RSS Feed for This Post

Yargı sistemi neden demokratikleştirilemesin?

Alper Ecer (Toplum ve Politika Enstitüsü)

Son yıllara dek bir çok insana “Türkiye’de resmi ideolojinin en katı savunucuları kimdir?” diye sorsanız, askerler diye cevap alırdınız. Öyle ya, bu zamana kadar 4 darbe yapmış, ve kimi açık kimi kapalı nice müdahalalerde bulunmuşlardı. Oysa birkaç yıldır ilginç biçimde ortaya çıkıyor ki askerler pekala kendilerini az çok yenileyebilen bir zihin haritasına sahipler. Evet, onların da sabit fikirleri var, ve ellerindeki güç düşünüldüğünde bu sabitlikler demokrasi için çok ciddi bir handikap oluşturuyor, fakat anlaşılan o ki halkla birebir temas içinde olarak sürekli seyahat, sürekli algılarını açık tutma zorunluluğunda olmaları onlara toplumun değişimini gözleme ve ona adaptasyon yeteneği kazandırıyor. Dolayısıyla son 5-6 senedir askerlerin aklın yolunu bulduklarını, demokratik sürece uyum sağlamaya çabaladıklarını görebiliyoruz. Ve görüyoruz ki baştaki sorunun cevabı artık askerler değil, belki hiçbir zaman da değildi, fakat biz farkedememiştik.

     Doğru cevap artık herkesin farkettiği üzere hukukçular: Anlaşılan o ki özellikle ideolojik konularda ne kadar tutucu iseniz o kadar yükselmenize yolaçan girift bir bürokrasi çarkında yaşıyorlar ve dolayısıyla toplumsal değişimlerden de etkilenmiyorlar. Bunun sonucunu kimi zaman cumhurbaşkanlığı seçimi-367, anayasa değişikliği gibi konularda görüyoruz. Kimi zaman aralarında danıştay başsavcısı Tansel Çölaşan gibi açıksözlüler çıkıyor ve 27 mayıs’ı bile darbeden saymıyor, “Menderes ve arkadaşları aslında Atatürk’çü olmadıkları için cezalandırılmalarıydı” (sanki başka sebepten cezalandırılmışlar gibi) diyebiliyor.

     Bu eğilimin örneklerine basın açıklamalarından adli yıl açılış konuşmalarına veya yargıç ve savcılarla yapılan anketlere (bkz. TESEVin araştırması) kadar her yerde rastlayabiliyoruz.

     Son aylarda bu yüzden yargıda nasıl reform yapılabileceği çokça tartışılıyor. En önemli tartışma konularından birisi yargı reformu ile ilgili yeni yasa tasarısında da vaad edilen bir uygulama. Buna göre yargının demokratikleşmesi için meclis’in Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye atayabilmesi düşünülüyor. Yargı kuruluşları adına söz alanlar ise bunun yargı bağımsızlığını zedeleyeceğini öngörerek karşı çıkmışlar.

     Burada ilginç olan Hakimler ve Savcılar yüksek kuruluna meclis’in üye atayabilmesinin neden bu denli garipsendiği. Oysa yargı denilen mekanizma elbette nihayetinde halkı temsil etmekle yükümlüdür ve ayrı bir şahsiyet geliştirip “Benim bağımsızlığıma karışılıyor” gibi bir yaklaşımla kendi geliştirdiği hayali şahsiyeti ve onun öznel yargılarını nihai karar verici pozisyonuna oturtamaz. Dolayısıyla yargı sistemi kendiliğinden halktan etkilenmeye karşı olmak gibi bir insiyatif de sergileyemez. Bu anlamda temsili demokrasiye dayalı, eşitlikçi, otoritenin  olmadığı bir sistemi hedefliyorsak yargının makul şekillerde demokratikleşmesi karşı çıkılacak bir şey değildir.

     Nitekim mesela ABD bizden çok daha keskin bir kuvvetler ayırımı anlayışına sahiptir ve kuvvetler ayırımının da neredeyse anavatanıdır, hukuk sistemi de dünyanın en gelişmişi olarak kabul edilir, işte bu ABD’de savcılar seçimle işbaşına gelir. Mahkemelerde de jüri sistemi vardır, çünkü halktan ayrı bir hukuk sistemi olamaz. Dolayısıyla orada “Hakimler” suça değil cezaya karar veriyor. Çünkü herkes biliyor ki kanunun ne demek istediğini anlamanın objektif bir yolu yoktur ve yanlış anlamanız, yanlış uygulamanız durumunda meclis ne kanun çıkarırsa çıkarsın boşuna olacaktır. Bundan ötürü sistemi demokratikleştirmişler, bari her ne yorum yapılacaksa onu halkın kendisi yapsın, hakimlerin kendi keyiflerine kalmasın demişler.

     Daha ilginci, bir darbe sonucu ortaya çıkan ve içeriği itibariyle de Türkiye’nin gördüğü en antidemokratik anayasa olan 1961 anayasasında bile TBMM, Hakim ve Savcılar Yüksek kurulunun o günkü muadili olan Yüksek Hakimler Kurulu’na üye atayabiliyordu, yani meclisin HSYK’ya üye atayabilmesi şu an başka ülkelerde uygulanıyor olduğu gibi geçmişte bizde bile uygulandı. Bu uygulama aleyhindeki bunca söze rağmen yeni bile değil, tersine sadece geçmişteki bir uygulamaya yarar görüldüğü için tekrar dönülmüş olacak. (Maalesef bu konudan bahseden sadece birkaç kişi oldu basında ve onlar da kaynadı, gitti. )

     “Yüksek Hâkimler Kurulu, onsekiz asıl ve beş yedek üyeden kuruludur. Bu üyelerden altısı Yargıtay genel kurulunca, altısı birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerce ve kendi aralarından gizli oyla seçilir. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu, yüksek mahkemelerde hâkimlik etmiş veya bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından gizli oyla ve üye tam sayılarının salt çoğunluğu ile üçer üye seçerler. Bu usûlle Yargıtay Genel Kurulunca iki birinci sınıfa ayrılmış hâkimler ile Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu tarafından birer yedek üye seçilir. ” (md. 143, 1961 anayasası)

     Fakat bu madde 1971’de, tabii ki 12 Mart’tan sonraya rastlayan bir gün kaldırıldı, sonrasında 1980 anayasasıyla da HSYK’nın halktan etkilenmemesi de garantileniyor. O kadar ki şimdi hükümet “HSYK’ya meclis üye atayabilsin” dediğinde hukukçularımız, “yargının bağımsızlığı adına” darbelerin ortaya koyduğu kapalı mekanizmayı savunmaya ve size görülmemiş, duyulmamış bir şeyi savunan uzaylı muamelesi yapmaya çalışıyorlar.

     Bir teokrasi ile laik ve demokratik bir hukuk sisteminin farkı nedir deseniz cevap ilkinde hukuğun kaynağının tanrının, seçtiği insanlar aracılığıyla yansıttığı irade olduğudur. İkincisinde ise birbirine eşit düz vatandaşlar. İlkinde hukuk tartışılmaz, çünkü hukuk toplumdan bağımsızdır, tanrıdan geldiğine göre sonuçta. İkincide ise “Vox populi, Vox Dei” (Halkın Sesi, Tanrının Sesi)’dir, Tanrı seçilmiş insanlar değil “halk” aracılığıyla konuşuyordur ve halk ne derse Tanrı da zaten onu demiştir. Tabii böyle yapılmış bir hukuğun kutsiyeti de olmayacaktır. Hukuk bugün bir şey olabilir, ama yarın halk başka bir şey isteyecek ve hukuk da başka bir şey olacaktır ve bunu da bizim seçtiğimiz siyasi partiler belirliyor. Bugün henüz tartışmanın ve siyasetin konusu olan, yarın üç aşağı beş yukarı uzlaşmaya kavuşturulacak ve hukuğun parçası haline getirilerek sabitlenecektir, hepsi bu. O zaman neden bu amaca uygun bir araç olarak üst yargı kurullarının demokratikleştirilmesi de pekala düşünülmesin ki? Ama çoğu hukukçunun bu öneri  karşısında “hukukun üstünlüğü” kavramını kullanış tarzları bile, hukuk okuyanlar kusura bakmasın ama, “Hukuk” isimli bir tanrıdan vahiy alan rahiplerin kendi ayrıcalıklarını savunmasına benziyor. Kim bilir, belki hukukçu olmayanın uygulanacak yasalar konusunda konuşmasını bile anlamsız buluyorlardır.

     İsteyen tabii ki kendine göre gerekçelerle yüksek yargı kurullarının demokratikleşmesine karşı olabilir. Ama bunun bu kadar cepheden olmasının hiçbir inandırıcılığı yok, kimse kusura bakmasın. Yargı belli açılardan dünyanın her yerinde demokratikleştirilmiş; eğer “hukuk” gerçekten evrensel bir şeyse orada sakıncası olmayanın burada da olmaması gerekmez mi? Ama kim bilir, belki sorun tam da budur. Ne de olsa “Burası Türkiye, yok öyle” lafı, modası hiç geçmeyen ve geçmeyecek gibi de duran mottomuzdur bizim.  

     Türkiye’nin gördüğü en antidemokratik anayasa olan 1961 anayasasında bile TBMM, Hakim ve Savcılar Yüksek kurulunun o günkü muadili olan Yüksek Hakimler Kurulu’na üye atayabiliyordu, yani meclisin HSYK’ya üye atayabilmesi şu an başka ülkelerde uygulanıyor olduğu gibi geçmişte bizde bile uygulandı. Bu uygulama aleyhindeki bunca söze rağmen yeni bile değil, tersine sadece geçmişteki bir uygulamaya yarar görüldüğü için tekrar dönülmüş olacak. “Yüksek Hâkimler Kurulu, onsekiz asıl ve beş yedek üyeden kuruludur. Bu üyelerden altısı Yargıtay genel kurulunca, altısı birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerce ve kendi aralarından gizli oyla seçilir. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu, yüksek mahkemelerde hâkimlik etmiş veya bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından gizli oyla ve üye tam sayılarının salt çoğunluğu ile üçer üye seçerler. (md. 143, 1961 anayasası)

     Fakat bu madde 1971’de, tabii ki 12 Mart’tan sonraya rastlayan bir gün kaldırıldı.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Eki 20, 2009 | Reply

    demokratikleştirilmesi durumunda, rahiplerin belirlenmesi söz konusu olacaksa sadece, demokratikleştirilmeden de bu sağlanabiliyor: bunama ve ölüm/yakiin gelince konsilden yaşça ve dolayısıyla kıdemce en rütbelisinin seçilmesi sürü tabiatının en belirgin ve de lüzumlu/işlevsel yanı hiyerarşi’nin de korunmasını sağlar ki uzun orta ve kısa vaade de bu bekaayı da şeettirebilir açısından müreffeh vatandaşın paniğe kapılmadan devlete karşı vazife sorumluluklarını da unutmasına mani olur. yoksa, devlet mevlet hak getire vatandaş uyanabilir bu da anarşiye kapı aralığı ocağı olabilir ki değil demokrasi ölü soyucular bile bu işin sonuçlarını toparlayamaz. sunaklara dokunma!

  3. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Eki 22, 2009 | Reply

    Bakın Yargı ne kadar demokratikleşti.

    Artık iktidar “açılım” diyor, yargı şak diye gidip PKK’lıları serbest bırakıyor.

    Birisi “yakalayın” diyor. Yıllardır serbest dolaşan Cem Uzan için 3 tutuklama kararı birden çıkıyor.

    Gördüğünüz gibi yargı gayet Demoktarik oldu. Aynı 1940 lardaki Almanya gibi. Kahrolsun bu demokratikleşmeye karşı çıkanlar…

  4. Yazan:Alper Tarih: Eki 23, 2009 | Reply

    Yargının demokratikleşmesine yönelik çabalar henüz yasalaşmadı ve bildiğiniz gibi AKP iktidardayken her gün açılım süreçlerinin aleyhine kararlar çıktı pekala. Beri tarafta TRT Şeş Kürtçe yayın yaparken bile mahkemeler Kürtçe aleyhine karar verebildi, hatta bir ara Cumhurbaşkanının dokunulmazlığını bile kaldırmaya yönelik kararlar alınabildi. Demek ki neymiş? Mevcut durum Yargının iktidardan etkilenmesi için bir sebep oluşturmuyormuş.
    Şimdi niye böyle karar veriyorlar, çünkü ortada gene siyasi, hem de gayet siyasi olan bir yargı var. Bunların da gözü MGK’da. Askerin sürece nasıl baktığını gözlüyorlar, eğer askerle AKP arasında bir konuda gerilim yoksa orada o konsensüse uyuyorlar, yok gerilim varsa askerin olduğu taraftan yana karar veriyorlar. Asker onayladıktan sonra Türkiye’de mahkemeler her kararlarını revize ederler, buna Anayasa Mahkemesi de dahil. O yüzden madem yargı siyasal olacak, bari halkın siyasal profilinin biz izdüşümü olsun bu temsil.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin