RSS Feed for This Post

Yobaz laiklerin korkusu ve İslâm açılımı

Üniversite sezonu yaklaşıyor. Bu kadar açılım lafı ediliyor ama türbanlı kızlar yine okullara giremeyecek… Bu memlekette bir de İslâm açılımına ihtiyacımız var…

Laik kesimin türban konusundaki tutumu gerçekten çok sorunlu. Bu ülkede laik ortasınıf ve aydınlarda din serinkanlılıkla algılanan ve yaklaşılabilen bir mesele değil. Her açıdan korku duyulan bir alan. Herkesin ailesi, geriye vurulduğunda geleneksel bir dünya algısından gelir. Bu bizde daha yakın tarihlere kadar öyledir. Mesela İngiltere’de daha uzak tarihte kalmıştır, ama herkesin geldiği yer orasıdır. Seküler/modern bir dünya tasavvuruna sahip olmak Batılı entelektüellerde din ile adeta cebelleşerek olmuştur ve bu cebelleşme sürecinden son derece derin bir sanat ve düşünce çıkmıştır. Her şeyden evvel bir sahicilik çıkmıştır. Ahmet Altan’ın dediği gibi bütün doğallıyla dinle haşır neşir olan, maneviyat alanında gelgitler yaşayan ve bunu entelektüel alana aksettiren bir literatürdür karşımızdaki. Tanrıya inanmayan Katolik James Joyce, Tanrıya inanmayan Yahudi Freud bu sahici sekülerleşme sürecinin iki dâhiyane örneğidir. Sinemada Luis Bunuel, Ingmar Bergman öyledir. Daha sayısız örnek var. Elbette din tarafını terk etmeyen modern dönem Batılı entelektüelleri de olmuştur ve onların sekülerleşmeme direnci ve bu seküler çağda din müdafaası da aynı derece doğal, kanlı canlı ve sahicidir.

İşte biz bunu yaşamadık… Bizim Tanrıya inanmayan Müslümanlarımız olmadı. Biz adeta bir pseudo-modernleşme yaşadık, bunun en vahim sonuçlarını da bugün (sözde)seküler Türk aydınında görmek mümkün. Bu olgunun billurlaştığı nokta da türban meselesi… Türk aydını; geleneğinden gelen Din olgusuyla cebelleşerek, gelgitler yaşayarak la-dinî bir dünya görüşüne sahip olmadı. Var olan şeye yokmuş gibi davrandı, ve böylece bağlarını kestiğini, laik olduğunu sandı. Oysa din yani Latince tabiriyle bağ (religio) anlamına gelen din/religion öyle ben koptum dediğinizde kopacağınız bir şey değildir. Binyıllara dayanan sapasağlam ipleriyle yerinde durur ve siz onu yok saydıkça o artarak sizi sarar, etkisine alır. Bu de facto sarmalanma hali sağlıklı bir benimseme yoluyla olmadığı için çok daha sapkınca ve bağnazca sonuçlar üretir. İşte Türk aydınının türban konusunda akıl almaz tavırlarını biraz da bu sapkın yalancı sekülerleşme sürecinde aramak gerekir. Özetle laik Türk aydını aslen laik falan değil… Hâlâ din onun dünyasını dolaylı belirleyen şey, hâlâ o bağlarla sıkı sıkıya bağlı durumda. Fakat bu gerçek yokmuş gibi davrandığı ve bir yandan da din ile entelektüel bir alışverişe, bir anlama ilişkisine girse Afrika’nın et yiyen çiçekleri gibi onu kapıp içine alacağından korktuğu için ironik biçimde daha da bağlı hale geliyor, zihni daha dinselleşiyor.

Türban konusu geçtiğinde Türk laik ortasınıfı tam bu bahsettiğim teorik çerçeveye uygun tablolar sergiliyor. Ben bunun küçük yaşlardan beri şahidiyim. Çoğu kendini laik gören Türk kadını türban konusu geçti mi serinkanlılığını kaybeder ve ilk söyledikleri standart söz de, “Ne demek yani onlar namuslu da biz değil miyiz, türban takınca mı namuslu olunuyor?” gibi bir cümledir. Bu aslında her şeyi özetliyor. Kemalist-laik ortasınıf kadını da hâlâ çoğunlukla namusu beden üzerinden tanımlıyor. “Çağdaş” giyinse bile bunun iç ezikliğini taşımakta ve bunun karşısında bir konum olarak gördüğü türban olgusuna karşı da çok sinirleniyor. Çünkü o türban/tesettür ona koptuğunu düşündüğü ama kopamadığı bağlarını hatırlatıyor. Mesela gerçek bir laik kadın olan Gülay Göktürk gibi türban olgusuna dışarıdan, başka bir dünya görüşünün endişesi olarak bakmıyor. Türban onun benliği, kadınlığı dışında bir şey değil. O da o beden üzerinden tanımlanmış anti-laik “namus” endişelerini taşıyor. Laik erkek ve laik aydın da aynı şekilde… Türban onda yoksayılan ama kopulamayan bağları hatırlatıyor. Yoksayıldıkça dinsellik onun bütün zihinsel yapısını kronik bir problem olarak sarıyor. Türban eğer laik kesimin gözünde nevrotik bir nefret simgesi haline geliyorsa laik kesimin bunu kendi sahte-modern yapısında araması lazım. Sahici anlamda tüm doğallıyla haşır neşir olunan bir seküler/laik kimlik böyle saplantılar taşımaz. Türk laik aydını sürekli karikatürize ettiği, sürekli korktuğu obsesif bağnaz-dindar tipinin ta kendisi haline gelmiş durumda. Türban meselesi bu durumu billurlaştırıyor ve açığa çıkartıyor.

Sanırım türban meselesini çözmek, bir vuzuha kavuşturmak Türk laik ortasınıfının ve aydınının akıl ve ruh sağlığı açısından da zorunlu. Yoksa iş geri döndürülemez, tedavi edilemez bir hastalık noktasına doğru gidiyor…

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    birincisi okullara giremeyen kızlar türbanlı değil başörtülü. o takılan şey türban değil başörtüsü. öncelikle bizim ülkemizdeki “aydın”ların, bir mağduriyeti, o mağduriyeti yaratanın dilini kullanarak değil, o zorbalığın muhatabının diliyle tanımlıyor olmaları gerekli bence. şimdi kürt sorununa ısrarla güneydoğu sorunu ya da terör sorunu diyen türk milliyetçilerinin dilinden ne farkı var, başörtüsü sorununa türban sorunu demenin?

    ikinci sorun ise batıda, din ile ilişkinin sanki sonuçlanmış bir çözümü olduğu hayali varsayımıyla hareket ediliyor. ve böyle olunca bu sorunu yaratan kafanın fikri zemininin bizzat orası olduğu görmezden geliniyor. evet bir anlamda din ile olumlu ya da olumsuz bir ilişki kuramamanın türk aydınına getirdiği özel bir sorun var(ama batılı seküler aydın da üç aşağı beş yukarı benzer bir din cehaletine sahiptir zaten. bergman, bunuel vesaire bu konuda bir genelleme yapmaya değil, istisnaya işaret ederler. kaç tane bergman var Allah aşkına rasim kardeşim! evrime yönelik karşıt görüşlerin batıda nasıl bir lince uğradığına bile bakmak yeterlidir bu konuda bir fikre sahip olmak için. neyse..)). ancak sorunun büyüğü bu değildir bence. yani kemal gürüz bergman’ın din ile girdiği diyalektik ilişkiye girse başörtüsüne daha mı hoşgörülü olacak! hayır sorun türk aydınının bütün fikirlerini (din ile olumlu ya da olumsuz ilişki kurabilecek araçları veren fikirler dahil) batılı ideolojilerin kıta sahanlığından almasıdır(kimi vülger materyalizmden, kimi sosyalizmden, kimi liberalizmden, kimi muhafazakarlıktan). böyle olunca mesela başörtüsü sorunu konusunda kemalistler süper kaba bir muhalefet uygularken, liberaller ve solcular biraz inceltilmiş bir muhalefet uyguluyorlar. ama her halukarda sorun çözülmeden kalıyor. unutmayalım; başörtüsü ile ilgili anayasa değişikliği olduğunda “şimdi sırası mıydı; neden bütün kesimlerin sorunları çözülmeden bu soruna odaklanılıyor” diyenlerin arasında türk aydınlarının küçük bir azınlığı hariç hepsi vardı. bu da dinle ilişki kurmak ya da kurmamanın getirdiği birşey dğeil; dine yönelik bir negatif “sonuçlandırmanın” dışa vurumudur(liberallerin dine yönelik algısı da bunun tam göbeğindedir. bu dinle cebelleşerek seküler olmakla çözülecek birşey değil). üstelik bu algıya sahip olanların bir kısmı son derece iyi bir din bilgisine de sahiptirler. bence rasim’in analizleri çıkış noktası olarak batılı ideolojilere ve bu ideolojilerin ana çıkış noktası olan aydınlanmaya dokunamazsa çözüm için bir işaret de taşımazlar. olsa olsa en fazla baskın oran gibi oluverirler. anayasa değişikliği sırasında “ince muhalefet” yapılıp demokratlığın havariliğine devam edilir mesela. yazdıklarında da “hizmet alan-hizmet veren” türü bir ayrımla aslında yasakçılığın bir başka türlüsüne de zemin hazırlarlar.

    efendim öncelikle liberalizm ve sosyalizmin birbirinin negatif ayna görüntüsü olduğunu bir görelim. ve bu iki ideolojinin de aslında dinle ilgili çok temel sorunların yaratıcı bir ideolojinin taşıyıcısı olduğunu … avrupa, dinle ilgili sorunları çözmüş değil; tam tersi ehlileştirmeyi beceremediği her tür dinsel alana faşizan müdaheleleri yapacak kadar da büyük sorunlara gebe bir geleceğin bütün ön-görüntülerine sahip durumda…avrupa dinle ilgili sorunlarını çözdü de o yüzden herhalde bunuel “altın çağ”da hz.isa’ya olmadık hakaretler yapabiliyor(bunuel’i çok sevmeme ve altın çağı bir başyapıt olarak görmeme rağmen batılı aydının dinlere ve özellikle hz. isa’ya fütürsuzca saldırganlığı beni incitiyor. eminim hristiyanları da incitiyordur. eh buna dini alanla ilgili sorun çözme diyorsak efendim bizim sorunlar çözülmemiş kalsın bi-zahmet.). ben buna sorun çözme demiyorum efendim. sorunun ana kaynağını görmezden gelme diyorum!

    rasim’e göre türk aydını şu din bağlarından batılı aydınlar gibi “cebelleşerek” kopsa her türlü sorun çözülecek! ah rasim kardeşim bu kadar basit olsaydı, bugün avrupa, tarihinin ilk gerçek “yüzleşmesinde” fena halde sınıfta kalmazdı bence! bakın basit bir örnek vereyim futbolu sevdiğim için oradan olsun! fifa ve uefa (futbolun dünya ve avrupa örgütleri) maçlarda dinsel algı yaratacak sevinmelere ve dualara yasak koymak yönünde ciddi girişimler yapıyor. en son brezilyalı futbolcuların maç sonunda, kazandıkları için tanrıya ve hz.isa’ya minnetlerini belirttikleri bir dua fifayı böyle bir yasağa sevk etti! maç sonunda yapılan ise; daire olmuş ve birkaç dakikalığına göğe bakarak tanrıya minnet eden birkaç futbolcunun hareketi…ne kimseye saldırı var, ne hakaret ne de rahatsızlık. ama dini alana kırmızı görmüş boğa gibi bakan bir batılı hukuk var efendim bunu görelim artık! evet batı dediğiniz “şey” böyle birşey. halının altına süpürdükleri dinsel alan yavaş yavaş geri geldikçe, onu tekrar halı altına süpürmek için yapmadıkları hukuki-sosyal-bilimsel cambazlık kalmıyor. neyse çok uzadı ama ana kaynağını batıdan alan ve dine yönelik olumlu-olumsuz-cebelleşmeli-cebelleşmesiz yargılarını onlardan kapan kişilerin yazıları çok ciddi sorunlar taşıyor bu vesileyle belirtmek istedim.

  3. Yazan:eg Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    bu arada rasim bergman, bunuel demiş ya şu eklemeyi yapayım: sanat doğası gereği zaten dinsel bir alan olduğu için ve bu yüzden de dinle kardeş olduğu için sadece batılı has sanat değil, tüm dünyada has sanat dinsel bir içerik taşır; dolaylı ya da dolaysız olarak! yani bu dinle cebelleşmenin ve bunun sonucu gelinen bir sekülerleşmenin sonucu değil, sanatı doğal halinin bir görüntüsüdür. bir örnek vereyim. pasoloni’ye filmleri hakkında soran bir eleştirmen “sizin filmlerinizde dinsel öğeler çok yoğun olarak varlar. bir ateist olarak bunu nasıl açıklıyorsunuz” gibilerinden birşey sorar. pasolini de “benim ateist olduğumu biliyorsanız, siz bu konuda benden fazla şey biliyorsunuz demektir” diye cevap verir. yani bergman dinle cebelleşir, çünkü sanatçıdır ruhu ile hakikate yönelir çünkü sanatçı. akılla bir “araştırma” ve reddetmeilişkisi değildir bu ilişki. ruhun susuzluğuna, aklın reddedişinin çelişkisi olabilir olsa olsa. o yüzden kalbi dindar, aklı ateist olabilir belki bergman’ın…

  4. Yazan:temel Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    (konu dışı olacak ama)

    eg:

    okullara giremeyen kızlar türbanlı değil başörtülü. o takılan şey türban değil başörtüsü. öncelikle bizim ülkemizdeki “aydın”ların, bir mağduriyeti, o mağduriyeti yaratanın dilini kullanarak değil, o zorbalığın muhatabının diliyle tanımlıyor olmaları gerekli bence. şimdi kürt sorununa ısrarla güneydoğu sorunu ya da terör sorunu diyen türk milliyetçilerinin dilinden ne farkı var, başörtüsü sorununa türban sorunu demenin?

    adına ister “başörtüsü sorunu” isterse “türban sorunu” diyelim yada “kürt sorunu” kelimelerine bakalım, aslında bana göre sorunlu olan zorbaların kullandığı “sorun” kelimesinde.

    isimlendirme önemli bir şey. “kürt sorunu” isimlendirmesine bizzat kürtler de karşı çıkıyor. karşı çıkmaları ise farklı bir açıdan.Yani “kürt” ve “sorun” kelimelerinin sürekli yanyana getirilmiş olması bizzat kürtlerin istemediği bir şey. İstemedikleri şey kürt ırkının sanki sorun çıkaranmış gibi algılanması.

    Bana göre “kürtlerin demokratik talepleri” “kürtlere yönelik demokratik açılım”,
    “güneydoğu sorunu”, “terör sorunu” , “başörtülü kadınların kadın hakları” veya “başörtülü kadınların din ve vicdan hürriyeti hakları…” gibi kapsayıcı rencide etmemeye,çözüme yönelik ifadeler kullanılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

  5. Yazan:MY Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    Temel Bey Merhaba,

    Size katiliyorum, rahmetli Hirant Dink “Türkiye’nin hukuk ve demokrasi sorunu var” derdi. Bizde seçici bir adalet var, “piyango” bazen Kürtlere, bazen tesettürlü kizlara vuruyor. Her bir konuyu (etnik farklar, laiklik..) tartisirken ANA SORUN toz duman arasinda kaliyor. Kanimca Türkiye’nin temel sorunu HUKUK YOKLUGU.

    Kemalizm, ulus-devlet, asker vesayeti ve ergenekon terör örgütü arasindaki eklemlenmeler daha iyi anlasildikça insanlar arasindaki korku da kalkacak ortadan.

    Kürt korkusu, irtica korkusu, misyoner korkusu vs ortadan kalktikça ampati gelisir. Kendimiz hristiyan olmasak da yetimhanelerine el konan mesela Ermeni kardeslerimiz için gerçekten üzülmeye baslayabiliriz. Bu belki az görünebilir ama ancak baskasi için üzülme ve sevinme kapasitemiz gelistikçe insanlasma imkani bulabilecegimizi düsünüyorum.

    Rasim Ozan’in degimiyle “ZENCiYi ZENCiYE KIRDIRMA” yönteminin önünü kapatmak gerek, bunun içinse fikrî ve vicdanî bir zemin olusturmak.

    aksi tekdirde onlar ve biz kavgasi sürüyor. Insan olmadan Türk olmak ne korkunç!

  6. Yazan:subrosa Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    başörtüsü yasağıan karşıyım. ama bu yobaz laikler kabahatli de yobaz müslümanların hiç suçu yok mu bu laik/dindar bölünmesinde.
    islam dini tüm hayatı yönlendiren bir din. örneğin içki satılan bir yerden alıveriş yapmak bile caiz değil.
    müslümanların dünya kadar kutsalı var, 1500 senelik islam tarihi de bu kutsallar içinde.birinin muhammede hz. muhammed dememesi bile sorun.
    ve müslümanların müdahaleci bir anlayışları var.parkta öpüşen bir çifte laf etmeyi gayet kendilerine hak görebiliyorlar.
    sorun bireysel özgürlükler ve hoşgörü sorunu.
    önce lütfen dinde reform olsun.

  7. Yazan:eg Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    temel bey katılmıyorum. benim bildiğim hiçbir kürt aydın, kürt sorununu “güneydoğu sorunu” ya da “terör sorunu” olarak adlandırmıyor, böyle adlandırılmasını da istemiyor zaten.

  8. Yazan:eg Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    sevgili mehmet “

    Kürt korkusu, irtica korkusu, misyoner korkusu vs ortadan kalktikça empati gelisir.

    ” demişsin ya. geçenlerde bir televizyon programında sadettin ökten hocam bir tespit yaptı. bence çok güzel bir tespit bu. dedi ki “müslüman empati yapmaz, hemhal olur” diye. sanırım empati yapanların empatisinin soluğu bazı “yüksekliklerde” kesildiği için sorunlar bir türlü çözülemiyor. hemhal olmak lazım belki de sadettin hocanın dediği gibi! muhabbetle

  9. Yazan:MY Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    “hemhal” vicdanî zemin için daha uygun bir laf zira empati nötr yani oltanin ucuna solucan takan balikçi veya kiskirtici haberler yayinlayan Ertugrul Özkök de empati yapiyor. Yani kendisini “ötekinin” yerine koyarak onun kizabilecegini tahmin ediyor. Ama gücünü kötüden yana kullaniyor.

  10. Yazan:Ozlem Tarih: Eyl 17, 2009 | Reply

    Enver bey bence bu yorumu her tarafa yazı haline getirmelisiniz

  11. Yazan:özlem Tarih: Eyl 18, 2009 | Reply

    Ben imkanım elvermediğinden kısa yazıyorum. Bence sorunun adını basörtüsü yasağı ya da ayırımcılığı koymak daha doğru. Fiili ve faili işaret ediyor.

  12. Yazan:MA Tarih: Eyl 18, 2009 | Reply

    Burada asil sorun sorunlar in aslen asiri laikci murteciler tarafindan uretilmis cozumler olmasidir. Basortusu, 28 Subat ve atalarinin getirdigi en onemli demokrasi ayari degil mi? Teror’un varligi, bu asiri laikci yobazlarin varliginin en buyuk guvencesi oldugu icin, bu teror veya Kurt sorunu bir sorun degil de cozummus gibi algilandirilmiyor mu halkimiza? Asiri laikci murteciler bu sorunlari yok saymiyor, aksine, bu sorunlarin, butun kalpleri ve vicdanlari ile, aslinda memleketin en buyuk sorunlarina karsi hayati cozumler olduguna inaniyorlar.

  13. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 20, 2009 | Reply

    Rasim beyin yazısıyla Enver beyin yorumu aslında bizi konunun en can alıcı noktasına götürüyor.Zira,bizde “sorun”olarak orta yerde duran ve çözüm bekleyen her bir sorunun toplumda yrattığı algı,yani toplum ve bireyde yaratığı ilişki birbirinden farklıdır.Çünkü hadiseye insan hakları çerçevesinden yaklaşan empati temelli bir bakış açısına ek olarak,sorunu bizzat yaşayan ve sorun varoldukça sorunun bir parçası haline gelen algı doğal olarak farklı birer düşünce dünyası yaratırlar.Şöyle ki:Adına ister kürt sorunu diyelim ister varolan soruna farklı bir tanımla dile getirelim,sonuç itibariyle “dışarıdan”bakan bireyin düşüncesi ile sorunu bizzat yaşayan bireyin düşüncesi birbirinden farklıdır.Keza başörtüsü yasağı ile ilgili sorunda da durum aynıdır;varolan baskı veya ayrımcılığı iliklerine kadar hisseden bir başörtüsü mağduru ile olaya insan hakları pencersinden bakan bir bireyin doğal olarak reaksiyonu farklıdır.
    Bu anlamda Rasim beyin yazısında katıldığım noktalar olsa da Enver beyin eleştirisine tam da bu noktada katıldığımı belirtmek isterim.Baskın Oran örneği de burada çok yerinde olmuş.Baskın Oran,pek çok konuda saygı duyduğum bir demokrat olmasına karşın,başörtüsü konusunda getirdiği “hizmet alan-hizmet veren” formülü batı aydınlanmacılığından izler taşır.Oysa temel bir hakkın kamusal-özel alanı,hizmet alanı-vereni diye ayırmak,bireysel hak ve özgürlükler bağlamında düşünüldüğünde bile pek çok eksik gedik barındırır.Zira,hak haktır…Kırmızı çizgiler çekerek,sınırlar belirleyerek tesis edilebilecek bir şey değildir.Ki,bu bakış açısı dikkatlice gözlemlendiğinde sahici bir adalet anlayışı yerine,aydınlanmacılığı esas alan bir ithal anlayış söz konusudur.Sanırım esas sorun da biraz buradadır.

  14. Yazan:Kerim Caymaz Tarih: Eyl 20, 2009 | Reply

    Her din ve inanç özgürlüğü (elbette yobaz olmayan)bir laik düzen içersinde ve hukuk sistemi içersinde (ülkemiz içinde)yaşamalıdır.Yani devlet bütün din ve inanışlara eşit mesafede olacak şekilde ve kökleşmiş bir demokratik geleneği(miz) olsa sizce, bir islam (yada alevi,yada hiristiyan,yada musevi,yada süryani,…)açılımına ihtiyaç kalır mıydı? Yobaz/bağnaz Laiklerin bir bacağıda yürütücülerin/siyasi iktidarların, yıllardır uyguldıklıkları, İslamın hegemon sünni yorumu ise katılırım,Laiklikten bahsetmek zorlaşır.
    Burada Laik türk ‘aydını’ aslen laik filan değil derken,laik olduğunu idda eden devleti sorgulamalıyız diye düşünüyorum.
    Son yıllardaki sünni dayatmaları tehlike olarak algılayan hiristiyan topluluğun bir açılıma ihtiyacı var bence,yada ‘dinin yanlış bilinçlenme hali’ olduğu düşüncesini benimsemiş velinin çocuğunu devlet okuluna gönderirken endişesinide hesaba katacak bir açılıma.
    Bu arada sekülerleşmede dinle cebelleşmeden bahsetmek ne kadar doğru? Belki Fransız laikliliğnden bahsedebilirsiniz!Sekülerlik ile Laiklik aynı şeyler değildir.Laiklikde dinsel referanslı yönetim biçimi (yani sizinde dediğiniz gibi zihnin dinselleştirilmesi ile)özgür düşünceyi gömmeyi her zaman isiteyecek potansiyelde olma durumunda vardır.Sekülerlikte ise kimsenin dinine inanca karışılmaz olgusu devrimlerle olmamıştır, sosyolojik bir evrilme ile gerçekleşmiştir.
    Ben zaman zaman Rasim Beyi okuyorum,çoğu düşüncelerine katılmasamda kendisini düşünce yaşantımızda bir kazanç sayıyorum.
    Sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.
    Kerim

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin