RSS Feed for This Post

Medeni Dünyadan Gazze’ye Bakmak…

Ocak ayında İsrail’in Gazze’de yaptığı  büyük katliam ve yıkımları  sırasında bir yazı yazmıştım. “Gazze’den Kendimize Bakmak”  başlıklı (“Auschwitz’in Kurbanları  Görüyor Musunuz?” başlığıyla Taraf gazetesinde yayımlanmıştı) yazıyı “İnsanlığın son çırpınışlarını yaşadığı, vicdan gölünün kuruyup minicik birikintilere dönmeye başladığı bir dünyada yaşıyoruz. Böyle devam ederse o minik birikintiler de kaybolup hepten vicdansızlığın çölüne mahkûm olacağız. Son çırpınışları ile tekrar bir hayat ırmağı yaratmak için kendi canını bile verebilen Rachel Corrie gibi insanlar da var bereket. Kendi cellâdına gülümserken, başkasının cellâdına kendi kafasını uzatabilecek kadar yüce gönüllü insanlar! İnsanlık son nefesini veriyor Gazze’de. Eğer Gazze’yi kurtaramazsak, orada yiten sadece Filistinli insanlar değil, aynı zamanda bizim insanlığımız, vicdanımız olacak” cümleleriyle bitirmiştim.

O günlerden bu yana yaklaşık 7-8 ay geçti. Filistin ve özelde Gazze için değişen bir şey yok. Vicdansızlığın çölüne mahkûm olmak, en çok da mağdur ve zalim “seçtiğimizde” bizi bulacak bir şey olduğu için, bugün her şeyden fazla muhatabı olduğumuz bir yıkımdır. Bütün yıkımlar bir şekilde tamir edilebilir; ama vicdansızlığın sürdürülebilir bir hale geldiği dünyanın yıkımının tamiri imkânsızdır. Bugün dönüp de o günlere ve bugünkü Gazze’ye baktığımızda artık asıl yıkılanın Gazze değil, vicdansızlığın çölüne muhkum olan bizler olduğunu görmek gerekiyor.

GAZZE ve FİLİSTİN: OCAK’TAN EYLÜL’E

Dünyanın gözü  önünde açık bir kıyıma uğratılırken, bin beş yüze yakın sivil insanını kaybeden Gazze’de o günden bu yana ne oldu? İsrail açıkça kıyım uygularken susan dünya, bugün susmaktan fazlasını mı yapıyor? Devam eden abluka sonucunda açlıktan, sağlıksız şartların getirdiği hastalıklardan ve yaklaşan kış dolayısıyla gelecek büyük tehlikelerden muzdarip Filistinlileri görmeyi beceremeyen bir dünyada artık adaletten, insanlıktan bahsetmek büyük bir iki yüzlülük ve pişkinlik sayılmaz mı?

Ocak ayının sonundaki ateşkesten sonra Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında İsrail Gazze’yi birkaç defa bombaladı. Ocak ayında İsrail Gazze’nin canına okurken, bu katliamları bile “ateşkesi Gazzeliler bozdu” dezenformasyonlarıyla haklandırmaya çalışan ikiyüzlü “insan hakları savunucularını” hatırlayalım hep birlikte. İsrail’in yaptığı kıyım ve yıkımları haklandırmak için bin bir dereden su getiriyorlardı. Hâlbuki İsrail’in Gazze’de ve Batı Şeria’da sürekli yaptığı şeylerdi bunlar; Ocak’tan önce de sonra da! Daha Temmuz başında İsrail’in bombalamaları ile Gazze’de bir genç kız öldü, dört kişi de yaralandı. Ağustos ayı içinde bir başka bombalamada, Gazze ile Mısır arasındaki tüneller hedef seçildi ve yıkıldı. Gazzelilerin açlıkla, hastalıkla savaşmada malzeme temin edebilecekleri tek noktanın vurulması dünya için bir anlam ifade etmiyor olsa gerek!

Haziran ayı  sonunda verdiği bir raporla Uluslararası  Kızılhaç Örgütü bir buçuk milyon Gazzelinin durumunu gözler önüne seriyordu aslında. Bu rapora göre Gazze’de İsrail saldırılarından tahrip olmuş mahalleleri yeniden inşa etmekte kullanılacak çimento ya da çelik bulunamıyor. Ağır hastalar ihtiyaç duydukları tedaviyi alamıyor. Temiz su kaynakları sınırlı olduğundan yeterli hijyen de sağlanamıyor; Gazze’de bu açıdan çöküşün eşiğine gelindi. Yoksulluk tehdit edici boyutlara ulaşmış durumda ve çok sayıda çocuk yeterli beslenemiyor.

Örgütün Gazze heyetinin başkanı Antoine Grand, “En yoksul durumdakilerin mücadele mekanizmaları tükenmiş durumda, pek çoğu, yiyecek satın alabilmek için özel eşyalarını satmak zorunda kalıyor. En kötü durumdakiler ise Gazze nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturan çocuklar ” diyerek dünyanın vicdanına sesleniyor. Ancak yine duyan olacağını hiç sanmıyorum. Kızılhaç’a göre bu durum, İsrail’in son iki yıldır bölgeye geçişlerde uyguladığı sıkı kontroller ve sınır kapatmalarla doğrudan bağlantılı.

İsrail’in Filistin’de yaptıkları bunlarla bitmiyor. Kudüs’te Filistinlilerin evlerini mütemadiyen yıkan ve yeni Yahudi yerleşim birimleri açan İsrail, Batı Şeria’yı da adeta adacıklardan ibaret İsrail kontrollü bir hapishane haline getirmiş durumda. Haziran sonunda Batı Şeria’da bulunan Adam’da 1450 konutluk yeni bir Yahudi yerleşim yeri projesine onay verildi.

ÜÇ MAYMUNU OYNAMAK

Bütün bu yapılanların dünyanın vicdanını harekete geçirmesini bekleyebiliriz normal insanlar olarak! Ancak bu dünya, mazlumu ve zalimi “seçmesiyle” vicdan göllerini çoktan kurumaya yüz tutar hale getirdi. İletişimin, Arizona çölündeki bir sineğin kanadını gözleyebilmekle övünülecek kadar geliştiği bir dünyada, Filistin’deki insanların dramı bir türlü görünürlük kazanamıyor nedense. Mazlum, ancak mazlum olmayı hak ediyorsa mazlumdur. Zalimse her şartta bellidir zaten! İsrail, Amerika, İngiltere veya herhangi bir Batılı devlet ne yaparsa yapsın zalim veya terörist kategorisine girmez. Ama hiçbir şey yapmasa bile otomatik olarak zalim ilan edilenler vardır. Ah, medeniyet! Tek dişi kalmış canavar!

Filistinlilerin neden mazlum kabul edilmediğini anlamak için dönüp Bosna’daki zulme bakmak gerekir belki de. Bosna’da, müdahele etmek için yüz binlerce insanın ölmesini ve binlerce kadının tecavüze uğramasını bekleyen dünya, bugün de “tamamlanması gerekenin tamamlanmasını” bekliyor herhalde. Kimlik olarak Müslüman iseniz, isterseniz her gün binlerceniz ölün, sizi mazlum kabul edebilecek bir vicdanı kolay kolay uyandıramazsınız. Müslüman demek terörist demektir ve bu yüzden de teröristlere karşı devletler kendisini savunma hakkına sahiptirler. Ocak ayında İsrail’e karşı sesini yükselten, dünyayı ve kendi ülkesini vicdana çağıran insanları anti-semitist ilan eden seçici-geçirgen vicdana sahip olan kimi “insan hakları savunucularının” gerçekten de buna benzer haklandırmalar yaptıklarını görmek, dünyada hakkaniyetli bir insan hakları savunuculuğunun da olmadığını gözler önüne seriyor bence.

Evet, dünya Filistin’in dramına karşı üç maymunu oynuyor. Üstelik halklarının çoğunluğu Müslüman olan Mısır ve Arap ülkelerinin kahir ekseriyeti de bu “maymunluğa” göz kırpıyor. Mısır, burnunun dibinde açlıktan, hastalıktan ölen Gazzelilere sınırını açmayarak zulme ortak oluyor. Türkiye, İsrail ile stratejik ortaklıklarını daha da derinleştirerek zulme maddi kaynak sağlıyor. “One Minute” tavırları hakikaten de dakikalık tavırlarmış bunu anlamış olduk.

Ve ant içerim ki,

bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:

“Bir Filistin vardı,

bir Filistin gene var!” dizelerinde Filistin’e umudunu koruyan Mahmud Derviş’e inat Filistin dünyanın gözünün içine baka baka yok ediliyor.  

Yok mu gören, işiten ve konuşan?

Trackback URL

  1. 12 Yorum

  2. Yazan:cb Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    ne kadar acıtan bir yazı olmuş,emeğinize sağlık,vicdanınıza…kudüs’ten yeni gelen arkadaşım anlatıyor belirli periyodlarla sürdürülen katliamlar dışında mütemadiyen devam eden baskıyı o anlatırken canlı bomba olmaya niyetleniyorsunuz o denli yani,Buhari’nin torununun(torunlarından) evine misafir olmuşlar orada bir konuşma sırasında eklemiş birisi ‘bizi hiç düşünmüyor musunuz ?,ümmet bizi nasıl unutur ‘ diye sizi okurken onun anlattıkları geçti gözümün önünden,gözümün önünden diyorum çünkü ben canlandırarak düşünen biriyim,dünden bu yana böyleyim yaşadığım hayatın yarısının bana maddi ve manevi haram olduğunu düşünüyorum,bana lazım olmayan tarafları lazım olan mazlumlarla paylaşmadığım için,kendime de öfkeliyim,’keyfine’ göre vicdanlı kitleye de,katıldığım bir söyleşisinde Abdurrahman Dilipak,’Filistin imtahını veriyor,ya biz?’ demişti,biz Filistin imtihanımızı veremiyoruz,maalesef.

  3. Yazan:arif Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    Evet son derece dokunaklı bir yazı. Filistin dramını çarpıcı bir şekilde yansıttıktan sonra, hüküm: One Munite sahtedir. Oysa BM Genel Kurulunda ilk kez El Cezire canlı yayın yapıyor ve Başbakan İsrailin Gazze mezaliminin sürdüğünü ilan ediyor. Tüm Filistin ve Arap dünyası Erdoğana müteşekkir. Olsun biz siyaseten karşıyız ya, bu imajı örselemeliyiz. Dünya medyasına ve yanlış kanaat oluşturma aygıtına Yahudilerin sahip olduğuna herkes hemfikir. Bizdeki malum medya One Münit krizi aşıldı diye zemin oluşturma gayretinde. Yazar Herhalde bunun etkisinde kalmış olmalı. İsrail ile yeni yapılmış hiçbir askeri yada teknik bir anlaşma olmadığını mecliste bir soru önergesiyle açıklıyor bakan. Olsun biz Yahudi kanaat oluşturma aygıtına inanmalıyız yinede. Evet elan bir büyük kavga ABD ve Türkiyede sürüyor. Türkiye zehirli sarmaşığın dallarını budadı önemli ölçüde. Darısı ABD nin başına. Ancak İran İsrail ile zıtların birliği ilkesi üzerinden ipleri geriyor ve keskin bir kutuplaşma yaratarak, barış ve dialog yolunu tıkıyor. Evet iki yol var, İranın önerdiği bir yol. İsraili yok edeceğim diyor ve bu söylem İsrail tarafından abartılarak, savaş baltaları bileniyor. Böylece Türkiye ve Obamanın dialog çizgisi zora giriyor. Türkiye arada kalıyor; bir yanda parçası olunmak adına gayret edilen demokratik ve özgür dünya. Diğer yanda Şia ekolü olsada İslam ülkesi İran. Kendimizi kandırmayalım, Bir İslam bloğu yok ve böyle bir bloğun demokratik olgunluk alt yapısıda yok. İran mı bu bloğun önderi, Vahabi Suudiler mi? Demokrasiyi İKÖ üzerinden yaymaya çalışan ve pekçok İslamcı tarafından Truva atı olarak görülen Türkiye mi? İktidarını ancak ABD desteğiyle sürdüren Mübarek Mısırı mı?Hayırlısı bakalım kimin baltası daha keskin çıkar ortaya. Dileyelim barış kazansın. Ancak barışa şans tanımak istemeyen İsrail ve oyuna gelen İran bizim için aynı derecede yanlış işler yapıyor. Ve bunun önemli bir faturasıda kaçınılmaz olarak Türkiyeye çıkacak bu durumda. Gazze olayları sırasında tıkı çıkmayan İran görüntüsünüde unutmayalım bu arada. Bu basit bir siyasi algı sorunu değil, siyaseten taraf belirleyip ötekine saldırmak kadar basit değil. Belkide milyonlarca yeni katliam anlamına gelecek bir gerilim arefesi. Basiret ehli kalp gözünü dört açıp yaklaşan tehlikenin farkına varmalı ve taraflardan birinin yanında ötekini kışkırtmak yerine, yangının çıkmasını önlemeye gayret etmelidir. O zamanki Başbakan Sayın Gülün Saddamı yatıştırma gayretlerini hatırlayın. Sayın Erdoğan da İranı ziyeret edecek önümüzdeki süreçte, umalım Fars bilgeliği ağır basar ve diyalog yolu denenir. Yoksa muhtemel bir savaş İran;a ağır bedel ödetsede Türkiyeye vereceği zarar çok daha ağır olabilir. Öyle bir hengamede ne demokratik açılım kalır nede pisliklerini temizleyebilen bir Türkiye. Yazarı eleştirmek adına değil, yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek adına okunursa daha yararlı olur kanaatimce. Enver beyin dediği gibi bitirelim. Muhabbetle…

  4. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    Ben,dünyanın farklı coğrafyalarında devam etmekte olan zulüm ve türlü dramların güçlünün haklı(!)olduğu zorbalık yasasına bağlıyorum.Zorbalık yasası yıkılmadıkça ve adalet bu güçlülerin tekeli ve denetiminde bulundukça,ne Gazze’de,ne Bosna’da,ne Doğu Türkistan’da ne de ülke gündemine yeterince yansımadığından anılan dramlardan pek de farklı olmayan dünyanın pek çok bölgesindeki zorbalıkların,yıkım ve felaketlerin son bulacağından ümitli değilim.İşte en canlı örneklerden Irak!İşgal edildiği zamandan beri yaklaşık bir milyon insan yaşamından oldu…Hayatta kalanların yaşadığı kabusu saymıyorum bile.Peki Irak halkının yaşadığı bu kabus acaba ne kadar kendi iradeleri ve seçimi sonucu gerçekleşmiştir?Yaşanan ve halen devam etmekte olan insan kayıpları,bitmeyen şiddet ve korku ortamı elbette Filistin halkının yaşadıklarından kısmen farklıdır.Ancak işlemekte olan zorbalık yasası aynı mantığın ve geçerli olan “güç yasası”nın sonucudur.Tek fark:İsrail devleti,güvenlik bahanesi ve paranoyak dereceye vardırdığı “Ulus Devlet”i korumak adına savunmasız filistin halkına pervasızca saldırıyor ve bu takıntının sonucu olarak bir halkı toptan yok etme noktasına taşıyor iken,diğer yerlerde insanların farklı neden ve bahanelerle zulme kurban ediliyor olmasıdır.Dolayısıyla bir pazar yerinde,kalabalık bir alış veriş merkezinde yüzlerce insanın tahrip gücü yüksek bir bombayla yok edilip parçalanmasıyla Filistin’de roket saldırısına hedef olan bebeklerin birbirinden fazla da bir farkı yok.Her iki durumda da masum insanlar kendi iradeleri dışında vahşice öldürülüyor,ölüme terkediliyor.Yasa koyucular böyle buyurduğu ve güç imparatorluğu meşruluğunu dayattığı içindir bu.Ama ölüm aynı ölümdür,acı aynı acıdır…Yaşanan korku ve toplumsal psikoloji de.Sonuç olarak,dünyanın diğer geri kalanının gözü önünde cereyan eden bu insanlık yitimi neden ve biçimleri farklı olsa da benzer mantık ve kaynaktan besleniyor.Ve evet,bu zorba düzene dur diyebilecek evrensel bir adelet mekanizması kurulmadıkça insanlar ölmeye devam edecek.Sadece uğradıkları baskı,işkence ve katliamların dayandırıldığı sebepler farklı olacak.Zira insanları kıyma gibi biçmeye hazır güçlü otoritelerin bu eylemlerini haklı bir zemine dayandıracak/ meşrulaştıracak bir sebepleri hep olacaktır,olmaktadır.Yani dünyanın geri kalanı seyirci kaldıkça,tepkisiz oldukça,zalimler hep varolacak ve haklı(!) olacaklardır.
    Yüreğinize ve kaleminize sağlık Enver bey kardeşim.

  5. Yazan:arif Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    İyi bilgi comda Erdoğan bu cesareti nereden buluyor başlıklı bir analiz var. Okunmasını öneririm…

  6. Yazan:arif Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    Zaman gazetesinde Şahin Alpay konuyu köşesine taşımış. Önyargılar yanıltıcı olabiliyor ve hakkı çiğnemeye yol açabiliyor.

  7. Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    arif bey maalesef sizin söylediğiniz kadar sütten çıkmış ak kaşık değil türkiye. daha çok uzun zaman olmadı. türkiye akdeniz’de israil ile ortak tatbikat yaptı. yapmayın etmeyin, hadi kemalistleri akp’yi karalamakla suçluyorsunuz da bari bana yapmayın olmaz mı? yani iyi taraflarını övünce güzel de yapmadığı şeyleri söyleince mi kötü oluyor insan…

  8. Yazan:arif Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    Enver bey, inanın bu AKP yada Erdoğanın eleştirilmesi yada savunulması ile alakalı değil. AKP bugün var yarın yok. Sizinle yada başka biriyle polemik adına da değil. Türkiye bir aile diyelim ve onu bugün Erdoğan temsil ediyor. Ailenin içinde pekçok unsur yada kurum diyelim farklı sesler çıkarsada son tahlilde, ailenin temsilcisi dikkate alınır bilhassa uluslararası ililişkilerde. Şimdi Irakla olandan, belkide bir kaç misli büyük bir kriz kapıda. Olağanüstü bir gerilim ve diplomasi yaşanacak. Böylesi bir durumda ustaca manüplasyonlarla, Türkiye ve İran karşı karşıya getirilmek istenecektir hiç kuşkusuz. Yazınız Erdoğanın son ABD ziyaretinde verdiği mesajlarla tam ters bir algı yaratıyor, bu nedenle dikkat çekmek istedim. Kendimize haksızlık etmemeliyiz. Gazze başlığıyla ne alaka denirse, İslamcı hassasiyet üzerinden Türkiye köşeye sıkıştırılmaya çalışılabilir dikkatli olunmalı. İsrailin hedefi tüm bölgede kaosun yayılması. İranda uyanık olmalı, Erdoğan Irak krizi sırasında da kimse bizden fedailik beklemesin diye açıkça tavrını ortaya koymuştu. Yani diyalog yolu kapanırsa Türkiye İranada fedailik yapmaz. Maalesef bu iki devlet parantezi savaş denklemine sıkıştırıyor kaybeden müslümanlar oluyor. İslamcı söylem ile müslümanların esenliği nedense hiç uyuşmuyor. Bu konuyla ilgili şimdilik bu kadar. Muhabbetle…

  9. Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    arif bey aramızdaki fark şu: ben siyasi dengeler ve hassasiyetler üzerinden değil vicdandan hareket ediyorum. siyasi hassasiyetlerin de dengelerin de canı cehenneme…

  10. Yazan:eg Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    başbakan’ın da yaptığı şu: benim yaptığım gibi vicdandan hareket edip “konuşuyor” ama sizin yaptığınız gibi siyasi dengelerle hareket ediyor. ya birisi, ya da diğeri yanlış. ama ikisi birbiriyle pek tutarlı değil…

  11. Yazan:cb Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    selamlar,

    ben de Enver beyin vicdan kalemine destek vermek amacıyla ve asla onun kalemine gölge etmeden kendi karaladığım ile Filistin’i,Kudüs’ün yine karıştığı ve kimsenin duymadığı şu günler de anmak isterim.

    SİLKİNİYORUM , AYAĞA KALKIYORUM , DİRENİYORUM , BAŞ KALDIRIYORUM !
    İntifada,
    bir direnişin adıdır.Dünyanın en güçlü ve en acımasız ordularından birinin teknoloji harikası(!) silahlarına karşı bir halkın çocuklarıyla başlayan, bir direnişin adıdır.
    İntifada,zalimlerle mazlumların savaşı,füzelerin karşısında Filistin taşlarının konulduğu bir direnişin adıdır.Çocukların direnişidir,intifada.
    Tek kanallı günlere düşen bir unutulmaz anıdır,acıdır ben de ki yeri.Televizyon ekranında, gözümün önünden iki iri asker geçer,aralarına sıkıştırdıkları yüzünden kan sızan Filistinli bir çocuğu sürükleyerek götürdükleri bir dağ eteği,o çocuğun,o çocukların kollarını Filistin’in taşlarıyla kırıyorlardı.Yakalayıp götürdükleri o çocukların kollarını ve ince parmaklarını iki taş arasında eziyorlardı.Düştü mü kulağınıza feryad eden bir çocuk çığlığı,doldu mu yürekleriniz,yüreğinizden gözlerinize Filistin’den akan bir çift nehir yerleşti mi?Eğer cevabınız ‘ hayır ‘ ise okumayın benim yazımı,sizin için bu yazı burada noktalanmıştır,haram kılıyorum her kelimemi.Zaten onların yaşamı kelimeler olmadan yaşanıyor,kelimeler olmadan.
    Nicedir yazmak istiyorum,Filistin’i.Filistin deyince,yazmak nedir ki ?Oturduğum yerden,dokunduğum tuşlarla bir Filistin yazmak ağır geliyor bana.Yüreğimin halkı Filistin her dakika yanıyor ve acıyorken tüm dünya susmuşken bir kaç kelime düşmek o ülke için benim için utançtan fazla birşey değil.Yaşayamıyorken Filistin,kadın ve çocuk ve hatta erkek, yazıyor olmak utanç.Filistin taşlarla direnirken,oturduğum yerden sadece yazıyor olmak…Allah’ım yine iğreniyorum kendimden,taşların can kesildiği bir zamanda taş atamadığım,taş olduğum,taşlaştığım için iğreniyorum kendimden.Filistin derken,yazmak dediğim nedir ki?
    Uzun zaman,yıllar geçiyor belki.Herkesin yaşamı değişiyor,dünyaca değişiyoruz ve hatta gelişiyoruz sadece bizler yaşıyoruz bu gelişmeyi ve değişmeyi.Filistin halen yanıyor,Filistin için gelişme susmayan silahların sesleri arasında asla uyulmayacak ‘ ateş kes ‘ yalanlarından geçiyor.Filistin için gelişme,ölümlere ölüm eklemekten geçiyor.Herşey,herkes değişiyor çok kanallı zamanlara geçiyoruz,ben yine yakalıyorum o ekranda bir Filistin acısı,insanlığın körlüğünde yine aynı askerler,yıllar geçmiş,herşey değişmiş bir tek Filistin ve Filistin’in çocuklarının katilleri değişmemiş,o katiller yine bir annenin çığlığı,feryadı arasında,o annenin kollarından kopartarak götürüyorlar o çocuğu,ağlıyor,direniyor,katiller bu kez neresi olduğunu bilmediğim bir yere sürükleyerek götürüyorlar o çocuğu.Nereye gittiğini bilemediğim bir çocuğun başına neler gelebileceğini biliyorum ; İşkence.Taş atan bir çocuğun korkan yüreğini hissediyorum içimde,nasıl bir acıdır,nasıl acıtır?Yıkıldım yine kendime bile dokunamayacak kadar yıkık.Ben yıkıldıkça,dünya kör ve sağır kaldıkça yıkılmıyor,tükenmiyor Filistin,insanlarına insan ekliyor.Çocuklar bereketleniyor,kutsal Filistin toprağında,ölüm bitmektir oysa ki Filistin’de ölüm çoğalmaktan geçiyor,biz bitiyoruz,insanlığımız bitiyor,Filistin taş atan çocuklarıyla bereketleniyor,Filistin direniyor,silkiniyor,ayağa kalkıyor,emekleyen çocukların yürümeye doğru ilk adımları direniş,Filistinli çocukların ilk adımı ; İntifada !Biz çürüdükçe onlar yeşeriyor.Filistin duymazlığımıza rağmen tüm gücüyle,onuruyla direniyor.Kendine ait toprağında,Filistin’e ait,Filistinlilere ait kendi toprağında.
    1. İntifada,1987 Aralık ayı,işgalci israil’in öldürdüğü 6 Filistin çocuk için direniyor Filistin.İşgalci israil yıldırma yöntemlerine yenilerini ekliyor silahlar susuyor,zulüm susmuyor.Şiddet başlıyor,kol kırma,kemik kırma,dipçikleme,baş ve karın ezmeye başlıyor,işgalci israil’in zalim katilleri,kendilerine asker diyorlar,öldürmeye programlı bu robotlar.Topluyorlar yüreğimin halkının çocuklarını,1989 1.İntifada’nın 2. yılında,13 bin Filistinli çocuk yani öldürülenlerden geri kalanlar işgalci İsrail hapishanelerinde tutuklu,suçları taş atmak,direnmek !
     2. İntifada,2000 yılı Eylül ayı,çocuk katillerinin emir vericisi ariel şaronun Kudüs’te Müslümanların kutsal mekanı Haremüsşerif’i ziyaretiyle başlar.şaron,provokasyona,tahriğe gelir,istediğinide alır.
    1948’de başlayan Filistin yok etme projesinde işgalci israil durdurak bilmeden,dünyanın gözleri önünde katline ve yok etme projesine devam etti.Bugüne yani 28-29 Eylül 2. İntifada’nın yıldönümüne geldiğimizde işgalin 60. yılında elimizde öldürülmüş binlerce insan üstelik çoğunluğu savaşmadığı halde yatağında,okulunun bahçesinde katledilmiş çocukların acısı ve unuttuğumuz Filistin’den başkası yok.Bir de yüreğine eğilip dokunamadığımız insanların içimize yerleşmiş,bekleyişlerine sessiz kalmamızdan kaynaklı vicdansızlığımız!Taşlara bakarken taşlaştığımızı hissetmeyişimize yakın bir donukluk bizdeki sessiz kalış.
    2. İntifada’nın yıl dönümüne çok yakın,Bayramın 3. günü,Kudüs’ten yeni dönmüş bir arkadaşımla sohbet ediyoruz.Benim içim zaten yukarıda yazıklarımla dolu.O anlatıyor ben dinlemiyorum duyduğum her kelimeyi canlandırıyorum,bahsettiği her Filistinliyi tanıdığım bir insanın yerine koyuyorum,Filistin’i kendi ülkem kılıyorum,o anlatıyor ben dinlemiyorum,anlattıklarıyla hissetmeye,Filistin’i yaşamaya çalışıyorum.Empatiyi falan kaldırıp atmalı bir tarafa yabancı (batı) kelimeleriyle anlatamazsınız yerli (doğu) acıları.Yaşayın şöyle bir siz de benim yaşamaya çalıştığım gibi…Filistin 60 yıl silah sesleriyle ölüm sessizliği arasında gitti geldi.Son dönemler silah sesi duyulmuyor ama sessiz işgal devam ediyor.Bayramın üçüncü günü,Kudüs’ten yeni gelen arkadaşım anlatıyor baskıyı,yıldırmayı haydi siz de bir anlığına kendi ülkenizi Filistin kılın.Çocuklarınızı alın önce kirlensin üstleri başları,yırtık ve yıpranmış,elleri kirli ceplerine taş koyun,üşüsünler,aç olsunlar,çekin alın tüm cıvılltılarını yüzlerine acı dolu bakışlar ekleyin,çocuk çocuk bakmayı haram kılın onlara,sonra babanız olmasın işgalci bir israil askerinin öldürdüğü bir babanın yetimi olun,sevdiğiniz kadın kayıp olsun,evladınız öldürülmüş.Kendi ülkenizde vatanınızda olsun tüm bunlar.Sonra kutsallarınızı getirin gözünüzün önüne,ülkeniz,camiiniz,havranız,kiliseniz,Anıtkabiriniz,Ayasofyanız,eviniz sizin için kutsal ne varsa hepsini kuşatan adım başı yerleştirilmiş güvenlik noktaları(!) yerleştirin herbirinin etrafına kendi ülkenizde kendi toprağınızda 20’li yaşlarında ellerinde savaş silahlarıyla adım başı geziyor olsun işgalci ülkenin askerleri canları istediğinde size kimlik soran,tepeden bakışlarını içinizden hissedin bakalım.Geçmiş acılarınızda sırtınızda olsun hafif kamburlaşın,acıdan bir kambur olsun sırtınızda.Yüklenip tüm bunları şimdi bakın Filistin’e kelimeler olmadan,Filistin deyince bunlar gelsin yüreğinize ve silkelenin,ayağa kalkın,direnin Filistin için mi?Hayır!Kendi içinizdeki insanlığını yitirmiş tarafa dikilin.Filistin zaten direniyor,Filistin zaten intifada da.Bizim Filistin olmamız Filistin’i anlamamız için önce kendimize direnmemiz gerekiyor,susmamıza karşı direnmemize ihtiyacımız var.Zaten Filistin halkı işgalci siyonist israili biliyor ve niyetini anlıyor,anlamadıkları insanlığın ne yaptığı ya da neden yapması gerekeni yapmadığı.
    Katıldığım bir söyleşisinde Abdurrahman Dilipak ‘ Filistin imtahını veriyor,ya biz ?’ demişti,ya biz?Şimdi,Filistin direnişinin yıl dönümünde siz de direnin biraz önce kendi içinizden başlayarak direnin ancak kendi direnişiniz başlangıcından çıkılır Filistin’in tozlu sokaklarına,avuçlarımda sımsıkı tuttuğum Filistin toprağıyla,direniyorum,baş kaldırıyorum,yıl dönümünde kelimeler olmadan insansızlığa !Şimdi biraz siz de,direnin,baş kaldırın,konuşun,kelimeler olmadan …
    Uç uç böceği,
    kanatlı karınca…

    Ahh,mavi boncuk,kara kelebek.
    Kurşunlara,
    sımsıkı yumulmuş bir kalp.

    Sen Kabil,
    buklelerinden sızıver,
    kara gözlerinin,
    çatık kaşlarının
    tam
    ortasına yerle(ş),
    kırmızı bir karanfil ol.

    Geceyi kusursuzca ikiye böl.
    Önce ışık.
    Sonra ses,
    ardından…
    Geceyi kusursuzca ikiye böl.
    Tam yumarken gözlerini;
    Önce ışık,
    sonra ses,
    ardından
    ölüm.

    Bölünmüş gecelerin seherinden kop ey yangın,
    gel yüreğimi(z)e kon.
    Bölünmüş gecelerin kelimelerinden,
    bir ses,
    bir ses daha…
    Katliam!

    Katliam,
    Yüzümü kanla yıka,
    ellerime parçalanmış bedenler sun,
    dilime ağıtlar düşür.
    Şimdi
    beni ayağa kaldır.
    Ayağımı gözyaşı(y)la kaydır.

    Artık,
    Filistin’in düştüğü yerde,
    ölüme bulansın insanlık.
    Şimdi,
    Kabil’in izinde, isyana…
    Acılarımızın vurduğu yerde,
    isyana…

  12. Yazan:eg Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

    ah cemile hanım bu yorum olarak düştüğünüz yazıyı bence bir gazete mutlaka yayımlamayı deneyin. zira çok önemli bir yazı ve bu tür yazılar bu günlerde filistin üzerine o kadar az ki. özellikle sonundaki şiir (ben bilmediğim bir mahmud derviş şiiri sandım ama cemile hanımın şiiriymiş) ne kadar da önemli…

  13. Yazan:özlem Tarih: Eki 4, 2009 | Reply

    Kudüs’ten gelen son haberler çok kötü. İnşallah bu yeni bir katliamın habercisi değildir:(
    http://www.timeturk.com/img-src=picsyenibb_1gif-border=0Mescidi-Aksada-katliam-korkusu_93742-haberi.html Mescidi Aksa’da katliam korkusu

    http://www.timeturk.com/İslam-dünyası-Mescidi-Aksa-için-ayakta_93783-haberi.html İslam dünyası Mescidi Aksa için ayakta

    http://www.timeturk.com/İHH–Müslümanlar-teyakkuzda-olsun_93799-haberi.html İHH: Müslümanlar teyakkuzda olsun

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin