorum öteden beri.  İran dış politikası Türkiye’yi her şeyden önce Batı ülkeleriyle işbirliğinde uzlaşmacı tavrın bir alışkanlığa dönüşürken, her zaman ülke çıkarlarını gözetmede yararlı olmayacağı konusunda da etkilemiş olabilir gibi geliyor bana. Türkiye’nin özellikle son dönemlerde komşu ülkelerle sorunlarını çözme konusunda başlattığı diplomasi atağı da İran’da büyük bir takdirle karşılanıyor.   

Sevgili (kadim) arkadaşım Özlem’in katkısıyla gerçekleşen bu uzun  söyleşi için kısa bir son söz söylemem gerekirse… Mehmet Bey gerçekten çok iyi düşünülmüş sorular sordunuz ve bu sorulara tamamen karşılık gelecek cevapların bir söyleşi çerçevesinde verilmesinin kolay olmayacağını sanırım siz de takdir edersiniz.  Yeni tartışma başlıkları ve farklı söyleşiler için küçük bir pencere açmış olabildiysem çok sevineceğim.  Sonuçta kendimi İran uzmanı saymıyorum, bunun dikkate alınmasını isterim.  Sitenizde beni konuk ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Söyleşimizi paylaşan dostlara esenlik dileklerimi iletmek istiyorum. Selam ve dualarla….

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:sedat erbap Tarih: Kas 21, 2009 | Reply

    gayet guzel bir roportaj olmus. katkisi olanlara tesekkur borctur. yalniz bu mevzulari biraz daha detayli ogrenmek isteyenler varsa bence konuyla ilgili ayni zamanda kenan camurcu’yu da takip etmelerini oneririm kendilerine..

  3. Yazan:Yunus sarı Tarih: Haz 19, 2016 | Reply

    Iran devriminin lokomotifi bence açlıktir. Yani devrim allahın bir lutfu ama zahiren dayanak noktası açlık tir. Iran şahı altın tabakta köpeğini mama verirken halk sokakta aç aç geziyordu acliktan çöplük karıstırıyorlardı. Oysa ülke zengindi abd ye beleş petrol veriyordu. Şah ülkenin petrolunu şerefini namusunu abd ye peşkeş cekmisti. Bu durumda halk kurtarıcı aradı etrafına baktılar kurtarıcı rolünde humeynıyı gorduler. Aman hocam kurtar bizi dediler. Humeynıde tamam ama beni nasreddin hoca gibi satmayın yarı yolda birakmayin dedi, nasreddin hocaya aman hocam kurtar bizi tımurun fillerinden demıstıler hoca toplanın tımurun sarayına gidelim dedi, giderken halk arkadan kaçtı hoca saraya yalnız girdi. Timur ne istiyor hoca dedi, o da efendim köyümüze fil zımmetlemıs siniz. E ne olmuş dedi, hoca da korkudan fil çok yiyor halk şikayetçi diyemedi. Efendim fil tek canı sıkılıyor ona bir eş verseniz dedi. Timur istedigin fil olsun ıstersen iki tane vereyim dedi. Hoca yok bi tane yer dedi. Ertesi gün yeni fili gören ahali hocam bu ne hani sen bizi kurtaracaktın dediler. Hocada sizin gibi donekler olursa bende fıkrımden donerımdedı. Işte humeyni benim emrıme tam itaat ederseniz dedi yola cikariz. Onlarda ölümüne sadakat dediler. Hatta humeyni fransada surgunde iken adamları geldi. Iranda ne var halkım iyi mi dedi. Halk soğukta yakacak bulamiyorlar deyince, odasındaki sobayı söktürmuş halkın soğuktan donarken ısınmaya hakkım yok demişti ve devrimden sonra ilk emri her eve beleş doğalgaz çekin olmuştur. Efendim şu dağda tek bir ev var, orada bir çoban var orayada çekelim mi dedeler. Orayada boru düşmeyin dedi. Sonra halka petrol gelirlerinden maaş verdi. Cia ıranı nasıl kaybettik diye bir rapor hazırladı orada sebepler sıralandı ama içlerinden açlık maddesi sırıtıyordu. Onun için cia devrim tehlikesi gördüğü ülkelere tokluk formulu gelistirdi. Bu ülkelerin başında türkiye geliyordu, 70 yıllar türkiyesi şekil olarak ırana benziyordu, aç sefil, sabanın filmleri gibi tüp kuyrugu, gaz kuyrugu, mazot kitligi, ekmek kuyrugu vs.. Acaba türkler komsumuz devrim yaptı karnı doydu öyleyse bizde yapalım ozentısıne girebilirmiydi, bu tıpkı komşunun çocuğu okudu doktor oldu bizde cocugumuzu okutalım hevesi gibi. Cia bu ihtimali ciddiye aldı ve cia nin yardımıyla 83 te başbakan olan ozalın gizli görevi halkı zenginleştirmek oldu, yani yağ zenginler türedi. Şehirlerde yeni mahalleler yapımına izin verildi. Özal ha bire para basma izni almıştı. Benim memurum işini bilir dedi. Rüşvetin de yolunu açtı. Herkes özal iyi der onun zamanında karnımız doydu der. Tamam doğru ama gerisini düşünen yok. Bence özal roma generallerinden daha vahşi idi. Onlar arenada dövüş yaptırıyordu. Özal açık hava arenelarını kullandı. Terör 84 te özal la başladı. Daglar mehmetçik ve mamocuk için arena olmuştu. Özal a herkes müslüman der ama ıstatistiklere göre suç ve günah oranının arttıgı yıllar dir. Özal in gerçek görevi buydu, görevini unutup sınırı aşınca, türki cumhuriyetleri bırlestırecem, kırmızı çizgi deyince 93 te faili meçhule kurban ettiler. Zalımlere destek olmuştu saddam gibi. Peygamberımız şöyle buyuruyor, kim zalıme destek olursa allah o zalimi ona musallat Iran devriminin lokomotifi bence açlıktir. Yani devrim allahın bir lutfu ama zahiren dayanak noktası açlık tir. Iran şahı altın tabakta köpeğini mama verirken halk sokakta aç aç geziyordu acliktan çöplük karıstırıyorlardı. Oysa ülke zengindi abd ye beleş petrol veriyordu. Şah ülkenin petrolunu şerefini namusunu abd ye peşkeş cekmisti. Bu durumda halk kurtarıcı aradı etrafına baktılar kurtarıcı rolünde humeynıyı gorduler. Aman hocam kurtar bizi dediler. Humeynıde tamam ama beni nasreddin hoca gibi satmayın yarı yolda birakmayin dedi, nasreddin hocaya aman hocam kurtar bizi tımurun fillerinden demıstıler hoca toplanın tımurun sarayına gidelim dedi, giderken halk arkadan kaçtı hoca saraya yalnız girdi. Timur ne istiyor hoca dedi, o da efendim köyümüze fil zımmetlemıs siniz. E ne olmuş dedi, hoca da korkudan fil çok yiyor halk şikayetçi diyemedi. Efendim fil tek canı sıkılıyor ona bir eş verseniz dedi. Timur istedigin fil olsun ıstersen iki tane vereyim dedi. Hoca yok bi tane yer dedi. Ertesi gün yeni fili gören ahali hocam bu ne hani sen bizi kurtaracaktın dediler. Hocada sizin gibi donekler olursa bende fıkrımden donerımdedı. Işte humeyni benim emrıme tam itaat ederseniz dedi yola cikariz. Onlarda ölümüne sadakat dediler. Hatta humeyni fransada surgunde iken adamları geldi. Iranda ne var halkım iyi mi dedi. Halk soğukta yakacak bulamiyorlar deyince, odasındaki sobayı söktürmuş halkın soğuktan donarken ısınmaya hakkım yok demişti ve devrimden sonra ilk emri her eve beleş doğalgaz çekin olmuştur. Efendim şu dağda tek bir ev var, orada bir çoban var orayada çekelim mi dedeler. Orayada boru düşmeyin dedi. Sonra halka petrol gelirlerinden maaş verdi. Cia ıranı nasıl kaybettik diye bir rapor hazırladı orada sebepler sıralandı ama içlerinden açlık maddesi sırıtıyordu. Onun için cia devrim tehlikesi gördüğü ülkelere tokluk formulu gelistirdi. Bu ülkelerin başında türkiye geliyordu, 70 yıllar türkiyesi şekil olarak ırana benziyordu, aç sefil, sabanın filmleri gibi tüp kuyrugu, gaz kuyrugu, mazot kitligi, ekmek kuyrugu vs.. Acaba türkler komsumuz devrim yaptı karnı doydu öyleyse bizde yapalım ozentısıne girebilirmiydi, bu tıpkı komşunun çocuğu okudu doktor oldu bizde cocugumuzu okutalım hevesi gibi. Cia bu ihtimali ciddiye aldı ve cia nin yardımıyla 83 te başbakan olan ozalın gizli görevi halkı zenginleştirmek oldu, yani yağ zenginler türedi. Şehirlerde yeni mahalleler yapımına izin verildi. Özal ha bire para basma izni almıştı. Benim memurum işini bilir dedi. Rüşvetin de yolunu açtı. Herkes özal iyi der onun zamanında karnımız doydu der. Tamam doğru ama gerisini düşünen yok. Bence özal roma generallerinden daha vahşi idi. Onlar arenada dövüş yaptırıyordu. Özal açık hava arenelarını kullandı. Terör 84 te özal la başladı. Daglar mehmetçik ve mamocuk için arena olmuştu. Özal a herkes müslüman der ama ıstatistiklere göre suç ve günah oranının arttıgı yıllar dir. Özal in gerçek görevi buydu, görevini unutup sınırı aşınca, türki cumhuriyetleri bırlestırecem, kırmızı çizgi deyince 93 te faili meçhule kurban ettiler. Zalımlere destek olmuştu saddam gibi. Peygamberımız şöyle buyuruyor, kim zalıme destek olursa allah o zalimi ona musallat eder.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin