RSS Feed for This Post

Yine bir pazartesi yazısı

Utanç

Besim F. Dellaloğlu

Yıllar önce bir sempozyuma katılmak için Dublin’e gitmiştim. Şehrin göbeğinde Trinity College isimli tarihi bir üniversite vardır. Üniversite tam anlamıyla bir kentsel mekan idi. Birçok kapısı vardı. Şehirde yaşayanlar bir yerden bir yere gitmek için gerekirse üniversite içinden dolaşıyorlardı. Üniversitenin içindeki müzeler, sinema salonları hem şehirde yaşayanların hem de turistlerin çok sık kullandığı mekanlardı. Kısa pantolonlu turistler üniversitenin içinde cirit atıyordu. Üniversitenin hiçbir kapısında güvenlik kontrolü yoktu. Üniversitenin lokantalarında, kantinlerinde herkes karnını doyurabiliyordu. Dublin ziyaretim tam da bizde yirmisekizşubatıyla ünlü yılın yazına denk gelmişti. Afalladığımı çok iyi hatırlıyorum. Dublin’de yaklaşık bir hafta kalmıştım. Katıldığım sempozyum şehir dışındaki başka bir üniversitede olmasına rağmen her gün bir bahane bulup Trinity College’a gidiyordum. Bu tuhaflığı tekrar tekrar yaşamak için. Bu günlerin birinde kampus içinde başını bordo rengi ve büyük bir ihtimalle de ipek bir eşarpla örtmüş esmer, orta yaşlı bir kadın gördüm. Kadının oldukça entelektüel bir giyim tarzı olduğunu hatırlıyorum. Omzunda bir çanta, bir koltuğunun altında da kitaplar vardı. Kadının bir akademisyen olduğunu düşündüm. Çok şaşırdım. Sonra da şaşırdığımdan utandım. 

*** 

Bir akşamüzeri okuldan çıkıp, fakültenin otoparkındaki arabama doğru yürüyordum. Hava karanlık değildi. Tam arabanın kapısını açmaya yönelmişken, arabanın arkasında, duvarla araba arasında birinin eğilmiş, durduğunu fark ettim. Birinin orada saklandığını düşündüm. İster istemez o tarafa yönelince, o kişinin peruğunu çıkarıp, başörtüsünü takmakta olan bir öğrencim olduğunu fark ettim. Bir an göz göze geldik. O anı ömrüm oldukça hiç unutmayacağım. Öğrencimin o an başı açıktı. Peruksuz ve başörtüsüz. Ve ben onun  ilk kez bu halde görüyordum. Onun tepkisi ise bütün gücüyle, tüm varlığıyla saçlarını kapatmaya çalışmak oldu. Gözlerinden benim bakışım karşısında kendisini çırılçıplak hissettiği anlaşılıyordu. Şaşkınlıkla kafamı çevirdim. Kendimi ölesiye suçlu hissettim. Hemen arabaya binmeye koyuldum. O da başını örtüp uzaklaştı. Daha sonraları öğrencimle derslerde, okulda defalarca karşılaştık. Ama bu konuyu hiç açmadık. Ne zaman bir başörtülü kadın görsem, ne zaman bu mesele açılsa bir yerlerde aklıma hep o gelir. Utanırım. 

*** 

Bir sabah hızlı  adımlarla üniversitenin koridorlarında yürüyordum. Çünkü  derste vize sınavı yapacaktım. Sınıftan tuhaf sesler geliyordu. Anlam veremedim. Ben sınıftan içeri girdiğimde gri takım elbiseli, kravatlı, bıyıklı bir adamın kürsünün hemen yanında durduğunu fark ettim. O anda sınıfta bulunan başörtülü öğrencilerimden birinin aynen şöyle dediğini çok iyi hatırlıyorum: “Hocam, sizi gördüğüme inanın hiç bu kadar sevinmemiştim.” Yine bir şey anlamadım. Gri takım elbiseli adam benim geldiği görünce hemen çok saygılı bir biçimde dışarı çıktı. Vakit kaybetmemek için hemen sınava başladık. Ardından asistan arkadaşım geldi bana yardım etmek için. Sınıfın kapısının bir bölümü camdı. Sınav esnasında gri takım elbiseli adamın koridorda turlayıp durduğunu fark ettim. Asistan arkadaşıma sordum. Kendisinin güvenlik görevlisi olduğunu söyledi. Meğerse onun görevi başörtülü öğrencileri kampüsün dışına çıkarmak imiş. Ama yönetimden aldığı direktife göre, hoca sınıfa girdiğinde, sınıfı terk etmek zorunda imiş. Görevini hocalarla hiç diyaloga girmeden yapmak zorundaymış. Bu arada güvenlik görevlisi sınıfın kapısının etrafında dönüp duruyordu. Açıkça sınıfta bulunan birkaç başörtülü öğrencinin çıkmasını ya da sınavın bitmesini ve benim dışarı çıkmamı bekliyordu. Bu arada elbette başörtülü öğrenciler tedirginlik içindeydi. Epey bir süre sonra gri takım elbiseli adam yok oldu. Asistan arkadaşıma sorduğumda o kendisinin yemeğe gitmiş olabileceğini söyledi. Başörtülü öğrencilerim bunu fark edince sınav kağıtlarını verip hemen sınavdan çıktılar. Ben utandım. 

*** 

Bir gün ders arasında başörtülü bir öğrencim mahcup bir şekilde bana yaklaşarak, rahatsız olduğu için vizeye giremediğini ve bu nedenle de bir rapor getirdiği söyledi ve raporu bana verdi. Raporu okuduğumda imzanın bir psikiyatra ait olduğunu fark ettim ve kendisine raporun benim için bir şart olmadığını, onun durumunda başka öğrencilerin de bulunduğunu ve nasılolsa bir vize daha yapacağımı söyledim. Sanırım o raporu psikiyatrdan aldığı için ciddiye almadığımı sandı ve raporun gerçek olduğunu ve uzun süredir tedavi altında olduğunu söyledi. Kendisine beni yanlış anladığını söylemeye çalıştım. Bana acıyarak baktı. Çok utandım. Sonradan öğrendiğime göre, tedavi altında olmasının nedeni başörtüsü nedeniyle yaşamak zorunda olduklarıydı. 

*** 

Başörtülü  bir öğrencimin bir süre sonra başını açtığını farkettim. Ancak bir süre sonra tekrar başını örttü. Sonra tekrar açtı. En son gördüğümde başı yine örtülüydü. Kendisi benim üniversite hayatım boyunca gördüğüm en sevimli, en konuşkan, en samimi öğrencilerden biriydi. Ve başını örttüğü zaman da hep çok renkli eşarplar kullanırdı. Memleketin halinin bir yansıması olarak düşünürdüm onu. Birgün sordum.”Niye”, dedim. Bana aynen şöyle dedi: “Allah’a da inanıyorum. Kendime de. Böyle olunca zor oluyor tabii. Gidip geliyorum sürekli.” Hocalığımdan utandım. 

*** 

Benim aile çevremde de, arkadaş gruplarımda da pek başörtülü biri yok. Başörtüsü  benim gündelik hayatımda üniversite ve çevresinde karşı karşıya kaldığım bir şey. Çoğunlukla da öğrencilerim başörtülüler. Elbette ben de yaşadığım şehirde defalarca halen öğrencim olan ya da mezun olmuş başörtülü öğrencilerimle karşılaştım. Her defasında bir rahatsızlık hissettim merhabalaşırken. Elimi uzatmalı mıyım yoksa uzatmamalı mıyım? İlk önce onun elini uzatmasını mı beklemeliyim, yoksa ben mi önce elimi uzatmalıyım? Elimi uzatmasam, kendisini önemsemediğimi mi sanır? Elimi uzatırsam ve o erkeklerin elini sıkmıyorsa genelde, onu bir şeylere zorlamış mı olurum? Sonuçta genellikle ben elimi uzattım. Tedirgin bir şekilde. Onlar da çoğunlukla bunu hissettiler ve gülümsediler. Ama her zaman elimi sıktılar. Onlar gülümseyince de ben utandım. 

*** 

Bir süre önce üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması  girişimleri esnasında, bu yasağın kalkması yönünde çeşitli imza kampanyaları oldu akademik dünyada. Bunların ikisine ben de imza verdim. Bu süreçte birçok arkadaşım, meslektaşımla bu konuyu konuşma fırsatım oldu. İlk imza verdiğim kampanya daha sonradan muhafazakar akademisyenlerin ağırlıkta olduğu söylenen kampanyaydı. Bu kampanyaya solcu olduğunu bildiğim, özgürlükçülüklerinden hiç şüphe duymadığım birçok kişi imza vermedi. Bazı arkadaşlarım, benim samimiyetime inandıklarını ama siyaseten yanlış yaptığımı söylediler. Arkasından solcuların önayak olduğu bir başka kampanya çıktı da herkes rahatladı. Ona da imza verdim. Doğru bulduğum bir özgürlük talebine siyaseten mesafeli durmayı siyaseten doğru bulmuyorum. Ama esas mesele asla bu değil. Ben sadece ve sadece başörtülü öğrencilerim için imza verdim. Onların yaşadıklarını başkalarının da yaşamaması için. Benim onlarla yaşadıklarımı, başkalarının yaşamaması için. Artık utanmamak için. Bir utancın, utançların sona ermesi için. 

*** 

Bir genç  kızın yirmili yaşlarında yaşadıkları karşısında, bir siyaset, bir ilke, bir kural nedir ki? Vicdan bendeki ötekidir. Hatta tüm ötekilerdir. Ben’in tüm ötekileri içinde hissetmesidir. Vicdanın olmadığı yerde her şey artık bir kuru gürültüdür. 

Bir insan dünyaya bedeldir. Her insan dünyaya bedeldir.

Trackback URL

  1. 29 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Eyl 21, 2009 | Reply

    “Arkasından solcuların önayak olduğu bir başka kampanya çıktı da herkes rahatladı. Ona da imza verdim. Doğru bulduğum bir özgürlük talebine siyaseten mesafeli durmayı siyaseten doğru bulmuyorum. Ama esas mesele asla bu değil.”

    maalesef o ikinci kampanya başörtüsü özgürlüğü ile ilgili değil, bu özgürlük taleplerini binbir dereden su getirerek “erteleyen” ve imkansızlaştıran bir kampanyaydı. o açıdan o ikinci imza kampanyasını asla başörtüsüne destek kampanyası olarak değil, tam tersi üçüncü yolcuların “akıllı erteleme”leri olarak gördüm. benim için o ikinci imza kampanyası çok açık bir utanmazlıktı ve bu ülke akademisi utanmazlıktan maluldur çoğunlukla…bu açıdan besim dellaloğlu’na en azından yazdığı “benjaminia” kitabı için saygı göstersem de, birinci imza kampanyası ile ikincisinin birbiriyle hiçbir ilgisi olmadığını söylemem gerekli. ikincisi benim çok eleeştirdiğim sol ve liberal tavrın din konusundaki iki yüzlülüğün birebir göstergesiydi. ve bilin bakalım ne oldu sonra? başörtüsü yasağı artık bir daha yüzünü açamayacağınız bir kitabın içinde hapis kaldı.

  3. Yazan:eg Tarih: Eyl 21, 2009 | Reply

    ilk yorumda ilk kısım dellaloğlu’nun ikinci siyah paranteze alınanlar benimdir. ters yapmışım:))

  4. Yazan:timeless Tarih: Eyl 21, 2009 | Reply

    Eğitim sistemimizin kökten değişmesi şart.
    Sadece birkaç örnek vermek istiyorum; ilk okul çağlarından başlayıp yaklaşık 7-8-9 yıl ingilizce eğitimi verip de mezun öğrencilerin ingilizce bilmemesi… Eğitim dilinin kendi ana dili dışında olması… yol göstericilik yerine ezbercilik sistemi… Kopyanın çok revaçta ve normal bir şeymiş gibi gösterilmesi müsade edilmesi…
    Yurt dışında yaşayıp ordaki eğitim sistemini gören insanlar Türkiyenin durumuna inanın ağlıyorlar… Eğitim sistemindeki bu törpüleştirme ve aptallaştırma politikaları… Nereye kadar?

  5. Yazan:Mary Shelley Tarih: Eyl 23, 2009 | Reply

    Uludağ Üniversitesi’nin Eğitim Fakültesi’nde 3 kapı vardır. Sadece bir tanesinden girebilirsiniz.
    Bu kapının iki kanadı vardır.
    Sadece biri açık durur.
    Hemen solunda da bir güvenlik görevlisi. 4 metre ilerisinde de lavabolar.İşte o güvenlik görevlisi sizin o 4 metrelik yolu bile başörtülü almanıza izin vermez.
    O dört metrelik koridorda yaşanan bir psikolojik harbin bir çürük zihniyetin kanıtıdır.
    Yasaklarla amaçlanan kızların başının açık olması değildir ve hiç bir zaman da olmayacaktır. Eğer öyle olsaydı , başlarını herhangi bir şekilde açtıkları sürece binaya nasıl girdikleri önemli olmazdı. Yasakla söynenmek istenen “Bu kapıdan giremezsin” cümlesidir.

    Milli Eğitim Temel Kanununa göre, Türk Milli Eğitimi’nin 2. temel amacı :

    Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek

    18 yaşında fakat ne giyeceğine bile karar veremeyen bireyler yetiştirerek onların ruh sağlığını nasıl koruyabilir ve kişiliklerine nasıl değer gösterebilirsiniz?

    1. Temel amaç ne diye mi soracaksınız?

    “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

    Amiyane olacak ama yemişim senin manevi ve ahlaki değerlere bağlı, laik, sosyal, hukuk devletini…

    Ölürsem ve bir mezarım olursa Nasrettin Hoca’dan da ileri gidip çatım da olmasın istiyorum ama mezar taşımda zincirle asma bir kilit bulunsun ki Yurtkuran’lar ziyaret edemesin.

  6. Yazan:özlem Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    maalesef Enver Bey,3.yol bildirisine sadece Besim Hoca değil pek çok başörtüsü yasağının kaldırılmasını isteyen aydın imza attı o dönem. Bir şekilde bu bildiriyi yasağın kaldırılmasını isteyen ama daha fazlasını da talep eden özgürlükçü bir bildiri gibi algıladılar. Ama sanırım mesele de burada olayları oluştuğu sırada doğru değerlendirip doğru tavırları almak gerekiyor. Çünkü zamanı geriye sarıp olanları telafi edemiyorsunuz. Gerçi bu bildiriye çok büyük anlamlar da yüklemek ne kadar doğru bilemiyorum. Muhtemelen varlığı ya da yokluğu olayları çok da değiştirmeyecekti ancak insanlar bunca zaman sonra döndüğünde o bildiriye sahip çıkıyorsa o zaman gerçekten yüzleşilmesi gereken bir problemimiz var demektir. Besim Hoca bu yazıyı tam da o günlerde yazmıştı. Belki bugün yazsa bu bildiriye farklı bakabilirdi. Yine de yazı ve onu yazdıran duygu çok güzel.
    Bu arada biz unutsak Mehmet Bey asla unutmuyor. Pazartesi köşesini en zor zamanlarında bile hazırlıyor. Böyle bir dostumuz/kardeşimiz olduğu için çok şanslıyız. Allah razı olsun.
    selamlar

  7. Yazan:eg Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    valla özlem hanım şunu söyleyeyim: bu ülkenin aydınlarının birçoğu (çok ama çok çok az bir kısmını hariç tutarak söylüyorum) empaticilik oynuyorlar aslında. kimsenin kimsenin derdiyle hemhal olduğu, kimsenin kimsenin derdi için kendi rahatından feragat ettiği falan yok. üniversitelerde öğretim üyeleri onca zulmün olmasına kulaklarını tıkayarak “öğretmeye” devam edebiliyorlar. gazetelerde (ki buna şimdiye kadar hep destek verdiğim taraf da dahil)herkes kendisine yakınların derdini dillendiriyor (ama onların bile derdini dert edindiklerini sanmıyorum sadece gazetelerde ‘köşe kapmaca’ oynuyorlar hepsi o!) gazze yandı kimse ses çıkardı mı? hayır, bugün bangır bangır demokrasi özgürlük diyen ve bunun şampiyonu olanlar 1.5 aylık sessizliğe gömüldüler. açıkçası ben de necip fazıl gibi çığlık atıp “inanmıyorum bana öğretilen tarihe ve bugüne” diyorum. ve inanmıyorum çoğu insanın samimiyetine. belki umutsuz bir çığlık ama inanın bana hissettiklerim yanında az bile bu çığlık!

  8. Yazan:nesli Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    yorumlardan anladığım kadarıyla besim hocanın bu yazısı üzerinden bir samimiyetini sorgulayanlar var. kimsenin kalbini açıp bakmadan nekadar samimi olduğunu bilemeyiz. bunu tartışmak da yersiz bence. zaten hala başörtüsü yasaklarının olduğu bu ülkede akademinin içinden bir hocanın böyle bir yazı yazmış olması onun elini taşın altına koyduğunun bir kanıtı değil de nedir.

    ben de besim hocanın birzamanlar öğrencisiyken onun başörtüsü sorunu yaşayan öğrencilerine nasıl yardımcı olduğunu kendimden biliyorum.. bunu söylemekten hicab duyarım ama eğer samimiyet kanıtı aranıyorsa bu yeterli olur sanırım… hem ben besim hocayı hiç tanımıyor olsaydım bile bana düşen hüsn-ü zanda bulunmaktır diye düşünürdüm. neyin samimiyetini sorguluyoruz ki??

  9. Yazan:eg Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    besim dellaloğlu özelinde birşey söylenmedi hanımefendi hemen alınmanıza gerek yok. gelen olarak türk aydınının samimiyet sorun olduğunu düşünüyorum. kim isterse alınabilir. serbest!

  10. Yazan:eg Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    bir not daha: besim dellaloğlu’nu kişi olarak tanımam. ama yazdıklarını (özellikle çok beğendiğim walter benjamin üzerine yazdığı kitabı benjaminia’yı) beğenmiştim. burada besim dellaloğlu’nun samimiyetinden bahsetmiyorum. elbette onunkini takip edebilecek bir durumum olmadı. ama “aydınlardan” takip edebildiklerimin – tanıdıklarımın çok çok çok az bir kısmının samimi bir duruş sergilediğini düşünüyorum. sonuçta gördüğüm şey aslında hep ismet özel’in söylediği gibi “bir tarafa kulak kesilenlerin öte tarafa sağırlığı”dır. buna taraf’ı örnek verme sebebim de herşeyden daha önemli benim için. zira ben taraf için vicdan başkenti diye bir yazı yazmıştım. ama o başkentlik önce başörtüsü ile anayasa değişikliği sırasında, sonra da gazze katliamları sırasında yerini başka şeylere terk etti. zaten son yazılarımda bunu ele alıyorum. yani batılı zihniyetin analizi ve bunun din ile ilişkisinde doğurduğu (ve çoğunun farkında olmadığı) sorunları…ve onca saygı duyduğum taraf’tan okunacak 2-3 yazarın kalmış olması benim gibi çok okuyan bir insan için büyük bir hayal kırıklığıdır ve burada dile getirmeye çalıştığım şey bu hayal kırıklığıdır. yoksa nesli hanımın alınmasını gerektirecek bir durum yok…

  11. Yazan:konyadanbirakademisyen Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    Yazıyı ülke gerçeklerini göremeyecek kadar duygusal, İrlanda’daki entelektüel giyimli (?) bir türbanlıyla Türkiye’deki türbanlıyı kıyaslayacak kadar mantıksız, başörtüsünün kendisini ve memleketteki karşılığını sorgulamadan “bireysel özgürlük” başlığı altına alacak kadar da akademisyenlikten uzak buldum. Hadi akıl ve bilimle sorgulamayacağız başörtüsünün nedenini nasılını, o zaman en basit anlamıyla hoşgörü; çoğunluktan azınlığa doğrudur. İrlanda’da türbanlıya, bugün benim yaşadığım şehirde ve ülkenin büyük çoğunluğundaysa başı açık olana anlayış göstermek “hoşgörüdür”. Bir istisna olarak MSÜ’de durum şimdilik tersine olabilir. Laik yobazlıktan kaçınmak doğrudur ancak aklı ve bilimi hayatın temel referansı olarak benimsemek/önermek (ki laik devlet yapısı bunun olmazsa olmazıdır) bence bir akademisyenin temel görevi olmalıdır. Laik devlet (o da tartışılır) yapısının mağdurlarına karşılık dindar sivil hayatın mağdurları, peki biz bunun neresinde yer almalı neyi savunmalıyız “utanmadan” ???

  12. Yazan:nesli Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    sayın eg, “üniversitelerde öğretim üyeleri onca zulmün olmasına kulaklarını tıkayarak “öğretmeye” devam edebiliyorlar.” yazmışsınız. bu cümle dahi sevgili besim dellaloğlunu da zan altında bırakır. onların arasında bu konuda yazıp çizen (üstelik islami bir yakınlığı ya da hassasiyeti dahi olmadan bunu yapan) ve bu sayede akademide yer kapma ortamında kazanabilecekleri terfileri de önemsemeyen pek çok onurlu insan var. siz onlara ne yapmalarını önerirsiniz? onlara önereceğiniz başka fedakarlıkları siz (ya da ben) kendi hayatınızda verdiniz mi? verdiyseniz bile herkesten sizin davrandığınız şekilde davranmasını nasıl beklersiniz? böyle bazı sorularım var aslında anlatmak istediğinizi anlıyorum, ama sanırım bu yazının altında bu çekinceleri koyup istisna dahi bırakmazsanız bu pek hakkaniyetli olmaz. bu yazının altına yorum yazdığımız için mesele besim hocanın örneği üzerinden yürüyor. elbett onun şahsına bir kastımız olacak değil.

  13. Yazan:cb Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply

    Konyadanbirakademisyen,

    siz toplumsal dini yaşam,bireysel hak ve özgürlükler,akıl-bilim,laik süreç,akademisyen nedir,nerede durur gibi geniş konu başlıklarından önce kısaca ‘ türban ‘ dediğiniz nesnenin aslında var olmayan,uydurma,kılıf bir kelimenin;kullananlar tarafından kabul edilmediğini ‘başörtüsü’ tanımının doğru bir tanım olduğunu öğrenmekle işe başlarsanız nerede durmaktan ziyade,nerden başlayacağınız konusunda iyi bir adım atmış olursunuz.

  14. Yazan:eg Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    @nesli
    evet hepimiz burada zaten kendi fikirlerimizi söylüyoruz. kendi fikirlerimizi söylediğimiz için de kendi bakış açımızdan doğru ya da yanlışı belirliyoruz. yani bu şu demektir benim gözümde (böyle bir tartışmayı sanırım özlem hanımla da yapmıştık bir ara): ben evet bir insanın bazı insanlara zulüm yapıldığı bir ortamda ve üstelik bu zulmün ortadan kaldırılması imkanının her seferinde daha da azaltıldığı bir ortamda radikal davranışlar içinde bulunması gerektiğini düşünüyorum. bu radikal davranışlar rektörü protesto etmekten oradan istifaya kadar gider. bazı durumlarda insanın onurunu korumanın başka da yolu kalmaz. besim dellaloğlu ne yapmıştır ne yapmamıştır doğrusu beni pek ilgilendirmiyor zaten konu o da değil. konu bu konudan açılımla ne yapılabileceğidir. benim açımdan bugün üniversitelerin bu ortamında (bu ortam gerek akademik gerekse de haklar ve özgürlüklerle ilgili yoğun zulüm açısından artık iyice zavallı hale gelmiş ortamda) gözünüzün önünde birilerinin hayatıyla oynanırken, orada bulunmaya devam edebilmek bana konformist bir tavır geliyor. benimle aynı şekilde düşünmek zorunda değil insanlar ama ben böyle düşünüyorum ve bu yüzden de akademiyi “suçluyorum” efendim konu bundan ibarettir. bakın bu ülkede herhalde 7-8 yıl olmuştur milyonlarca meslek liseli ve ihl lisesi mezunu bir ideolojik tavır yüzünden hayatları karartıldı. buna akademiden, aydınlardan esaslı bir tepki, esaslı bir karşı duruş gördünüz mü? ben görmedim. hem de ne müslümanından ne de sosyalistinden…

    benim bunu kendi hayatımda yapıp yapmadığıma gelince…bu konuda birşey söylemeyi uygun görmüyorum. sadece şunu söyleyeyim, nasıl inanıyorsam ne pahasına olursa olsun(ucunda aç kalmak, dışlanmak veya ölmek bile olsa) öyle konuşmayı ve konuştuğum gibi yaşamayı hayatı için şiar edinmiş bir insanımdır en azından bunu söyleyebilirim. bu yüzden hayatının bir noktasında şairliğinin doruğunda iken ülkeyi ve şariliğini terk edip kaybolmayı seçen orta çağ japon şairlerinin davranışını kendi mesleki hayatım için örnek kabul ederim. ne olursa olsun öyle şeyler olabilir ki artık orada kalamamak insan için onurunu kurtarmanın tek yolu olabilir. ve tekrarlayayım bu benim fikrimdir. ben böyle davranmayı yeğlerim. bu perspektiften gerek akademi gerekse de medya ve aydınlar içinde çoğu insanı tatlı-su demokratı, tatlı-su aydını olarak görüyorum. kısaca budur…

  15. Yazan:eg Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    bir ekleme daha:

    “üniversitelerde öğretim üyeleri onca zulmün olmasına kulaklarını tıkayarak “öğretmeye” devam edebiliyorlar.

    demişim. evet efendim bu sadece bir durum tespitidir. ve bu druum bana çok doğru bir tavır gibi de gelmiyor.

    eğer böyle bir durumu dahi eleştiremeyeceksek bu mantıkla hiçbir eleştiri yapamaz insan. bir milliyetçiyi, bir kemalisti niye eleştiriyoruz biz o zaman? onlar da kendi doğru bildiklerini yapmıyorlar mı? ama onların kendi doğru bildikleri toplumsal düzlemde başka bir sürü yanlışa yol açtığı için eleştiriyoruz. ben de akademiyi, kendi doğru bildikleri davranışlar (yukarıda alıntıladığım cümlenin ‘öğretmeye devam etmek’ kısmı)yasakları ve zulmü ebedileştirdiği için eleştiriyorum. eh doğrusu kimse alınmasın diye bunu kesecek de halim yok. insanın doğru bildiğini söylemesi ve yaşaması ya da foucault’un bir kitabında söylediği gibi “parrhesia” budur zaten. benim akademiden tüm bekledğim de zaten alıntısını yaptıkları ve bolca akademik laklakını yaptıkları bu şeyi hayatlarına uydurmalarıdır başka da birşey değil.

  16. Yazan:eg Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    bakın bir ekleme daha yapayım: geçenlerde nurettin topçu’yu konu alan bir toplantıya katılmıştım. oradaki akademisyenlerden birisi(ilahiyat fakültesi akademisyeni) nurettin topçu’dan bahsederken konu günümüze geldi ve adam “zülfi yare dokunmamak için kısaca geçiyorum” diyerek konuyu geçiştirdi. evet efendim konunun bam teli budur. bizim akademimiz de, bizim aydınımız da konu kendisinin ikbali tehlikesi olduğunda zülfi yare dokunmamayı seçer. ne de olsa ömür boyu alınacak bir maaştan vaz geçmek tehlikesi vardır zülfi yare dokunmanın! neme lazım hem başörtüsü yasağı ya da başka tür zulümlerden arkadaş çevresinde bahsedip, üniversite kapısında başörtülü kızların başörtüsünü çıkarması gibi o adam gibiler de besbelli “zülfi yare dokunacak yerlerini” çıkarıp kapıya asıyorlar! besim hoca utanıyorum demiş ya…çok da güzel demiş bence. zira utanmak son derece insanî bir şeydir ve vicdanla ilgilidir. ve bir başşangıçtır herşey için. insan utanmalı zaten!

  17. Yazan:akademisyen Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    Akademisyenin temel görevi mi? Türk akademisyenleri derin travmalar yaşamaya devam ediyor. Temel görevleri bilim yapmakken sürekli laiklik adı altında ne anlama geldiği belli olmayan bazı şeyleri sayıklayıp duruyorlar.

  18. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    konyadan akademisyen,

    hoşgörü çoğunluktan azınlığa doğrudur, eyvallah. Çoğunluğa hoşgörü olmaz, ne olur? Baskı olur öyle mi? Memleket ne akademisyenler yetiştiriyor bea !

  19. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    Bir de şu “ülke gerçekleri” tabirinden sıtkım sıyrıldı. Türkiye, dünyanın diğer kısımlarından farklı bir yer değil. Bilim dediğiniz şey dünyanın her yerinde aynı kanunlarla işler. “Yok efendim, biz sosyoloji biliminin kanunlarına tabi değiliz; yok efendim dünyadaki laiklik başka, bizdeki başka” filan diyemezsiniz. Derseniz dünyadaki akademisyenler size popolarıyla gülerler, ki zaten gülüyorlar. Türkiye’de kendisine “akademik” adını veren insanların ingilizcelerini biraz ilerletip yabancı literatürü okumaları elzem. Böyle ebleh kalmamak için kendilerini ilerletmeleri lazım.

  20. Yazan:Abdullah Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    İslam ağırlıklı ülkelerden alınmış HOŞGÖRÜ üzerine örneklemeler;
    Birleşik Arap Emirliklerinde bir kız öğrenci bir erkek arkadaşıyla

  21. Yazan:konyadanbirakademisyen Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    Bu çok karşılaşılan bir durum aslında; bir yazıya yorum yazıyorsunuz ve ardından sizin yorumunuza yorumlar geliyor.. Bu yöntemle bir yere varılacağını sanmıyorum. O yüzden duygsal bulduğum bu yorumlara yanıt yazmayacağım.
    Konyadanbir akademisyen ismini seçme nedenim son 4-5 yıldaki gözlemlerimi aktardığımı ifade etmemde kolaylık sağlayacağını düşündüğüm içindi. Laik devlet baskısının en hafif şekliyle ve dini toplum baskısının ise üst düzeyde hissedildiği bir kentte yaşıyorum (öncesinde de 20 yıl kadardır istanbuldaydım).
    Kılık kıyafet özgürlüğü konusunda söylenecek elbette çok şey var. Ancak bu konuda bir sosyolog tarafından ele alınan bir makalede utanmak gibi pasif bir tepki dışında daha derin değerlendirmeler, en azından soru işaretleri beklerdim.
    Burada sıklıkla karşılaştığım 8-10 yaşlarında aile baskısı ile kapatılmış (adı türban ya da başörtüsü herneyse) kız çocuklarının 10 yıl sonraki MSÜ’de maruz kaldıkları davranışlara acıyorsa Besim hoca, onları kapatan nedenleri de ele almak zorundadır. Yine çok sık karşılaştığım/duyduğum bir durum; erkek arkadaşı oldugu için (veya başka bir günah!! nedeniyle) cemaat yurdundan atılan üniversite öğrencisi düştüğü duygusal çelişkilere maddi sorunlarda eklenip içinden çıkılmaz bir duruma düşüyor ve hatta intihara sürükleniyorsa, psikiyatri gözetimine girmesinin nedenini başka şeylerde de aranmalıdır.

    Bilimselliğin temelinde deneyden gelen verilere inanmak, referans almak yatar. Sosyoloji biliminin sistematiğiyle gözlemlerimi yapmıyor olabilirim. Ancak bu, gözlemlerimin hatalı oldugu anlamına gelmez. Tersinden bir örnekle de; taraflı bir bilim insanının doğru sitematikle elde ettiği verileri çarpıtarak sunmasına da inanmayacak kadar da bilimin içindeyim (başak deyişle ingilizcem var ve muhteşem batı literatürünün takipçisiyim:).
    Söyler misiniz bana bana bir kadın, neden bir erkek değil de bir kadın, başını örter ?? Bu kişisel bir tercih deyip kestireceksek, tüm sorgulamalardan muaf bir tercih midir? Akılla mantıkla varılabilecek bir seçim midir? Yoksa günümüz dünyasında bir yaşam modeli önermesinin en keskin indikatörü, olmazsa olmazı mıdır?? Çocukluğundan buyana ya da maddi bazı açılımların önkoşulu olan kapanmaya saygı gösterilip susulmalı mıdır??
    Hoşgörü tanımlamam çok derinlemesine değildi elbet, ancak hoşgörü ekseni bir anlam ifade edeceksek güçlünün zayıfa, çoğunluğun azınlığa, dominantın resesife hoşgörüsü anlamlıdır. Denklemin eşit olduğu veya tersi durumlarda da (ne kadar gereklidir tartışılsa da) tabii ki hoşgörüden bahsedilebilir (ama benim burada yaşadığım gibi) teşekkürler biz gayet iyiyiz hoşgörünüze ihtiyacımız yok durumu da yaşanabilir 🙂

    Laik yobazlıktan yana oldugumu söylemiyorum. Ancak başörtüsü özgürlüğünün mağdurlarından bahsediliyorsa kadının kapanmasının/kapatılmasınn nedenlerine nasıllarına da en azından bir gözatılmalıdır diye düşünüyorum.
    (Biraz dağınık bir öğle tatili yazısı oldu, kusuruma bakmayın)

  22. Yazan:Abdullah Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    Başka bir giriş yapıyordum ama vazgeçtim….
    Hayatın dini referanslarla belirlendiği toplumlarda bunun dışındaki yaşam biçimlerine kabaca söylemiş oluyorum belki ama YER YOKTUR. Mücadelesi verilen şeyin, üniversitelerde ve eğitim kurumlarında türban: başörtüsü (her nasıl adlandırıyorsak) takabilme ‘özgürlüğünün’ savunularak bunu başka ‘özgürlüklerle’ bütünleştirip yaşamın İslami kurallara göre oluşturulması amacına yönelik olduğunu bilmekteyiz. Yakın bir tarihte kendi dinsel referansları böyle gerektiriyor diye birden fazla kadınla evlenme ya da islami kurallarla kadını boşayabilme ‘özgürlüğünü’ uygulamak isteyen insanlar çıktığında ne yapılacağının önerilerini bu ‘özgürlükçü’ akademisyenlere (ayrıca da özgürlükçü yorumculara)sormak gerekiyor.
    Sosyal ve mesleki gerekçelerle ilişkide bulunduğum türbanlı arkadaşlarımın ne hissettiklerini elbette önemsiyorum. Onlarla bu konuyu değerlendirirken ikiyüzlüce değil kaygılarımı anlatan bir yerden, Şeriat kurallarınca yönetilen bir ülkede yaşamak istemediğimden dolayı sürece müdahil olduğumu belirtiyorum. Böyle bir ülkede kendilerinin de çalıştıkları sektörlerde yaşam hakkı bulamayacaklarını onlara anımsatıyorum. İslami kurallarla yönetilen ülkelerden örnekler veriyorum. Malezya’nın oruç ve İran’ın baş örtüsü polisleri belki sadece bizlerin ve bizim gibilerin hayatını tehdit edecektir. Ancak örneğin sıradan kadın vatandaşın miras hakkını savunurken ya da boşanma sonrası çocukların velayeti birçok İslam ülkesinde otomatikman ‘erkeklere çalışırken’ örtülü arkadaşlarımızda laık cumhuriyetin kanunlarını çokça ve mumla arayacaklardır.
    İrlanda’da yaşadığım için akademisyenin İrlanda anıları gerçekten benim de dikkatimi çekti! İrlanda’da 6 yaşında Afrikalı bir Müslüman babanın kızını okula ‘başörtülü gönderebilme özgürlüğü’ vardır. Ancak o baba ve eşi aile içinde problem yaşadığında kadının koşturup gittiği yer Somali ya da Mısır’ın İslami kanunları değil seküler yaşamın kazanımlarıyla donanmış görece gelişkin batı:İrlanda yasalarıdır.
    Giyinmek ve dinsel yaşam elbette sorun edilmeyecek kadar kişisel bir özgürlüğün konusu haline gelebilir. Hiç sakınmadan söylemek gerekir ki bu ancak toplumun emek eksenli kanunlarla yönetilebildiği, eşitlikçi-sosyalizan bir ülkede mümkün olabilecektir. Kadının inanışı ve giyimi sadece kendisini ilgilendirecektir. Toplumun bütününün dinselleştirilmesini gerektirmeyen ve dayatmayan bir inanış biçimi ve bu dinselleşmenin mümkün olamadığı sınıfsal ve cinsel ayrımcılığın olmadığı bir ülke…
    Birilerini fazlacana rahatsız etmek pahasına da olsa bu ülkede İslamcılar, liberaller ve Kemalistler dışında vatandaşların da olduğunu anımsatmak istedim…
    Saygılarımla.

  23. Yazan:eg Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    bir ara “türk akademisi köküne kadar pozitivisttir; üstelik bunu pozitivist değiliz savunmalarını yaparlarken bile hissedebilirsiniz” demiştim. bu akademisyen arkadaş hem burada yazdığım tüm yorumlarıma örnek teşgil etmesi açısından, hem de pozitivimizn iğfal ettiği vicdanların, kalplerin ve akılların bir örneğini vermesi açısından oldukça kayda değer şeyler yazmış. kendisine en azından bunun için teşekkür ederim! zira türkiye akademisi beni şaşırtmıyor artık. odtü rektörü ve öğretim üyelrinin(ki buna birçok başka üniversiteyi de dahil edebiliriz ama en iyi bildiğim ve eski gönül bağımın yavaş yavaş nefret bağına döneye başladığı bir yer olduğu için odtüyü örnek verdim) son yıllarda açıkça darbe çığırtkanlığı yaptığına şahit olduk. ve bu rektör veya öğretim üyelerinin hangisini çekip konuşsanız size fotokopi gibi konyalıakademisyenarkadaşın söylediklerini söylerler. bilim bizim ülkemizde bu demek zaten: bir fotokopi medeniyeti… birilerinin “ürettiği” şeyleri tüketen ama tükettiği şeyi kendisi üretiyormuş gibi yapan bir fotokopi medeniyeti…üstelik zihniyet 19.yy pozitivist bilimci zihniyetinin bir gram ötesine geçememiş bir zihniyet olması açısında kayda değerdir cidden. mesela size beni en çarpan örneklerden bir tane vereyim: okulda iken mesela bir öğretim üyesinin MIT’de doktora yapmış olması çok önemli bir referans kabul edilirdi. o adama sanki uzaylı gibi bakardık…vay be adam MIT’de doktora yapmış falan diye… ve benim en tuhafıma giden şey bu insanlarla birebir temeas kurduğunuzda mesleki bilginin ötesindeki cehaletlerinin derinliğiydi. üstelik bu cehalet öyle bir kibirle örtülü bir cehallettir ki, normal sokaktaki insanın rahatça aşabileceği duvarları, onlar için aşılmaz kılar! üşte bu yüzden bu ülkede MIT doktoralı kemal gürüzler çıkıyor. ya da harward doktoralı başka faşitler! faşist akademisyen bizim ülkemizde en kolay bulunanı; zor olanı ise vicdan sahibi bir akademisyen bulmak. besim hoca vicdan sahibi ki utanmış…bir de hiç utanmayanlar var ki onları emanet edeceğimiz bir klinik de yok!

  24. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    Konyalı akademisyen bey,

    Bilimselliğin temelinde deneyden gelen verilere inanmak, referans almak yatar. Sosyoloji biliminin sistematiğiyle gözlemlerimi yapmıyor olabilirim. Ancak bu, gözlemlerimin hatalı oldugu anlamına gelmez.

    Akademisyen titri ile yorum yapıyorsanız bilimsel verileri kullanmanız gerekir. Yok, kişisel gözlemlerinizi ifade edecekseniz o zaman nick’inizi “konyadanbirvatandaş” diye değiştireceksiniz.

    Tersinden bir örnekle de; taraflı bir bilim insanının doğru sitematikle elde ettiği verileri çarpıtarak sunmasına da inanmayacak kadar da bilimin içindeyim (başak deyişle ingilizcem var ve muhteşem batı literatürünün takipçisiyim:).

    Ortada hiçbir akademisyen/kitap ismi verilmemişken peşin bir yargıyla kendi fikirlerinize uymayan sosyolojik araştırma ve tahlillerin “taraflı bilim adamlarınca” ve “veriler çarpıtılarak” hazırlandığı fikrine sahip olmak zaten yaklaşımınızı bize apaçık anlatıyor. Yani bir “akademisyen” olarak sunulan verilerden çok, “kimin sunduğu” ve “ne amaçla sunduğu” önem taşıyor sizin için. Eğer fikirlerinizle uyuşmayan verilerse zaten o bilim adamları otomatik olarak “taraflı” ve sunduğu veriler de doğrudan “çarpıtılmış” olacağı için size, sizin inancınıza ters düşen bilimsel verilerin bir anlam ifade etmeyeceği de ortaya çıkıyor. Doğrusu çok bilimsel bir yaklaşım, bravo !

    Söyler misiniz bana bana bir kadın, neden bir erkek değil de bir kadın, başını örter ??

    Bu soru, “sorar mısınız bana bir erkek, kadın değil erkek, neden kravat takar?” sorusuyla özdeştir. Ve uygar toplumlarda bu soruya şöyle cevap verilir: “Sana ne, isteyen istediğini takar çıkarır… Özgür bir ülkede yaşıyoruz, bir yetişkinin kıyafetine karışmak kimsenin haddine değildir. Herkesin doğuştan kazandığı hakları vardır; inancını yaşamak özgürlüğü de bunlardan biridir. Sen inanmayabilirsin, inananın tercihlerine saygı duymakla yükümlüsün. Saygı duymasan bile bu özgürlüğü devlet eliyle engellemeye hakkın yok. Madem devlet olarak başörtülüden de vergi alıyorsun. O halde devlet olarak okuma hakkını vereceksin. Vermiyorsan o zaman vergiden muaf tutacaksın, veya oğlunu askere göstermek istemeyen başörtülülere şehid edebiyatı yapmayacaksın.” dır. Sanırım oldukça açık.

    Hoşgörü tanımlamam çok derinlemesine değildi elbet, ancak hoşgörü ekseni bir anlam ifade edeceksek güçlünün zayıfa, çoğunluğun azınlığa, dominantın resesife hoşgörüsü anlamlıdır.

    Kimse hoşgörü dilenmiyor. İnsanlar temel haklarını istiyorlar. Hoşgörmek terimi hiç hoş görmediğim bir terim. Çünkü bir üstün gücü ve karşısında bir zayıflığı ima ediyor. Toplumsal ilişkiler hoşgörü üzerinden yürümez, yürürse işte böyle faşist devletlerden en temel hakkını alabilmek için sana bir şeyler bahşetmesini beklersin. Üstelik konu, hoşgörünün ötesine geçmiştir. Ortada başörtüsü yasağının kalkmasını savunan ezici bir çoğunluk var. Buna rağmen kemalist baskıcı rejim, derin devlet direniyor. İnanılmaz bir şekilde bu başörtüsü konusu bir namus meselesi yapılmış durumda. Yasak kalkarsa kemalizmin namusu kirlenecek gibi bir duyguyla hareket ediliyor. Sonra da hızla şeriat devleti kurulup millet çarşafa filan girmeye başlayacak kabusları görülüyor. Ben psikiyatrist değilim ama bu hakikaten artık ciddi bir hastalık halini aldı. Biz, insanları yatıştırmak durumunda değiliz. Artık bir raddeden sonra insanlar saçmalamaya başlıyor ve uykuda sayıklar gibi sürekli korkularını sayıklamaya başlıyor. Buna kimsenin çaresi yok. İsteseniz de, istemeseniz de bu ülkede özgürlüklerin sınırları genişleyecek, aman siz korkmayın diye pedagojik saçmalıklara girişecek değiliz. Bu halka zaten yıllardır kabus yaşatılıyor. Ortada farazi bir korku değil, kabusun ta kendisi var. Eğer ülkenizi seviyorsanız, bir iç savaş çıkmasını istemiyorsanız bu saçma tartışmayı daha fazla uzatmayacaksınız. Çünkü özgürlükler hepimize lazım olacak.

    Laik yobazlıktan yana oldugumu söylemiyorum. Ancak başörtüsü özgürlüğünün mağdurlarından bahsediliyorsa kadının kapanmasının/kapatılmasınn nedenlerine nasıllarına da en azından bir gözatılmalıdır diye düşünüyorum.

    Yetişkin bir kadının tercihlerinin hangi sebeplerle verildiği sadece kendisini ilgilendirir. Yok, bunun sosyolojik sebeplerini filan merak ediyorsanız, boşuna akademik olmadınız ya açın araştırın.

  25. Yazan:özlem Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply

    bilim bizim ülkemizde bu demek zaten: bir fotokopi medeniyeti… birilerinin “ürettiği” şeyleri tüketen ama tükettiği şeyi kendisi üretiyormuş gibi yapan bir fotokopi medeniyeti…üstelik zihniyet 19.yy pozitivist bilimci zihniyetinin bir gram ötesine geçememiş bir zihniyet olması açısında kayda değerdir
    bundan daha iyi ifade edilemezdi.

  26. Yazan:ozan Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    bu konu çok görecelidir..öncelikle neden başörtüsü konusunda bir hocanın utanması gerekiyor? bir düşünülmeli..burada ülkenin kurulus amacını redderek türban takan ve takılmasına bir sey denilmediği halde bununla resmi makamlara girmek isteyen,ayrıca girmekle kalmayıp birde buralarda okumak yada calışmaık isteyen şahıslar utanmıyor da bizim empatizan saygıdeğer hocamız duygusala bağlamış bizi avutuyor !.. bu hocamızın türbana sempatisi varmış anlasılan bence ugrasmasın kendi taksın türbanı:)

  27. Yazan:ozan Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    ekrem bey,
    ”’Madem devlet olarak başörtülüden de vergi alıyorsun. O halde devlet olarak okuma hakkını vereceksin. Vermiyorsan o zaman vergiden muaf tutacaksın, veya oğlunu askere göstermek istemeyen başörtülülere şehid edebiyatı yapmayacaksın.” dır. Sanırım oldukça açık.”’

    Cümlenizdeki saçmalık sapıklık ve ‘konuşmuş olmak için konustum’luğunuz açıktır:…
    1. devlet başörtülüden başı örtülü diye vergi almıyor,TC vatandaşı olduğu için vergi alıyor.baş acık kapalı ferketmiyor,ferkediyor diyorsan o senin hayal gücünden ibaret.
    2.devlet senin başın örtülü okuma hakkın yoktur diyerek okuma hakkını başı örtülü kişilerden muaf tutmuyor..açık ve net bişekilde okulda bulununan herkes gibi üniforma önlük v.s dışında sivil olmaksızın ve/veya türban takmazsızın, okulda bulunan herkesin eşitliğini korumak ve ayrım gözetmemek adına okula girmesini istiyor..gerisi sizin egoistliğiniz..
    3.devlet okuma hakkını verdiğine göre vergiden muaf tutulma gibi bir lükse sahib değilsiniz..kendinizi bu lükse sahip görüyorsanız o sizin ayrımlcığılınız..
    4.devlet askere gidecek olan her gencin annesi türbanlımı değilmi diyerek bir ayrım yapmaz!..yapar derseniz o sizin güvensizliğiniz..
    5.tc vatandaşı her erkek askerliğini yapmakla yükümlüdür ve türbanlı kişlerin cocugunu askere geöndermeme gibi bir hakları yoktur..var derseniz o sizin vatanseverliğiniz!!
    6.tc devleti kişileri tc vatandaşı olarak görür ve tanımlar,türbanlı türbansız diyerekten bir ayrımda bulunmaz..bulunur derseniz o sizin bölücülüğünüz..

  28. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply

    ozan bey,

    Cümlenizdeki saçmalık sapıklık ve ‘konuşmuş olmak için konustum’luğunuz açıktır:…

    Cümlenizdeki öfke, tahammülsüzlük, çocukluk ve yanıtlamak için tanıtladım’cılık açıktır.
    1. devlet, başörtülüyü de vatandaşı olarak algılıyorsa eğitim hizmetini ayrım vermeksizin yapmak zorunddır. Zorunda değildir diyorsanız siz ayrımcısınızdır.
    2. Devlet madem üniforma dayatmıyor; mini etek giymek isteyen pekala giyebiliyor; başörtüsü de pekala kıyafet özgürlüğüdür. Değil diyorsanız faşistsinizdir.
    3. Devlet okuma hakkı vermiyor. Veriyor diyorsanız “kandırıkçısınız”dır.
    4. Devlet, şehit anaların annesinin başörtüsünü sorun etmeyip laik olduğunu iddia etmesine karşın “şehitlik” gibi dini bir kavramı kullanırken; aynı şehidin başörtülü kardeşini üniversiteden girerken “houup, gardeşim yassah, laiklik var!” diyorsa ikiyüzlüdür. Siz de bu ikiyüzlülüğe destek oluyorsanız siz de ikiyüzlüsünüz demektir.
    5. Her erkek askerlik yapıyor doğru. Ama paşa oğulları askeri gazinoda papyonla, sağlık raporlarıyla el bebek, gül bebek yaparken; başörtülünün oğlu PKK’yla çarpışarak yapıyor. Buna ses çıkarmıyorsanız bu sizin vatanseverliğiniz.
    6. TC devleti vatandaşını başörtülü/başörtüsüz diye ayırır. Resepsiyonlara, orduevlerine, kampüslere, memuriyete giriş hakkı vermez. Asıl bölücü devletin kendisidir.

  29. Yazan:berivan Tarih: Eki 28, 2009 | Reply

    ben 23 yasında muhendıslık fakultesı okuyan bırıyım we malesef peruk takıyorum artık kaldıramadıgımı farkettım ınsan nasıl bole bı duygu ıcerısıne gırer anlamak ve o duyguları anlatmak cok zor herkesle beraber kapıdan ıcerı gırıp ılk once tuwalete gıtmenın ne demek oldugunu anlatamam ne yapmamız gerek bılmıorum sadece ıcınden cıkamadıgım sorunlar ıncınden cıkamadıgım bı durumda oldugumu bılıorum perugu basıma taktıgım an kendımden nefret edıorum sankı ben gıtmıs gıbı bu nasıl bısı neden dıe soruyorum bı tek ben mı bu dunyada ınanıorum dıorum bı tek kısı bıle yok mu ınanan okulda tek kappalı benım Elh hıc dıslanma su yada bu olmadı ama basortulu olup dıslanmayı kabul edebılırdım herhalde

  30. Yazan:özlem Tarih: Eki 28, 2009 | Reply

    Elh hıc dıslanma su yada bu olmadı ama basortulu olup dıslanmayı kabul edebılırdım herhalde

    bu cümle ne çok şey anlatıyor. Perukla dışlanmamaktansa dışlansa bile başı örtülü yaşamak istiyor sevgili Berivan. Zaten ötesini düşleme şansı da olmamış.
    Bakalım böyle nereye kadar gider…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin