RSS Feed for This Post

Pazartesi… Bu Acıya Bu Şüphe ile Nasıl Dayanılır?

Yazan: Anonim

Sizlere bir hikaye anlatacağım; ne yazık ki gerçek bir hikaye. Bir yönüyle zaman zaman gazetelerin birinci ya da üçüncü sayfa haberlerine düşen iç parçalayan bir çok hikayeye benziyor. Ama bir nokta var ki bu olayı diğer benzerlerinden çok farklı kılıyor. Bu hikayede yakınlarına yaşadıkları sürece huzur vermeyecek, acılarına acı katacak bir kurt dolaşıyor. İnsanı için için kemiren, dinleyenleri de tüm bu kabus gibi olan anlatının içine çekip hapseden bir kurt. 

Adı Aynur Tezcan. 30 yaşında bir genç hanım. Geçtiğimiz bahar başörtülü olduğu için Çapa acil servisinde gerekli ilgiyi görmediği ve altı saat bekledikten sonra kalbi durarak beyin ölümünün gerçekleştiğini Zaman ve Vakit gazetesinde okuduğumuz kişi… Aynur’un beyin ölümünün gerçekleştiği haberini Aynur öldü olarak kavrayan bir kaç arkadaş Ak-Der isimli derneğin bülteninde yayınlanmak üzere bu olayın mahiyetini öğrenmeye ve Aynur’un ailesi ile görüşmeye karar veriyoruz. Ailenin telefonunu bulup temasa geçtiğimizde ilk şokumuzu yaşıyoruz. Aynur ölmemiş hayatta! 4,5 ay süren yoğun bakım günlerinden sonra dört gün önce evine çıkarılmış. Ancak babası bizlere kızlarının bitkisel hayatta olduğunu söylüyor. Bizim bu olayı bir şekilde bir bülten kanalı ile dahi olsa haber yapma isteğimiz baba Kalender Tezcan’ı çok heyecanlandırıyor. Lütfen gelin ben size bütün olanları anlatayım, kızımın halini görün cevabını alıyoruz görüşme talebimize.

Kararlaştırdığımız gün ve saatte bir grup arkadaş Tezcan ailesini ziyarete gidiyoruz. Aynur bir yatakta yatıyor. Görüşme boyunca doktorların söylediği bitkisel hayatta sözüne bir türlü inamamamıza sebep olacak şekilde sürekli varlığını hissediyoruz. Babasının olayı aktardığı anlarda, annesinin ağladığı anlarda Aynur’dan tıkanma nöbetleri geliyor. Hırıltı ile karışık sanki çığlık atıyor. Eğer durumunu görmek için üstünü açarlarsa inanılmaz şekilde bariz ağlamaya başlıyor. Ailesinin aktardığına göre Aynur yoğun bakımda yattığı sürece erkek doktorlar ne zaman vücudunu muayene için açsalar aynı şekilde ağlamış. Doktorlar görmediğinden yüzde yüz emin olduklarını ama duyup duymadığını bilemediklerini söylemişler. Ağlamasının ise bir tür refleks olduğunu, bilinçili olmadığını iddia etmişler. Ama Aynur ne zaman mevzu acılaşsa fenalaşıyor, ne zaman üstü açılsa ağlıyor. Böyle bir refleks olabilir mi? Hiçbir şekilde kıpırdayamayan bu genç kız mideden besleniyor. Düzenli aralıklarla balgamı bir aletle boşaltılmazsa boğulma nöbetleri geçiriyor. Bütün bu hizmeti ise yaşlı annesi ve babası birbirine yardım ederek yüzlerinde müthiş bir sevgi, şefkat ancak anlatılamaz bir acı ifadesi ile görüyorlar.

Önce Aynur kimdi diye soruyoruz. Bu sorumuz karşısında baba Kalender Bey bir anda şaşırıyor acı ve öfke dolu yüz ifadesi bir anda şefkate dönüşüyor. Ortamdaki herkes babanın sözlerini tamamlayıp sözlerine eşlik ediyorlar. “Melek gibi bir kızdı. Tek kızımızdı. Hiç boş durmayı sevmezdi. Hep iyilik yapmayı düşünür, çevresindekilere yardım ederdi. 18 yıl önce bir beyin ameliyatı geçirmişti. Ameliyatın ardından bize kızımızın okumaması, zihnen yorulmaması gerektiğini söylediler. Orta üçten sonra okutmadık. O kuran okumayı çok severdi. Bir kuran kursunda öğretmenlik yapardı. Çocuklara kuran ve tecvit dersleri verir, ilahiler öğretirdi. Hep defterlerine ilahiler yazar, küçük notlar tutardı öğrencilerine öğretmek için”

Sözün burasında karşımızda ara ara dudaklarını büzen kimi zaman ağlayan bu genç  kızın defterlerini istiyoruz ailesinden. Aynur o defterlerde de öylesine saf masum bir kız ki. İlahiler, çocuklara öğretilmek üzere not alınmış küçük tavsiyeler, şiirler, dualar… Ama hep rengarenk çiçekli çiçekli sayfalar…

Ne oldu o gün Kalender Bey diye soruyoruz. (Aynur’un babasının hiçbir detayını atlamadan her şeyi tekrar tekrar yaşayarak aktardığı olayı maalesef özetlemek zorundayım.)

    22 Nisan günü kızım alışverişe Fatih’e gitmişti. Kendisine kıyafet alacaktı. O gün çok yağmur yağmış. Eve ıslanmış üşümüş bir halde geldi. Gece hastalanmaya başladı. Ertesi sabah fena olduğunu sabah namazına kalkamayacağını söylemiş annesine. Rahatsızlığı gitgide arttı. Nefes alıp verirken daralma yaşaması üzerine hastaneye götürmeye karar verdik. Ancak durumu kötü olduğu için ambulans çağırdım. Ambulans şoförü daha önce bir hastanede yatıp yatmadığını sordu. Kızımın 18 yıl önce Çapa’da ameliyat olduğunu söyleyince oraya götürmek için ısrar etti. Aslında ben yakınımdaki devlet hastanesine götürmek istiyordum.
    Çapa acil servisine götürünce hanımım işitmiş; bir kadın doktor elini annesi ve kızıma doğru sallayarak bunları niye getirdin diye çıkışmış ambulans şöförüne.(annesi çarşaflı, Aynur ise o gün başörtülü imiş) Ambulans şöförü hocam tansiyonu sıfır, nabız çok zayıf kız kendinde değil o yüzden getirdim demiş.  Doktor uzaklaştıktan bir süre sonra tekrar gelerek yine çıkışmış bunları niye getirdin diye. Ambulans şöförü yine tekraren aynı cevabı vermiş.
    -Sonra
      Sonra kızımız sedyede biz orada saatlerce müdahale edilmesini beklemeye başladık. Kızımızın durumu gitgide ağırlaşıyordu. Nefes alması zorlaşmaya başladı. Ben feryat ediyorum müdahale edilmesi için. Kan alınsın dediler. Hemşireler ise bir türlü kan alamıyor gülüşüyorlar hah şimdi bir damar yakaladım yok olmadı şimdi burada yakaladım diye. Adeta eğlenir gibi kızımı delik deşik ediyorlar ama bir türlü damar bulamıyorlardı. Ben tepki gösterdikçe azarlanıyorduk. İşimize karışma amca diye. En sonunda kasığında bir damar bularak kan alabildiler. Bu sefer film çektirmeye gidin dediler. Sedye ile epeyce uzakta olan bir binaya kızımı götürdük.  Orada da doktorlar bir hasta ile tartışma halinde saatler geçmeye devam ediyordu. Nihayet film çekildi. Bize söylenen 20 gün sonra sorun çıkmamışsa filminizi alabilirsiniz. Ben acile gelmişim bana 20 gün sonrası için randevu veriliyor. Yine kendi imkanlarımızla kızımızı sedye ile geri getiriyoruz. Bu arada kızımın solunumu gitgide kötüleşiyor.
      -Peki hiç oksijen maskesi ya da benzeri bir uygulama yapılmıyor mu?
      -Hayır kızım, hayır hiçbir şey.
      -Peki amca diyoruz çok kötü bir olay yaşadığınız belli ama acaba doktorun başlangıçta ambulans şoförüne çıkışması başörtüsü dışında başka bir sebepten olamaz mı? Neden başka hastane değil de buraya getirdin gibi?
      -Kızım diyor ben kimsenin günahını almak istemem. Ancak bizi şüphelendiren şey şu. Bizler çırpınır feryat ederken bizlerle ilgilenmeyen doktor ve hemşireler orada “sosyetik görünümlü” bir hastanın sürekli yanına gidiyor, ilgileniyor, çok kibar davranıyorlar. Bizimle ise kaba konuşuluyor, sürekli azarlanıyoruz. Doktorlar hiç yanımıza gelmiyor.
      -Sonra ne oldu diye soruyoruz bir gözümüz Aynur’da bir gözümüz içli içli ağlayan annesinde.
      -Nihayet saatler sonra doktor yanımıza geldi. Kızımın ensesine bakıp menenjit olmuş  bu, belinden su almamız lazım dedi.  İzin kağıdını imzalamamı istediler. Ben izin vermem dedim. O işlemin tehlikeli olduğunu biliyorum. Orada sedye üzerinde alamayacaklarını söyledim. Bana kızdılar o kadar biliyorsun git kendin tedavi et kızını diye. Ben kendimi kaybedip bağırmaya başladım. Beni güvenlik görevlileri dışarı attılar. Çırpınıyorum, kızıma ulaşamıyorum. Bu arada kızımın ağabeyini ikna etmişler, ağabeyi kardeşim için şart ise ben imza veririm deyip imza vermiş belden su alma işlemi için. Kızımı dört kişi yüzü koyun zorla bastırarak zapt etmeye çalışıyor. Ağabeyinden de kafasını tutup yüzünü çevirmelerini istiyorlar.
      -Sedye üstünde mi?
      -Evet sedye üstünde. Sonra ağabeyi bir bakıyor kızımın yüzü mosmor. Bağırmaya başlıyor kardeşim ölüyor diye. Su alma işlemini bırakıyorlar. O anda kızımın kalbi duruyor. Kalp masajı ve elektroşok uygulanıyor. Kalbi tekrar çalışana kadar uzun zaman geçtiği için beyin hücreleri ölüyor.
      -Sonra ne oldu.
      Kalbi tekrar çalışınca bu hastanın yoğun bakımda yatması lazım bizim yoğun bakım  ünitemiz dolu başınızın çaresine bakın dediler. Bu arada hastaneye gelişimiz saat 17.00 bunun bize söylendiği saat ise 23.00. tam altı saat geçmiş. Menenjit dendiği için bulaşır korkusu ile bu sefer diğer hastaneler de bizi kabul etmiyor.
      -Peki Aynur menenjit mi imiş.
      -Hayır kızım, sonra götürdüğümüz özel hastanede menenjit testi yapıldı. Aynur menenjit değilmiş. Bademcik enfeksiyonu. Ancak direnci düşük olduğu için hep böyle zor atlatırdı. Biz de böyle durumlarda hep en yakın hastaneye götürürdük.

    Sonrasında Aynur dört buçuk ay özel bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde kalıyor. Baba bu esnada üzüntüden kalp krizi geçiriyor. O da yoğun bakımda yatmaya başlıyor.

    Şimdi Aynur dört gündür eve çıkarılmış. Psikolojik yönden enkaz haline gelmiş bir anne ve baba ile “yaşıyor” Birçok şey konuşuyoruz. Mahkeme sürecini, SSK lı olan babanın SSK tarafından karşılanmayan bazı masraflarını karşılamak için bir yol olup olmadığını, iki yaşlı insanın 24 saat uyumadan, evden hiç çıkmadan bu yükü nasıl kaldırabileceğini ve daha bir sürü şeyi.

    Bir de anneden dinliyoruz aynı  olayın kimi detaylarını anne ve kadın duyarlılığının getirdiği ince ayrıntılara da dikkat kesilerek.

    Ama hep o ağlayış; Aynur’un o görmez duymaz denilen halini yalanlarcasına o tıkanma nöbetleri. Hep içimizde acaba…. Acaba Aynur bir tedavi görse, farklı uzmanlara görünse onun için bir umut olur mu sorusu. Ben mucizelere inanırım diyor yanımdaki arkadaşım kısık sesle bana dönerek. Beş yaşında geçirdiği beyin kanaması sonucu görmez, duymaz, iyileşse de asla zihinsel olarak düzelemez dedikleri bitkisel hayattan nasıl çıktığını özetliyor yavaşça bana. Duaya ve mucizelere çok inanıyor can dostum.

    Duaya ve mucizelere gitgide daha çok inanıyorum ben de.

    Baba ara ara hep aynı  şeyi söylüyor:

    -Gözlerimi kapayınca o gün yaşadıklarımı tekrar tekrar görüyorum hala. Başka hiçbir şey istemem sadece bu insanların bir kere mahkemeye çıktığını göreyim.

    Babayı için için karısının ve çocuğunun çarşaflı olması sebebi ile o gün orada ilgi görmedikleri, altı saat kızının bekletildiği şüphesi yiyip bitiriyor. İhtimalleri teker teker gözden geçiriyor seslice. “Acaba Türkan Saylan’ın evi aranmıştı o günlerde. Çarşaflılara karşı bir tepki vardı. Sebep bu olabilir mi?”

    Yazık ki asla ne o ne de bir başkası “gerçeğin” ne olduğu konusunda emin olamayacak. Belki tıbbi ihmal sonucu bu durumun mesulleri ceza alacak ama hiçbir zaman sebebin bu olup olmadığını Aynur’un ailesi bilemeyecek.

    Yıllardır Çapa Tıp Fakültesi ve bağlı olduğu üniversitede başörtülü  öğrenciler umacı gibi kovalanıyor. Belki de dünya tarihinde literatürlere ikna odası diye bir terimi ilk kez katan üniversite burası. Bir zamanlar bu üniversitenin öğretim görevlileri ikna odalarında Cumhuriyete düşman addettikleri kızları başlarını açmaya ikna etmek için canla başla kavga veriyorlardı. Hala hem Çapa Tıp Fakültesi’nde hem de bağlı olduğu İstanbul Üniversitesinde başörtülü olmanın anlamı yasaklı olmak ve sakıncalı olmak ile eş. Yıllarca bu üniversitelerin koridorlarında, bahçesinde cadı avlamış durmuş “yetkili” muteberler.

    Söyleyin bana şimdi kim Kalender Bey’e  “hadi canım sende!” diyebilir büyük bir gönül rahatlığı ile.

    Kim bu ülkede asla böyle bir şey olmaz sen sadece vehmediyorsun cevabını  verebilir.

    Ve kim bu şüphe aklını ve kalbini kemirip dururken bir ömür boyu bu acıyı yaşayabilir?

    Tam boy görmek için tıklayınız

    Trackback URL

    1. 9 Yorum

    2. Yazan:cb Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply

      olayın üzüntüsü acısı bir yana bunları bile bile halen susuyor oluşumuza da bozuluyorum okuldan işten aştan hadi vazgeçildi anlarım da insan hayatındanda mı geçildi?

      ya olayı sadece bir kısım medyanın ele alışı?

      bu çapanın ilk katli mi sanıyorsunuz?ya medine bircan?

      http://www.mazlumder.org/haber_detay.asp?haberID=108

      yobaz laikliğin şehitleri

    3. Yazan:eg Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply

      insan üzüntüden, öfkeden ne diyeceğini bilemiyor. beni ısıran sivrisineği bile öldürmekten Allah’tan korkarım; ama herhalde böyle bir olaya şahit olsaydım bunu yapan o doktor ve hemşireleri elimden kimse kurtaramazdı gibime geliyor. insanın hayatıyla oyun oynamak bu kadar basit bu ülkede. yeter ki laiklik kurtulsun. bu ülkenin, neden faşizmin dünyadaki kalesi haline geldiğini görmek için gidip üniversitelerine, “aydınlarına” bakmak bile yeterli. ve evet en sondaki soruya geleyim: bu ülkede bu tür ayrımlar olmaz diyemez hiç kimse. hatta çoğu kimse bu tür ayrımların olduğunun bizzat şahididir. insana, inancı, giyim kuşamı nasıl olursa olsun insan gibi davranmak gerektiğini bilen ve öyle davranan birilerini bulduğumuzda asıl şaşırıyoruz. çapa tıpın vicdansız o doktor ve hemşireleri mum diksinler şimdi, laiklik için bir kişiyi daha ortadan kaldırdık diye! zafer onların…

    4. Yazan:özlem Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply

      Vallahi Enver Bey,
      Allah biliyor niyetlerini bunu karsidaki insanlar carsafli diye mi yaptilar yoksa bir sınıfsal küçümseme durumu mu vardı ya da belki sıradan bir sağlık skandalı mıydı. Gerçekten hikayenin içerisinde bir kurt dolaşıyor. Ancak her ne sebeple olursa olsun bir insani 6 saat acilde süründürdükten sonra domuz boğazlar gibi beş kişi tepesine çöküp üstelik solunum yetmezliği çekerken sedye üzerinde boğuşa boğuşa belden su alma işlemini anlıyamıyorum ben. Bir milim kaysa bir iğne o işlem hastanın felç olması ile sonuçlanır. Eğer tıb ile ilgili birileri varsa cidden merak ediyorum bana bir cevap verebilir mi bu işlem böyle mi yapılır?
      Sonuç olarak bir kız korkunç acılar çekiyor. Çiçekli defterleri şiirlerle dualarla doldurmuş bir kız. Ve bütün bir ailenin hayatı karardı. Eğer bir hesap günün gelecegine inanmasam bu travmaları yaşadıkça herşeyi yapabilirdim bende!

    5. Yazan:murat Tarih: Eyl 28, 2009 | Reply

      Böyle bir durumda ne denilebilir bilmiyorum.
      Allah işte böylelerine kahhar ismiyle muamele etsin inşallah.
      Yaşasın zalimler için cehennem!

    6. Yazan:Mévandar Tarih: Eyl 30, 2009 | Reply

      Allah’ın gazabı çapa hastanesindeki su-i istimali sebebiyle insan hayatını hiçe sayan ve bu su-i istimaldeki kasdın asıl sebebinin din düşmanlığı olması hasebiyle bu kişilerin üzerine olsun. Böyle kesin bir ifade belki ağır kaçabilir yalnız hakikat noktasında bakıldığı zaman bunlar zalimlerden başka kimseler değildir. Zulum konusunda lakayt kalmak, rıza göstermek dahi zulme ortak olmak demektir.
      Çünkü, rıza-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rıza da zulümdür.

      Zâlimlere meyletmeyin Aksi halde ateş size de dokunur (Hûd Sûresi: 113)

      suresinin mealinden anlaşıldığı üzere taraftar olmak, bir başka ifadeyle sessiz kalmak,umursamamak dahi Allah ın gazabına sebebiyet verir. Allah ın gazabı şedittir.

    7. Yazan:özlem Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

      Buna ne diyorsunuz dostlar?:(

      graz’da 15 yasindaki bir ögrenci sinifindan iki kiz arkadasi tarafindan saldiriya ugradi. ögrenciler sinif arkadaslarinin basörtüsünü yakmaya calistilar…
      Muslimin attackiert: Schülerinnen suspendiert – oesterreich.ORF.at
      Kaynak: icio.us
      Die Situation habe sich für ihre Tochter noch verschlimmert, so Bazina: “Meine Tochter wurde danach noch mehr belästigt.” Sie habe sich von der Direktion erwartet, dass die Mädchen mit der Sache konfrontiert würden und damit die Sache geklärt wäre, betonte die Mutter.

    8. Yazan:MY Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

      Özlem Hanim Selamlar,

      Islamofobi’nin ayak seslerini 1993’ten beri duyuyorum, Fransa’da geldigim yillarda Islam’a karsi olan tavir daha çok bir merak idi. Az miktarda “bilinmeyen korkusu” vardi.

      Bugün (Fransa için) bu “denge” ters yönde bozulmus vaziyette. Almanya’daki irkçi gruplarin Türk korksu/nefreti ile Islamofobi birbirinden ayird edilmeli mutlaka.

      Bildiginiz gibi Amerika Tedavi Edilebilir mi? isimli yazi dizisinde ABD milli kimlik üretiminde bir öteki gerektigini anlatmistik. Önce Naziler, sonra komünist ruslar, simdi de Müslümanlar. 11 Eylül ile sahneye konan ama aslinda çok önceden baslayan NEOCON projeler var, yine herkesçe biliniyor.

      Bugün ABD’de yasayan bir çok Müslüman ismini degistirerek çalisabiliyor. Isyerleri irkçi saldirilara maruz kaliyor. CAIR dernegince 11 Eylülden sonra hazirlanmis bir rapor vardi, bilmem okudunuz mu: “Islam in USA, We are not ennemies”

      Bakin, Almanya, Fransa ve ABD… Bütün bu ülkelerde sistematik ve esgüdümlü bir Islam düsmanligi yütüldügünü iddia edebiliriz. Mümkündür.

      Ama madalyonun bir de arka yüzü var: Sene 1993, 10cu Paris’te AMGT (Avrupa Milli Görüs Teskilati) tarafindan idare edilen bir camideyiz, hoca kürsüden öfkeyle bagiriyor, sövüyor. “çocuklarinizin Fransizlarla arkadas olmasina engel olun, ahlaklari bozuluuuur!”

      bu içe kapanmaci bakis süphesiz Islam düsmanlarina arzu ettikleri zemini hazirliyor. Akli basinda Milli Görüsçüler varsa tenzih ederim ama su ara yine en fazla Kürt Düsmani söylemleri MG’den duyuyorum. Üzücü… Tek kelimeyle çok üzücü.

      iyi bir noktayla bitirelim isterseniz,

      Duisburg’lu Türkler akillica bir is yapmislar, camilerini insa ederken bir
      komisyon kurmuslar, yörede yasayan hristiyanlarin fikrini almislar. Onlar
      da “saydamlik” istemis. Caminin genis cam duvarlari var. Bayram vb
      gibi günlerde he dinden insana kapilarini açiyorlar.

      Yüksek duvarlarla, dikenli tellerle çevrili, Türk bayrakli,
      Kisla-Cami degil yani. (Almanya’da çok var böyle “milli cami”)

      Alman basini Duisburg Mucizesi’nden bahsediyor. Bölgede insanlarin
      gelis gidisi artmis, ek otobüs vb seferleri konmus. Almanlar çok
      memnunmus yeni camiden, “Islam bizim için bir kültürel zenginlik” diyorlarmis.

      Neticede batili hükümetler, sirketler ya da basin ne kadar
      Islam düsmanligi yaparsa yapsin Müslümanlar kendilerini
      “ötekilere” anlatma gayreti içinde olmali diye düsünüyorum.
      ANLAMA ve ANLATMA. baska yolu yok 🙂

      Bundan iki sene önce Müslümanların iç hastalıkları yazisinin altinda tartisirken bazi arkadaslar “batiya kendimizi sevdirmek zorunda miyiz?” diye çikistilar bize. Evet, zorundayiz, Filistin’e yolladigimiz ilaçlar Alman’yada imal edilip amerikan dolariyla aliniyorsa, ingiliz uçagiyla tasiniyorsa, yakit iran’dan çiksa bile rafinesi ruslarca yapiliyorsa… bence herkese kendimizi sevdirmek zorundayiz.

      Dünya ekonomik pastasindan %2.5 pay alan bir Islam camiasi var. Insanligin belki %20’si ama ortalama zenginligin onda biri. Biz kapitalizme, batiya, demokrasiye, hristiyanlara, vb ölçmeden, tartmadan, analiz etmeden çatarken iyice içine kapanik bir “islam” zihniyeti olusuyor.

      Islamofobi önümüzdeki 20 yilin temel problemi olacak. Ama sanirim Paris, Londra, Berlin ve New York’ta yeni Kordobalar, Bagdatlar, Istanbullar dogacaktir. Islamin yükselisi izole olmus kentlerden degil Islam ile “öteki” arasinda yogun iliski kuruldugu yerlerden baslayacak. Ne demisler? Büyük asklar nefretle baslar :))

    9. Yazan:özlem Tarih: Eki 1, 2009 | Reply

      Merhaba ben de 20 yil once Almanya’da yasiyan müslümanların ne kadar iyi durumda olduklarını hatırladıkça bu kadar kısa zamanda Avrupa’nın bu kadar hızla olumsuz yönde değişmesinden çok ciddi endişe ediyorum.
      aslında göçmenler ve islam. Bu avrupa’nın ciddi büyük sınavı olacak önümüzdeki yıllarda. Etyen Mah. nin bu konuda Birikim’de yayınlanmış nefis bir makalesi vardi.Değişimin yarattığı tehditler ve otoriter sekülarizm diye.Keşke kendisinden alıp derin düşünce de yayınlasanız:)

    10. Yazan:özlem Tarih: Kas 15, 2009 | Reply

      Aynur Tezcan vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.

      Haber Merkezi / TIMETURK>

      Soğuk algınlığı ve yüksek ateş nedeniyle İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirilen Aynur Tezcan isimli vatandaşla uzun süre kimse ilgilenmedi. Görevliler hastanede yer olmadığını söylesede ailenin yakınları Tezcan’ın çarşaflı olduğu için tedavisi yapılmadığı görüşünde. Bu iddia üzerine harekete geçen Mazlum-Der ve Hasta Hakları Aktivistleri Derneği hastaneyi şikayet etti ancak 30 yaşındaki Aynur Tezcan, önceki gün Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Üzücü haberler sarsılan aile cenazeye almayı gittği hastane ikinci bir şok daha yaşadı. Kızlarının cenazesinin aynı hastanede ölen Mehmet Kılıç’ın cenazesi yerine Giresun’a gönderildiği ortaya çıktı. Baba Kalender Tezcan sorumluların cezalandırılmasını istedi.

      Baba Kalender Tezcan, haberi alır almaz kızının cenazesinin Erzurum’a ulaşmadan Giresun’dan geri döndürdüklerini belirterek, “Akrabalarım bugün cenaze var diye toplandı. Her şeyi hazırladık. Ancak hastaneye gelince cenazelerin karıştırıldığını öğrendim. Şimdi biz acımızı mı yaşayalım. Yoksa burada yaşanan skandalla mı uğraşalım. Bu hatayı yapan kim ise cezasını çekmeli” diye konuştu.

      Kızının ilk gittiği İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde karşılaştıkları ilgisizlik nedeniyle hastane hakkında dava açtıklarını da belirten Tezcan, cenazelerin karışmasında ihmali olan Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi yetkilileri hakkında şikayetçi olacaklarını söyledi.

      AYRIMCILIK SINIR TANIMIYOR

      Hasta Hakları Aktivistleri Derneği ve MAZLUMDER İstanbul Şubesi, 23 Nisan’da Çapa Tıp Fakültesi’ne soğuk algınlığı ve ateş şikâyeti ile getirilen Aynur Tezcan’ın ihmal sonucu beyin ölümünün gerçekleşmesi üzerine, doktorlar ve sağlık personeli hakkında Fatih Adliyesi’nde suç duyurusunda bulundu ve konuyla ilgili bir basın açıklaması yaptı. Açıklamayı yapan Hasta Hakları Aktivistleri Derneği Genel Başkan Yardımcısı Mahir Orak şunları söyledi;

      Başörtülü ve dindar insanlara karşı yıllardır ekilen ayrımcılık ve kin tohumları bir kez daha başak vermiş ve hayatının baharında bir genç kız yasakçı zihniyetin ektiği tohumların son kurbanı olmuştur.

      Soğuk algınlığı ve ateş şikâyetiyle 23 Nisan 2009 tarihinde İ.Ü. Tıp Fakültesi Çapa Hastanesi acil servisine kaldırılan Aynur Tezcan sağlık hizmeti almak için gittikleri Hastaneye götürüldüğü andan itibaren birçok haksızlığa uğramıştır.

      Aynur Tezcan’ın sağlık durumunun kötülüğü yanlış uygulamalar neticesinde geri dönülemez bir hal almış ve Tezcan’ın -tıpta ölüm olarak nitelendirilen- beyin ölümü gerçekleşmiştir.

      Ambulansla Çapa’ya götürülen Tezcan’ı gören sorumlu servis doktorunun ambulans şoförüne mağdur ve beraberinde gelen annesinin kıyafetlerini göstererek azarladığı iddia edilmektedir. Bunun dışında 7 saat boyunca doktorların hastayla ilgilenmediği, yapılması gereken tıbbi işlemlerin ise alelade bir şekilde koridorda yapılmaya çalışıldığı, yapılmayan veya yapılmasında gecikilen müdahaleler sonucunda Tezcan’ın kalbinin durduğu ve elektroşok ile kalbinin çalıştırılmaya çalışıldığı, bütün bunlara rağmen acil hastalara yapılması gereken tıbbi teşhis ve tedavilerin uygulanmadığı, yer olmadığı iddiasıyla yoğun bakıma alınmadığı gibi somut iddialar bulunmaktadır.

      Bütün bu olaylar neticesinde derneklerimize başvuran Tezcan ailesinin iddialarının ciddiliği, ilgili kişi ve kurumların suskunluğu karşısında görevli doktorlar ve sağlık personeli hakkında; Kasten (olası kast) İnsan Öldürme, Ayrımcılık, Görevi Kötüye Kullanma ve TCK’nin ilgili sair sevk maddeleri gereğince suç duyurusunda bulunma zorunluluğu hâsıl olmuştur.

      Bu olay bir kez daha göstermiştir ki ayrımcılığın kimseye faydası olmadığı gibi yaşama hakkı gibi temel bir hakkın bile hiçe sayılmasına neden olmaktadır. En azılı suçlulara bile ayrımcılık yapılması en azından tıp etiği açısından mümkün değilken insanların kıyafetleri dolayısıyla karşılaştıkları ayrımcılıkların sınır tanımaz hale gelmesi çok acıdır.

      HASTA HAKLARI AKTİVİSTLERİ DERNEĞİ

      MAZLUMDER İSTANBUL ŞUBESİ

    ÖNEMLİ

    --------------------------------------------------------------------

    Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

    Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

    Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

    Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

    Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

    Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

    Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

    --------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin