RSS Feed for This Post

Bugün Yine Pazartesi…

İnsanın Silinişi

Neslihan Akbulut (Henüz Özgür Olmadık-Hayy Kitap)

Başörtüsü yasağı okuduğum üniversitede başladığında okuldaki ikinci yılımın son ayları idi. Kapısında iki yıl boyunca hiçbir engellemeyle karşılaşmadığım okuluma vize sınavlarının ilk gününde geldiğimde sınıfın kapısında beni durduran “görevli” yarından itibaren okula başörtülü gelirsem kapıdan alınmayacağımı söyleyip, bana sınavda başarılar dilemişti. Bir de tabii sınav sonrası yönetim katında bir odada yapılacak olan toplantıya davet edilmiştim. Okuduğum okulda yasağın böyle aniden başlamasının nedeni başörtüsü yasağını henüz uygulamaya başlamamış okulumuzda bir gazetecinin gizlice biz “başörtülülerin” fotoğrafını çekerek haber yapması olmuştu. Jurnallenmiştik.  

O gün o sınavın nasıl geçtiğini hiç hatırlamıyorum. Zaten kafa yorup soruları cevaplasam da bu dersten geçer not alabilmekten daha önemli sorunlarım vardı o an. Belki de bu sınav okuldaki son saatlerimdi ve bir daha sınava dahi giremeyecektim. Sınav boyunca okulu düşündüm, mezun olunca yapmak istediklerimi, okul dışında kalınca ailemin göstereceği tepkiyi, bundan sonra neler olacağını… Çevreme bakıyordum ara ara. Birlikte çok şey yapmaktan keyif aldığımız arkadaşlarım kağıtlarıyla meşgullerdi. Onlar acaba bu işe ne diyeceklerdi. Kesin aşırı tepki gösterirlerdi. Bir defasında bana başörtülü olduğum için laf söyleyecek olmuştu sınıftan biri. Hepsi nasıl da tepki göstermişlerdi. Yine yaparlardı. Önümde ters çevrilmiş duran okul kimlik kartım vardı. Üzerindeki fotoğrafı ben dahil kimsenin görmesini istemediğim için asla fotoğraf üste gelecek şekilde koymazdım. Daha okula kayıt yaptırırken başörtülü fotoğrafı kabul etmemişlerdi. Yaklaşık yüz kişi kafasına aynı peruğu takıp fotoğraf çektirmişti. Başörtülü olarak tanınamıyorduk ya, şimdi tam tanınmıştık. Hepimiz ikiz kardeş gibi ve iğrenç fotoğraflar vermiştik bu sayede. Gözüm arada sınıftaki diğer iki başörtülüden birine takılıyordu. Onlardan biri sessiz sessiz ağlıyordu. Onu daha fazla görmek istemedim. Sınav benim için daha başında bittiğinden kağıdımı verip çıktım.  

Söylenen idare ofisine gittim. Daha odaya yaklaşırken koridorda uzaktan tanıdığım başörtülü arkadaşların ağlayarak geri döndüğünü gördüm. Odadan çıkanlar ağlıyordu. Cesaretimi toplayıp içeri girdim. Masa başında oturan üç görevliden biri “okula artık başörtüsüyle alınmayacaksınız, şapkayla da gelmeyin, perukla da gelmeyin,” diyordu. İçime öyle bir ağırlık çöktü ki, yasakla lise son sınıfta da karşılaşmıştım, liseden sonra okula bir yıl ara vermiştim, yıllar geçse de hiçbir şey değişmeyeceğini biliyordum. Yasağın işleyişi tecrübeyle sabitti. Ağlayamadım bile.  

Ertesi gün kapıdan içeri alınmadık. Okulun önünde bekleyişler başladı. Her ders günü geliyorduk, hocalarla, arkadaşlarımızla görüşüyorduk. Kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Zamanla herkes evine dönmeye başladı. Başörtülü öğrencilerden bazıları kayıt dondurdu, bir kısım yurtdışına çıkmaya hazırlanıyordu, bazıları da yasak koşullarını kabul edip okula girmeye başlamıştı. Vizeleri kaçırdık, dersleri de kaçırıyorduk. Ama finallere girmeye, o okuldan bir şekilde mezun olmaya kararlıydım. Ama nasıl? Yasağın başından itibaren gördüğüm bir kabusu arkadaşlarıma anlattığımda onların da aynı kabusu gördüklerini öğrendim: Sokakta yürürken başımın açık olduğunu fark ediyordum ve kendimi tamamen çıplak hissediyordum. Kan ter içinde uyanıyordum. Başımı açmam mümkün değildi ama okulu bırakıp eve de dönmem düşünülemezdi. Ailem resti çekti, “okulu bırakmak yasak!” Günlerce çarşı pazar dolaşıp çeşit çeşit şapkalar denedim. Amaç mümkün olduğu kadar başörtümü gizleyebilecek bir başlık bulmaktı. Arayan bulundu… 

Zaman geçiyordu. Sonunda bir elin parmaklarını geçmeyen bir grup bekler olduk okulun önünde. Bu bekleyişimizden tek rahatsız olanlar okul yönetimi ve güvenlik görevlileri değildi. Artık her gün önümüzden geçip derse giden arkadaşlarımız da görmüyordu bizleri. Beni yasak sürecinde en çok yıkan bu olmuştur. Sonunda başörtümü kamufle edip okula sızmamı sağlayacak bir şapka bulmuştum, final sınavlarına hazırlanacaktım, arayı kapatmak için ders notları gerekiyordu. Benden gözlerini kaçırıp hızlı adımlarla okula girmeye çalışan, daha birkaç ay önce çok yakınım olmuş arkadaşlarımı atik davranıp yakalayabilirsem okulun önünde dersleri, sınavları soruyordum. Yakın arkadaşlarım elinden bir şey gelmemenin çaresizliği ve utancı ile benden kaçmaya başlamışlardı. Artık ortak mevzular bile bulamıyorduk. Onları da aşan bir sorundu bu ve anladım ki beni unutmak istiyorlardı. Geçen döneme kadar benden not almakta beis görmeyen arkadaşlarımdan bazıları ise yanımdan hızla uzaklaşırken “ben de not tutmadım”, “o derse girmedim” gibi garip cevaplar veriyorlardı. Yasak istenen sonuca ulaşmıştı. Artık farklı mekanların sahipleriydik. Önce ben içeridekilere kırıldım, sonra içerdekiler bana yabancılaştı…  

Aylar sonra bir gün okulun girişinde “biz başörtülüler” için hazırlanan kabine girdim, başörtümün üzerine kocaman bir şapka taktım, ilk defa o şekilde okulun kapısından geçtim. Devamsızlıktan kalmak üzere olduğum derse gitmek için hızlı adımlarla koridorlarda ilerliyordum. Şapka neredeyse gözlerimi bile örtüyordu. Ya da ben utancımdan gözlerimi yere dikmiştim ki hiçbir yeri ve hiç kimseyi görmeden sınıfa ulaştım. Girdiğimde hoca derse başlamıştı çoktan. Kapıyı açınca bütün sınıf sustu. Hoca bana baktı. Kimsenin gözüne görünmemek isterken bütün amfinin odak noktası olmuştum. Sınıfta çıt çıkmıyordu. Ben bir yere oturup gözlerden yok olsaydım ve biri bu derin sessizliği bozsaydı diye düşünürken bunu yapan o güne kadar dersinden en yüksek notları aldığım ve bilgisine, ders anlatışına çok saygı duyduğum hocamdı. Bizler yokmuşuz gibi davranmak yerine olaya bakışını açıklayan cümleler kuruvermişti: “devrim kanunları uygulanmalı ama keşke daha acısız olsa…” 

Zaten iç kavgam dışımı  da aşmıştı. Hissettiğim suçluluk duygusu, boyun eğmenin verdiği eziklik, aylardır yaşadığım iç muhasebesi, evde her gece kurulan ikna odaları… meğer sabrın sonu o günmüş. O sözler üzerine gözyaşlarım fışkırırcasına ağlamaya başladım. Girdiğim gibi aynı hızla sınıftan çıktım. Okulda yasak sonrası sayısı artan ve koridorlarda başörtülü avına çıkan güvenlik görevlilerinin arasından geçerken şapkamı çıkarıp çantama koydum. Gidiyordum işte. Bir daha dönmeyecektim. İstesem de dönemezdim zaten. Halimi görünce şaşkına dönen güvenlik görevlileri başörtüme müdahale bile edememişti. O gün bir yalanın ifşa haliydi. Yine o gün karar verdim ki ben insanların gerçek yüzlerini görmek istemiyorum, kimsenin iktidar karşısındaki aczini, otoritenin saçma kurallarına boyun eğişimi görmek istemiyordum. Çünkü tam o noktada insan siliniyordu. Her birimiz biz olarak buharlaşıyorduk. Tıpkı başörtülülerin sınıflarımızdan, ofislerimizden, hikayelerimizden buharlaşıp yok olması gibi…

Trackback URL

  1. 17 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    çok can yakıcı. söyleyecek söz bulamıyorum. sadece utanç hepsi o…

  3. Yazan:cb Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Yine mi geldi o pazartesi ?Daha geçen haftanın etkisinden kurtulamamışken üstelik.

    Ben normal insanlardan daha fazla onur takıntısı olan biriyim hatta benimki onurlu olmaktan çok bunu takıntı haline geitrmiş bir hal.Tümüyle ‘acı ‘ diyebileceğimiz bir öykü bizimkisi ama yine de o onur takıntım nedeniyle meseleyi olurda mazlum edebiyatına bağlar korkusuyla acıtmadan ele almaya çalışıyorum hep ama değişmiyor sonuç bu hikayenin sonu hep acı ile bitiyor ben acıtmıyorum,olay acı ben ne yapayım?

    Acılı bekleyişlerde bile insan arıyor insan ben kampüsteydim ve oldukça yalnızdım belki yalnızdık da diyebilirim,Tıp Fak. girişinden sonra güvenlikler yolda otobüsleri durdurup otobüsün içerisinde başörtülü öğrencilere fakülte sınırındasınız deyip baş açtırıyordu ben okula arabayla gidiyordum orada başörtülü ve yalnızdım ve büyük şehirlerde değil daha küçük bir şehirde olmanın verdiği ve şimdiki gibi konuşabileceğimiz ortamların olmadığınıda hesaba katarsak duyabildiğim çoğu kez kendi sesimden fazlası değildi.Yalnız ve habersizdik bir o kadar şaşkın mücahit ve mücahide herkes toprağın altına girmişti o zamanlarda,az bir zaman sonra ben de artık gitmez oldum okula zaten son günlerim bedeninden daha büyük göğüsleri ile beni ürküten öğrenci işlerindeki kadının elime uyarı kağıdını tutuşturmak hevesi ile peşimden olan hızıyla koşması benimde kaçmam ile akıp gidiyordu.O koşuyor ben kaçıyordum onun tek derdi kağıdı avucuma sıkıştırmak iken benim derdim ise hem kadının düştüğü an olacak depremden ve kağıdın elime tutuşturulmasından olacak depremden kaçmaktı.Ben yarı gülen yarı ağlayan halimle olayı sıcağı sıcağına anlayamamış iken bana olayın en acı halini nalatan en samimi dostum ve ablası olmuştu onlar daha dar bir alanda Eğitim fak’ta idiler.S. ve A. ben onlara ağladığım kadar kendime hiç ağlamadım devamını getiremeyeceğim belki yarına :(((

  4. Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    AHHH….

  5. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    “…insanların gerçek yüzlerini görmek istemiyorum, kimsenin iktidar karşısındaki aczini, otoritenin saçma kurallarına boyun eğişini görmek istemiyordum. Çünkü tam o noktada insan siliniyordu. Her birimiz biz olarak buharlaşıyorduk. Tıpkı başörtülülerin sınıflarımızdan, ofislerimizden, hikayelerimizden buharlaşıp yok olması gibi…”

    ofislerden ve sınıflardan buharlaştınız ama insanlığınızda buluştunuz rabbinizle. şimdi siz tapınak merdivenlerine atılmış meryemler, siz mağralara sığınan ashab-ı kehf, çarmıhlara gerilen müslümanlar ey onurlu insanlar! ey onurlu insanlar! ey insanlar, ey nas! siz ey mübarek şehitler…

    bundan öte şahitlik var mı? şahid ya rab! şahid ol ya rab! şahid ol ya rab!

  6. Yazan:ş.t. Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    birgun anlayacaklar / anlatılacak kendilerine.
    ama affetmeyecegiz.
    elimiz yakalarında olacak o gun.

  7. Yazan:eg Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    bergman’ın utanç adlı filminin finalinde ıssı bir denizin ortasında denizde cesetler ve küçücük bir kanoda onlarca insan bilinmeyene doğru giderken kadın kocasına sorar: “sanki herşey bir rüya gibi…ama bizim değil başkasının bir rüyası. bizi rüyasında gören ne hissediyordur sence? utanç mı?”

    bu olaylar bu ülkede yaşandı. yaşayanların çektiklerini birer rüya gibi izledik hepimiz. onlar ne acılar, ne büyük yükler çektiler. bizler tamam acı çektik, tamam isyan ettik ama asla o kadar olmadı. gördüğümüz rüyadan utanmayı bilsek keşke! sanırım asıl problemimiz utanma özürlü olmamız…

  8. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Başörtüsü yasağını sürdürmekte ısrarlı otoriteye diyecek fazla bir şeyim yok.Malum,tarihin her kesitinde başkaları adına karar verme yetkisini kendisinde gören,yetkiyi tekellerinde tutan anlayışlar hep olmuştur.Elbette bu yetki sultasının sürdürülebilmesi bir takım kuralların(!)icat edilmesi ile mümkündür.Bu kurallar baskı ve yasaklarla,türlü ceza ve yaptırımlarla desteklenmeli ki sistem devam etsin.Kısacası bu bir sistem.Adı da en hafif tanımla totalitarizmdir.Uygulayıcıları,asla uygulamada olanı sorgulama zahmetine katlanmazlar.Öyle bir dertleri yoktur.Kendileri doğru demişse doğrudur.Mantık budur.Dolayısıyla,özgürlükmüş,doğal hakmış bunlar ilgilendikleri konular değil.Tabii en ufak bir hak arayışını da şiddetle bastırır,cezalandırırlar.Velhsıl,dünyada bu anlayışın kökleri silinmiş değil.Bir kaç yüzyül öncesinin Avrupa’sı engizisyon mahkemeleriyle sürdürdü zulüm imparatorluğunu.Bizler devrim diyerek istiklal mahkemeleri kurduk,şapka kanuna muhalefet etti diye kadın astık.Adına da muasır medeniyet dedik.Tabii Avrupa bir şekilde bunu aştı.Hiçbir Avrupa ülkesi bu günü ve geleceğini engizisyon mahkemelerinden esinleyerek inşa etmiyor.Bizler ise benzer sistemden ilham(!)alarak bunlardan bir devrim devraldık.Hâlâ da devrim diye dört elle sarılıyoruz.Sarılmak zorunda bırakıldık daha doğrusu.Zira bizlere böyle ezberletildi.Yasakla,baskıyla,sindirmeyle ama bir o kadar da hafızalarımıza kazınacak şekilde resmi propagandalarla kabul ettirildi.Biz toplum olarak bunun kurbanıyız.Bu kurban oluşa ses çıkarmadığımız,otoriteye boyun eğdiğimiz için de bu güne gelindi.

    Diyeceğim o ki,baskıcı otoriter güçlerin/anlayışların kendince böyle bir yöntemi var.Bu zihniyet biçimi her yerde aynıdır.Aynı amaca hizmet eder;amaç,otoritenin devamıdır.Türkiye’de “başını açacaksın”,İran’da”kapatacaksın”der.Kuzey Kore’de “kaygı”lar farklı olur…Arabistan’da kadınlara araba kullanmak yasaklanır.Fakat anlayış aynı anlayıştır,buyurgandır,en iyi bilendir.

    Bu açıdan bakıldığı zaman elbette erki elinde tutan otoriter güçlerin kendi içinde bir tutarlılığı var.Adı ister totalitarizm,ister faşizm olsun,milyonlarca insanı haklarından ve özgürlüklerinden yoksun bırakılması egemen güçlerin iktidar/saltanat(nın) teminatıdır.Kısacası,tüm garebetine karşın- beğenir veya beğenmeyiz-bu,adaletsiz toplumsal yaşamın bir yasasıdır.Dolayısıyla her türlü statik,despotik sistemin değişmesi/dönüşmesi ancak bu yasanın(!)dengelerini bozacak ciddi bir toplumsal muhalefetle mümkündür.Adalet ve özgürlük yanlıları çoğaldığında prangalar çözülecek;yok eğer sessiz kalınır ve otoriteye biat edilirse statükocular daha da cesaretlenip pervasızlaşır.”Yasadan”kastım budur.Tıpkı doğa kanunları gibidir;nasıl işletilirse denge ona göre şekillenir.

    Sonuç itibariyle,yürek burkucu olsa da otoritenin ayak diremesi,yasakçı uygulamalarda ısrarcı olması bu bağlamda anlaşılmayacak bir durum değil.Lakin beni en çok yaralayan,düşündüren şey”kraldan daha kralcı”olanların tavrıdır.Nasıl oluyor da aynı sıraları paylaşan,yaşları birbirine denk gencecik insanlar arkadaşlarının uğradığı ayrımcılık karşısında bu denli duyarsız olabilir.Her türlü empatiyi kurmaya çalıştığım halde bu noktayı çzemiyorum.Duyarlı olmak bir yana,bu baskı ve ayrımcılık sürerken nasıl oluyor da zulmün tarafı olup arkadaşlarından yüz çevirebiliyorlar?Her tarafından baktım,yine hafifletici bir neden göremedim,göremiyorum.Tamam,elbette yılların resmi söylem ve propagandası bir şekilde etkili olmuştur.Peki,özgürlükçü geçinerek zalimlerin safında yer almak nasıl bir şeydir.Acaba,aynı zihniyet tarafından okul kapısında “başını kapatacaksın”diye buyurulsaydı bu duyarsız arkadaşlarımız nasıl düşünecekti.

    İşte sorunun can alıcı tarafı da buradadır.Artık meseleye futbol takımı tutar gibi yaklaşmanın miadı geçmiştir.”Kral çıplak”demenin,diyebilmenin zamanıdır.Zira adalet ve eşitlik herkes içindir,herkese lazımdır.Öteki diye dışlamak yerine insak hak ve özgürlüklerine saygı duyulmalı.Ve son olarak,bizler şayet bu anlayışı değiştirmezsek her daim “güçlü”nün yanında saf tutacak ve zulme ortak olmuş olacağız.

  9. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Aziz bey Allah razı olsun;

    bazen çok canım sıkılıyor. akdenizin engin ufkuna bakıyorum, dağlarına bey dağlarına ve sadece ben mi böyle görüyorum otoriteyi diyorum yada birkaç yazan adam?

    zulme sessiz kalanlar, otoritenin aksi istikametteki emirlerini de sorgulamaksızın uygulayacaklardır. otorite çürütür, kişiliksizleştirir, kimliksizleştirir yalnızca ona dayanarak varlığınızı devam ettirebileceğiniz hezeyanlarıyla zihninizde bir korku krallığı inşa eder. putlar dışımızda değil; bizatihi zihniyetimiz olarak inşa olmuş birer kurgudurlar.

    oraya sakın basma! ” bir komuttur; ” onu vur! ” da. tetiği çekecek bir parmak yoksa, yoksa bir emir kulu otorite de yoktur!

    derin sulardan:

    “…militarist endoktrinasyon sürecinden geçen bir asker, benliğini yitirerek kollektif varlığın bir parçası haline gelmiş olduğundan, özgür düşünebilme ve karar alabilme yeteneğini önemli ölçüde yitirmiştir. Artık komutlarla hareket eden (ya da ettirilen) bir emir kulu durumundadır. Albert Einstein, ‘Benim Gözümden Dünya’ adlı denemesinde, bu duruma getirilmiş bir asker hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade eder:

    ‘Hayvan sürüsü tabiatının su yüzüne çıkmış en kötü örneği olan militarist sistemden tiksiniyorum. Bir bandonun nağmeleriyle uygun adım marş yürüyüşü yapan bir insanın bundan memnuniyet duyabilmesi, onu küçümsemem için yeterlidir. Tek ihtiyacı olan belkemiği iken, o büyük beyni ona yanlışlıkla verilmiş. Medeniyetin bu hastalıklı noktası, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ortadan kaldırılmalı. İntizamla gelen kahramanlık, hissiz şiddet ve vatanseverlik adı altında yapılan bütün ölümcül saçmalıklardan nasıl da nefret ediyorum!’ ….”

  10. Yazan:s.ç Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Başörtüsü eylemlerinden birinde gördüğüm; bir sorunun giderek her bir dalı ayrı ayrı çatlallaşan sorun ağacına dönen manzarasına daha fazla dayanamayıp gözlerimi serbest bırakıvermiştim.Bir dostum ilişti yanıma.12 mart ta ilk gençliği 12 eylülde gençlği örselenmişti epey.Çok şey yaşamış çok şey kaybetmişti.”geçecek bunlar ” dedi, “Şimdi acın çok taze ve hiç geçmeyecek miş gibi geliyor sana,inan geçecek ve şu çocuğuna (yanımda 2 yaşındaki kızıma işaret ederek)bir masal gibi anlatacaksın bunları.kaybetme umudunu”
    Umudumu kaybetmedim Selahaddin abi.Bugün, o gün iki yaşında olan kızım anadolu lisesi 3. sınıfta ve okulu bırakıyor.Nedeni malum:(
    Onun eğitimini nasıl devam ettirebileceğini düşünüyoruz kara kara.Kurs,dersane gezmekten ayaklarım şişmiş vaziyette eve geldim şimdi.”Bu gün pazartesi” köşesine bakayım dedim ve yazmadan duramadım.
    İşte böyle ..
    Çocuklarımıza anlatamıyoruz ama belki torunlarımıza anlatırız ha bu masalları..
    masal mı bu ya..
    ayaklarım ve sıcaktan gevremiş beynim hiç öyle demiyor da..

  11. Yazan:Magrib Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Neslihan Hanım,

    yazıyı okuyunca bütüm fizyolojim bozuldu. Hem kendimden hem de yakınımda olan birçok kişiden birşeyler buldum kendi tecrübenizde.
    Zulüm asla baki kalmaz… S.ç hanım’ın yazdığı gibi belki çocuklarımıza, belki de torunlarımıza kadar sirayet edecek bu anlamsız yasak ama, inanıyorum ki, eninde sonunda kalkacak. Bunları düşündükçe aklıma Nazilerin II. Dünya savaşında yahudileri kıymaları gelir. Özellikle üniversitelerde yahudi personel ne kadar nitelikli olursa olsun ya kaçmıştır ya da öldürülmüştür o dönemde. 70 yıl sonra ise, yaptıklarından utandıkları için ve bir özür mahiyetinde, üniversiteler birer birer ölen yahudi meslektaşlarının adına anıtlar dikiyorlar, üniversitelerin en görünen yerlerine. Birgün, başörtüsü zülmü yüzünden okuyamayan kızların anısına da birer başörtüsü anıtı dikilmek istenecek Türk üniversitelerinin önüne. Bunu bir avuntu olarak düşünmüyorum, olacağına bütün kalbimle inanıyorum. Ama kendi adıma, yasak düzelince bunu hatırlatacak herşeyin, her öğenin silinmesini isterdim heryerden…

    Sizin yazınız, başörtüsü yasağının bilinmeyen fakat çok önemli bir tarafına değinmiş. Bu sahnede, sadece yasaklayan ve yasaktan madur olanlar değil, yasak kendine dokunmayan fakat mağdur olana sırt çeviren insanların varlığı hep göz ardı edildi. Kim bilir, belki de en büyük imtihan onların ki idi…

  12. Yazan:Katre Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Nerden başlamalı anlatmaya, nasıl bitirmeli bu yaşananları bilmiyorum. Artık ağlamıyorum desemde okurken yine gözlerim doldu. Meğer bu yara hiç kapanmıyormuş.

    Ne kadar bildik ve tanıdık bir ruh hali. Üniversiteye kayıtta başörtülü fotoğraf kabul edilmiyor diye bayan fotoğrafçı bulup ağlayarak çekindiğim fotoğraf aklıma geldi. çeşitli belgelerde mühürler vurulurken görmesinler diye rica edip kendim mühür basmıştım.
    Tabi kayıt yaptıramadım doğal ol(may)arak.

    İkna odalarından değil ama ikna edilemeyen çok odadan geçtim. Benle birlikte de hep gözyaşı geçti. İnatla kaç kere sınava girmeye çalıştım. Her yıl boşu boşuna bir ümit diye çalştım. Her sınavda farklı insanlardan aynı muameleyi gördüm. Bir keresinde sınavdan çıkaran gözetmenin “bizim de eşimizin her yeri kapalı” diye söylediği iğreti cümle hala kulaklarımda. Sen gözyaşlarına boğulmuşken bırakıp gitmek istersin herşeyi bırakmazlar, kolonya dökerler rahatlatmak için oysa en büyük rahatsızlığı veriyorlardır. Su iç derler… ve nedense hep bizim iyiliğimiz için konuşurlar. Biz de böyle olmasını istemezdik, biz de çok üzülüyoruz ama emir kuluyuz, derler. Yanlarında örnek verilen bir bayan olur, yasak gelmeden önce o da başörtülüdür, ama mecburen açmıştır. Ve ne hikmetse öyle bir açılmıştırki iyiki yasak geldi mi diyordur acaba içinden diye düşünmenize vesile olur. Samimiyetlerine inanamazsın. Yapma kızım, yazık etme kendine, o kadar emeği çöpe atma derler. Omzuna elleri dokunur teselli edecek güya. Bazen sınavdaki gözetmenlerden biri müsade eder, okuldaki görevliler bişey demez, ama diğer arkadaşını ikna edemez. Sınıftan genç biri ayağa kalkar “hocam siz söylemezseniz kim ne bilecek” der ama görevidir, sen inatla başörtülü girdiğin için o da sınavını iptal eder. Ve başka bir tarihte kapıdan alınmazsın, öğrenci işleri müdürü gelir, başlar ikna etme çabalarına. Anlatır bir sürü ilim öğrenmenin gerekliliğinden, ailenin çabalarından, tam o anda geçen sarışın bir bayan gösterilerek meydanın bunun gibi zihniyete sahip insanlara bırakılmamasından dem vurulur. Kim bilir belki o bayan onlardan insaflıdır. İş başvurusunda bulunursun mülakatı geçersin, başvuruda hiç bir uyarıda bulunmadıkları halde daha sonra sürekli başını açman istenir, o esnada orada olan temizlik görevlisinin başını arkadan örtmesi örnek gösterilir, en azından bu denenebilir denir…

    Ve artık daha güçlü hissettiğin bir zaman sınava başvurursun yine, sınav yerine gidersin, gözlerin hep kendin gibi olan birini arar. Kimisi ağlamaktadır, kimisi daha bahçeye girmeden başını açar uyarı yoktur oysa, kimisi bahçede gözyaşları içinde ailesinin yanında başını açar, kimisi kapıdaki görevlinin yanında başını açar ve aileler kurbanlık koyuna bakar gibi bakar kızlarına… Hepsini gözlemlersin miden bulanır, bunları yaşattıranlardan tiksinirsin… sonra başörtünü çıkarmadan binaya girersin, sınıfa girersin, yerine oturursun ” hayret! hocalar bişey demez” beklersin, uyarsınlar çıkayım. Bu defa öğrenciler dönüp dönüp bakar, nasıl olurda sen onlarla aynı ortamda başörtünle oturursun… ve hocadan uyarını alıp çıkarsın sınıftan, sınava girerken (5 dk dan dönmezsem bil ki sınavdayım) esprisini yaptığın arkadaşının yanına gidersin.

    Ne çoktur anlatılacaklar ve umursamazlar. Herkes sırf seni düşündüğünden! sana kızar, akrabalar, komşular, hocalar… Mücadeleden mi kaçıyorsun denir, mücadeleni görmezler. Acırlar sana yazık çok zeki kızdı derler. Annen hakkını helal etmeyeceğini söyler. Ne arkadaş çevrenden, ne ailenden senin gibi kimse kalmaz. Seni anlayan kimse kalmaz. Zamanla sende de eski ümitler kalmaz…

    Yaşanan çelişkiler, medcezirler cabası… İdealler, ailen, okuma arzun, arkadaşlar, hocalar, onur, utanç, inanç, özgürlük, beklentiler… hepsinin arasında sıkışıp kalırsın. Ve bir gün yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu sorgularsın. Sanki hiç mi günah işlememişsindir…

    uzun uzun meseleler… bir nesli gerçekten mahvettiler. Hastalananlar, psikolojisi bozulanlar umurlarında olmadı malesef…

    ş.t.’cim haklısın, elbet bir gün anlayacaklar… dua et o gün henüz mahşer olmasın! demiş zarifoğlumuz…

  13. Yazan:Mehmet Nazım ÖZTÜRK Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    Neslihan, de diyebilirim ki sana şimdi,Keşke senin sınıf arkadaşın olsaydım, haykırabilseydim…. O senden uzaklaşan, gözünü kaçıran arkadaşların bir kısmını ikna edebilirmiydim acaba, ama inanki denerdim, yılmamacasına…İleriye bakacağız şimdi, güzel günleri, özgür, adaletli günleri çocuklarımız için hazırlayacağız.

  14. Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    Mehmet Nazım bey,
    İleriye bakacağız şimdi, güzel günleri, özgür, adaletli günleri çocuklarımız için hazırlayacağız.

    Gerçekten inanıyor musun bu yazdıklarınıza:( (Bütün samimiyet ve ümitisizliğimle soruyorum inanın) Ben sık sık bunların bir süreliğine geçse bile sevgili ülkemde bambaşka bir iktidar olduğunda bunları bile yazamamaktan,söyleyememekten korkar oldum.Aslında şunu söylemek istiyorum,biliyorum ümitsizlik küfürdür ve bu minvalde o kelimeyi kullanmak istemiyorum ama bugün,yarın bu sorun çözülse bile tekrar tekrar yaşanırsa işte o zaman ne yaparız bilmiyorum..

  15. Yazan:özlem Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Nazım Abiyi tanıyan diğer Özlem olarak bu söylediklerini çok yürekten inanarak söylediğini biliyorum. Derin düşüncedeki adaşım diğer Özlem’e bir selamla beraber iletmek istedim.

  16. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Rüştü bey Allah sizden de razı olsun.Otoritenin insan zihninde oluşturduğu şartlanmışlık kodlarını o kadar güzel anlatmışsınız ki…zihninize,gönlünüze sağlık.

    bazen çok canım sıkılıyor. akdenizin engin ufkuna bakıyorum, dağlarına bey dağlarına ve sadece ben mi böyle görüyorum otoriteyi diyorum yada birkaç yazan adam?

    Sanırım,bu cümle durumu yeterince açıklıyor.Tam da “bakma”ile “görme”nin birbirine karıştırılmasından ötürü insanlık/toplum,”düşünen insan”dan “sürüleşen insan”a geçiş yapmış bulunuyor.Eminim,Akdeniz’in ya da dünyanın her hangi engin bir ufkuna “bakmak”yerine “görmeyi”başarabilselerdi insanlar,bu denli kuşatılmış oldukları otoriteye teslim olmayacaklardı.Sorun sizde ya da “birkaç yazan adam”da değil;sorun,kuyunun dibindeki kurbağanın dünyaya bakışıyla ufkunu sınırlayan(ya da daraltmak durumunda bırakılan)insanların anlayış biçimindedir.Sözünü ettiğiniz birkaç adam biraz daha çoğalsa hakikate ulaşmaya bir adım daha yaklaşmış olacağız ya,lakin dediğiniz gibi sayı bir hayli az.
    Ancak yine de umutsuzluğa kapılmamalı,sorgulayan,düşünen insanlar günden güne çoğalıyor.Adalet ve hakikat mutlaka tecelli edecektir er veya geç.
    En içten sevgi ve saygılarımla.

  17. Yazan:sevin yıldırım Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Bana da çok tanıdık gelen bir durum bu anlatılan. Güvenlik görevlilerinin, kibirli hocaların yaptıkları, söyledikleri belki unutulabilir ama o bir zamanlar arkadaş bildiklerinin seni görmezden gelmesi yok mu? İnsanın canını çok acıtıyor çok. Yazının sonunda da denildiği gibi bir insanın bir anda, bir yasakla buharlaşıp yok olması çok ilginç bir durum düşününce…

  18. Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 6, 2009 | Reply

    eyvallah Özlem selamınız kalbim üstüne..İnşaAllah ümitvar olmak zorundayız..

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin