RSS Feed for This Post

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun!

Sunuş : Bugün 29 Ekim, Cumhuriyet Bayramı. Cumhuriyet’in kuruluşunun 86cı yılı. Tanklar, uçaklar, nutuklar, bayraklar, resmî geçitler… Özlem Yağız’ın sunumunu izleyince insan bu cumhuriyette bir yanlışlık ya da bir eksiklik var diyor. Kutlu olsun yine de…

MY

 

 

 

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Trackback URL

  1. 15 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    geçen yıl 29 ekim’de taraf’ta yayımlamıştım aşağıdaki yazıyı…bu vesileyle paylaşmak istedim. cumhuriyet “bayramımız” kutlu olsun!?!

    **********
    Cumhuriyetin kuruluşunun 85. yılını kutlarken, demokratikleşme yönünde katettiğimiz yolun bir kez daha ciddiyetle tartışılması gereklidir. Öncelikle sorulması gereken, bu cumhuriyetin, evrensel standartlara sahip bir demokrasi çıkarıp çıkaramayacağı olmalıdır.

    Anayasa Mahkemesi`nin son zamanlarda verdiği kararların, sadece Anayasa Mahkemesi`nin kendisi ile değil, devlet zihniyetinin en temel kodlarıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bu temel kodlar, devlet ile vatandaş arasındaki ilişki biçimini, devlet organlarına düşen görevlerin mahiyeti ile ilgili detayları, üretilen aydın tipinin devlet ideolojisi ile ilişkisini ve bütün bu ilişkilerin militarizm ile olan organik bağını ortaya koyar mahiyettedir. Aslında görmeye başladığımız, `devlet hakikati` ile aramızdaki perdelerin yavaş yavaş ortadan kalkması ve bu perdeler ardında gizli olan kodların kendini ifşa etmesidir.

    85 YILDA ÇÖZÜLEMEMİŞ SORUNLAR

    Bu ülkenin en büyük sorunu, Kürt sorunu ve laiklik yorumudur. Laiklik çerçevesinde tanımlanan sorunlara, laiklik tanımından hareketle insan haklarına birer darbe olarak yansıyan, başörtüsü, alevilik, azınlıkların yaşadıkları sorunları örnek gösterebiliriz. Kürt sorunu ise kendisini, devletin bölücülük sorunu olarak adlandırdığı bir mecrada buluyor. Bu sorunların arka planındaki devlet yapısının açığa çıkarılması, bir anlamda devlet ideolojisinin psikanalizinin yapılması, bu sorunların çözümü için de en önemli çıkış noktası olarak değerlendirilebilir. Bu sorunlar, sadece kendi tanımladıkları alanı değil, aynı zamanda o tanımların çok ötesine geçen bir zihniyet durumunu da ifşâ etmesi açısından oldukça önemlidir. Dolayısıyla, bu sorunlar çözülmeden devletin demokratikleşmesi önünde en büyük engeller bütün direnciyle duruyor olacaktır.

    Rus asıllı Polonyalı yazar Jerzy Kosinski`nin `Boyalı Kuş` adlı romanında, ailesinin, güvenlikamacıyla kendisini birilerine teslim ettiği 5-6 yaşlarında bir çocuğun hikayesi anlatılır. Çocuk, köyden köye gezer durur ama hiçkimse çocuğu kendilerine benzetemez, aşağılamalara uğrar. Romanda bir yerde romana adını veren boyalı kuşun hikayesi de anlatılır. Çocuk, kuşçu Lekh`in yanına sığınır. Lekh ormanda en güzel kuşları yakalar, bunları köylülerle takas ederek hayatını kazanır. Ludmilla yöredekiler tarafından dışlanmış bir kadındır ve Lekh`in sevgilisidir. Zaman zaman buluşurlar, ancak hiç kimse kadının yaşadığı yeri bilmez. Ludmilla uzun süre ortadan kaybolduğunda Lekh en güzel kuşlardan birini seçer, onun her yanını rengarenk boyar. Ormanda, çocuğa kuşu ayaklarından tutarak sallatır, tepelerinde onun bağrışına gelen yeteri kadar kuş toplanmasını bekler. Sonra bırakır sürünün içine boyalı kuşu. O özgür olduğuna emin, katılır sürüye. Ötekiler ise kendilerinden biri olmadığına inandıklarından gagalayıp parçalarlar garip misafiri; zavallı kuş tüysüz, kan içinde düşer yere. Lekh`in sevgilisini görememesi uzadıkça kuşların kurbanlığı da sürer.

    Bu ülkenin demokratikleşme macerasını köstekleyen zihniyetin davranışını da kuşçu Lekh`in davranışına benzetiyorum. Gücü elinde tutanların lehine ilerleyen durumlar olduğunda ve bu duruma muhalif kimse olmadığında her şey güllük gülistanlıktır; ancak işleri kötüye götürebileceğine inanılan, yani, devlet ideolojisinin `sevgilisini` kaybetme riski olan durumlar araya girdiğinde, bu güçlü zevatın ilk yaptığı şey eline bir kuş alıp onu boyamak olur. Eline aldığı kuş kimi zaman komunistler olur, kimi zaman kürtler, kimi zaman azınlıklar, kimi zaman da başörtülüler. Amaç, bu boyalı kuşlar aracılığıyla diğer kuşlardaki `kuşluk` bilincini güçlendirmek ve farklı olana karşı hiddeti, şiddeti ve ayrımcılığı körüklemektir. Sonuçta, nasılsa `kuşluk` bilinci doğuştan gelen bir bilinç olduğu için bunu körüklemek hiç de zor değildir.

    Lekh`in psikolojik yapısına benzer bir psikolojisi var devletimizin. Kendi aşkına ulaşmak için dünyayı yakmaya razı, kendi sevgilisi için nice sevgileri ve sevgilileri yok etmeye meyyâl bir devlet psikolojisidir söz konusu olan.

    HİYARARŞİNİN TEPESİNDE ORDU VAR

    Türkiye`nin ideolojik yapısı büyük oranda kökenlerini pozitivist bir zihniyette bulur. Bu pozitivist zihniyet jakoben bir yapıda olduğu için halkıyla her zaman problemli olagelmiştir. Bu anlamda halk, devlet ideolojisinin `sevgilisine` ulaşması için engel konumundadır. Kurulan jakoben sistem, mecburen, kendi istediği değişimi, dönüşümü de tepeden inmeci bir zorbalıkla yapmak durumunda kalmıştır. Ancak bunun tek başına başarılı olamayacağı muhakkak olduğu için, ideolojik yapılanmanın bütün yapı taşları da benzer bir amaç için bir araya gelecek şekilde kurgulanmıştır.

    Jakoben sistemin en tepesinde gidişata sık sık müdahele etmeyi kendine görev bilen ordu vardır. Ordu, bir anlamda devletin, sevgilisine ulaşmasının teminatıdır. Aşağı katmanlardaki devlet yapıları ve o yapıların entelektüel kadrolarını oluşturacak insan kaynağı da o ideolojinin amaçlarından beslenir. Eğitim sistemi, sisteme çomak sokmayacak bir zihniyette, rejim için uysal vatandaşlar yetiştirmek amacındadır. Bir anlamda Gramsci`nin tarif ettiği şekliyle devlet idelojisinin yaygınlaştırıcı gücü olan organik aydınlar yetiştiren bir eğitim ve öğretim sistemi amaçtır. Basın ve sivil toplum kuruluşları ise sivillik tanımlarının tam tersi bu ideolojiden beslendiği için bu ideolojinin gönüllü bekçiliğine soyunan bir yapıda olmak zorundadır. Bütün bu sistemin en kilit noktasında ise, iş son olarak ordunun darbesine kalmadan hayatî sorunları çözmek üzere hukuk sistemi vardır. Hukuk sistemi, anayasasıyla, üst mahkemeleriyle vatandaşı devletten ve güçlüden değil, devleti vatandaşından koruma amacını güttüğü için çoğunluk militarist bir mahiyettedir. Anayasa, bu sisteme, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri ile, her türlü `zararlı` isteği bertaraf edecek bir katkı verir. Yuvarlak tanımların kastî olarak seçildiği bu maddeler, sokakta arkadaşıyla kürtçe konuşan bir kişiyi bölücü, evinde mevlit okutan bir hanım teyzeyi `şeriatçı, laklik karşıtı` olarak tanımlama imkânını da verir. Yine aynı anayasa maddelerine dayanarak, en temel insan haklarını iptal etmeniz mümkündür.

    İNSAN HAKLARI YOK SAYILIYOR

    Devletin sevgilisine (pozitivist/laikçi/kemalist ideoloji) ulaşması için ne zaman engel görünen birileri çıkar, işte o zaman bu devlet organları sanki tek bir amaç için kilitlenmiş gibi ortak çalışmaya başlar. Amaç halkından ve halkının taleplerinden devleti kurtarmaktır. Bunu, o talepleri çözmek, ya da o talepler için makul bir ortak payda bulmak yerine, o talepleri edenleri birer boyalı kuş haline getirmekle yaparlar.

    Kadınlar, başörtüsü ile, en temel insan haklarına dayanarak üniversitede öğretim mi görmek istiyor; hemen devlet ideolojisi sistem çarklarını çalıştırmaya başlar. Önce TBMM içinde devlet ideolojisine hizmet eden parti veya partiler aracılığıyla bunun engellenmesi için her türlü kulis, aba altından sopa gösterme yapılır. Buna, zaman zaman yaptığı çeşitli tür muhtıralarla ordu ve yargı bürokrasisi de katılır. Bunlar başarılı olmadı mı, o zaman devreye ikinci emniyet süpabı girer ve haklarla ilgili en tehlikeli gördükleri partiler için kapatma davası açarlar. Bu dava, bir anlamda `temsil ettiklerinin haklarından vazgeç, ben de kapatmaktan vazgeçeyim` tonunda devam eder.

    HEPİMİZ BOYALI KUŞ DEĞİL MİYİZ

    Gösterilen sopa çoğunluk işe yarar. Ölümü gösterip sıtmaya razı ederler ilgili partileri. Sonunda devreye, bu kararları haklılıştırmak için `meşru` bir zemin hazırlama görevi gören Anayasa Mahkemesi girer. Bu hakları talep edenlerin haklarını vermemek bir yana, bu hakları isteyenleri de ellerinde her zaman bulundurdukları `boyalarla` boyarlar. Bu boyalar, en son, Anayasa Mahkemesi`nin gerekçesinde de görüldüğü üzere, bu insanların bu ülkede yaşamak, çalışmak, kendini oldurmak, var olmak adına her türlü hakkının `boyasız kuşlar`ca gasp edilmesine zemin hazırlama niyeti güderler.

    Artık, bu kızlar `gerici`, `şeriatçı`, `bölücü`, `işe yaramaz`, `gönüllü olarak ezilmeye razı`, `ötekini kendisine zorbalıkla benzetmek isteyen` gibi çeşitli boyalarla boyanırlar. Ancak, burada gözden kaçırılmaması gereken bir şey vardır. Hiç kimse kendisinde olmayan bir boya ile başkasını boyayamaz. Dolayısıyla, devlet sisteminin yaptığı şey, kendi bilinç altını dışa vurmaktan ve kendi boyasıyla başkasını boyamaktan başka bir şey değildir. Bu boyadan sıyrılmak ve artık bu zulüm ortamında boyasız yaşamak isteyenlere ise son çare olarak `Atatürkçü Düşünce Derneği` gibi boyadan arındırma kurumlarına başvurmak kalır. Boyalarıyla başı dik yaşamak isteyenleri ise son derece zor bir hayat beklemektedir.

    Diğer tüm sorunlarda, devletin psikolojisi böyle işler. Gerçi devletin bu paranoyak ruh hâline ek olarak bir de şizofren ruh kardeşi vardır. Bu ruh kardeşi, bütün bu yöntemlerle dahi becerilemeyen şeyleri, devlet adı olmadan ama devletten çok ciddi desteklerle şiddet, terör gibi yollarla halleder. Ergenekon gibi örgütlenmeler de işte böyle bir şizofreniye işaret ederler. Paranoyak, şizofren ve hepsinden önemlisi bunları normal bir davranış şekli olarak gören pzikozlu bir hastaya ne yapılması gerekiyorsa, bizim ülkemizde demokrasi isteyen insanların yapması gereken de odur. Hastaları, kendi gerçekleri ile yüz yüze bırakıp, bunlarla yüzleşmelerini sağlamak! İtiraf edilmemiş, kendisine dahi söylemekte zorlanacağı şeyleri açıkça söylemesine fırsat vermek!

    Aslında son bir buçuk yılda, artık saklanmaya bile gerek duyulmayan bu zihniyetin, yaptığı haksızlıkları, zulümleri haklı gösterme mekanizmasına bile çoğunlukla ihtiyaç duymaması, aslında teşhis sürecinden tedavi sürecine girildiğini ve hastanın çözülme aşamasına geldiğini gösteren emarelerden olabilir. Sıra, hastaya seçebileceği, ikna olabileceği bir doğru yol göstermekte. Bu doğru yolu ise sadece doğru hayat yaşayanlar gösterebilir. Belki bütün bu büyük kırılmaların sonunda, bizi sağlıklı, demokratik bir devlet bekliyordur kim bilir. Belki bütün bunlar hastanın doğum sancılarıdır.

  3. Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    Özlem Hanım saygılar;
    Gönül isterdi ki şöyle aydınlanma üzerine uzunca bir yazı yazsaydım. Mesela Heidiger’in nasıl nazileştiğini falan anlatabilsyedim:) Neyse bu görev başkalrına ait olsun…
    sunumunuza böyle minik bir yorumdan sonra:http://utopiq.blogcu.com/ adresindeki;
    Hilal Kaplan’ın http://www.taraf.com.tr/makale/8175.htm adresindeki yazısını tüm bu sıkıcı yorumlar, tartışmalar ve değerlendirmeler dışında okunabilecek sıkı bir karşı koyuş olarak değerlendiriyorum. “Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” Ayetiyle konunun tüm çarpıcılığını özetlemiş Hilal Hanım. Saygılarımı sunuyorum. Acaba Hilal Hanım’ın savaş karşısındaki bu tutumunu Kate Millet’in; her türlü gerici eril, ırkçı, militarist baskılara karşı duruşuna benzetsem kendisi bunu bir iltifat mı yoksa hakaret mi olarak anlar? Belki de İslamcı gelenekten çıkıp kadın kimliğini gizlemeden ve kadın olmanın zorluklarını yaşayan yeni yeni filizlenmeye başlayan bu aydın duruşa özlem duyduğum için Kate Millet ile Hilal Hanım arasında bir bağ kurdum. Umarım niyetimi anlar…
    …içerikli yazının da reklamını yapayım. Bugün Hilal Kaplan ve Kate Millet arasında bir bağ kurdum, bakalım orjinal bir bağ olmuş mu?

  4. Yazan:özlem Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    ben de yorumunuzu hilal’e gondereyim bakalim ne diyecek:)

  5. Yazan:özlem Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    Enver Bey,
    elinize sağlık çok güzel bir yazı imiş. Ben boyalı kuş romanının hikayesini Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından Bercuhi Berberyan’dan okumuştum. Gözyaşlarımı tutamamıştım…
    Boyalı Kuş metaforu çok anlamlı bir metafor ve siz çok güzel yorumlamışsınız. Paylaşım için teşekkürler.

  6. Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    Nüfus cüzdanımı kayıp ettim,hükümsüzdür..
    Gözümü şenlendirsin diye aldığım vazo çiçeklerim öldü,çöpe attım…

    Kaybolanlar evlerinin yolunu bulamayan yada çarşıda pazarda annesi,babası tarafından unutulan çocuklar, hafıza sorunu yaşayan yaşlı insanlar değil.

    Balkonda meme emerken ölen bebek, sırtından vurulan ya da koyun otlatırken parçalanan, kolları kırılan yada TMK göre onlarca senelerle hapse mahkum edilen taş atan çocuklar, elinde silahla dağda ölen genç yada yaşlı ölenlerin hepsi insan…gözümüz şenlensin diye vazoya koyduğumuz çiçeklerin ölümünden farklı değil mi “insan ölümü”…gazete kağıdına basılınca yada kimliğinden ötürü bazı insanların ölümü daha mı az önemli oluyor…

    O insanları tanımıyorum, ölen çocukların hiçbiriyle göz göze gelip,başlarını okşamadım, yaşadıkları yerlere adımımı bile atmadım..onlarla ilişkim sadece gazete sayfalarına ve tv haberlerine haber olmalarının ötesinde değil..kısaca onlar bana ben onlara yabancıyız…

    Yabancısı olmadığım bir yeğenim var..henüz 11 yaşında..10 sene sonra değişen bir şeyler olmazsa muhtemelen o da askerlik yapacak…ve eğer her şey değişmeden devam ederse onun da askerlik yaparken şimdi Uğur Kaymaz’ın yaşında olan ve şans eseri belki de dağlarda yabani ot gibi büyüyen bir başka genci öldürecek…askerden dönebilirse eğer bu can alma eylemini anlamlandırabilmek için büyük ihtimal psikolojik destek alacaktır..ya da o desteği askerliği boyunca alırsa eğer döndüğünde annesine ve bana dönüp “sizin güvenliğiniz,namusunuz için ben birini öldürdüm” diyerek kendini kahramanlaştıracaktır…

    Ama ya ona bir şey olursa..bu ihtimali aklıma bile getirmiyorum ve eminim o kaybolan, öldürülen insanların sevenleri de benim gibi bu ihtimal yokmuş gibi akıllarından savuşturmuşlardır..

    Evet öldürmemek için askere gitmeyebilir yada bedelli yapıp “bana ne ya ben niye öldüreyim benim yerime başkası öldürsün” de diyebilir,ölmekten, öldürmekten başka bir çözüm yolu olamayacağına inanarak…

    Özlem hanımın ne yazık ki böyle bir video hazırlamasına imkan veren eski ve yeni bir çok haber var…her bir ölüm yada kayıp olayının ardında bir o kadar acılı insan var…bu insanlara artık ölüm ve kayıp olmayacak dense yüreklerindeki acıya rağmen bayram yaparlar her halde…benim yeğenimi düşünerek yapacağım gibi…

    Evet bugün 29 ekim hadi bayram yapalım çünkü bu bayramı hak ediyoruz!

  7. Yazan:ali duman Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    Boğazımız düğüm düğüm,
    boğazımızda düğüm ihanet, kalleşlik, hainlik….

    ne yüce bir millet, bunca ihanete, bunca kalleşliğe rağmen hala kardeşce yaşam için mücadele veriyor, hala inatla türkün kardesi olmaktan, türkü kardeş görmekten umudunu kesmiyor, bunun için mücadeleden vazgeçmiyor.

    ceylan(lar)’ın kocaman gözleri bize bakıyor, o gözler hep üzerimizde olacak, o gözler bize diyecek ki ölen ben miyim, siz misiniz?

    ölen ceylan mı, biz miyiz?

  8. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    “ölen ceylan mı, biz miyiz?” (Ali Duman)

    evet, bunlara seyirci kalmak bizi tüketiyor, yaniyoruz için için 🙁

  9. Yazan:cengiz maçoğlu Tarih: Eki 29, 2009 | Reply

    Dün gece yazı yazdım, bloga astım sonra ayar mayar derken şifre ve kullanıcı adı düştü, haliyle utopiq.blogcu.com adresi yerine cengizchefikir.blogspot.com adresine yazıyorum…
    Sevgili editör buraya zaman zaman sıkı yorumlar yazıyorum bu notumu yayınlarsan sevinirim, Özlem Hanım desteğinizi bekliyorum ve Hilal Hanım’ın yorumunu 🙂

  10. Yazan:özlem Tarih: Kas 1, 2009 | Reply

    28 ekim gunu TMK mağduru çocuklardan V.A nın duruşması varmış. Duruşmayı takip eden adalet çağırıcılarından iki kişinin gözlemleri şöyle:

    …VA.nın annesi beni görünce ard arda hoş geldin anlamına gelen bütün cümleleri kurdu. habire bize dua ediyor, arada da davanın ne olacağını soruyordu. biz o insanlar için çok birşey yapamıyoruz ama demek ki “yanında olmak” böyle birşey. önceki görüşmelerimizde “bıraksınlar çocuğumu, o suçsuz” diyordu, şimdi “bari dayak atmasınlar, yatak, çay versinler, içerde kalsın razıyım” diyor.. VA.nın koğuşunda 6 çocuk, 3 yatak varmış. aylardır hasta ve doktora çıkarılmıyor. cezaevindeki kader arkadaşları için ise o bir terörist. istanbuldaki kürt tutuklular için böyle bir durum da var malesef..

    bugün 358 e varan çocuk cinayetleri için uğraşırken bu davalara ne diyeceğini bilemiyor insan… ölümler yanında böyle kıyımlar da var.

    …………..

    V.A. TCK 314/2, 151/1, 152/2-A ve TMK 5. maddeden yargılaniyor. Goc etmis, cok fakir, cok cocuklu bir Kurd ailenin cocugu. Yetim bir isci cocuk. 11.12.1990 dogumlu. Muzaffer annenin yurek soken kisik sesli feryadindaki gibi “ekmegine giderken almislar. curuyor, eziyet goruyor…”. Taksim’deki gosteriler sirasinda alinmis. Henuz 17 yasindayken. 5 Kasimdan beri hapiste. Cezaevinde 18 yasini doldurunca yetiskinler kogusuna sevk edilmis, son gunlerin pompalaman milliyetciligi onu da vurmus, kogusta daha fazla hirpaliyorlarmis artik. Kurd oldugu icin “PKK’li”, “terorist” deyip.

    V.A.’yla gorusen psikolog, raporuna “6 ay kadar once oto kundakladigini” ve “bu isi olen agabeyi ile birlikte yaptigini” itiraf ettigini yazinca, Cumhuriyet Savcisi Ercan Safak “yasa disi orgut uyesi olmak” ve “mala zarar vermek” suçlarından 6 sene 20 gun ile 20 sene 4 ay arasinda hapis cezasina carptırilmasini talep eden bir iddianame hazirladi. 10 ay once Bahcelievler’de yanici madde dokulerek kundaklanan bir otomobilin failligi, ustelik bunu PKK adina yaptigi iddasiyla 17 yasindaki V.A.’nin omzlarina kaldi. Olay yerinde bulundugu iddia edilen bir gazetede V.A.’nin sol el orta parmaginin izi oldugu ve Yasin Demir isminde bir tanik cikti ortaya. Hos tanik esgal vermesine ragmen V.A.’yi teshis edememisti ama ne farkederdi ki !?

    Bugunku ucuncu durusmada da tanik Yasin Demir, V.A.’yi teshis edemedi. Rapor yazan psikolog ise nedense mahkemeye getirilememisti. Avukat Inan Akmese, V.A.’nin tahliyesini talep etti ama Mahkeme gerekce gosterme nezaketi bile gostermeden reddetti ve durusmayi 3 Mart 2010’a erteledi. Yani V.A. bir sonraki durusmaya 14 aydir tutuklu olarak girecek.

  11. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 1, 2009 | Reply

    Cumhuriyet kimimize göre büyük bir kazanım.Kimimize göre de bir yerlerinde yanlışları,eksikleri olan bir sistem.

    Tabii sadece tanımlandığı kavram üzerinden bir ideolojiyi,bir inancı ya da bir sistemi doğru okumak mümkün değil.Zira bu tarz bir okuma veya bakış açısının,her bir bakış açısının keskin sınırlarla birbirinden ayrıldığı ve siyah-beyazdan oluşan(kısmen de taraf refleksinden beslenen)bir ideolojik söylem kalıbına evrilmesi kaçınılmazdır.Bunun övgü veya yergi şeklinde gelişmesi,hadiseye bakış açısının mahiyetini değiştirmiyor.
    Muhtemeldir ki tüm kusurları ilişkilendirerek eksik ve yanlışlarından sorumlu tuttuğumuz sistem/inanç/ideoloji hakkında yanılabiliriz.Aynı şekilde,sorgulamaksızın bir kazanım olarak algıladığımızda ya da kutsallaştırdığımızda da yanılgı kaçınılmaz olur.

    Dolayısıyla bizim nasıl baktığımızın bir önemi yok,doğru mudur yoksa yanlış mıdır,bunun en iyi cevabını yine sistemin kendisi yani devraldığı mirasın bizlere bıraktığı uygulamaları vercektir/veriyor.Özlem hanımın sunumu bu anlamda yoruma gerek bırakmaksızın tüm gerçekleri yüzümüze bir tokat gibi çarpmıştır bir kez daha.Tek bir kelimeye bile gerek yok…Fotograf kareleri kelimelerden çok daha fazlasını söylüyor.Slaytın altına düşülen bilgi sözcüklerini de kaldıralım ve bir kez daha bakalım…Ama idelojik takıntılarımıza,bir şekilde esiri olduğumuz taraf anlayışından bir an sıyrılarak.

    Eğer bu ibretlik fotograf karelerinde bir sorun,bir yanlış,bir eksik göremiyorsak,bizlere bir şey hatırlatmıyor bir şey söylemiyorsa zaten söyleyecek pek bir sözümüz kalmamış demektir.

    11 yaşındaki çocuğun devlet kurşunlarıyla can vermesi normal ise,

    Ceylanlar havan topu mermileriyle parçalanıyorsa,

    Çocukların kafaları,kolları “canlı yayınlarda”kırılabiliyorsa,

    17 bin faili meçhul(aslında belli)aydılanamayıp karanlıkta kalabiliyorsa,

    İnsanlara b..k yedirebiliyorsa,

    Ve bütün bunlara karşılık “no problem”deyip
    tanklarla,toplarla;dağa taşa yazılan sloganlarla hala yüceltiliyorsa bir yönetim biçimi…hep beraber kutlamaya devam edelim.

    Şimdi böyle yozlaşmış,gırtlağına kadar şiddete,zulme,adeletsizliğe bulaşmış bir sistemin adı Cuhuriyet olsa ne yazar,demokrasi denilse ne olur ya da başka bir tanım ithal edilip uydurulsa ne değişir?

    Ali bey kardeşim “ölen Ceylan mı,biz miyiz?”diye sormuş.Evet,sahi ölen Ceylan’lar,Uğur’lar mı,yoksa insanlığımız mı?Hayır,ölen sadece onlar değil,vicdanımız çürüyüp gidiyor,insanlığımız yitip gidiyor lakin farkında değiliz.

    Benim söyleyeceklerim bu kadar,söz şimdi bütün bu insanlık utancı karşısında savunmaya geçmek isteyenlerde.Tabii söyleyecek sözleri ve bakacak yüzleri kalmışsa.

    *****

    Özlem hanıma,bu çarpıcı sunumuyla vicdanlarımızı dürttüğü,Enver bey’e de bizlerle paylaştığı değerli görüşleri için teşekkür ediyorum.
    Sevgilerimle.

  12. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 1, 2009 | Reply

    Balkonda meme emerken ölen bebek, sırtından vurulan ya da koyun otlatırken parçalanan, kolları kırılan yada TMK göre onlarca senelerle hapse mahkum edilen taş atan çocuklar, elinde silahla dağda ölen genç yada yaşlı ölenlerin hepsi insan…gözümüz şenlensin diye vazoya koyduğumuz çiçeklerin ölümünden farklı değil mi “insan ölümü”…gazete kağıdına basılınca yada kimliğinden ötürü bazı insanların ölümü daha mı az önemli oluyor…

    O insanları tanımıyorum, ölen çocukların hiçbiriyle göz göze gelip,başlarını okşamadım, yaşadıkları yerlere adımımı bile atmadım..onlarla ilişkim sadece gazete sayfalarına ve tv haberlerine haber olmalarının ötesinde değil..kısaca onlar bana ben onlara yabancıyız(Çuvaldız)

    Ne güzel söylemişsiniz Çuvaldız hanım.İçinizdeki vicdan sesi o kadar içten,duygulu ve şiirsel sözlerle dökülmüş ki.Nemli gözlerle susup dinlemeye kesilmek kalıyor insana.
    Yüreğinizdeki “insan”sesi kulaklarımızdan hiç eksik olmasın güzel insan.
    Sevgilerimle.

  13. Yazan:çuvaldız Tarih: Kas 1, 2009 | Reply

    Aziz bey,

    Hepimiz yüreğimize kulak kesilsek duyduğumuz ses hep aynı ses olurdu..sizin de duyduğunuz ses aslında benim sesim değil emin olun :-)gözlerinizdeki nem gibi o sesin kaynağı da sizin içinizde..

    sevgi ve saygılarımla 🙂

  14. Yazan:özlem Tarih: Kas 1, 2009 | Reply

    Sevgili Çuvaldız, Aziz bey, Enver Bey ve yorum düşen tüm dostlar.
    Düştüğünüz yorumlar için nasıl minnettar olduğumu bilemezsiniz. Çünkü artık bazen ne yazı yazacak ne de tek kelime söyleyecek takati bulamadığımı hissediyorum. Bazen benim de Rahmetli Dicle gibi çok acı var diyesim geliyor. Halbuki susmamak inadına konuşmak yazmak lazım. Bunu da biliyorum. Zihnimin boşaldığı, kelimelerimin tükendiği anlarda sizin yorumlarınız hızır gibi yetişiyor. Tüm bu mazlumlarrın bugün de unutulmadığını ve yarın da unutulmayabileceğini bir hesap soranının, adalet talep edeninin çıkabileceğini ve bu sayının gün geçtikçe artabileceğini düşünüp teselli buluyorum.
    Ne kadar inançlı olursak olalım, ne kadar mutlak hesabın ilahi bir mahkemeye kaldığını ve orada kimsenin hakkının zayi olmayacağını düşünürsek düşünelim insanız; adaleti bu dünyada görmeyi, insan eliyle yapılan bu eziyetlerin son bulacağı günleri hayal etmeyi de istiyoruz. Hem de şiddetle!
    Böyle zamanlarda tek olmadığımı hissetmek bir sesi paylaşmak direncimi arttırıyor.
    İşte minnetim bundan…

  15. Yazan:sinerjimiz tsk Tarih: Kas 2, 2009 | Reply

    bu ayrılıkçı tutumunuz sitenizin kapanmasına neden olacak..

  16. Yazan:Beşir Eymen Tarih: Kas 4, 2009 | Reply

    Görüntüleri izlerken ağlamamak içten bile değil..bilinenler görülenler bunlar..ama daha fazlası var..birçok can heba edildi..hayvandan farksız görüldü canlarına kıyıldı..
    Türküm ama bu görüntüleri izlerken yaşananları görürken bazen Türklüğümden istifa etmek istiyorum..Başlarına çalsınlar “Dünyaya Huzur Getirecek Milletlerini” diyesim geliyor..ama yok ben onlar gibi olmadım.olmayacağımda..
    yüreğinize sağlık..

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin