RSS Feed for This Post

Bir Hayalimiz Var!

 Her şey bir tek adamın rüyası ile başlamıştı. Bir gün bir adam çıktı, hayal edilmezi hayal etti, asla olmaz denilene ben yapacağım dedi. Çok denedik imkansız diyenlere sessiz bir yürüyüşle cevap verdi. Yürüdükçe çoğaldılar, hayallerine yürüdükçe geceler gündüze, esaret çığlıkları özgürlük türkülerine, aşılmaz duvarlar kumdan kalelere dönüşüverdi. Her şey tek bir rüya ile başlamıştı. 

       Herkesin bir hayali / rüyası vardır oysa. Hayal etmek ümit etmektir.  Sabah uyandığında peşinde koşacağın bir umudun, bir davanın olmasıdır. Hayallerini yitirmişse insan, yaşam makinesini zamansız kapatmış, bir yatakta sadece ölümü düşleyen adam gibi ölümünü beklemektedir.  Yürümesi, konuşması, evrak imzalaması, yemek yapıyor olması fark etmez. Ruhu çoktan Karacaahmet Mezarlığı’nda yerini almış, geriye sadece suret kalmıştır.  

      Herkesin bir hayali vardır. Henüz yaşayan her ruhun… Küçük, büyük, sığ, derin, hodgam, digergam fark etmez. Kafasını yastığa koyduğu zaman bayram sabahı yastığının yanında yeni kıyafetini bulmayı ümit eden küçük bir kız çocuğundan, yıllarca gönlündeki aslana kavuşmayı düşlemiş adamın heyecanına, yeterli parayı bulup mübarek topraklara yüz sürebilmenin endişesini taşıyan köyündeki Ahmet Amca’dan, kalbi pır pır ederek LGS sınavına giren bir ergene, her doğan güneşle beraber sayısız insanın gönlünde sessiz bir aah iniltisine uyanır her sabah dünya. Zamanla yüzler yaşlanır, omurga bükülür, sararan aile fotoğrafları gibi yerine getirilememiş hayaller tozlu bir odada zihnimizin sisleri arasında kendisi de artık bir hayal olur. 

       Hayal kurmak çamaşır suyu içmek kadar zor demişti Kanat Güner altın vuruşla son vermeden önce yazdığı Eroin Güncesi kitabının son cümlelerinden birinde. Ailesinin doktor olma ümidi ile yolladığı bir şehirde tüm arka sokaklarını dolaşmıştı hayatın. Özgürlüğe olan tutkusu, düzenle uzlaşmaz dik başlılığı ile kurtlar sofrası olduğunu zamanla idrak edeceği bu şehirde hayatına son vermeden önce zehrin zihnini esir almadığı dakikalarda bazı hayaller kurmuştu her insan gibi. Hayallerinden birinde çok sevdiği tiyatrolardan birinde büyük bir oyuncu olmuştu. Bir diğerinde palyaço olarak mezuniyet gününe gittiği şu zengin kreşinde kendisine laf atan afacan çocuk onun çocuğu idi. Bir kahvaltı sofrasında eşine ve çocuklarına servis yapan bir anne olarak düşledi belki de kendini. Oysa defalarca ve defalarca deneyip denemekten yorulduğu çıkışı olmayan bir yola girmişti. Nerede hata yaptım diye soramadan terk etti bir cafe tuvaletinde dünyayı. “Hey millet biliyor musunuz ben ölmeye karar verdim. Mutlu olmalısınız, ya üremeye karar verseydim’ diyerek son kez tiğye aldığı hayat değil miydi onun hayalleri ile alay eden. Yok olmaya mahkum ettiği varlığına yıllarca ne kadar hür olduğu ve muktedir olduğu masalını anlatmıştı. Hata yapmak bu kadar kolay iken yapılan hatanın dönüşünün mümkün olmadığını, ışıltılı dünyaların arka sokaklarına atılan cesetler misali çok geç öğrenecekti o da medeniyetin tüm dışlanmış çocukları gibi. Belki de çamaşır suyu içmek kadar zor olan hayal kurmak değil sadece “ben” ve “benim hayallerim” ile kurulmuş bencil bir dünyanın tatsız tuzsuz çabucak tükenmeye müsait lezzeti idi.

      … 

      “Bir Rüyam var. Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Bir rüyam var. Gün gelecek, eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar. Bir rüyam var. Gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…” (Martin Luther King) 

      Bazen  bir kişinin rüyası ile başlar hayalini bile kurmaktan korktuğumuz, gerçekleşmesi imkansız denilen masallar. O bir kişinin rüyasını gördüğü düşler anonim hayallere dönüşür zamanla. Bir rüyam var diyerek başladığı konuşmasının ardından yüz binler, milyonlar takılır Martin Luther’in peşine. Yasaklı hayaller  bir kişinin yürüyüşe başlaması ile gerçeğe yol alır. Bir Gandhi’nin imkansızı düşlemesi bir tuz yürüyüşü başlatır. Gandhi o düşü kurduğu zaman çoktan bitmiştir artık İngiliz emperyalizminin şaşaalı günleri Hindistan topraklarında. Bir gün bir hayal kurar beyaz adamın kendisine verdiği soyadını red eden adam. Unutulmuş atalarının, topraklarından koparılmışlığının anısına Malcolm X der kendine. Gitgide Malik El Şahbaz’a dönüşür öfkeli adam. Bir hayal kurar. Hayalinde Hacca gittiği topraklardaki beyaz siyah karışık tavaf eden insanlar gibi tüm ırkçı zehirlerinden arınmış insanlar nezaketle gülümsemektedir kardeşçe. Aynı hacc günlerindeki gibi neşe içinde bir sofrayı paylaşmaktadırlar. Malcolm X o hayali kurduğu gün kendisi göremese de o hayal gemisi yola çıkmıştır artık. Sıcak kanının döküldüğü topraklarda herkes bilir ki geri dönüşü yoktur  bu yolculuğun… 

      Biz de bir hayal kurduk “Dökme Kurşun” katliamının yaşandığı günlerde. Bir süre önce Gazze’nin abluka altına alındığı 17 aylık utanç günlerinde bir araya gelen bir grup arkadaş ablukanın kırılması için imza toplarken 27 Aralık katliamının başlaması ile yaşadığımız ilk şokun ardından neler yapabileceğimizi düşünmeye başlamıştık. Ulaşabildiğimiz kadar Gazze’den haber almaya çalışıyor, bir yandan yapabileceklerimiz üzerine konuşurken bir yandan da önümüze gelen görüntülerin, haberlerin çaresizlik girdabına kapılmamak için hızla hareket etmeye çalışıyorduk. Grubumuzun adını Gazze dostları koyduk.  Gazze dostlarının yapmayı düşündüğü hedefler içerisinde Mazlum-Der ve bazı sivil toplum kuruluşlarının Gazze’ye gönderecekleri bir yardım gemisine destek vermek vardı. Daha önce de birkaç defa çeşitli ülkelerden böyle yardım gemileri yola çıkmış, ablukayı yarmaya muvaffak olmuştu. Ancak içerisinde bazı aydın ve barış gönüllülerinin de olduğu sonuncu gemi İsrail saldırısına uğradı. Ve Gazze’ye ulaşamadı. Bizler umutlarımızı Mazlum-Der’in organize edeceği sonraki gemi için canlı tutmaya çalıştık. Bir yandan internetteki sitesinden Gazze’li Sameh’in çektiği fotoğraflardaki insanlara bakıyorduk. Daha son saldırının başlamadığı abluka günlerindeki Gazze halkının günlük yaşamlarının resimleri idi bunlar. Uzun kuyruklardan sonra kavuştuğu bir poşet ekmeğe yorgun gülümsemelerle bakan çocuğun fotoğrafını, itfaiye musluğundan bir şişeye doldurduğu bulanık suyu kana kana içen gencin halini, kendisinin boyunun yarısı kadar bir bidonu kucaklamış dünyalar güzeli bir kız çocuğunun resimlerini paylaşıyor, bir geminin  o insanlar için ne kadar çok anlama gelebileceğini konuşuyorduk. Yazık ki bir süre sonra saldırıya uğrayan son gemi sebebi ile artık firmaların gemi kiralamadığını ve bu yolla Gazze’ye ulaşma imkanının kalmadığını öğrendik. Küçük grubumuzda kalplerimiz hüzünle doldu.  

      Sonra Funda bir hayal kurdu. Öyle ise biz bir gemi yapalım! Öyle bir gemi ki dünyanın bütün limanlarına ulaşsın. Chomsky’den, tüm ülkelerdeki barış gönüllülerine, Cahit Koytak’tan, İsrailli shimitistimlere yüreği Gazze’ye doğru akan herkesi oraya taşıyan bir gemi olsun. 

      Ardından hepimiz bu hayali süslemeye başladık. Bir yazısında Etyen Mahçupyan Filistinliler bu dünyanın Gandi’si olabilir demişti. Mizahtan edebiyata bambaşka bir mücadele başlatabilirler. Aramızda çok tartıştığımız bir yazı idi.  Dünya’nın Gandi’si olmak belki bir tuz yürüyüşü başlatmak özgür Filistin’e doğru, yüz binlerle beraber… Çok güzel bir hayaldi. Ama nasıl? Barış zamanında bile çıkışı girişi olmayan, dünyadan izole bir açık hava hapishanesinde değil böyle bir yürüyüş başlatmak volta atmak bile mümkün değilken nasıl. Filistin’in Gandi’si bize gelemez, o tel örgüler içerisinde kapalı. Öyle ise biz bir yürüyüş başlatmalıydık Filistin Denizi’ne doğru. Onlar gemilerimizi bombalasalar da sanal bir gemi ile yürüyüşe geçemez miydik bir parça tuz almak için?  

      Böylece gemimizin iskeletini inşa etmeye başladı Funda. İsmini Dhandri Yatra koyduk hayalimizi süsleyen geminin. Yani Deniz Yolu: Gandi’nin İngiliz Sömürgecilerin yasalarına başkaldırarak 78 arkadaşı ile başlattığı yolda kendisine onbinlerce insanın katıldığı büyük tuz yürüyüşünün adı.  

      Deniz Yolu namı diğer Dhandri Yatra yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bir zamanlar kendi topraklarında hür yaşayan Filistin halkına doğru vira diyerek yelken açmaya hazırlanıyor önümüzdeki günlerde.  

      Bir hayalimiz var. Gemimiz tüm dünyanın limanlarına uğrayacak. Tel örgüler ardında fosfor bombaları ile kavruluşunu seyrederken kardeşlerinin, kalplerini kaybetmiş bir insanlığın utancını kapatmak üzere Rachel Corrie’lerin, Pipa Bacca’ların, Mahmud Dervişlerin, Naci el Alilerin selamlarını taşıyacak Filistin’in hür halkına. 

      Bir hayalimiz var. Tüm dünyanın yürekli insanlarının, aydınların, sanatçıların mesajlarını, mektuplarını, hediyelerini götürmek istiyoruz katliam günlerinde öykülerini öğrendiğimiz Muin Naimlere, Sameh A. Habiblere.  

      Barbakh ailesini, Rayyan ailesini, Bera Bebeği ve onların kısacık ömürlerine sığmayan hayallerini anlatacağız tüm dünyanın limanlarında. 

      Bir Filistin vardı bir Filistin var diye haykıracak gemimiz dünyanın en güçlü ordularının, en azman lobilerinin, en vicdansız işgalcilerinin suratına. 

      Bir hayalimiz var bir gün işgalcilerin söktükleri zeytin ağaçlarını, portakal ağaçlarını yeniden dikeceğiz özgür Filistin topraklarına. Suya, ekmeğe doymuş ama en önemlisi gelecek günlerin umut vaad ettiği, uykularının bomba sesleri ile bölünmediği, dikenli tellerle sınırlı olmayan hayallerini uçsuz bucaksız koşturabilen Filistinli çocuklarla oyunlar oynayacak Deniz Yolu’nun yolcuları, portakal ve zeytin ağaçlarının arasında. Her dilden Hamd sesleri ile dolacak  tüm yeryüzü.  

      O gün düğün günü olacak  insanlığın.

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 7, 2009 | Reply

    Bazı yazılar vardır,daha ilk satırında nasıl bir tepki ile karşılık vereceğimizin hesaplarını düşüncemizde kurgulamaya başlarız.

    Bazı yazılar vardır,acı ama gerçekleri söyler yüzümüze.Biraz burukluk duyar ama yeniden düşünmeya başlarız.

    Bazı yazılar vardır,soluk soluğa okuruz…Her kelimesi algı dünyamıza bir değer katar,öğrenme açlığımızı yatıştırır.

    Bazı yazılar vardır,kışkırtıcı olur ve sadece bitmez kavgalara,sonu gelmez tartışmalara sürükler bizi.

    Ama bazı yazılar vardır ki insana,insana dair olanı hatırlatırlar.Duyguları şaha kaldırırlar.Okudukça,küçük sevgi adacıklarına konmuş kuşlar misali bir özgürlük hissi yaratırlar.Çünkü,vicdan ve merhameti,eşitlik ve adeleti ve insanın sahip olması gereken tüm erdenleri çağrıştırır ve yeniden anlamlandırırlar.

    İşte Özlem hanımın yazısı böyle yazılardan.Hele sahip olduğu güzel erdemleri ve inancı uğruna bir eylem insanı olarak büyük bir coşku ve heyecanla koşuşturması yok mu?Bunu bizlerle paylaştıkça gözlerindeki parıltıyı görür gibi oluyorum.Ama hepsinden önemlisi bu pozitif enerjinin bulaştırıcı olması…O anlattıkça,sevgi adına,barış ve adalet adına insanın yeniden umutlanıp hareket edesi geliyor,yürekleniyor.

    Teşekkürler güzel insan.Güzel bir dünya için yaptığın tüm çaba ve emekler için.

  3. Yazan:suzannur Tarih: Nis 7, 2009 | Reply

    Ateş denizinde mumdan gemiler yürütmüş bir geleneğin, bu hayali elbette kalp hanesinden hüsne ulaşacaktır. Amin diyorum dua niyetindeki hayalin kabulüne.

  4. Yazan:özlem Tarih: Nis 7, 2009 | Reply

    Çok üzgünüm çok uzun bir teşekkür ve konu ile ilgili hasbihal yorumu yazmıştım ama programı değiştiğim için hem bunu hem de Suzannur Hanıma sabah yazdığım yorumu kaybettim.:(( Ve şimdi de acilen evden çıkmam gerekiyor. ama inşallah masanın başına geçtiğim ilk anda güzel yorumlarınıza ve dualarınıza ve başka şeylere dair tekrar yorum gireceğim. Şimdilik sadece kuru bir teşekkür etmek zorundayım. Selamlarımla.

  5. Yazan:eg Tarih: Nis 7, 2009 | Reply

    özlem hanım,
    öncelikle güzel kalbinize zımnen de olsa şahit olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. bu devirde kendi hayatından feragat edip başkaları için brşeyler yapmak isteyen yürek ve gönül insanları o kadar az ki; inanın bana riyasız bir şekilde sizi tanıdığıma ve sizin gibi insanların hala bu ülkede ,dünyada olduğunu gördüğüme şükrediyorum. başka türlü yaşanmazdı bu dünyada…tekrar teşekkürler.

  6. Yazan:özlem Tarih: Nis 8, 2009 | Reply

    Değerli Derin Düşünce Dostlarım,
    güzel yorumlarınızı okuyunca çok mahçup oldum.
    Hatta yorumlarda bahsedilen kişi ben miyim diye de şüpheye düştüm:)
    Yazmak garip bir iş. Yazılarda biraz olduğunuz insan biraz olmak istdiğiniz insan ve biraz da kurgusunuz. samimiyetle söylüyorum yaptığı işleri iki satır yazıya dökmemiş belki de hiç ismi cismi duyulmamış, buna karşılık gerçek manada çok fedakar ve vicdanlı yaşayan hayatlar gördüm. Belki ömrünün 30 yılını belki daha fazlasını Filistin mücadelesine, yeryüzünün dört bir tarafında savaş yetimi kalmış çocuklara adamış yüzlerce yetim çocuğun maddi manevi anneliğini yapan bir abla var mesela. Belli bir kesimin dışında hiç kimse ismini bilmez. Kendi küçük dünyalarında inanılmaz vicdanlı, fedakar insanlar görüyorum hemen hergün. Kendisini ailesinin hasta bir ferdine adamış aylarca yıllarca günün yirmidört saati, haftanın hergünü o insanla aynı hayatı yaşayan insanlar. Benim asla olmadığım asla olamayacağımı bildiğim hayatlar yaşıyorlar. Ama öyle olamadım diye küsmek oturmak hiçbir şey yapmamakta olmaz. kalemse kalem, fırlatılacak bir ayakkabı ise bir ayakkabı ile bir parça biz de birşeyler yapabiliriz sanırım:)

    Hayalimize gelince. Aslında ne yazık ki Gazze günlerinde bu konuda ortak hisleri taşıyanbirşeyler yapma çabası içerisinde olan çok fazla sayıda arkadaşımız vardı. Katliam sözde bitti maalesef epey fire verdik. Ama biz yine de bu konuda çabalarımızı sürdüreceğiz. birşeyler ortaya çıktıkça dostlarımız da bize tekrar katılır. Mehmet Bey ‘de insallah yardım sözü verdi. Sizlerin de yardımlarınızı önerilerinizi bekliyoruz. sünnetullah böyle. Haklı olmak yetmiyor sabırla inatla birşeylerin üstüne gitmek gerekiyor .

    bu arada paylaşmadan geçemeyeceğim. Oluşturmak istediğimiz sitede bir bölüm düşündük. Filistin’in geçmişine dair fotoğraf ve belgeleri sergileyelim. ilk birkaç taramamda google da bu konuda fazlaca birşeye rastlamadım. Bir arkadaşımız Filistin konsolosluğuna telefon edip yardım edip edemeyeceklerini sordu. Aldığı yanıt internette bir sürü resim var oradan bakın oldu. Allah tan çok kolay olmasa da epeyce bir taramadan sonra çok zengin bir arşive ulaştım. Mesele şu de ki internette bir sürü resim var. Peki senin Filistin konsolosluğu olarak bulunduğun ülkelerde Filistin meselesini anlatmak insanlarla temas kurmak gibi hiçbir davan yok mudur? neden korkuyorsun. Ya da neleri önemsiyorsun? Vaad edilen Gazze imarı paraları mı tek derdin? Düşünün ki İsrail dünyanın dört bir tarafında tüm lobileri, AIPAC ı sineması vs. si ile durmadan çalışıyor. İsrail’e en güzel turları düzenleyip, en ciddi akademik organizasyonları yapıyor. Sense katlolunmuş bir halkın davasını telefon başında oturmuş, bakın orada internette bir yerlere deyip maaş gününü bekliyerek temsil ediyorsun. Yazıklar olsun!
    Buradan Filistin konsolosluğunu protesto ediyorum.

    Sevgili Suzannur hanım,
    dün sabah ilk iş bilgisayarın başına geçip güzel yazılarınızdan birkaç tane okumakla güne başladım. Çok emek vererek yazdığınız o kadar belli ki. İstanbul yazınızı aynı duyguları paylaşan bir insan olarak çok sevdim. Hatta uzun bir yorum yapıp sonra kaybettim:( sanırım ara sıra bunu gene yapacak güne yazılarınızdan bir iki tane okuyarak başlayacağım.
    Rachel Corrie nin meşhur bir sözü var. Hepimiz bir duvarın ötesini merak eden çocuklarız diyor. Okumak da öyle bir şey sanki. Bir duvarın ötesinedeki farklı dünyalara ince bir çatlaktan atılan dikiz gibi:) Çok keyifli:)
    Selam ile.

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 8, 2009 | Reply

    Özlem hanım,

    Yeri gelmişken dikkatimi çeken bir konuya değinmek istiyorum.

    Yazar-okur ilişkisi epeydir dikkatimi çekiyor.Daha doğrusu bir gözlem bu.Belki üzerinde çok da durulması gereken bir ayrıntı değildir.Ama merak işte.Yazmazsam içimde ukde kalacak:)

    Sizin,Suzannur hanım ve Enver beyin yazıları genelde çok yorum almaz.Oysa keyifle okunan yazılar arasında benim nazarımda sizler ilk sıralardasınız.Suzannur hanımın edebiyat üzerine yazdığı deneme tadındaki makaleleri,Enver beyin iple çektiğim enfes sinema yazıları ve sizin insan duygularına hitap eden akıcı yazılarınız…Peki neden hakketiği düzeyde(okunma değil) yorum bazında katılım olmaz?

    Biraz şuna bağladım:bir yazı ve makale şapka çıkartacak kadar derinlikli ve doluysa sadece bir kaç beğeni ve teşekkür mesajı alır.Yani doyasıya okunur ama üzerinde tartışılacak “potansiyel malzemeyi” barındırmadığından bir kenarda öylece durur kalır.

    Peki bir yazının üzerinde tartışmak için ille de kışkırtıcı ve tahrik unsuru barındırması mı gerkir?

    Tabii diğer yazarlarımıza haksızlık etmeyelim.Özellikle yorum alan yazarlarımızın,bu manada kışkırtıcı yazılar yazıyorlar iması çıkmamalı.Sanırım sorun biraz biz okurların sınırlı ilgi alanlarında.Siyasete aşırı ilgi duyuyoruz(ki bu olumsuz bir durum değil).Ancak,işin içine siyaset karışınca da malum,ideolojiler ön plana çıkıyor.Ve dolayısıyla görüşlerimize uyup uymaması noktasında tartışma bir hayli hararetleniyor.

    Mesela,bu konuda dikkat çeken bir başka nokta da çok yorum alan yazılara,genelde katılımcılar arasında oluşan yorumlaşmaların daha ağırlıkta olması.Bu da elbette olumsuz değil.Ancak,zaman zaman bu öyle bir noktaya geliyor ki makale unutulurken yorumcular birbirine giriyor:)Ben de tartışma yanlısı bu hareretli grubun başında geliyorum bu arada:)

    Ayrıca bu durum yazarla ilgili değil seçtiği konu ile birebir alakalı.Enver beyin tadına doyum olmaz sinema yazılarına söyleyecek bir iki sözüm olmazken.Politik yazılar yazınca maşallah dilim çözülüveriyor:)

    Oysa böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum.Kendimizi sanatsal derinliği olan yazılara karşı biraz yetersiz hissetsek de konuya katılmamız icap ediyor diye düşünüyorum.Dilimiz döndüğünce fikrimizi belirttiğimizde eminim yaratıcı zekalarıyla bizlere bu enfes yazıları sunan emektar dostlarımızı daha da yüreklendirmiş olacak ve biz okurlarla daha sık buluşmalarına vesile olacağız.

    *****

    Bu arada mesele salt yorum yazmak adına bir yorumla katılmaktan da ibaret değil.

    Siz bir gönül insanı olarak bizimle heyecanınızı paylaşırken,bir yandan da ülkemizde gönüllü insanların,sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarının geldiği düzeyi de anlatmış oluyorsunuz.Bakın,eskiden bu tür aktiviteler belli bir ideolojik etiket altında yürütülürdü.Karabağ’da,Çeçenistan’da,Azarbeycan’da müslümanların zulme uğraması sanki inançlı demokratların sorumluk alanındaymış,diğer hak ihlalleri de kendisini solcu,devrimci diye tanımlayan kesimlerin.Böyle yaygın ve kanıksanmış bir duruş şekli vardı.Sanki aralarında görev dağılımı yapmışçasına sınırlar vardı.Mesela sol gruplar sadece Filistin’li müslümanların sorunlarına kısmen duyarlı idiler.Ki bu da,o dönem Filistin özgürlük mücedelesinin ideolojik benzerliğinden kaynaklanan bir durumdu.Filistin özgürlük mücadelesi bu anlamda biraz el değiştirince varolan kısmi dayanışma da zayıflamış olurdu.

    Ancak,son dönemlerde bu tutum bir hayli değişmiş görünüyor.İdeolojik birliktelikler yerini daha çok vicdana bırakmış gibi olumlu sinyaller var artık.Farklı inanç ve siyasi duruşa sahip kesimler artık yan yana kol kola zulme karşı durabiliyor,birlikte hareket edebiliyorlar.Ve üstelik Darfur,Filistin ayrımı yapmaksızın.Sadece insan olmanın ve vicdanın gereği olarak yapıyorlar bunu.Zapatistlerin ta Meksika’lardan Filistin’e dayanışma mesajları göndermeleri,ülkemizde islam aydın ve yazarlarının Ermeni halkının uğradığı zulme gösterdikleri duyarlılık,artık dünyada ideolojiler yerine barış rüzgarlarının estiğinin göstergesidir.

    Yani rüyalarımızın gerçeğe dönüşmesi artık çok da uzak bir ihtimal değil.Sizin gibi güzel insanlar bu yolda bu denli özveride bulundukça bir gün rüyalarımız mutlaka gerçeğe dönüşecek.
    sevgi ve dostlukla…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin